Statükolar ile taklitçiler arasında da yakın bir ilişki vardır. Statükolar hayatiyetlerini taklitçilerin varlığına borçludur. Statükolar, tarihin bütün evrelerinde, sallantıyla karşı karşıya kaldıklarında, hemencecik taklitçilerin tabularına sahip çıkarak, kendi hegemonyasını korumaya çalışmıştır. Bunun en açık örneğini de Hz. Musa zamanındaki, statükonun sahibi olan Firavunun ağzından çıkan şu sözlerde bunu açıkça görmekteyiz. Ey ahali! “muhakkak ki, Musa’nın sizin dininizi değiştirmesinden ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmasından endişe ediyorum…”diyen Firavunun sözleri halkı hemencecik firavunun kucağına bırakmıştır. Bundan sonra da firavunun diliyle devrin taklit tabularını hedef olarak alan Hz. Musa’nın getirdiği mesajı alt etmek için, zan, tahmin, vehim ve kendi kuruntularıyla, dinlerini harekete geçirerek; demir atması imkânsız olan, hain firavunun gemisine binerek, firavunun sözleriyle gemiden inmeyi düşünecek hiç fırsatları olmaz. Firavunun “muhakkak ki ben sizi en doğru bildiğime götürüyorum. Sihirleriyle büyülenerek çalışan motorları onları kızıl denize kadar taşır.
Taklit, ruhi direncin sonunu, insani değerleri ihtiva eden sayfaların parçalanışını ve üretken yeteneklere düzenlenen komploların açığa çıkışını ifade eder. Taklit, insan ile Allah Arasındaki bağın koparılmasında en etkin bir rol üstlenir. Taklit, hedefi olmayan bir insanın, karanlığa sıktığı merminin patladığı andaki çıkardığı ses gibi çok ses çıkarır. Taklit, mutluluk okyanusuna özlem duyanların, koşu alanlarına kurulan barikatlardır. Taklit, aforozu can simidi olarak bilen sihirli bir tabudur. Taklit, aydınlık yolda yürümeye insanları çağıran, çağırıcıların nidalarından rahatsızlık duyan, karanlık dehlizlerin, yaya yürüyücülerinin şamatalarıdır. Taklit, yokluk ummanının serabını su sanarak hareketlerine ivme kazandıran, zanların görüntülendiği bir hayat ekranıdır. Taklit, sinsi düşüncelerin uygulanması için kurulan darağaçları gibidir. Taklit, din bezirgânlarının, mezar taşı yontucularının, ölü yıkayıcılarının yaşamaları uğruna zavallı kitlelerin sümüklü böcek gibi emilmesini öngören, şartsız fermandır. Taklit, öldürülmek istenen insanın ayağına darbelerin vurulmasını istemeyen, hak ve adaletin gözetleyicisi insanların karşısına dikilerek, yazıktır ama ne yapalım, ayağı kırılınca eline baston veririz diyerek, insanları avutmaya çalışan zihniyetin döl yatağıdır. Taklit, uzun boylu bir masalın tekerleme bölümüdür. Taklit, zavallı koyunlara zulmeden aslanlara alkış tutmayı marifet sanan, bir topluluğun anlayış cambazlığıdır.
Taklit konusunda aklımıza gelen bazı sinsi anlayışları buraya aktardıktan sonra, taklidin toplumsal hareketliliği sağlaması yönünden, fonksiyonunu irdeleyecek olursak, hemen aklımıza Tarde ‘nin taklidin toplumsal işlevini ele alma düşüncesine biraz göz atarak bu konuyu sorgulayalım.
