“Rabbin ondan başkasına kulluk etmemenizi
ve anne –babaya iyilikle –davranmayı
emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi
senin yanında yaşlılığa ulaşırsa,
onlara: Öf bile deme ve
onlara güzel söz söyle” İsra: 23
“Benden sonra anne ve babana şükret, onlar seni bilmediğin
bir konuda, seni Allah’a şirk koşmaya zorlamıyorlarsa sakın onlarla
kötü geçinme, onlardan herhangi biri ya da her ikisi yanında
yaşlandıklarında onlara öf bile deme…”Mutluluk arayanlar, ana ve
babalarını yanlarından uzaklaştırıp, kumrular gibi çağdaş yaşamın
dayatmalarıyla onları yarı açık ceza evine bıraktıklarında asla mutlu
olamayacaklardır. Ana toprak, baba gök, toprağa basmadan ve
stresini dağıtmadan yaşamak nasıl ki imkânsızsa, göğün boşluğu ve
nefes alacak bir genişlik ve üzerinde seni gelecek tehlikelerden
koruyan bir gök gibi, ebeveyni hayattan sildiğiniz zaman huzur ve
mutluluk sizin mıntıkanıza asla uğramayacaktır. Geniş ailelerde
neden insanların daha çok mutlu ve huzurlu yaşadıkları sosyolojik
açıdan değerlendirilmesi gereken bir konu olmasına rağmen, konumuzun
kapsamı açısından şu an onlara yer vermeyeceğim.
Sizin dünyaya gelmenize vesile olan bir varlık, ne kadar da
hayat felsefenizle yakından uzaktan alakalı olmasa bile, onların bir
kıymeti ve değeri olduğunu düşünüyorum. İbrahim(a.s)’ın, andolsun
ki senin için rabbimden bağışlanma dileyeceğim dediği babası,
o toplumda tapılan ilahları, putları yapan bir insan. Bir Peygamberin
babası için ifade ettiği bu açıklama neden bizlerin hayatını kuşatan
bir hakikat değil de, vehimlerimiz hayat felsefemiz oluyor, sonra da
ne yaptığını bilmeyen başı kesik tavuklar gibi yerimizde parpazlayıp
mutluluk arıyoruz. Bu gidişle mutluluk yanımıza uğramayacak bunu
bilelim.”İbrahim ve beraberinde olanlarda sizin için güzel örnekler
vardır, hani onlar kavimlerine:” Biz sizden ve taptıklarınızdan ebediyen
ayrıldık ve uzaklaştık, sizinle bizim aramızda ebedi bir kin ve
düşmanlık vardır, ta ki bir olan Allah’a iman edinceye
kadar.”Sevgili dostlar, Tevhit konusunda bu kadar net olan bir
peygamberi Allah’u Teâlâ bizlere örnek olarak sunuyor.Ama görüyor
muyuz o peygamber in Babası için dediklerini.Senin için
Rabbimden bağışlanma dileyeceğim…
Saygının sevginin yerini tamamıyla günlük çıkarların aldığı ve
ekonomik bir babanın doğduğu, annenin bir cariye köle ya da,
çocukların güç yetiremedikleri streslerini yönelttiği bir nesneye
dönüştüğü, bir ortamda anne ve babanın değerinin ne kadar
olacağını varın siz düşünün. Post modern çağ, anne ve babayı bir
kuluçka makinesine indirgedi. Kuluçka makinesinin sıcaklığı ve
sevgisi olmayacağından, sosyal devlet diye insanlara batı bu gün
yeni kandırmaca yöntemleriyle ailenin fonksiyonlarını üstlenir
görünmekte. Oysa bunun arkasında bireyi bencilleştirme ve insanın
gerçek doğasıyla olan ilişkilerini keserek bireye anne sevgisini
sıcaklığını unutturmakta, babanın bir koruyucu olma özelliğini
ortadan kaldırmaktadır. Bu değerlerin yerini, yapay ve anlaşılması
güç basit sıradan kavramcıkların aldığı bir dönemde, insanlar için
mutluluk tabloları çizmek o kadar kolay olmayacaktır.
İslam’ın şu güzelliğine bakın ki, ana ve babanın dini
inançlarını dikkate almadan onlara öf bile deme, dersen ne olur,
Allah’a karşı şükrünü ifa etmemiş olursun. Bana ve anne babana
şükret.”Allah’a şükretmenin yolu, ana ve babaya öf bile demeden
onları mutlu kıldığında sende ancak mutlu olabilirsin. Evet on
lar,”İmana karşı küfürlerinde diretiyorlarsa onları dost
edinme.”Ancak onları dost edinmemiş olman, hiçbir zaman onların
senin üzerindeki haklarını ihmal edeceğin anlamına gelmesin; çünkü
Allah sana böyle bir hakkı vermiyor. İşte batının seküler hayatı,
insanı anadan babadan bağımsız düşünerek, onları sosyal nizamın
devamını sağlayan ve koruyan; olmazsa olmaz birer piyon olarak
görmekte ve belli yaşlarda anne ve babasının denetiminden alarak
kendince bir eğitim vererek kendine uygun kobaylar yetiştirmektedir.
Bizim gibi, batının her yaptığını marifet bilen zavallılar da bu
tarz uygulamaları yaptıklarında, kendilerini ayrıcalıklı bir maymun
gibi görmeye başladılar çoktan. İnsanın köleleşmesini özgürlük
olarak kabul eden başka bir dünya var mı bilmiyorum, ama içinde
yaşadığımız toplum aşağılılık kompleksleriyle özenti ve taklit türü
davranışlarıyla kendini özgürleştirdiğini sanmakta. Oysa kölelik
özentilerle başlar, çılgınlaşmakla yüreklerde karargâh kurar. Bizim
insanımız buna dikkat etmediği sürece özgürleştiğini sandığı bir
çağda, her gün kölelik bağlarından birinin sayısını arttırır. Yıllar
öncesini hatırlıyorum babası savcı olan bir genç kızımız, gayet
dekolte giyinmiş olmasına rağmen, babasının özgürlüğünü
sınırladığını 18 yaşını doldurunca istediği gibi yaşayacağını ve evi
terk etmek için gün saydığını söylediğinde, doğrusu şaşırmamıştım.
Neden diye sorduğumda, aldığım cevap gayet netti, bıktım bunların
hayatıma sınırlar koymasından, ben istediğim zaman eve gelmek,
istediğim zaman çıkmak, erkek arkadaşımla istediğim vakitte
buluşmak ve istediğim gibi yaşamak istiyorum. Öf be sanki anne
baba oldular diye benim her şeyim mi bunlar, bıktım böyle
yaşamaktan diye cevap almıştım. O gün ona belli nasihatlerden
başka bir şey söyleme gereği duymadım, çarpık yaşamın insanı
getirdiği bu noktadan, yine aynı çarpık ve çözümü olmayan bir
klemle çıkılmayacağını biliyordum. Öncelikle ana ve baba olmanın
ne anlama geldiği sosyal bir proje olarak toplumda doğan ve
doğacak her insana ilkesel bazda anlatılıp, insanların bu eğitimle
büyüdüğü ortamda, anlatacaklarımın bir karşılığının olacağını biliyordum.
