Karanlık dönemlerde her şeyin tanımı kendiliğinden değişir. Karanlık dönemin en büyük mirası her şeyi anlaşılmaz kılmak ve karanlığın ehemmiyetini anlatmaktır. Karanlık dönem dedim de belki birileri merak etmiştir bu karanlık dönem ne zaman başladı ya da sınırı neresi diye. Yaşamlarını devam ettirmek için sürekli uyumadan senaryo kuranlar var olduğu sürece, karanlık dönem bitmeyecektir ve başlangıcı da ikiyüzlülükle başlamıştır.Bu dönemler,zihinlerin allak bullak olup halaç pamuğuna döndüğü zamanlardır.Bunu merak edenlerin bu meramını gidermek için biraz kendi dünyamıza dönerek,bu dönemi daha yakından tanımlamak isterim.
Son günlerde ortalıkta dönüp dolaşan ve aynı zamanda kokusuyla etrafı kuşatan bazı pis kokular var; isterseniz oradan başlayalım. Büyük menfaatler için, göstermelik küçük iyiliklerin yapıldığı ve bu davranışların adının da yeniden tanımlandığı bir ortamda, tanımları değişen bu kavramlardan birinin altını çizerek yürüyelim. Sadaka, gönülden sıdk ile verilen her şeydir. Yani bunu bireyler birbirine verir ve bu verdiklerini de sağ elinin verdiğini sol eli, sol elinin verdiğini sağ eli duymayacak kadar gizli yapar. Bu insanlar, kıyamet günü hiçbir gölgenin olmadığı zaman da, Rahman’ın gölgesinde gölgeleneceklerdir.Gelin görün ki,bunun anlamı yeniden tanımlandı günümüzde,neden mi?Menfaatler birincil ve korunması gereken temel güç olunca böylesi ucuz yollu tanımlamaları yapmakta sizin şiarlarınız arasına girer.
Son günlerde sadaka adı altında insanların duygularına ve zayıflıklarına göz dikerek, garibanları bu yönden vurmak isteyen çıkarcı zümreler bu kavramın içini boşaltarak; megafonu eline almış yeni bir şey bulmuş gibi arenalarda avazı çıktığı kadar bağırmaktadır. Biz ise bu yanlış tanımlamalara ve uygulamalara kulaklarımızı tıkayarak, vız gelir tırıs gider dedikten sonra sorumluluk sahibi olarak bu yanlışların biraz üstünü açacağız.
Nerde görülmüş bir devlet erkinin kendi vatandaşına sadaka dağıttığı, ama üçüncü dünya ülkelerinde ve bizim ülkede çokça görülür bunlar. Çünkü bu ülkelerde iktidarda kalabilmenizin koşulu,önce alacaksınız sonrada size bağımlı kılmak için dağıtacaksınız ki,kendinizi halkların gözünde kurtuluş havarisi olarak kabullendirebilesiniz.Kurtuluş havarileri olarak bilinenler, aslında kendi çıkarları için, insanların sahip olduğu değerlerinin içini boşaltarak onların duygularına seslenmeyi marifet bilirler.Ama şunu unutmamak lazım ki bu uygulamaların altında çok büyük ali Cengiz oyunları yatmaktadır.Hindistan'ın,İngilizler tarafından sömürüldüğü yıllarda dönemin İngiliz kralı,Hintlilerin mabetlerini sürünerek,ayakkabılarını ellerine alarak ziyaret etmiş,bu hareket Hindistan'ın bir 15 yıl daha İngilizler tarafından sömürülmesine neden olmuştur.Benim isteğim bu tarz içi değiştirilmiş ve anlamsızlaştırılmış değerlerle insanların her dönemde çok güzel sömürülebildiğidir.Gelelim bizim mahalleye,çok güzel savunma mekanizmaları ile türlü türlü oyunları oynama da üzerimize kimse yoktur.Halkını fakirleştirip elindeki ekmeğine dahi göz dikip ucuz ekmek kuyruklarında insanlarını ölüme terk etmiş zihniyetler bunun hesabının altında can verirken,bu davranışlarının devamını sağlamak için bu tarz eylemlere girişmeyi çoğu kere marifet bilir.Ben de diyorum ki marifet bu değil, insanları olması gerektikleri noktada göremediğiniz zaman kendinizi bir hesaba çekmektir.
