Korkmaya ne hacet, dağların deviremeyeceği, sellerin götüremeyeceği, iradeleri satın alınmış bir toplumun ve hazinesinin üzerinde at koşturmak kolay değil, bu işleri yapmayı becerenler daha neler yapamaz ki(!)?Zaman korkma ve ürkme zamanı değil, dik durun biraz, geçenlerde bir adamcağız dik duramadığı için, arabası hareket halinde iken kafaya sıkmış, buna ne gerek var, baksanıza birileri dimdik duruyor maşallah(!)E olacak o kadar herkes dik duramaz ya,dik durabilmek bir marifet ister;bunu becerenlere ne mutlu.Ben de birazcık bu dik duranların hayatındaki yöntemleri merak ettim, bakayım nasıl beceriyorlar bu işi.Bir oraya bir buraya,bir ona bir buna laf yetiştirmek hakikaten kolay değil,bunu yapabilmek için herhalde biraz dik durmanız lazım değil mi?Dik duracaksın ki, sana bakanlar biraz yamukluktan kurtulsun da dik durmaya yeltensin.Valla ben de bu işi yavaş yavaş sevmeye başladım,süründüğünü göstermemek için dik durduğunu anlatmaya çalışmak kolay olmasa da bunu becerenleri görünce bayağı bir transa girdim.Adam elektrik direğinin tepesinden bağırıyor, sevgili dostuna bir mektup yazmış,bu mektubu dostuna vermek istiyor,kolay mı ulaşabilmek etten duvar örülmüş,insanlar dik duran birini görmek için meydanları doldurmuş,bu kadar kalabalığa anlatacaklarınız var,bu arada bir parazit yayın başlıyor hem de yüksekçe bir yerden ölüm ıslığı ile anlaşılmayan dilde.Dik duran adam istifini bozmadan o kalabalığa sesleniyor:önemli bir şey değil,her zaman ki gibi sıradan işler.....Tabi oradakiler ne anlar bundan, taleplerini dile getirenler artık sıradanlaşmış,oysa dik duran adam sıradan olmayan ekabir sınıfına sesleniyor galiba,ondan onlarda çok kızıyorlar ve adamın inmesini bekliyorlar;tekmelerle saldırarak, sıradan adamların ne işi var bu dik duran toplum içinde demek için.Be adam dik duramamışsan ne işin var elektrik direğinde, sen hiç mi gezmiyorsun etrafına bir baksana yükseklerden bakanlar dik duranlar, sen yamuk yumuk halinle çıkmışsın oradan haykırmaya çalışıyorsun, neden ve niçin? Nedenini niçin ini bilmediğin işlere bir daha girişme, sen ol ve bu dediklerime dikkat et. Dikkat etmezsen ne olur, onu da sana söyleyeyim, dik duranlar sağa sola dönme ihtimali olmadığından geri vitesleri bozuk olduğundan, sadece ileriye sürat yapmaya ayarlı seni tepeler geçerler o zaman anlarsın, elektrik direğine çıkıp dimdik durduğunu sanıp anlaşılmayan dilde ıslık çalmanın maliyetinin bedelini. Haydi, yine yırttın bu defa, sürünerek direğe çıkıp da dik durduğunu anlatmaya çalışan adam. Ya sen de nerden çıktın karşıma seninle uğraşacak halim yok aslında, ama bir de baktım ki herkesin dimdik durduğu bir ortamda bu ahengi bozmaya çalışan biri var, ondan ilgimi çektin; neyse biz yine konumuza dönelim sana da kolay gelsin...Nice cambazlar gördüm, denizi övüyorlar ama hep kıyı da duruyorlar, çünkü onlar işi biliyorlar. İşi bilmek lazım tabi ki, ortalık elli altıya giden bir ortam da ortalık toz duman halinde iken hiç bir şey yokmuş gibi oradan oraya koşarak, coşku şevk ve azimle kalabalıklara bir şeyler anlatmaya çalışmak ne anlama geliyor bu biraz kafama takıldı. Kafama takılmasının nedeni, bu toz dumanları ortadan kaldırması gerekenlerin, hiç etkilenmeden yeni meseleler bulup, bu toz duman hikâyesini, karadavuttan mitolojiler anlatarak nasıl becerdikleridir. Biz alışkınız masalların tekerleme bölümlerini dinlemeye mest oluruz zaten, baba bana bir masal anlat, içinde erişemediğim peri kızı, keloğlanın eşeği, zümrüdü Anka kuşu, dev karısının zalimliği vs olsun demeyi hep bekliyoruz, bu masallarda bize ninni gibi geliyor. Meydanlarda bu masalları dinleyipte hipnoz olmayan var mı, hala dimdik ayaktayız ne hipnozu be diyebilirsiniz, ama uyuyanların çıkardıkları horultular arşı ala da bir ritim oluşturdu ki sormayın gitsin...