Bundan işte, karşılığı olmayan bir meseleyi konuşmak,
hiçbir değer ifade etmemektedir.
Mutluluğa açılan pencere, anne, baba ve çocukların barışık
ve uyumlu yaşamasıyla elde edilir. Bunun en güzel örneği Hz. Ebu
Bekir’in, babasıyla yaşamını karşılaştırdığımızda, umarım bizlerde o mutluluk
tablolarından birer nebze payımıza düşeni alırız.
EROL KEKEÇ
ÇENGELKÖY/İST-2010
Bu Blogda Ara
8 Ocak 2011 Cumartesi
19 Nisan 2010 Pazartesi
HANGİ KUR'AN!!!!!!!!
Evet, sen Kur'an diyorsun, ama hangi Kur'an? Cehaletin elinde teberrük edilip kutsanan bir,
Nesne olan Kur'an mı? Cinayetin mızraklarının ucundaki Kur'an mı? Yoksa çeyrek yüzyıldan daha az bir sürede, çölün dağınık ve düşman kabilelerini birleştirerek, dünyanın egemen güçlerini -Bizans, Sasani- çökerten, insanlığın kaderini ele geçiren, devrimci yapısıyla insanlık tarihinde yepyeni bir medeniyet ve kültür meydana getiren bir kitap olarak mı Kur'an?
Daha çok hayata, bilgiye, izzet, kemal ve cihada yönelik! Yaklaşık yetmiş suresinin adını insanı ilgilendiren konulardan alan bu kitap; yaklaşık otuz süresinin adını maddi fenomenlerden alırken, yalnızca iki süresinin adını ibadetlerden alan bir kitap!.
Bu kitap, "dostunun cehaleti" ve "düşmanının hilesiyle" yapraklan açıldığı günden beri, yaprakları masraflı olmaya başladı. "Metni" terk edilip "cildi" revaç bulduğundan beri adı "okumak" anlamına gelen bu kitap, okunmaz oldu. Kutsama, teberrük ve mal kazanma işleri gördü. Toplumsal, ruhsal ve düşünsel mesele ve dertlerin cevabı bu kitapta aranmadığından beri, onda soğuk algınlığı, romatizma türünden bedensel hastalıkların şifası aranır oldu. Uyanıkken terk edip, yatarken başlarının üstüne asarak uyuduklarından beri, görüyorsun ki ölülerin hizmetine sunulmakta, ölüp gitmişlerin ruhlarına ithaf edilmekte ve sesi yalnızca mezarlıklardan duyulmaktadır.
[Anne Baba, Biz Suçluyuz] Ali Şeriati
Kur'an ve Sapma
Okumanın, düşünmenin, aydınlanmanın, kavramanın, bilinçlenmenin, yol bulmanın [hidayet], ayağa kalkmanın [kıyam], amel etmenin kitabı olan Kur'an; izleyicilerinin, yükümlülük, seçebilirlik [Furkan] ve insani sorumluluğu adına önerdiği tek çözüm; "İstihare" olan, teberrük edilen bir kitap biçimine dönüştürüldü. İzleyicilerinin ona" karşı görevi: Kupkuru bir yüceltme, takdis, tazim, teberrük ve öpmek.. Abdestsiz el sürmemek, bir kılıfa geçirerek aynanın kenarına veya duvarın yüksek yerine asmak... Kundağın yanına, yeni evin kapısına, misafirin başucuna... Bazı sureleri / ayetleri de cadıca işlevler, özel törenler, tılsım ve büyüler, cin ve romatizma kovup-gidermeler, büyük büyülerin düğümlerini atmalar... için kullanılır oldu.
Bundan önce dindarlar, sömürgecilik ve emperyalizmin boyunduruğunda olmalarına rağmen; gündeme gelen dini amel; dini tavır onlar için şu anlama geliyordu: Bireysel günahlardan arınmak, ibadetle ahiret için sevap devşirmek, Resul ve imamlar ile Salihlerin şefaatini kazanmak... Peki ya emperyalizm ve sömürgecilik?
...Fakat Kur'an, kutsal rafından eğitim, öğreti ve düşünme saikıyla inince, onlara; Ahiret'teki kurtuluşun, bu dünyadaki kurtuluşa bağlı olduğunu, Cennetin yolunun, özgürlük, izzet, uyanıklık, bilgi ve bilinçten geçtiğini, bu dünyada zillet üzere ölenin orada zillet üzere kalkacağını, burada kör olanın orada kör olacağını öğretti.
... Bildiler ki; "zulme rıza gösteren zalimin ortağıdır". Müslüman’ın yaşamı "akide ve cihad ile sağlamdır". Peygamber ve izleyicilerinin sünneti; bireysel riyazetler, kulluk, telkin ve uyuşturucu ibadetler değildir, "cihad ve şahadettir." Kuran’ın getirdiği ruhbanlık değildir. "Peygamber silahlıdır", Risaletin hedefi bilgi-bilinç ve adalettir.
...Kur'an halkı uyandırdı. İslam'ın en büyük görevi, her şeyden önce toplum ve düşüncedeki çöküş etkenlerini kökünden kazımaktır. Taharet ve necasette yeni bir bölüm keşfetme, ziyaret yoluyla şehit sevabını kazanma[!], kelam-fıkıh çekişmeleriyle uğraşma yerine, silahını kapıp Fransız sömürgeciliğini yok etmektir.
...Eğer Kur'an, kitap olsa, okunup anlaşılsa, gündemi İşgal etse; eğer müminlere, "O konuşuyor, hitabı sanadır, kulak vermeli, ne dediğini dinleyip kavramalısın" dense, kurtuluş bağışlar, izzete ulaştırır, uyandırıcı ve yapıcı olur. Kur'an bu gücü yalnızca geçmişte göstermiş değildir, bugün de böyledir. Salt geçmiş, Roma-Sasani emperyalizmine karşı değil, çağdaş/modern sömürgecilik ve emperyalizme karşı da bu gücü verir.
... Kuran’ın tarihteki izleri araştırılmalı. Son yüzelli yıldır sömürgeciliğin Asya ve Afrika toplumlarındaki düşünsel, kültürel ve politik saldırılarına karşı koyuş yöntemlerini incelemeli. İşte bundan sonra tanır ve görürsün ki, bu kitap, düşünce, özgürlük ve adaletin kitabıdır.