Tarde’nin teorisini üzerine kurmaya çalıştığı taklit, toplumsal yapının bütünlüğünü, işleyişini ve işlevini yerine getirmede önemli faktör olarak göze çarpar. Tarde, taklide belli bir tanım getirmeye çalışırken önemle taklidin anlamlı ve mantıklı bir anlayış bütünlüğünü ifade etmesini öngörür. Tarde’nin bu yönüyle ortaya koyduğu düşünce, şu andaki hayatların temelini sorgulamayan insanlar için belki bir anlam ifade eder. Âmâ hayatlara köklü bir eleştiri getirip, yeni bir mesajla toplumları canlandırmak isteyen insanların mesajlarının içinde taklide bu anlamda hiçbir yer yoktur. Çünkü toplumsal yapıların işlevlerine ve işleyişlerine baktığımızda, taklit önemli bir yere sahip, âmâ kırılması yok edilmesi gereken önemli bir yere sahip, böyle olunca taklide toplumsal düzeyde değil de Hak ekseninde ne kadar önemli bir yere sahip, bu açıdan ele almamız gerekmektedir.
İdealist insanlarla halkın değerleri daima çatışma halinde olmuştur. Âmâ düşünür kabul ettiğimiz birçok insanın düşüncesiyle tolumun düşünce ve yaşamı iç içe olagelmiştir. İş böyle olunca düşünürler, halkın yaşamına açıklama getirirken, ön kabul ettikleri ölçüt, toplumun yapısının işleyişi olmuştur. Toplum yapısının işleyişini ve devamını sağlayan tüm öğeler ele alınır ve tartışılır, âmâ niçin ve neden soruları sorulduğunda, verecekleri cevaplar ancak; taklit tabularını ifade eden değişik tür ve boyutta açıklamalar olacağından, Tarde’nin teorisinin bu anlamda bir karşılığı ortaya çıkmaktadır. Biz taklidi biraz farklı eksende değerlendirmeye çalışalım.
İşte taklit gerçeğine biraz hakikat ekseninde göz atarsak, onu hakikat ekseninin dışında bırakmamız gerektiğini göreceğiz. Âmâ böyle değil de, olur mu canım, yani bunların yaptıkları yanlış mı? Diyenlerin acımaklı sözlerini dikkate alırsak, hakkın yolu olduğunu anlatacak kadar muzdaripleşebiliriz. Oysa şunu hiç unutmamak gerekir ki, insanın hayatını oluşturacak düşüncenin oluşumunda taklitçiliğe kesinlikle bir yer yoktur. “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme, çünkü göz ve kulak ondan sorumludur.”Evet bilmediğiniz bir şeyin ardına düşerek yuvarlanıp gitmeyin, neden gidiyorsun bir olayın peşinden? Babalarımızı bu yolda bulduk, bizler de onların yollarını devam ettiriyoruz, diyecek kadar ilkel, hurafelerle iç içe bir hayatın nasıl bir amacı olabilir? Biz babalarımızı bunlar üzerinde bulduk ondandır işte, bizde onlara yöneliyoruz, diyenler aslında kendilerinin bir insan olmadıklarını, insanlığın ne işe yaradığını ve insanın içinde patlamaya hazır bir güç merkezi taşıdığını bilmediklerini ifade etmektedirler. Böyle olunca da onların yollarının doğruluğunu ve yanlışlığını onlara sorgulatacı ifadelerle açıklamalara girişmek, onların dünyalarını sarsar. Denize atacakmışsın gibi direnmelerle karşılaşırsın, ardından tabi oldukları yollarının doğruluğunu haykırmaya ve yeni mesajı bağırmalarıyla boğmaya yeltenirler. Bunlar kalkıp atalarımızın dini olan ilahlarımıza laf atarak ondan yüz çevirmemizi istiyorlar diyerek, bir yığın kuruntuları, kibirleri ve vehimleri oluşturarak, hareketsiz makineyi harekete geçirirler. Bunların hiçbir delilleri dayanakları olmadan sadece kafalarındaki zanlarla atalarının yollarına devam etme de direnirler. Zanları sayesinde boş kaportaya motor takarak uğruna ölecekleri alçaklık batakhanesine yuvarlanırlar.