Yıl:08.03.2009
Saat:21.50–22.25
Yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)
Bu Blogda Ara
9 Mart 2009 Pazartesi
8 Mart 2009 Pazar
BEN DEMEMİŞ MİYDİM? DEMEYECEĞİM!
Yorgunluk canıma ahdetti. Tabi yorgunluğun ne olduğunu ancak yorulanlar bilir. Benim yorgunluğumdan biraz bahsedeyim merak etmişsinizdir belki. Hani şunları bazen kullanırız ya ben onu sana dememiş miydim gibi; hakikaten beni yoranlar da, çok söylemiş olmama rağmen yapılmamış olup, onunla alakalı kişilerle karşılaştığımda, hatırladın mı ben sana onu söylemiştim gibi yorumlamaları yapmaktan çok yoruldum. Karar verdim bundan sonra bu açıklamalara yer vermeyeceğim, alan alır almayan da bilmem ne alır görürüz hep beraber.
Bu kısa hayatta birazcık nefes alalım neşe ve mutlulukla dolalım derken, mutluluğumuzu hep feda ettik, kimler için diye sorarsanız, inanın değmeyecek ve bir nebze kendisine ders çıkarmayacak, amipsel tek hücreli canlılara harcadık. Ondan işte geriye dönüp bir baktığımda hep karavanaya sallamışız da yeni fark ettim. E neyse hayırlısı diye yeniden başladık yürümeye, bu yolda sadece selektör yapıyorum son sürat basıyorum gaza, önüme çıkan ve kural ihlali yapanlara da çarpmayayım diye düşünmüyorum, benim şeride girenlere ne olurun hesabını yapmıyorum ne olursa olsun. Dememiş miydim demeyeceğim artık, ya da saksafon çalma gibi özel bir gayret içinde olmayacağım; çünkü ben zaten selektör yapıyorum ama birileri daima başkasının şeridinde gitmekten ve hak ihlalleri yapmaktan zevk alıyorsa, yolu boşaltmasının zamanı gelmiştir o zaman.
Hayat bu, bazen birileri yolun başında, bazen yolun ortasında, bazen sivri uçurumların ucunda son verir yaşama ve elveda ederek gider yolun dışına. Gelecek günlere umutla bakıyorum, karanlık bir perde açılıyor karşıma, biraz tereddütleşiyorum ne perde, ne başka bir şey, anlaşılmayan bir titreme sarıyor bedenimi. Titremelerim için uzman psikiyatrilere soruyorum, küresel virüsten kaynaklanan sıtma mikrobunun tesiri olduğunu anlatıyor, meşhur mollalara soruyorum, belki bir dinsel açıklaması olabilir umuduyla, sana cin çarpmış diyorlar. Acaba açlık mı, bir de ekonomiden anlayanlara sorayım diyorum; her şey çok güzel karnın tok açlıkla alakalı değil, sen keyfinden horon tepiyorsun diyorlar; ya ne olur anlayan anlamayan herkes, şu benim derdimle ilgili bir yorum yapsın, ne olacak bu titremelerim diyorum, kafayı yemişsin ne yapalım diyorlar. O zaman ben de birden şimşek gibi irkilip kendime geliyorum ve diyorum ki:"kim kafayı yemiş kim yememiş yakında göreceksiniz".İşte o gün geldiğinde ben dememiş miydim dememek için bu gün birden söyledim işte ne bileyim.