[Anne Baba, Biz Suçluyuz] ALİ ŞERİATİ
Kuran’ı Anlamak
Şimdi yine aynı kitap önümüzde bulunuyor; gerçi mesaj getirici değil; ama mesajı var. Bu mesaj bize sorumluluk yüklüyor. İşte bu yüzden ben tarih dersini bu aşamadan sonra Kuran’dan alacağım. Bundan sonra bütün incelemelerimi Kur'an üzerinde yoğunlaştırmaya karar verdim. Bugüne kadar çeşitli konuları, çeşitli alanlarda ortaya koyduğumda dayanaklarımda ve şahit getirmelerimde Kuran’dan fazla yararlanmadığımı görmenizin iki sebebi vardı: Birincisi, esasen, her şeyden önce düşünmenin, bağımsız ve mantıklı düşünmenin, bir söze dayanmadan düşünmenin kendisi başlamalıdır. Bir diğeri de daha çok şu sebeptendir. Ben sade bir araştırmacı, kitap ve inceleme ehli bir insan olarak, nazari ve ilmi bir mesele ortaya koyduğumda, kesinlikle benim gözüme çarpan, sonuç çıkardığım, delil getirdiğim şeyin bir yanılma payı vardır. Bundan dolayı benim veya benim gibi olanlar tarafından "şu ancak böyledir, başka türlü olamaz" şeklinde bir görüş öne sürülmemiştir, olamaz da. Bizim inandığımız ve emin olduğumuz şey, daima daha iyi ve doğru anlama çabasında olduğumuz, bu iş için herkesten yardım dilediğimiz, hatta düşman ve kötü adlı kimselerin bu yolda bize yardım edecekleri, ettikleri konusudur.
Bunun için, bir tez ve bir ilmi görüş çıkardığımda veya inandığım bir mektepten söz naklettiğimde; eğer Kuran’ın uygun, büyükçe bir suresini, bir ayeti alıp, o konunun altına yazar, ona dayanırsam, bu, Kuran’ı, kendi fikrimi ispatlamak yolunda kullanmam demektir. Kur'an daima böyle bir araştırma veya tebliğ yönteminin kurbanı olmuştur. Kur'an, daima buyruklarımızı -ne olursa olsun- ispatlamak için bir alet olmuştur. Hiç bir zaman hiç kimse, her şeyi, -mezhebi, ilmi, edebi- bütün zihniyetini ve bilgisini bir tarafa fırlatıp; önceki görüşlerinden arınmış bir zihinle Kuran’a yönelmemiştir. Söylediğime uygun bir hadis vardır: "Her kim Kuran’ı kendi görüşüyle tefsir ederse, yeri ateştedir,", Bu "görüş"e "akıl" dediler, yani her kim Kuran’ı aklıyla tefsir ederse...! Öyleyse neyle tefsir etmek, doğru tanımak için akıldan başka bir yolumuz yok. Sonra hayır diyorlar, bizim maksadımız her ayetin altına imamdan bir rivayet getirmektir! Efendi! Yoksa bu rivayeti de akılla seçmek gerekmez mi? Yoksa, bu ayetin tefsiri olan rivayeti aklımızın seçmesi, anlaması gerekmez mi? Bunu ayetin altına getir, sonra da bu ayetin manasının bu olduğunu anla?!! Akılsız adamın başına istediğin kadar ayet, istediğin kadar rivayet döksen yine de fayda etmez. Sağırlara çağırını işittiremezsin, hele bu sağır ve dilsiz insan, o sesi çağrıyı anlamıyor, duymuyorsa. Bu adamın canı sıkılır, sinirlenir de, senden bezer, kaçar, sırtını döner. Artık peygamberin kendisi bile ona bir şey duyuramaz.
Öyleyse mesele Kuran’ı "görüşle tefsir etmemektir. "Görüş" ne demek? Yani daha önceki fikir ve inançlarımız. Önce filan ilmî, fiziki, kimyevi, fıkhi, mezhebi, görüşe inanıyor, ondan sonra gidip Kuran’da, önceki görüş ve inancımızın ispatı peşinde dolaşıyoruz. İşte bu yüzden bakıyoruz ki Şia, Kuran’ın ardından gidiyor, Şia çıkıyor; Sünni gidiyor, Sünni çıkıyor; Vehhabi gidiyor, Vehhabi çıkıyor; Cebri gidiyor, Cebri çıkıyor; Nasibi gidiyor, Nasibi çıkıyor; İhtiyari gidiyor, İhtiyari çıkıyor,.; . İyi ama o halde Kur'an ne yapıyor? Bütün bunlar görüştür ve bütün bunlar görüşle yapılmış tefsirlerdir. Öyleyse nasıl olmalıyız? Önceki bütün görüşlerden arınmış, veraset yoluyla veya zorla yüklenmiş bütün önceki inançlardan temizlenmiş bir akıl; idmanlı, uyanık bir zihin olarak; mantıki ve akli, kudretli, uyanık, mana çıkarıcı, ama daha önceki herhangi bir görüşü ispatlamaya taassubu ve taahhüdü olmayan bir görüşle, Kuran’a gitmeli ve Kuran’ın içinden neyin ne olduğunu görmeli ve çıkarmalıdır...
[İki Sure, İki Yorum] ALİ ŞERİATİ
(EKLEYEN: EROL kEKEÇ)
Nesne olan Kur'an mı? Cinayetin mızraklarının ucundaki Kur'an mı? Yoksa çeyrek yüzyıldan daha az bir sürede, çölün dağınık ve düşman kabilelerini birleştirerek, dünyanın egemen güçlerini -Bizans, Sasani- çökerten, insanlığın kaderini ele geçiren, devrimci yapısıyla insanlık tarihinde yepyeni bir medeniyet ve kültür meydana getiren bir kitap olarak mı Kur'an?
Daha çok hayata, bilgiye, izzet, kemal ve cihada yönelik! Yaklaşık yetmiş suresinin adını insanı ilgilendiren konulardan alan bu kitap; yaklaşık otuz süresinin adını maddi fenomenlerden alırken, yalnızca iki süresinin adını ibadetlerden alan bir kitap!.
Bu kitap, "dostunun cehaleti" ve "düşmanının hilesiyle" yapraklan açıldığı günden beri, yaprakları masraflı olmaya başladı. "Metni" terk edilip "cildi" revaç bulduğundan beri adı "okumak" anlamına gelen bu kitap, okunmaz oldu. Kutsama, teberrük ve mal kazanma işleri gördü. Toplumsal, ruhsal ve düşünsel mesele ve dertlerin cevabı bu kitapta aranmadığından beri, onda soğuk algınlığı, romatizma türünden bedensel hastalıkların şifası aranır oldu. Uyanıkken terk edip, yatarken başlarının üstüne asarak uyuduklarından beri, görüyorsun ki ölülerin hizmetine sunulmakta, ölüp gitmişlerin ruhlarına ithaf edilmekte ve sesi yalnızca mezarlıklardan duyulmaktadır.
[Anne Baba, Biz Suçluyuz] Ali Şeriati
Kur'an ve Sapma
Okumanın, düşünmenin, aydınlanmanın, kavramanın, bilinçlenmenin, yol bulmanın [hidayet], ayağa kalkmanın [kıyam], amel etmenin kitabı olan Kur'an; izleyicilerinin, yükümlülük, seçebilirlik [Furkan] ve insani sorumluluğu adına önerdiği tek çözüm; "İstihare" olan, teberrük edilen bir kitap biçimine dönüştürüldü. İzleyicilerinin ona" karşı görevi: Kupkuru bir yüceltme, takdis, tazim, teberrük ve öpmek.. Abdestsiz el sürmemek, bir kılıfa geçirerek aynanın kenarına veya duvarın yüksek yerine asmak... Kundağın yanına, yeni evin kapısına, misafirin başucuna... Bazı sureleri / ayetleri de cadıca işlevler, özel törenler, tılsım ve büyüler, cin ve romatizma kovup-gidermeler, büyük büyülerin düğümlerini atmalar... için kullanılır oldu.