1993-ELAZIĞ
EROL KEKEÇ
Bu Blogda Ara
1 Temmuz 2011 Cuma
27 Haziran 2011 Pazartesi
TAKLİDİN MOTORU ZAN! (1)
İnsanlık tarihi iyi bir irdelendiğinde, bu tarih, insanlığın utanç duyacağı birçok kara sayfalarla dolu. İşte bu kara sayfalarda yer olan davranışlardan biri de taklittir.
“onlara Allah’ın indirdiğine uyun dendiğinde, hayır biz babalarımızı neyin üzerinde bulduysak, ona uyarız derler. Ya babaları hiçbir şeyi akledemiyor doğru yolu bulamıyorlarsa da mı”? (Bakara:170)
“Yine böyle senden önce hangi memlekete bir uyarıcı gönderdiysek, oranın şımarık zenginleri, şöyle demişlerdir. Bizler ecdadımızı (atalarımızı)bir yol üzerinde bulduk, bizde onların yoluna uyanlarız.”(Zuhruf:23)
Taklit sanki bir karayazıdır, bundandır işte toplumların hayatında her yeni mesaj, barınmakta zorlanmakta, dışlanmakta ve hatta öldürülmeyle yüz yüze bırakılmaktadır. Taklit toplumların hayatındaki canlılığı ortadan kaldıran çok tehlikeli hastalıklardan biridir. Yeni anlayışlara ve üretkenliklere kapalı bir ortamı, ancak taklitle hayatlarını devam ettiren toplumlarda görmek mümkündür. Çünkü bu toplumlarda, hayat grafiklerinin göstergeleri, amirden memura, büyükten küçüğe, ecdattan çocuklara doğru bir alçalış ortaya kor. Durum böyle olunca, taklit bu tür ortamların korumaları gereken en kutsal(!) anlayışları olarak hemen beliriverir.
Toplumların kutsiyet atfettikleri değerlerini hedef alacak herhangi bir davranışınız, böylesi zamanlarda insanların gündemini sarması çok zordur. Onların hayatlarını kuşatmayı bırakın, hatta o insanların çok kötü saldırgan eylemleriyle varlık defterinden dahi silinme ihtimaliniz çok yüksektir. Bunların açık örneklerini de yukardaki ayetlerde görmekteyiz.
Taklit, düşünülerek ortaya konulan bilinçli davranışlar değildir. Taklitte savunulan deliller herhangi bir fonksiyon icra etmez. Mukallitlerin hayatının üzerine oturduğu temel, asılsız sanrıların, oluşturduğu vehimler musluğundan boşalan suların üzerinde yer almaktadır. Zanların vehimlerin ve zihinleri kuşatıcı bireysel güdülerin dışa yansıyan fonksiyonları, kolektif taklidi davranışlar olarak ortaya çıkmaktadır. Kolektif davranışlar, her zaman ve her yerde hemencecik zemin bulma ve yayılma özelliğine sahiptir. Kolektif davranışların böyle bir hıza sahip olması, onların doğruluklarıyla açıklanamaz. Tarihte nice az bireysel davranışlar vardır ki, bunların hak olduğunu K.Kerim bizlere haber vermektedir. Âmâ kolektif davranışlarla ilgili onların doğruluklarını anlatırken, bu davranışları babalarının yaptığını bundan dolayı ona tabi olduklarını anlattıklarını bize haber verir. Biz babalarımızı bu yolda gördük, biz de onların yolundan ayrılmayız derken, herhangi bir delilleri yoktur, babalarının doğruluklarına dair. Âmâ onlar kendi yanlarından, bu tür asılsız iddialarla, yeni mesajlara hep karşı çıkmışlar ve çıkmaya da devam ederek günümüze kadar uzanmışlardır.