Evet, benim için çoğu komplo ve korku senaryoları kurduğumu düşünebilir ama şunu unutmamak gerekir ki, hakikati göremeyenler ve kendilerini aklamak istenler böyle düşünedursun, ben de diyorum ki,"zulüm ile abad olanın sonu yok olmaktır".
Yıl:07.03.2009
Saat:21.50–22.20
Yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)
Bu kısa hayatta birazcık nefes alalım neşe ve mutlulukla dolalım derken, mutluluğumuzu hep feda ettik, kimler için diye sorarsanız, inanın değmeyecek ve bir nebze kendisine ders çıkarmayacak, amipsel tek hücreli canlılara harcadık. Ondan işte geriye dönüp bir baktığımda hep karavanaya sallamışız da yeni fark ettim. E neyse hayırlısı diye yeniden başladık yürümeye, bu yolda sadece selektör yapıyorum son sürat basıyorum gaza, önüme çıkan ve kural ihlali yapanlara da çarpmayayım diye düşünmüyorum, benim şeride girenlere ne olurun hesabını yapmıyorum ne olursa olsun. Dememiş miydim demeyeceğim artık, ya da saksafon çalma gibi özel bir gayret içinde olmayacağım; çünkü ben zaten selektör yapıyorum ama birileri daima başkasının şeridinde gitmekten ve hak ihlalleri yapmaktan zevk alıyorsa, yolu boşaltmasının zamanı gelmiştir o zaman.
Hayat bu, bazen birileri yolun başında, bazen yolun ortasında, bazen sivri uçurumların ucunda son verir yaşama ve elveda ederek gider yolun dışına. Gelecek günlere umutla bakıyorum, karanlık bir perde açılıyor karşıma, biraz tereddütleşiyorum ne perde, ne başka bir şey, anlaşılmayan bir titreme sarıyor bedenimi. Titremelerim için uzman psikiyatrilere soruyorum, küresel virüsten kaynaklanan sıtma mikrobunun tesiri olduğunu anlatıyor, meşhur mollalara soruyorum, belki bir dinsel açıklaması olabilir umuduyla, sana cin çarpmış diyorlar. Acaba açlık mı, bir de ekonomiden anlayanlara sorayım diyorum; her şey çok güzel karnın tok açlıkla alakalı değil, sen keyfinden horon tepiyorsun diyorlar; ya ne olur anlayan anlamayan herkes, şu benim derdimle ilgili bir yorum yapsın, ne olacak bu titremelerim diyorum, kafayı yemişsin ne yapalım diyorlar. O zaman ben de birden şimşek gibi irkilip kendime geliyorum ve diyorum ki:"kim kafayı yemiş kim yememiş yakında göreceksiniz".İşte o gün geldiğinde ben dememiş miydim dememek için bu gün birden söyledim işte ne bileyim.
Evet, benim için çoğu komplo ve korku senaryoları kurduğumu düşünebilir ama şunu unutmamak gerekir ki, hakikati göremeyenler ve kendilerini aklamak istenler böyle düşünedursun, ben de diyorum ki,"zulüm ile abad olanın sonu yok olmaktır".
Yıl:07.03.2009
Saat:21.50–22.20
Yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)
1 Mart 2009 Pazar
BELKİ RAHATLARSINIZ!!! (!)
Deve sırtındaki hörgücü görse çatlar ölürmüş,deve deve olmasına rağmen kendi halini görme imkanına kavuştuğunda,bir durum değerlendirmesi yapabileceği vurgulanmaktadır.Oysa bu insan denen varlık, değil durum değerlendirmesi kendi haklılığını kanıtlamaktan başka bir numara ortaya koymaz.Bu günlerde meydanlara baktığımda herkes bağırmaktan ve saldırmaktan başka bir icraat ortaya koymuyor.Bağıranların ve çağıranların yaşadığı bu çorak toprakta, acaba düşünce tohumunu ekseniz göverir mi diye kendi kendime bazen soruyorum da,Bilmiyorum filizlenmeyecek bu az miktardaki tohumları, acaba buralara saçsak mı diye sormadan edemiyorum işte.