Bundan önce dindarlar, sömürgecilik ve emperyalizmin boyunduruğunda olmalarına rağmen; gündeme gelen dini amel; dini tavır onlar için şu anlama geliyordu: Bireysel günahlardan arınmak, ibadetle ahiret için sevap devşirmek, Resul ve imamlar ile Salihlerin şefaatini kazanmak... Peki ya emperyalizm ve sömürgecilik?
...Fakat Kur'an, kutsal rafından eğitim, öğreti ve düşünme saikıyla inince, onlara; Ahiret'teki kurtuluşun, bu dünyadaki kurtuluşa bağlı olduğunu, Cennetin yolunun, özgürlük, izzet, uyanıklık, bilgi ve bilinçten geçtiğini, bu dünyada zillet üzere ölenin orada zillet üzere kalkacağını, burada kör olanın orada kör olacağını öğretti.
... Bildiler ki; "zulme rıza gösteren zalimin ortağıdır". Müslüman’ın yaşamı "akide ve cihad ile sağlamdır". Peygamber ve izleyicilerinin sünneti; bireysel riyazetler, kulluk, telkin ve uyuşturucu ibadetler değildir, "cihad ve şahadettir." Kuran’ın getirdiği ruhbanlık değildir. "Peygamber silahlıdır", Risaletin hedefi bilgi-bilinç ve adalettir.
...Kur'an halkı uyandırdı. İslam'ın en büyük görevi, her şeyden önce toplum ve düşüncedeki çöküş etkenlerini kökünden kazımaktır. Taharet ve necasette yeni bir bölüm keşfetme, ziyaret yoluyla şehit sevabını kazanma[!], kelam-fıkıh çekişmeleriyle uğraşma yerine, silahını kapıp Fransız sömürgeciliğini yok etmektir.
...Eğer Kur'an, kitap olsa, okunup anlaşılsa, gündemi İşgal etse; eğer müminlere, "O konuşuyor, hitabı sanadır, kulak vermeli, ne dediğini dinleyip kavramalısın" dense, kurtuluş bağışlar, izzete ulaştırır, uyandırıcı ve yapıcı olur. Kur'an bu gücü yalnızca geçmişte göstermiş değildir, bugün de böyledir. Salt geçmiş, Roma-Sasani emperyalizmine karşı değil, çağdaş/modern sömürgecilik ve emperyalizme karşı da bu gücü verir.
... Kuran’ın tarihteki izleri araştırılmalı. Son yüzelli yıldır sömürgeciliğin Asya ve Afrika toplumlarındaki düşünsel, kültürel ve politik saldırılarına karşı koyuş yöntemlerini incelemeli. İşte bundan sonra tanır ve görürsün ki, bu kitap, düşünce, özgürlük ve adaletin kitabıdır.
[Anne Baba, Biz Suçluyuz] ALİ ŞERİATİ
Kuran’ı Anlamak
Şimdi yine aynı kitap önümüzde bulunuyor; gerçi mesaj getirici değil; ama mesajı var. Bu mesaj bize sorumluluk yüklüyor. İşte bu yüzden ben tarih dersini bu aşamadan sonra Kuran’dan alacağım. Bundan sonra bütün incelemelerimi Kur'an üzerinde yoğunlaştırmaya karar verdim. Bugüne kadar çeşitli konuları, çeşitli alanlarda ortaya koyduğumda dayanaklarımda ve şahit getirmelerimde Kuran’dan fazla yararlanmadığımı görmenizin iki sebebi vardı: Birincisi, esasen, her şeyden önce düşünmenin, bağımsız ve mantıklı düşünmenin, bir söze dayanmadan düşünmenin kendisi başlamalıdır. Bir diğeri de daha çok şu sebeptendir. Ben sade bir araştırmacı, kitap ve inceleme ehli bir insan olarak, nazari ve ilmi bir mesele ortaya koyduğumda, kesinlikle benim gözüme çarpan, sonuç çıkardığım, delil getirdiğim şeyin bir yanılma payı vardır. Bundan dolayı benim veya benim gibi olanlar tarafından "şu ancak böyledir, başka türlü olamaz" şeklinde bir görüş öne sürülmemiştir, olamaz da. Bizim inandığımız ve emin olduğumuz şey, daima daha iyi ve doğru anlama çabasında olduğumuz, bu iş için herkesten yardım dilediğimiz, hatta düşman ve kötü adlı kimselerin bu yolda bize yardım edecekleri, ettikleri konusudur.
Bunun için, bir tez ve bir ilmi görüş çıkardığımda veya inandığım bir mektepten söz naklettiğimde; eğer Kuran’ın uygun, büyükçe bir suresini, bir ayeti alıp, o konunun altına yazar, ona dayanırsam, bu, Kuran’ı, kendi fikrimi ispatlamak yolunda kullanmam demektir. Kur'an daima böyle bir araştırma veya tebliğ yönteminin kurbanı olmuştur. Kur'an, daima buyruklarımızı -ne olursa olsun- ispatlamak için bir alet olmuştur. Hiç bir zaman hiç kimse, her şeyi, -mezhebi, ilmi, edebi- bütün zihniyetini ve bilgisini bir tarafa fırlatıp; önceki görüşlerinden arınmış bir zihinle Kuran’a yönelmemiştir. Söylediğime uygun bir hadis vardır: "Her kim Kuran’ı kendi görüşüyle tefsir ederse, yeri ateştedir,", Bu "görüş"e "akıl" dediler, yani her kim Kuran’ı aklıyla tefsir ederse...! Öyleyse neyle tefsir etmek, doğru tanımak için akıldan başka bir yolumuz yok. Sonra hayır diyorlar, bizim maksadımız her ayetin altına imamdan bir rivayet getirmektir! Efendi! Yoksa bu rivayeti de akılla seçmek gerekmez mi? Yoksa, bu ayetin tefsiri olan rivayeti aklımızın seçmesi, anlaması gerekmez mi? Bunu ayetin altına getir, sonra da bu ayetin manasının bu olduğunu anla?!! Akılsız adamın başına istediğin kadar ayet, istediğin kadar rivayet döksen yine de fayda etmez. Sağırlara çağırını işittiremezsin, hele bu sağır ve dilsiz insan, o sesi çağrıyı anlamıyor, duymuyorsa. Bu adamın canı sıkılır, sinirlenir de, senden bezer, kaçar, sırtını döner. Artık peygamberin kendisi bile ona bir şey duyuramaz.