Evet, yanlış hesaplar yaptığımız ve bu hesaplar tutmadığı zaman, hemen karanlık oyunlarımızı oynamaya başlar ve kavramları yeniden tanımlar sürekliliğimizi sağlama almaya çalışırız. Bir taraftan başlarız, kimisine ev eşyası kimisine yakacak, kimisine yiyecek, kimisine nakit, ya bu nedir, böyle bir uygulama olur mu; diye sorunlara da dünden hazır olan o cevabımızı hemen yapıştırır ve kendimizi savunmaya başlarız. Yazıklar olsun, bunlar yıllardan beri bu ülkede siyaset yapıyorlar, sosyal devletin ne olduğunu bilmiyorlar, devletin görevi fakir fukarasını gözetmek, garip gurabasına bir şeyler vermek değil midir? Bende diyorum ki, devletin tanımını ve kavramların içini boşalttığımız bir dönemde, böyle bir tanımı yapmak tabi ki, birilerinin âli menfaatlerinin devamı açısından yapılmış olabilir ama öyle değildir. Devletin görevi, halkının elindekileri tamamıyla alıp, halkını dilenci konumuna sokmak mıdır? Halkını seçim yapabilecek selim akılla düşünebilecek biyolojik yaşamının varlığını dahi tehdit edecek kadar aç bırakıp, onları zorunlu tercihe mahkûm etmek midir? Devletin görevi, Halkını kendi bekasını kökleştirmek için, adı belli olmayan ne idüğü belirsiz karanlık kurşunlara hedef mi yapmaktır? Devletin görevi, caddelerde sokaklarda endişe duymadan yaşayacakları bir günün özlemini iple çeken insanları, tedirgin ve ürkek yaşamaya mahkûm etmek midir? Devletin görevi, her türlü sosyal patlamaların yaşandığı, ailenin çöktüğü, mahkemelerin boşanma davalarına bakmaktan aciz kaldığı bir ortam da, bu eşlerin davasını sonuçlandırıp onları boşamak mıdır? Devletin görevi, günbe gün insanların sokak ortasında öldürüldüğü, geceleri evlerinde sabaha kadar uykusuz kaldığı bir ortamda, bu hastalıkların çoğalmasına ortam yaratmak mıdır? Evet sormam gereken çok soruyu burada keserek asıl soruma geliyorum, yoksa benim bilmediğim bir memuriyet sınıfına doğru mu gidiyoruz, yani devletin görevi sadaka memurları mı atamak. Şayet böyle bir kurum oluşturuldu da benim haberim yoksa özür dilerim(!)pardon tüm söylemlerimi geri aldım.
Hakikaten şu sosyal devlet tanımlamasını çok merak ettim tekrar sormadan edemeyeceğim.Birileri amuduyla götürürken,birilerine nalların dökülen çivileri sadaka olarak verilen devlet miydi,O sosyal devlet?Ben biraz zeka özürlüyüm de cehaletime bağışlayın ne bileyim işte....
Sizleri fazla sıkmadan, karanlık ortamlarda yapılan hatalardan dolayı, birilerini bu halk suçlamasın diye bir hatırlatayım dedim, olur ya kalkıp şu sosyal devletin hakiki tanımını yapan bu yenilikçi insanlarımızı yanlış anlayanlar çıkabilir. Onlara da bir mesajım var: Kulaklarınızı dört açın ve beni dinleyin; sosyal devlet, önce alır, sürüm sürüm süründürür,seni hiç görmez, vakti zamanı gelince kapı kapı sadaka verir,insanları mutlu eder, gerekirse sudan ve ekmekten daha önemli olan; çamaşır makinelerini sırtında dağın başına elektriği olmayan eve bile götürür.E kavramlar yeniden tanımlanıyor, bundan böyle kimse kalkıp ta bu da nedir diye sormasın, bilmem anlatabildim mi?Sosyal devlet dediğin böyle olacak.Bir daha da bilir bilmez konuşmayın...Tekrar ediyorum,devlet günahlardan arınmak zorunda,tabi ki insanların amellerini o yerine getirecek,halkını fakirleştirip ölüme mahkum edecek,sonra da sadaka verip günahlardan temizlenecek...Başka türlü olmaz ki,bunun da en güzel yolu, sadakaya mahkum edip sonra da sadaka vermek.Böylece devletin ne kadar sosyal olduğu herkes tarafından anlaşılmış olacak.EEE haydi hayırlısı...yine de şu çağrıyı yapmadan gitmeyeyim adres kargaşasını da ortadan kaldırmış olayım.Gelin hep birlikte evrensel mahkemede yargılanıp aklanalım,bu adres herkesin kendi vicdanıdır...