Topluluklara seslenen her bir toplu megafonik araç ve gereçleri hiç açmayı düşünmüyorum;hangisini açarsanız adam ağzını açmış bir o yana bir bu yana saldırmadan durmuyor.Ne bu ya, bu ülke de insanlar bu saldırıdan başka bir şey bilmez mi?Yoksa bu halkı aldatanlar adres saptırmaya mı çalışıyorlar,yıllardır halkın değerlerine küfredenler çıkmış halkın değerlerinin savunucusu olmuş,ekmeğe muhtaç edenler,halkın çektiği ızdırapların kaynağını arar duruma gelmiş.Hakikaten bunlar şu sırtlarındaki hörgüçlerine bir bakıversinler ne olur ya.Hiç mi insanın yüzü kızarmaz?Önce kızaracak yüz olmalı değil mi;pardon ben de soruyorum işte.
Bu topraklarda siyaset ve erdemlilik tohumlarını, ikiyüzlülük ıslah laboratuarlarında yeniden ıslah ederek pazara sundular. Bizim pazarlarda satılan bu tohumlar tamamıyla genetik yapısı değiştirilmiş. Bu genlerde bu topraklara ekildiğinde ister istemez şu an gördüğümüz meyveleri ortaya çıkarmakta. Durum böyle olunca dıştan adama benzeyen, içi o günün şartlarına göre biçim değiştiren sıradan nesnelere dönüşmekte. Sıradan varlıklar,herkesi sıradan algılarlar,nasılsanız öyle görürsünüz ya da görmek istediğiniz gibi bakarsınız.Bu kalabalıkların ne zaman kendine gelip her şeyi aklı selimle düşünüp hayatını değiştirecek potansiyel enerjiye sahip olacağını hep merak etmekteyim.Ya Allah aşkına şu meydanlara bir bakın, insanı düşünen ve insana değer vererek, onların sorunlarını bir çözelim de sorunsuz bir yeni dünya kuralım diye düşünen birilerini gösterebilir misiniz? Ben uzun zamandır takip ediyorum,hayatımda bu kadar boş şeyler dinlemedim.O ona,öbürü diğerine yani al onu vur diğerine;bu kadar basit argümanlarla siyaset yaptığını sananlar,bir gün bu cambazlıklara son verecek bir yeni akımın elektrik akımına kapılıp,titreye titreye bu sahnelerden yok olup gittiklerinde,hörgüçlerini görmelerinin anlamı olmayacak.Ama şunu unutmamak gerekir ki,bu günlerde politik arenada kullanılan dil,hiçbir ortamda kullanılmayacak kadar argotik ve basit.TV şovları yapan şovmenlerin belden aşağı kullanılan ve bir türlü yol bulupta belden yukarı çıkamayan dillerinden daha aşağılara düştü.Nedeni ise ortada, İkiyüzlü ıslah laboratuarlarında genetik yapısı değiştirilen erdemlilik ve siyaset kavramlarının yeni versiyonu bu.Bizim halkımızda rahatlayacak bir yerler arıyor,siyaset dünyasından öğrendikleri bu rahatlama dili ile, herkes birbirine korkarım yakında küfret rahatla diye öğütlerde bulunacak, çünkü ortalıkta kullanılan dil bizi oraya doğru götürüyor.Ahlaktan yoksun,bir toplumun yapmayacağı hiçbir şey yoktur olumsuzluk adına.Eğer ortalıkta dönüp dolaşanlar hakikaten örnek alınan zatlarsa,bu halkın geleceğini varın siz düşünün nerelere kadar gider diye.Bir toplumu kandırmanın ve avutmanın en güzel taktiklerini yaşamaktayız,bayağı bir taktik öğrendim ben kendi adıma."Mazot var da biz mi içtik" diyenlerin üzülmesine gerek yok, çünkü yeni sahnemizde figürler yerli yerinde sahne tam bir bütünlük içinde,senaryonun sahipleri de figüranlar da işini gayet güzel yapıyor;yakında herkes toplum olarak oynayacak bir oyun bulacak,agoralar zaten Anadolu’nun vazgeçilmezleri değil mi?Bari bu kadar konuştuk bir müjde de benden olsun 26-45 doğu meridyeni,36-42 kuzey paralelleri arasında bulunan topraklarda dünyanın en büyük açık hava tiyatroları inşa edilmektedir.Bu tiyatroda oyuncu ya da seyirci olmak isteyen her kim varsa,katılmanın ilk şartı çok iyi argotizm diline sahip olmaktır.Bu dili bilmeyenler kesinlikle katılamaz,arzu ve istekli olanlar dillerini geliştirmek istiyorlarsa,bu işin öncüsü olan siyasi aktörlerin kullandıkları dili iyi takip etsinler,bir seansta baş rol oyuncusu olabilirler.Bu kadar kopya vermekte olmaz ama biz sizi düşündüğümüzden bu ekonomik ortamda belki rahatlarsınız gerisi size kalmış....