Taklidin bir din olduğunu söyleyebiliriz. Din zaten insanların hayatlarını kendisine göre ayarladıkları kurallar mecmuası değil mi? Taklitte toplumlarda korunması gerekli tabulardandır. Taklidi bir tabu olarak ele alırsak, tabular korunması gerekli unsurlardır. Tabuların önemli fonksiyonları olan toplumlarda, tabulara uymayan insanlarla münasebetler koparılır, ilişkiler kesilir, hatta toplum dışına atılırlar. Taklit bir tabudur. Taklit tabusunu hedef alan her davranış, taklit dalgalarıyla, sınırlarının dışına bırakılır. Taklit davranışına bu işlerliği kazandırarak, onu böylesi hızlı bir çalışma ortamına sürükleyici güç, zanların çok fazla olması ve vehimleri kendisine temel dayanak almasından başka bir şer değildir.
1993- ELAZIĞ
EROL KEKEÇ
“onlara Allah’ın indirdiğine uyun dendiğinde, hayır biz babalarımızı neyin üzerinde bulduysak, ona uyarız derler. Ya babaları hiçbir şeyi akledemiyor doğru yolu bulamıyorlarsa da mı”? (Bakara:170)
“Yine böyle senden önce hangi memlekete bir uyarıcı gönderdiysek, oranın şımarık zenginleri, şöyle demişlerdir. Bizler ecdadımızı (atalarımızı)bir yol üzerinde bulduk, bizde onların yoluna uyanlarız.”(Zuhruf:23)
Taklit sanki bir karayazıdır, bundandır işte toplumların hayatında her yeni mesaj, barınmakta zorlanmakta, dışlanmakta ve hatta öldürülmeyle yüz yüze bırakılmaktadır. Taklit toplumların hayatındaki canlılığı ortadan kaldıran çok tehlikeli hastalıklardan biridir. Yeni anlayışlara ve üretkenliklere kapalı bir ortamı, ancak taklitle hayatlarını devam ettiren toplumlarda görmek mümkündür. Çünkü bu toplumlarda, hayat grafiklerinin göstergeleri, amirden memura, büyükten küçüğe, ecdattan çocuklara doğru bir alçalış ortaya kor. Durum böyle olunca, taklit bu tür ortamların korumaları gereken en kutsal(!) anlayışları olarak hemen beliriverir.
Toplumların kutsiyet atfettikleri değerlerini hedef alacak herhangi bir davranışınız, böylesi zamanlarda insanların gündemini sarması çok zordur. Onların hayatlarını kuşatmayı bırakın, hatta o insanların çok kötü saldırgan eylemleriyle varlık defterinden dahi silinme ihtimaliniz çok yüksektir. Bunların açık örneklerini de yukardaki ayetlerde görmekteyiz.
Taklit, düşünülerek ortaya konulan bilinçli davranışlar değildir. Taklitte savunulan deliller herhangi bir fonksiyon icra etmez. Mukallitlerin hayatının üzerine oturduğu temel, asılsız sanrıların, oluşturduğu vehimler musluğundan boşalan suların üzerinde yer almaktadır. Zanların vehimlerin ve zihinleri kuşatıcı bireysel güdülerin dışa yansıyan fonksiyonları, kolektif taklidi davranışlar olarak ortaya çıkmaktadır. Kolektif davranışlar, her zaman ve her yerde hemencecik zemin bulma ve yayılma özelliğine sahiptir. Kolektif davranışların böyle bir hıza sahip olması, onların doğruluklarıyla açıklanamaz. Tarihte nice az bireysel davranışlar vardır ki, bunların hak olduğunu K.Kerim bizlere haber vermektedir. Âmâ kolektif davranışlarla ilgili onların doğruluklarını anlatırken, bu davranışları babalarının yaptığını bundan dolayı ona tabi olduklarını anlattıklarını bize haber verir. Biz babalarımızı bu yolda gördük, biz de onların yolundan ayrılmayız derken, herhangi bir delilleri yoktur, babalarının doğruluklarına dair. Âmâ onlar kendi yanlarından, bu tür asılsız iddialarla, yeni mesajlara hep karşı çıkmışlar ve çıkmaya da devam ederek günümüze kadar uzanmışlardır.