yıl:24.02.2009
saat:22.00-22.50
yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)
Bu Blogda Ara
25 Şubat 2009 Çarşamba
24 Şubat 2009 Salı
TOSUNSUZ OLMAZ Kİ İNEKLER
Ya ne zamandır arıyorum, bizim bir inek varda cins buzağı doğursun diye gitmediğimiz yer kalmadı, o yana baktık bu yana baktık bir tosun bulamadık; yoksa sizde mi bilmiyorsunuz bu aradığımız tosunu... Günlerdir medya önünde birileri bir tosun kaybetmiş gören duyan varsa bana bildirsin bu tosunun, bizim tosun olup olmadığını, yoksa ben bilirim sonra ne yapacağımı deyip duruyor. Söylemezsek ne yapacaksın diyen olmadığı için tosunu arayan adam kendi çalıp kendi dinliyor; ben de bir umut işte acaba bizim inek için bu tosun bir işe yarar mı yaramaz mı diye aramaya başladım. E bizde artık şu Hollanda tosunları ile çiftleştirelim de inekleri belki daha cins buzağılar elde ederiz diye çıkarımızın peşindeyiz ne yapalım dünyanın derdi bu...
Bir zamanlar İspanyolların boğalarını kafama takmıştım acaba bunlardan nasıl tosun olur diye, Birde baktım ki hakiki tosun yanı başımdaymış ondan bıraktım uzaklara gitmeyi. Şimdi bende tosunun sahibini arıyorum, gören duyan var mı, bu tosunun sahibi kim?
Bizim bu inekler var ya, topu topu iki kilo süt veriyorlar, ama bu tosunlarla çiftleştirirsem yeni doğacak buzağılar düveye dönüp bir gün inek olduklarında, belki bizde sütün miktarını arttırız diye, tüm bu mücadelemiz, yoksa ne işim olur onun tosunu bunun tosunu bana ne ya kimin tosunu olursa olsun... E tosun deyip geçmemek gerekir tosunların değeri bilinmeli, kocaman inek sürüsüne tek bir tosun yetiyorsa nasıl bakılmalı o tosuna siz düşünün... Sakın ha ihmal etmeyin, bakımında kusur etmeyin, ederseniz ne olur? Çok şey olur bir kızarda boğalara dönüşürse varın siz düşünün başınıza gelecekleri, inek yerine size saldırabilir, o zamanda bu tosunu tanımayan çıkmaz her halde...
Yıl:23.02.2009
saat:21.00-21.23
yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)
Bir zamanlar İspanyolların boğalarını kafama takmıştım acaba bunlardan nasıl tosun olur diye, Birde baktım ki hakiki tosun yanı başımdaymış ondan bıraktım uzaklara gitmeyi. Şimdi bende tosunun sahibini arıyorum, gören duyan var mı, bu tosunun sahibi kim?
Bizim bu inekler var ya, topu topu iki kilo süt veriyorlar, ama bu tosunlarla çiftleştirirsem yeni doğacak buzağılar düveye dönüp bir gün inek olduklarında, belki bizde sütün miktarını arttırız diye, tüm bu mücadelemiz, yoksa ne işim olur onun tosunu bunun tosunu bana ne ya kimin tosunu olursa olsun... E tosun deyip geçmemek gerekir tosunların değeri bilinmeli, kocaman inek sürüsüne tek bir tosun yetiyorsa nasıl bakılmalı o tosuna siz düşünün... Sakın ha ihmal etmeyin, bakımında kusur etmeyin, ederseniz ne olur? Çok şey olur bir kızarda boğalara dönüşürse varın siz düşünün başınıza gelecekleri, inek yerine size saldırabilir, o zamanda bu tosunu tanımayan çıkmaz her halde...