YIL:28.02.2009
saat:01.20-02.15
yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)
Topluluklara seslenen her bir toplu megafonik araç ve gereçleri hiç açmayı düşünmüyorum;hangisini açarsanız adam ağzını açmış bir o yana bir bu yana saldırmadan durmuyor.Ne bu ya, bu ülke de insanlar bu saldırıdan başka bir şey bilmez mi?Yoksa bu halkı aldatanlar adres saptırmaya mı çalışıyorlar,yıllardır halkın değerlerine küfredenler çıkmış halkın değerlerinin savunucusu olmuş,ekmeğe muhtaç edenler,halkın çektiği ızdırapların kaynağını arar duruma gelmiş.Hakikaten bunlar şu sırtlarındaki hörgüçlerine bir bakıversinler ne olur ya.Hiç mi insanın yüzü kızarmaz?Önce kızaracak yüz olmalı değil mi;pardon ben de soruyorum işte.
Bu topraklarda siyaset ve erdemlilik tohumlarını, ikiyüzlülük ıslah laboratuarlarında yeniden ıslah ederek pazara sundular. Bizim pazarlarda satılan bu tohumlar tamamıyla genetik yapısı değiştirilmiş. Bu genlerde bu topraklara ekildiğinde ister istemez şu an gördüğümüz meyveleri ortaya çıkarmakta. Durum böyle olunca dıştan adama benzeyen, içi o günün şartlarına göre biçim değiştiren sıradan nesnelere dönüşmekte. Sıradan varlıklar,herkesi sıradan algılarlar,nasılsanız öyle görürsünüz ya da görmek istediğiniz gibi bakarsınız.Bu kalabalıkların ne zaman kendine gelip her şeyi aklı selimle düşünüp hayatını değiştirecek potansiyel enerjiye sahip olacağını hep merak etmekteyim.Ya Allah aşkına şu meydanlara bir bakın, insanı düşünen ve insana değer vererek, onların sorunlarını bir çözelim de sorunsuz bir yeni dünya kuralım diye düşünen birilerini gösterebilir misiniz? Ben uzun zamandır takip ediyorum,hayatımda bu kadar boş şeyler dinlemedim.O ona,öbürü diğerine yani al onu vur diğerine;bu kadar basit argümanlarla siyaset yaptığını sananlar,bir gün bu cambazlıklara son verecek bir yeni akımın elektrik akımına kapılıp,titreye titreye bu sahnelerden yok olup gittiklerinde,hörgüçlerini görmelerinin anlamı olmayacak.Ama şunu unutmamak gerekir ki,bu günlerde politik arenada kullanılan dil,hiçbir ortamda kullanılmayacak kadar argotik ve basit.TV şovları yapan şovmenlerin belden aşağı kullanılan ve bir türlü yol bulupta belden yukarı çıkamayan dillerinden daha aşağılara düştü.Nedeni ise ortada, İkiyüzlü ıslah laboratuarlarında genetik yapısı değiştirilen erdemlilik ve siyaset kavramlarının yeni versiyonu bu.Bizim halkımızda rahatlayacak bir yerler arıyor,siyaset dünyasından öğrendikleri bu rahatlama dili ile, herkes birbirine korkarım yakında küfret rahatla diye öğütlerde bulunacak, çünkü ortalıkta kullanılan dil bizi oraya doğru götürüyor.Ahlaktan yoksun,bir toplumun yapmayacağı hiçbir şey yoktur olumsuzluk adına.Eğer ortalıkta dönüp dolaşanlar hakikaten örnek alınan zatlarsa,bu halkın geleceğini varın siz düşünün nerelere kadar gider diye.Bir toplumu kandırmanın ve avutmanın en güzel taktiklerini yaşamaktayız,bayağı bir taktik öğrendim ben kendi adıma."Mazot