Taklidin bir din olduğunu söyleyebiliriz. Din zaten insanların hayatlarını kendisine göre ayarladıkları kurallar mecmuası değil mi? Taklitte toplumlarda korunması gerekli tabulardandır. Taklidi bir tabu olarak ele alırsak, tabular korunması gerekli unsurlardır. Tabuların önemli fonksiyonları olan toplumlarda, tabulara uymayan insanlarla münasebetler koparılır, ilişkiler kesilir, hatta toplum dışına atılırlar. Taklit bir tabudur. Taklit tabusunu hedef alan her davranış, taklit dalgalarıyla, sınırlarının dışına bırakılır. Taklit davranışına bu işlerliği kazandırarak, onu böylesi hızlı bir çalışma ortamına sürükleyici güç, zanların çok fazla olması ve vehimleri kendisine temel dayanak almasından başka bir şer değildir.
1993- ELAZIĞ
EROL KEKEÇ
8 Haziran 2011 Çarşamba
DİPSİZ VARİL Mİ NE?
“………….EY MUTMAİN OLAN NEFİS!......Gir kullarımın arasına cennetime……”
Allah’ın zikri ile tatmin olan nefis, ancak sana mahsustur, Allah’ın özel hazırladığı cennete girmek. Sen tatmin olan her şeyin bağımlılığından kurtulan, hürriyetini sınırlayan setlere başkaldıran, Allah’ın “Ben kulumu Hür yarattım…”buyruğuna uygun yaşayan, ayaklarına takılan zincirleri söküp atan nefissin… Hiçbir dünyalık değerin malın mülkün; paranın, altının, gümüşün, sarayların, köşklerin, arabaların, soyların sopların; kalbini avutarak uyuşturduktan sonra tatmin olduğunu sanan bir nefis değil, ancak ve ancak Allah’ın adının anılması, Allah’ın zikri ile tatmin olan nefsin hakkıdır, Allah’ın özel tahsis ettiği cennete girmek…
Tatmin olmayanlar habire koşmaktalar, atlamaktalar, yakalamaya çalışmaktalar, bir şeyi ele geçirseler, onlar tatmin olmazlar. Bir diğerini ele geçirdiklerinde tatmin olacaklarını sanmaktadırlar. Onu da ele geçirseler bunlar yine doymazlar, hiçbir şey bunları doyurmaz. Ne kadar çok şeye sahip olsalar kadar çok ihtiyaç hissederler. Çünkü bu tip varlıkların kalpleri tatmin bulmamıştır. Allah’ın zikrine Allah’ın belirlediği hayata sırt çevirenlerin bu dünyada tatmin olacaklarını mı sanıyorsunuz? Onların arzularının emellerinin önüne geçmek oldukça zordur. Bunlar hep isterler, ruhlarında ve kalplerinde bir doyum noktası yoktur. Bunların kalplerinin durumu, alt tarafından olduğu gibi delik olan bir varil gibidir varili ne kadar su ya da başka bir sıvı ile doldurduğunuzu sanırsanız sanınız o daima boşalmaktadır. Çünkü içine doldurulan sıvıyı depo edecek bir alt zemine sahip değildir. Bu zemine sahip olmayan varil nasıl hep boş kalıyorsa, Allah’ın zikrinin dışındaki değerlerle, kalplerinin tatmin olacağını sanan varlıklarda hep bir boşlukta olduklarından, hep o boşluğu doldurmak için çırpınacaklar. Âmâ ne yazık ki, o boşluklar Allah’ın zikrinin ve Allah’ın belirlediği hayatı yaşamanın dışında hiçbir şeyle hiçbir şekilde doldurulamayacaktır…
Allah’u Azimuşşanın, kalbi tatmin bulmuş insanı bu şekilde karşılaması tesadüfü olmadığı gibi, kalbin tatmin olması da öyle kolay bir olay olmasa gerek. Çünkü Allah’u Teâlâ’nın bu insanlara özel bir lütfu vardır da kendi cennetine koymak. Salihler Sıddıklar, Allah’a iman eden tüm yiğitler peygamberler, şehitler vs. bunların hepsini dilediği cennetlerden birine koyacaktır. Ancak bundan farklı olarak kalpleri tatmin olmuş, doyma sınırını bulmuş insanlara, Allah’ın bir iltifatı var, bundan daha güzel bir lütuf olur mu, Allah’ın cennetine girmek; bu cennet sadece kalpleri Allah’ın zikri ile tatmin olan yiğitler için tahsis edilmiştir.