Öyleyse mesele Kuran’ı "görüşle tefsir etmemektir. "Görüş" ne demek? Yani daha önceki fikir ve inançlarımız. Önce filan ilmî, fiziki, kimyevi, fıkhi, mezhebi, görüşe inanıyor, ondan sonra gidip Kuran’da, önceki görüş ve inancımızın ispatı peşinde dolaşıyoruz. İşte bu yüzden bakıyoruz ki Şia, Kuran’ın ardından gidiyor, Şia çıkıyor; Sünni gidiyor, Sünni çıkıyor; Vehhabi gidiyor, Vehhabi çıkıyor; Cebri gidiyor, Cebri çıkıyor; Nasibi gidiyor, Nasibi çıkıyor; İhtiyari gidiyor, İhtiyari çıkıyor,.; . İyi ama o halde Kur'an ne yapıyor? Bütün bunlar görüştür ve bütün bunlar görüşle yapılmış tefsirlerdir. Öyleyse nasıl olmalıyız? Önceki bütün görüşlerden arınmış, veraset yoluyla veya zorla yüklenmiş bütün önceki inançlardan temizlenmiş bir akıl; idmanlı, uyanık bir zihin olarak; mantıki ve akli, kudretli, uyanık, mana çıkarıcı, ama daha önceki herhangi bir görüşü ispatlamaya taassubu ve taahhüdü olmayan bir görüşle, Kuran’a gitmeli ve Kuran’ın içinden neyin ne olduğunu görmeli ve çıkarmalıdır...
[İki Sure, İki Yorum] ALİ ŞERİATİ
(EKLEYEN: EROL kEKEÇ)
18 Şubat 2010 Perşembe
İŞİMİ ALLAH'A BIRAKIYORUM!
Sabahın bir evvelinde, kafası dağınık bir yapıyla, evin kapısını açarak; adımları kısa fazla uzatmadan, uzayan sonsuzluğa gözlerini dikerek, arada bir kafasını farklı yanlara çevirerek, Güneşin saçacağı yeni bir günün müjdesini içinde taşıyarak, kafamdakileri elimi sadece kendisine açarak, yardım dilediğim ve dua ettiğim; rabbime anlatmak için yolculuk yapıyorum...
Nerden gelmiştim, nereye gidecektim, hangi engellerle boğuşacaktım, yarınları karnında taşıyan günlere kavuşabilir miydim? İnsanları tanımak ve onlara kendimi anlatmakla bir yerlere varabilecek miydim? Okumak bilgi sahibi olmak, uçuşan kırlangıçların seslerini duymak ve bunlara kulak kabartmak, yemek içmek ve bütün bunların sorgulamasını yaparak, küçük adımlarla hızlı hızlı ilerliyordum. Sevkin sadece Allah'a yapılacağı anı canlandırıyordum kafamda, şehrin sakin sokaklarından geçerken, kabristandan geçer gibi hissediyordum kendimi... Bir anda insanların tümünün bir ölüm ıslığıyla ölüp, yere saplanıp kaldıkları bir zamanı aklıma getirdim. Sanki bu şehir toptan ölmüştü, çünkü hiçbir ses yok, etrafı sessizlik kaplamış, bir gün öncesinde sanki bu insanlar yaşamamış gibi, hiçbir kıpırtı yoktu ortalıkta. Tüm sesler bir geceye terk etmişlerdi kendilerini, sadece bir geceye. Bir geceye terk edilen sessizlik adına bunca insan dününü unutarak dalmışlardı deliksiz uykulara...
Hiçbir kıpırdama duymadan yollardan ilerlerken, kafamdaki fikirlerime bir yenileri ekleniyordu. Bukadar insan bir gecelik uykuya her şeylerini bırakarak koşuyorlar da, acaba neden sevkin sadece Allah’a olduğu gündeki ölümü hiç hatırlamıyorlar diye sorgulamalarımı sürdüre sürdüre ilerliyorum. Aynı zaman da haykırmalarımı da bir kenara bırakmayacağım. Ey insanlar nereye gideceğinizi biliyor musunuz? Sabahın evvelinde yola koyulmamın nedeni, uyuyan sizleri uyandırayım da nereye gideceğinizi bir bilesiniz istedim. Ben gece sabah diye bir ayrımı yapmadan hep bu sokaklarda dolaşırım,sizlerin koyu uykulara daldığı bir anda,rüyalarınızın saylarının çoğaldığını hissettiğim zaman,hayatı hep uyuyarak ve rüyalara dalarak geçirmeyesiniz diye hemencecik sizleri uyandırayım da uykuda olduğunuzu anlayasınız isterim.O kadar sahipliğini yaptığımız şeylerde birer rüyaymış diyerek,kendinizi tanımanızı istediğimden,gündüzleri ve geceleri hiç ara vermeden dolaşıyorum.Bu sokak aralarından aralıksız geçişlerim bir şeyleri sizlere hatırlatır umarım.Nasıl hatırlayacaksınız?Bunun yolunu da söylemekten kaçınmam,çünkü ben uyuyan insanlar arasında şu an uyanık olarak dolaşıyorum.İşte bazı gerçekleri de ancak uyanık olanlar anlar.Uyuyanların elinde böyle bir imkan yoktur.Tüm insanların mışıl mışıl geceye seslerini terk ederek, seherin evvelinde kendilerinden geçerek;rüyalarının koyulaştığı bir sırada,ben kalkarak sokak aralarında dolaşmaya başlarım.Buralarda gezinen biri olarak da bir çok şeyi görme imkanım olur.işte ben böyle birisi,gerçekleri görebilme basiretliliğine sahip birisi olarak,karşılaştığım ve karşılaşacağım hakikatlerin tüm insanlığı bir gün çepeçevre sarmadan avazım çıktığı kadar bağırmak için buralarda geziniyorum.
Evet, hatırlarsınız değil mi uyanık olduğumu söylediğimi? Ben hep gezerim bu sokaklarda kalplerde kafalarda demiştim. Ben gezerken de sadece gezmem, birçok şeyleri de irdeleye irdeleye gezerim. Gözlerimin önünde ateşlerin içinden çıkmak için çırpınanları da ateşlere bırakarak gitmek istemem. Hatta en büyük düşmanlığı dahi bana yapmış olsa,onu o ateş çukurlarına terk etmek istemem.Ben kalbi katılaşmış,hisleri yok olmuş,acıma ve merhamet duyguları körelmiş,birisi değilim.Hep acıları ve şefkatleri kalbinde taşıyan,ellerinin zalimlerin enselerine ulaşarak,mazlumları onların pençesinden kurtaracak kadar uzun olmasını isteyen biriyim.tüm nefretleri ve sevgileri,aynı zamanda şefkat tohumlarını kalbinde taşıyarak,imara uygun olan kalplere ekmek için aracılık yapmaktan bıkmadan yürüyen biriyim.Ben bıkmam ama yorulurum.Nefret etmem acırım,nefret diye bir şeyi çok yakından tanırım,hiçbir insana nefret duymam,ancak fiillere çok fazla kin duyarım.Bana nefretle bakan,hüsran fiillerinin failliğini üstlenen insanlara olduğundan fazla acırım.Gözlerimin önünde yandıklarını görüyorum.Belki onlar yandıklarını bilmiyorlar ama,ben bunu çok iyi görüyorum.Çünkü uyanık biri olduğumu söylemiştim.Bu insanların da uyuduklarını hatırlatmıştım.Böyle bir dünya da ateşler içinde yandıklarını görmeyen zavallılara hatırlatmalar yapayım diye yola koyuldum.Rabbimden tek dileğim inşallah bir gün uyanırsınız.