var da biz mi içtik" diyenlerin üzülmesine gerek yok, çünkü yeni sahnemizde figürler yerli yerinde sahne tam bir bütünlük içinde,senaryonun sahipleri de figüranlar da işini gayet güzel yapıyor;yakında herkes toplum olarak oynayacak bir oyun bulacak,agoralar zaten Anadolu’nun vazgeçilmezleri değil mi?Bari bu kadar konuştuk bir müjde de benden olsun 26-45 doğu meridyeni,36-42 kuzey paralelleri arasında bulunan topraklarda dünyanın en büyük açık hava tiyatroları inşa edilmektedir.Bu tiyatroda oyuncu ya da seyirci olmak isteyen her kim varsa,katılmanın ilk şartı çok iyi argotizm diline sahip olmaktır.Bu dili bilmeyenler kesinlikle katılamaz,arzu ve istekli olanlar dillerini geliştirmek istiyorlarsa,bu işin öncüsü olan siyasi aktörlerin kullandıkları dili iyi takip etsinler,bir seansta baş rol oyuncusu olabilirler.Bu kadar kopya vermekte olmaz ama biz sizi düşündüğümüzden bu ekonomik ortamda belki rahatlarsınız gerisi size kalmış....
YIL:28.02.2009
saat:01.20-02.15
yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.
Popüler Yayınlar
-
Yaldızlı Sözlerin Arkasındaki Çürüme Tarihin en trajik ironilerinden biri, çöküşe en yakın toplumların en çok “yücelik ”ten bahsetmesidir....
-
“İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne… İşte asıl cinayet bu.” — Maksim Gorki, Ana (1906) Ruhun ölümü, bir toplumun çöküşünün sessiz hab...
-
Platon, asırlar öncesinden bir uyarı bırakmıştı insanlığa: “Demokrasi, ancak erdemli ve eğitimli bir halkın omuzlarında yükselebilir; aksi t...
-
İçinde bulunduğumuz çağ, pek çok unvanla anıldı: teknoloji çağı, bilgi çağı, hız çağı… Ama eğer hakikatin kalemiyle yazılacak olursa, bu ça...
-
EK-5 Kararı: Hukuk ile Diplomasi Arasında EK-5 Listesi: Resmî Karar, Diplomatik Zamanlama ve Türkiye’nin Stratejik İkilemi ABD'den çok ...
-
İnsanlığın Sessiz Dengesine Dair İnsan… Kâinatın en gizemli aynası. Görünürde bir bedenden ibaret gibi dursa da derinlerde bir deniz taşır...
-
Bir İnsanlık EMAR’ı Üzerine Derin Bir Okuma İnsan, anlamın kıyısında doğar ama çoğu kez anlamın merkezine hiç ulaşamaz. Çünkü doğmakla yaş...
-
Merhum Ahmet Kaya, bir şarkısında “ Ne kadar kötü kokarsa o kadar iyi ” diyordu. Ne kadar manidar bir cümle… Bugün ülke olarak geldiğimiz ...
-
Suriye iç savaşı, yalnızca bölgesel güç dengelerini değiştiren bir çatışma olmakla kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke ...
-
İnsanlık, varlık sahnesine çıktığı andan itibaren hem kendini hem de kendini aşan bir kudreti anlamlandırma çabasıyla yüzleşmiştir. Bu çaba,...
Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK
Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.
Senin rabbin sana senden yakın.....
omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.
Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."
kelebek gibi hafif olun dünyada
Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla
çöllerden geçerek varılır havuzun başına!