Sizlere haykırıyorum, ey insanlar! Kalplerinizi nelerle tatmin etmeye çalışıyorsunuz girmişsiniz bir kaosun içine, oradan çıkmak için de hep gece ve gündüzleri hayaller kuruyorsunuz, bir türlü çözemediğiniz bu soruların cevaplarını bulmak için. Sizler ne kadar çırpınırsanız çırpınınız bir türlü doyuma ulaşamayacaksınız”…Kalpler ancak Allah’ın zikri ile tatmin olur ve yumuşar…”
Yıl:08.06.2011
Saat:11.20-12.00
Çengelköy/İST
EROL KEKEÇ
Allah’ın zikri ile tatmin olan nefis, ancak sana mahsustur, Allah’ın özel hazırladığı cennete girmek. Sen tatmin olan her şeyin bağımlılığından kurtulan, hürriyetini sınırlayan setlere başkaldıran, Allah’ın “Ben kulumu Hür yarattım…”buyruğuna uygun yaşayan, ayaklarına takılan zincirleri söküp atan nefissin… Hiçbir dünyalık değerin malın mülkün; paranın, altının, gümüşün, sarayların, köşklerin, arabaların, soyların sopların; kalbini avutarak uyuşturduktan sonra tatmin olduğunu sanan bir nefis değil, ancak ve ancak Allah’ın adının anılması, Allah’ın zikri ile tatmin olan nefsin hakkıdır, Allah’ın özel tahsis ettiği cennete girmek…
Tatmin olmayanlar habire koşmaktalar, atlamaktalar, yakalamaya çalışmaktalar, bir şeyi ele geçirseler, onlar tatmin olmazlar. Bir diğerini ele geçirdiklerinde tatmin olacaklarını sanmaktadırlar. Onu da ele geçirseler bunlar yine doymazlar, hiçbir şey bunları doyurmaz. Ne kadar çok şeye sahip olsalar kadar çok ihtiyaç hissederler. Çünkü bu tip varlıkların kalpleri tatmin bulmamıştır. Allah’ın zikrine Allah’ın belirlediği hayata sırt çevirenlerin bu dünyada tatmin olacaklarını mı sanıyorsunuz? Onların arzularının emellerinin önüne geçmek oldukça zordur. Bunlar hep isterler, ruhlarında ve kalplerinde bir doyum noktası yoktur. Bunların kalplerinin durumu, alt tarafından olduğu gibi delik olan bir varil gibidir varili ne kadar su ya da başka bir sıvı ile doldurduğunuzu sanırsanız sanınız o daima boşalmaktadır. Çünkü içine doldurulan sıvıyı depo edecek bir alt zemine sahip değildir. Bu zemine sahip olmayan varil nasıl hep boş kalıyorsa, Allah’ın zikrinin dışındaki değerlerle, kalplerinin tatmin olacağını sanan varlıklarda hep bir boşlukta olduklarından, hep o boşluğu doldurmak için çırpınacaklar. Âmâ ne yazık ki, o boşluklar Allah’ın zikrinin ve Allah’ın belirlediği hayatı yaşamanın dışında hiçbir şeyle hiçbir şekilde doldurulamayacaktır…
Allah’u Azimuşşanın, kalbi tatmin bulmuş insanı bu şekilde karşılaması tesadüfü olmadığı gibi, kalbin tatmin olması da öyle kolay bir olay olmasa gerek. Çünkü Allah’u Teâlâ’nın bu insanlara özel bir lütfu vardır da kendi cennetine koymak. Salihler Sıddıklar, Allah’a iman eden tüm yiğitler peygamberler, şehitler vs. bunların hepsini dilediği cennetlerden birine koyacaktır. Ancak bundan farklı olarak kalpleri tatmin olmuş, doyma sınırını bulmuş insanlara, Allah’ın bir iltifatı var, bundan daha güzel bir lütuf olur mu, Allah’ın cennetine girmek; bu cennet sadece kalpleri Allah’ın zikri ile tatmin olan yiğitler için tahsis edilmiştir.