Gözlerimin önünde yananların olduğunu söylemiştim, evet yananlar var, ateş her taraftan sizleri ve onları sarmış bir durumda iken ateşle kuşatılmış zavallıların sizi o ateşlerden çıkarması mümkün mü? Çünkü onlar kurtarılmaya muhtaç... İşte yanlışlıkla ateşin içine yuvarlanan insanlara sesleniyorum. Benim sesimi duyuyor musunuz? Sesime gel dercesine onlara yanaşarak, göz gözü görmediği bir anda haykırıyorum. Sizler ey insanlar! Dalmayın gaflete, bulunduğunuz bu ateşten kurtulmayı istemez misiniz? Öyle ellere sarılıyorsunuz ki hem kendileri yanıyor sarıldığınız da sizleri de yakacaklar. Sabahın sesiz ve gecenin kimsesiz olduğu vakitlerde, beni aklınıza getirirseniz biliniz ki, kurtulmak için çırpınan insanların kalp kapılarını çalmak için hemen orada hazır bulunurum. Ben bir melek değilim, bana vahiyde gelmiyor, gaybden haberde almıyorum; ancak yarınlarda karşılaşacaklarımı şimdiden görüyorum. Gözlerimin önünde yanan insanların olduğunu da görüyorum. İşte benim özelliğim: görenle görmeyen, bilenle bilmeyen bir midir, iman edenle etmeyen, karanlık ile aydınlık; nur ile zulumat bir midir? Elbette ki değil, işte ben Allah'ın kendisine hidayet vererek hakkaniyete yönelttiği bir insanım sadece. Ondan başkasına kulluğu reddederek, bazı zamanlarda gözleri yaşlı, günahları kabarık, kalbi titreyen ve elleri sadece kendisine açılan birisi olarak yollara çıkarım, dertlerimi, üzüntülerimi ve sevinçlerimi sadece kendisine anlatmak için... Onun için sizler beni her yerde bulabilirsiniz. Beni gördüğünüz zaman nefret etmeyin, kaçabilmek için uçuş denemelerini bırakın, ben sizlere ne olacağınızı hatırlatan biriyim. Sözlerimi yabana bırakmayın bir gün anlayacaksınız söylediklerimi, ama o gün iş işten geçmiş olacak. Habibim, sen onları bir görsen, yakın yerden yakalanmışlardır. Artık inandık demektedirler, hiç görülene inanılır mı, burası inanma yeri değildir. İnanma yeri ta uzaklarda kalmıştır. Artık dünyadan imanı almaları onlar için mümkün mü? Oysa onlar dünyada iken görmedikleri, bilmedikleri şeyler hakkında atıp tutuyorlardı. Görmedikleri avlar hakkında atıp tutan avcılar gibi. Artık onlar ile arzuladıkları arasına bir perde çekilmiştir. Onların yerleri de cehennemdir ne kötü bir yerdir orası.
Bu gün gelecek, bun bunları şu an kalbimle hissediyorum. Gözlerimle de görüyorum, gören biri olarak bu günleriyle karşılaşmadan önce insanları uyarayım da hakikati yaşasınlar çırpınışlarıyla tutuşuyorum. İnsanlardan bir şeyler bekleyerek bu yola çıkmadım. Benim mükâfatım Allah'a aittir.
"Gözleri bizim öğüdümüze karşı kapalı olan ve öfkelerinden onu dinlemeye tahammülleri olmayanları bana bırak.O gün cehennemi öyle bir gösteririz ki,küfredenler(hakikatleri örtenler)Beni bırakıpta kullarımı dost edinmelerini yeterli mi sandılar.Doğrusu biz cehennemi küfredenlere konak olarak hazırladık."kehf:100"
"....İş ciddileşince Allah'a verdikleri anda doğruluk gösterselerdi onların iyiliğine olurdu."(Muhammed:21)
"Kendileri için doğru yol belli olduktan sonra,ardlarına dönenleri,bu işi yapmaya şeytan sürüklemiş,onlara ümit vermiştir"(Muhammed:25)
"Bu durum,Allah'ın indirdiğini beğenmeyen kimselerin bazı işlerde size itaat edeceğiz demelerindendir."(Muhammed:26)
"Bizi anmaktan yüz çevirenlere ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlere aldırma.Bu onların ulaştığı bilginin seviyesini gösterir.Doğrusu Rabbin yolundan sapmış olanı pek iyi bilir.Doğru yolda olanı da çok iyi bilir."(Necm:29-30)
"Öğüt ver doğrusu öğüt iman edenlere fayda verir."(Zariyat:55)
"...İman edenlerle ikiyüzlüler arasına kapısının içinde rahmet,dışında azap olan bir sur çekilir."(Hadid:13)
"Onların yanlarına bir takım yardakçılar koyarız,kabuk gibi birleşirler de,onlara geçmişlerini geleceklerini güzel gösterirler."(Fussilet:25)
"Deki:Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım,Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin.Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar.Çünkü O,bağışlayandır,merhamet edendir.Rabbinize yönelin azap size gelmeden önce,Ona teslim olun.Sonra yardım görmezsiniz.Size azap gelmeden önce Rabbinizden size indirilen en güzel söze uyun.Kişinin Allah'a karşı aşırı gitmemden dolayı bana yazıklar olsun,gerçekten ben,alaya alanlardandım diyeceği günden sakının."(Zumer:53-56)"Veya Allah beni doğru yola eriştirseydi sakınanlardan olurdum diyeceği,yahut azabı gördüğünde keşke benim için dönüş imkanı olsa da iyilerden olsam diyeceği günden sakının."(Zumer:57)
"Bu Allah'ın size indirmiş olduğu buyruğudur.Kim Allah'ın buyruğuna karşı gelmekten sakınırsa,o onun kötülüklerini örter,ecrini büyültür.Allah buyruğuna karşı gelmekten sakınan kimseye işinde kolaylık verir."(Talak:5-4)
"Eğer (bunları yaşamaz) inkar ederseniz,gençleri ihtiyarlatan o günden nasıl korunursunuz.O günün şiddetiyle gök bile parçalanır.Onun sözü yerine gelir.Doğrusu bu anlatılanlar birer öğüttür.Dileyen Rabbine giden bir yol tutar."(Müzemmil:17-19)
"...Ben sizi güçlü olan çok bağışlayan Allah'a çağırıyorum..,Hepinizin Allah'a döneceğinde,aşırı gidenlerin ateşlikler olduklarında şüphe yoktur.Ben işimi Allah'a bırakıyorum,doğrusu Allah kullarını görür."Mü'min:42-44)
"...Ey insan! Muhakkak ki, sen rabbine varan bir yol üzerinde çabalayıp durmaktasın, nihayet ona varacaksın..."(İnşikak:6)
"Dönüş Allah'adır."
Yıl:01.06.1992
Yer: Elazığ (Pınar Büfe)
Erol Kekeç
12
Nerden gelmiştim, nereye gidecektim, hangi engellerle boğuşacaktım, yarınları karnında taşıyan günlere kavuşabilir miydim? İnsanları tanımak ve onlara kendimi anlatmakla bir yerlere varabilecek miydim? Okumak bilgi sahibi olmak, uçuşan kırlangıçların seslerini duymak ve bunlara kulak kabartmak, yemek içmek ve bütün bunların sorgulamasını yaparak, küçük adımlarla hızlı hızlı ilerliyordum. Sevkin sadece Allah'a yapılacağı anı canlandırıyordum kafamda, şehrin sakin sokaklarından geçerken, kabristandan geçer gibi hissediyordum kendimi... Bir anda insanların tümünün bir ölüm ıslığıyla ölüp, yere saplanıp kaldıkları bir zamanı aklıma getirdim. Sanki bu şehir toptan ölmüştü, çünkü hiçbir ses yok, etrafı sessizlik kaplamış, bir gün öncesinde sanki bu insanlar yaşamamış gibi, hiçbir kıpırtı yoktu ortalıkta. Tüm sesler bir geceye terk etmişlerdi kendilerini, sadece bir geceye. Bir geceye terk edilen sessizlik adına bunca insan dününü unutarak dalmışlardı deliksiz uykulara...
Hiçbir kıpırdama duymadan yollardan ilerlerken, kafamdaki fikirlerime bir yenileri ekleniyordu. Bukadar insan bir gecelik uykuya her şeylerini bırakarak koşuyorlar da, acaba neden sevkin sadece Allah’a olduğu gündeki ölümü hiç hatırlamıyorlar diye sorgulamalarımı sürdüre sürdüre ilerliyorum. Aynı zaman da haykırmalarımı da bir kenara bırakmayacağım. Ey insanlar nereye gideceğinizi biliyor musunuz? Sabahın evvelinde yola koyulmamın nedeni, uyuyan sizleri uyandırayım da nereye gideceğinizi bir bilesiniz istedim. Ben gece sabah diye bir ayrımı yapmadan hep bu sokaklarda dolaşırım,sizlerin koyu uykulara daldığı bir anda,rüyalarınızın saylarının çoğaldığını hissettiğim zaman,hayatı hep uyuyarak ve rüyalara dalarak geçirmeyesiniz diye hemencecik sizleri uyandırayım da uykuda olduğunuzu anlayasınız isterim.O kadar sahipliğini yaptığımız şeylerde birer rüyaymış diyerek,kendinizi tanımanızı istediğimden,gündüzleri ve geceleri hiç ara vermeden dolaşıyorum.Bu sokak aralarından aralıksız geçişlerim bir şeyleri sizlere hatırlatır umarım.Nasıl hatırlayacaksınız?Bunun yolunu da söylemekten kaçınmam,çünkü ben uyuyan insanlar arasında şu an uyanık olarak dolaşıyorum.İşte bazı gerçekleri de ancak uyanık olanlar anlar.Uyuyanların elinde böyle bir imkan yoktur.Tüm insanların mışıl mışıl geceye seslerini terk ederek, seherin evvelinde kendilerinden geçerek;rüyalarının koyulaştığı bir sırada,ben kalkarak sokak aralarında dolaşmaya başlarım.Buralarda gezinen biri olarak da bir çok şeyi görme imkanım olur.işte ben böyle birisi,gerçekleri görebilme basiretliliğine sahip birisi olarak,karşılaştığım ve karşılaşacağım hakikatlerin tüm insanlığı bir gün çepeçevre sarmadan avazım çıktığı kadar bağırmak için buralarda geziniyorum.
Evet, hatırlarsınız değil mi uyanık olduğumu söylediğimi? Ben hep gezerim bu sokaklarda kalplerde kafalarda demiştim. Ben gezerken de sadece gezmem, birçok şeyleri de irdeleye irdeleye gezerim. Gözlerimin önünde ateşlerin içinden çıkmak için çırpınanları da ateşlere bırakarak gitmek istemem. Hatta en büyük düşmanlığı dahi bana yapmış olsa,onu o ateş çukurlarına terk etmek istemem.Ben kalbi katılaşmış,hisleri yok olmuş,acıma ve merhamet duyguları körelmiş,birisi değilim.Hep acıları ve şefkatleri kalbinde taşıyan,ellerinin zalimlerin enselerine ulaşarak,mazlumları onların pençesinden kurtaracak kadar uzun olmasını isteyen biriyim.tüm nefretleri ve sevgileri,aynı zamanda şefkat tohumlarını kalbinde taşıyarak,imara uygun olan kalplere ekmek için aracılık yapmaktan bıkmadan yürüyen biriyim.Ben bıkmam ama yorulurum.Nefret etmem acırım,nefret diye bir şeyi çok yakından tanırım,hiçbir insana nefret duymam,ancak fiillere çok fazla kin duyarım.Bana nefretle bakan,hüsran fiillerinin failliğini üstlenen insanlara olduğundan fazla acırım.Gözlerimin önünde yandıklarını görüyorum.Belki onlar yandıklarını bilmiyorlar ama,ben bunu çok iyi görüyorum.Çünkü uyanık biri olduğumu söylemiştim.Bu insanların da uyuduklarını hatırlatmıştım.Böyle bir dünya da ateşler içinde yandıklarını görmeyen zavallılara hatırlatmalar yapayım diye yola koyuldum.Rabbimden tek dileğim inşallah bir gün uyanırsınız.
Gözlerimin önünde yananların olduğunu söylemiştim, evet yananlar var, ateş her taraftan sizleri ve onları sarmış bir durumda iken ateşle kuşatılmış zavallıların sizi o ateşlerden çıkarması mümkün mü? Çünkü onlar kurtarılmaya muhtaç... İşte yanlışlıkla ateşin içine yuvarlanan insanlara sesleniyorum. Benim sesimi duyuyor musunuz? Sesime gel dercesine onlara yanaşarak, göz gözü görmediği bir anda haykırıyorum. Sizler ey insanlar! Dalmayın gaflete, bulunduğunuz bu ateşten kurtulmayı istemez misiniz? Öyle ellere sarılıyorsunuz ki hem kendileri yanıyor sarıldığınız da sizleri de yakacaklar. Sabahın sesiz ve gecenin kimsesiz olduğu vakitlerde, beni aklınıza getirirseniz biliniz ki, kurtulmak için çırpınan insanların kalp kapılarını çalmak için hemen orada hazır bulunurum. Ben bir melek değilim, bana vahiyde gelmiyor, gaybden haberde almıyorum; ancak yarınlarda karşılaşacaklarımı şimdiden görüyorum. Gözlerimin önünde yanan insanların olduğunu da görüyorum. İşte benim özelliğim: görenle görmeyen, bilenle bilmeyen bir midir, iman edenle etmeyen, karanlık ile aydınlık; nur ile zulumat bir midir? Elbette ki değil, işte ben Allah'ın kendisine hidayet vererek hakkaniyete yönelttiği bir insanım sadece. Ondan başkasına kulluğu reddederek, bazı zamanlarda gözleri yaşlı, günahları kabarık, kalbi titreyen ve elleri sadece kendisine açılan birisi olarak yollara çıkarım, dertlerimi, üzüntülerimi ve sevinçlerimi sadece kendisine anlatmak için... Onun için sizler beni her yerde bulabilirsiniz. Beni gördüğünüz zaman nefret etmeyin, kaçabilmek için uçuş denemelerini bırakın, ben sizlere ne olacağınızı hatırlatan biriyim. Sözlerimi yabana bırakmayın bir gün anlayacaksınız söylediklerimi, ama o gün iş işten geçmiş olacak. Habibim, sen onları bir görsen, yakın yerden yakalanmışlardır. Artık inandık demektedirler, hiç görülene inanılır mı, burası inanma yeri değildir. İnanma yeri ta uzaklarda kalmıştır. Artık dünyadan imanı almaları onlar için mümkün mü? Oysa onlar dünyada iken görmedikleri, bilmedikleri şeyler hakkında atıp tutuyorlardı. Görmedikleri avlar hakkında atıp tutan avcılar gibi. Artık onlar ile arzuladıkları arasına bir perde çekilmiştir. Onların yerleri de cehennemdir ne kötü bir yerdir orası.