Sizlere haykırıyorum, ey insanlar! Kalplerinizi nelerle tatmin etmeye çalışıyorsunuz girmişsiniz bir kaosun içine, oradan çıkmak için de hep gece ve gündüzleri hayaller kuruyorsunuz, bir türlü çözemediğiniz bu soruların cevaplarını bulmak için. Sizler ne kadar çırpınırsanız çırpınınız bir türlü doyuma ulaşamayacaksınız”…Kalpler ancak Allah’ın zikri ile tatmin olur ve yumuşar…”
Yıl:08.06.2011
Saat:11.20-12.00
Çengelköy/İST
EROL KEKEÇ
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.
Popüler Yayınlar
-
Yaldızlı Sözlerin Arkasındaki Çürüme Tarihin en trajik ironilerinden biri, çöküşe en yakın toplumların en çok “yücelik ”ten bahsetmesidir....
-
Platon, asırlar öncesinden bir uyarı bırakmıştı insanlığa: “Demokrasi, ancak erdemli ve eğitimli bir halkın omuzlarında yükselebilir; aksi t...
-
“İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne… İşte asıl cinayet bu.” — Maksim Gorki, Ana (1906) Ruhun ölümü, bir toplumun çöküşünün sessiz hab...
-
İçinde bulunduğumuz çağ, pek çok unvanla anıldı: teknoloji çağı, bilgi çağı, hız çağı… Ama eğer hakikatin kalemiyle yazılacak olursa, bu ça...
-
EK-5 Kararı: Hukuk ile Diplomasi Arasında EK-5 Listesi: Resmî Karar, Diplomatik Zamanlama ve Türkiye’nin Stratejik İkilemi ABD'den çok ...
-
İnsanlığın Sessiz Dengesine Dair İnsan… Kâinatın en gizemli aynası. Görünürde bir bedenden ibaret gibi dursa da derinlerde bir deniz taşır...
-
Bir İnsanlık EMAR’ı Üzerine Derin Bir Okuma İnsan, anlamın kıyısında doğar ama çoğu kez anlamın merkezine hiç ulaşamaz. Çünkü doğmakla yaş...
-
Merhum Ahmet Kaya, bir şarkısında “ Ne kadar kötü kokarsa o kadar iyi ” diyordu. Ne kadar manidar bir cümle… Bugün ülke olarak geldiğimiz ...
-
Suriye iç savaşı, yalnızca bölgesel güç dengelerini değiştiren bir çatışma olmakla kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke ...
-
İnsanlık, varlık sahnesine çıktığı andan itibaren hem kendini hem de kendini aşan bir kudreti anlamlandırma çabasıyla yüzleşmiştir. Bu çaba,...
Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK
Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.
Senin rabbin sana senden yakın.....
omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.
Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."
kelebek gibi hafif olun dünyada
Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla
çöllerden geçerek varılır havuzun başına!