Bu gün gelecek, bun bunları şu an kalbimle hissediyorum. Gözlerimle de görüyorum, gören biri olarak bu günleriyle karşılaşmadan önce insanları uyarayım da hakikati yaşasınlar çırpınışlarıyla tutuşuyorum. İnsanlardan bir şeyler bekleyerek bu yola çıkmadım. Benim mükâfatım Allah'a aittir.
"Gözleri bizim öğüdümüze karşı kapalı olan ve öfkelerinden onu dinlemeye tahammülleri olmayanları bana bırak.O gün cehennemi öyle bir gösteririz ki,küfredenler(hakikatleri örtenler)Beni bırakıpta kullarımı dost edinmelerini yeterli mi sandılar.Doğrusu biz cehennemi küfredenlere konak olarak hazırladık."kehf:100"
"....İş ciddileşince Allah'a verdikleri anda doğruluk gösterselerdi onların iyiliğine olurdu."(Muhammed:21)
"Kendileri için doğru yol belli olduktan sonra,ardlarına dönenleri,bu işi yapmaya şeytan sürüklemiş,onlara ümit vermiştir"(Muhammed:25)
"Bu durum,Allah'ın indirdiğini beğenmeyen kimselerin bazı işlerde size itaat edeceğiz demelerindendir."(Muhammed:26)
"Bizi anmaktan yüz çevirenlere ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlere aldırma.Bu onların ulaştığı bilginin seviyesini gösterir.Doğrusu Rabbin yolundan sapmış olanı pek iyi bilir.Doğru yolda olanı da çok iyi bilir."(Necm:29-30)
"Öğüt ver doğrusu öğüt iman edenlere fayda verir."(Zariyat:55)
"...İman edenlerle ikiyüzlüler arasına kapısının içinde rahmet,dışında azap olan bir sur çekilir."(Hadid:13)
"Onların yanlarına bir takım yardakçılar koyarız,kabuk gibi birleşirler de,onlara geçmişlerini geleceklerini güzel gösterirler."(Fussilet:25)
"Deki:Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım,Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin.Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar.Çünkü O,bağışlayandır,merhamet edendir.Rabbinize yönelin azap size gelmeden önce,Ona teslim olun.Sonra yardım görmezsiniz.Size azap gelmeden önce Rabbinizden size indirilen en güzel söze uyun.Kişinin Allah'a karşı aşırı gitmemden dolayı bana yazıklar olsun,gerçekten ben,alaya alanlardandım diyeceği günden sakının."(Zumer:53-56)"Veya Allah beni doğru yola eriştirseydi sakınanlardan olurdum diyeceği,yahut azabı gördüğünde keşke benim için dönüş imkanı olsa da iyilerden olsam diyeceği günden sakının."(Zumer:57)
"Bu Allah'ın size indirmiş olduğu buyruğudur.Kim Allah'ın buyruğuna karşı gelmekten sakınırsa,o onun kötülüklerini örter,ecrini büyültür.Allah buyruğuna karşı gelmekten sakınan kimseye işinde kolaylık verir."(Talak:5-4)
"Eğer (bunları yaşamaz) inkar ederseniz,gençleri ihtiyarlatan o günden nasıl korunursunuz.O günün şiddetiyle gök bile parçalanır.Onun sözü yerine gelir.Doğrusu bu anlatılanlar birer öğüttür.Dileyen Rabbine giden bir yol tutar."(Müzemmil:17-19)
"...Ben sizi güçlü olan çok bağışlayan Allah'a çağırıyorum..,Hepinizin Allah'a döneceğinde,aşırı gidenlerin ateşlikler olduklarında şüphe yoktur.Ben işimi Allah'a bırakıyorum,doğrusu Allah kullarını görür."Mü'min:42-44)
"...Ey insan! Muhakkak ki, sen rabbine varan bir yol üzerinde çabalayıp durmaktasın, nihayet ona varacaksın..."(İnşikak:6)
"Dönüş Allah'adır."
Yıl:01.06.1992
Yer: Elazığ (Pınar Büfe)
Erol Kekeç
12
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.
Popüler Yayınlar
-
Yaldızlı Sözlerin Arkasındaki Çürüme Tarihin en trajik ironilerinden biri, çöküşe en yakın toplumların en çok “yücelik ”ten bahsetmesidir....
-
“İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne… İşte asıl cinayet bu.” — Maksim Gorki, Ana (1906) Ruhun ölümü, bir toplumun çöküşünün sessiz hab...
-
Platon, asırlar öncesinden bir uyarı bırakmıştı insanlığa: “Demokrasi, ancak erdemli ve eğitimli bir halkın omuzlarında yükselebilir; aksi t...
-
İçinde bulunduğumuz çağ, pek çok unvanla anıldı: teknoloji çağı, bilgi çağı, hız çağı… Ama eğer hakikatin kalemiyle yazılacak olursa, bu ça...
-
EK-5 Kararı: Hukuk ile Diplomasi Arasında EK-5 Listesi: Resmî Karar, Diplomatik Zamanlama ve Türkiye’nin Stratejik İkilemi ABD'den çok ...
-
İnsanlığın Sessiz Dengesine Dair İnsan… Kâinatın en gizemli aynası. Görünürde bir bedenden ibaret gibi dursa da derinlerde bir deniz taşır...
-
Bir İnsanlık EMAR’ı Üzerine Derin Bir Okuma İnsan, anlamın kıyısında doğar ama çoğu kez anlamın merkezine hiç ulaşamaz. Çünkü doğmakla yaş...
-
Merhum Ahmet Kaya, bir şarkısında “ Ne kadar kötü kokarsa o kadar iyi ” diyordu. Ne kadar manidar bir cümle… Bugün ülke olarak geldiğimiz ...
-
Suriye iç savaşı, yalnızca bölgesel güç dengelerini değiştiren bir çatışma olmakla kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke ...
-
İnsanlık, varlık sahnesine çıktığı andan itibaren hem kendini hem de kendini aşan bir kudreti anlamlandırma çabasıyla yüzleşmiştir. Bu çaba,...
Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK
Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.
Senin rabbin sana senden yakın.....
omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.
Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."
kelebek gibi hafif olun dünyada
Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla
çöllerden geçerek varılır havuzun başına!