Yıl:23.02.2009
saat:21.00-21.23
yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)
23 Şubat 2009 Pazartesi
SOKRATES VE TEVHİT
Sokrates tek bir ilah tanıyan, Tevhit eri idi. Düşmanları yetmiş yaşına gelmiş bu saygın insanı, geleneksel çok tanrıcı dinlerini yıkmakla suçluyorlardı. Üç kişi,(acıklı şiirler yazan Meletos, hatip Lykon ve deri ustası Ani tos)Sokrates hakkında şöyle bir suç duyurusunda bulundular:
"Sokrates ülkenin ilahlarını tanımayıp, başka bir ilah öne sürerek, gençleri saptırdığı için ölümle cezalandırılmalıdır."
Suçlama sebepleri arasında şunlarda vardı: Sokrates Tanrı her türlü eksikliklerden münezzehtir, diyor ve ulûhiyetin kemalini eksik kılan masalları(mitos)reddediyordu. Bir de sıkıntılı zamanlarında kalbinin derinliklerinden bir sesin kendisine yardım ettiğini söylüyordu. Sokrates ülkesinin ilahlarını reddederek gençleri saptırmakla suçlandı. Meletos, "öyle gençler tanıyorum ki, ana babasından çok Sokrates’in sözlerini dinliyorlar",diyordu. Sokrates şu cevabı vermişti:"Hasta olunca ana babamızın değil doktorun sözünü dinlemiyor muyuz?"
Mahkemenin gemici, derici vs esnaftan oluşan beş yüz üyesi vardı. Sokrates bu mahkeme hakkında şöyle diyordu: Ben, yargıcın aşçı, davacısının çocuklar, aleyhine dava açılanın ise tabip olduğu bir davada olduğu gibi yargılanacağım. Burada aşçı,"çocuklar, bu hekim size acı şeyler içirdi; perhiz yaptırdı"gibi şeyler söylese buna karşılık doktor"Evet, acı şey verdim; perhiz ettirdim, fakat sağlıklarını korumak için"derse de bu gerçeği anlatması ne kadar da güçtür.
Sokrates'i gaipten gelen bir ses savunma yapmaktan alıkoymuştu. Jüriye kent halkının eğitimcisi olduğunu, onlara yararlı olmak, doğruluk yolunu göstermek emelinden başka hiçbir şey düşünmediğini belirterek şu doğrultuda bir konuşma yaptı:
"Atinalılar gerçek şu ki, gerçek hâkim "Apollon”dur. İnsanın hakim oluşu büyük bir şey değil,belki hiçtir.Ben insanlara doğru yolu göstermeyi amaç edindim.Bu amacımdan beni ölüm de döndüremez.Bir insan en şerefli sandığı bir işe başladıktan veya o işe amiri tarafından atandıktan sonra,artık onda sebat etmelidir;tehlikeleri ve ölümü hiç önemsememelidir.
Atinalılar! Sizin komutanlarınızın söylediği tehlikeli sınırlarda, savaş alanlarında askerliğini yaparken ölümden korkup kaçmayan Sokrates, Allah’ın emrettiği bir işi yerine getirirken, insanlara hak yolu gösterirken, önüne çıkan ölümden elbette korkmaz. Aslında ölümden korkmak, Hâkim olmadığı halde kendini hâkim sanmaktır. Çünkü bu, asla bilinememiş olan ölümü bilmeyi iddia etmek olur. Ölümün ne olduğunu hiç kimse bilemez. Belki ölüm insanların sandığı gibi büyük bir musibet olmayıp en büyük iyiliktir. Bilinmeyen bir şeyi bildiğini sanmak, en büyük cehalet değil midir? Ben hayatın ötesinde ne olduğunu bilmiyorum. Fakat şunu biliyorum ki, Allah’a ve insanlara karşı adil ve itaatkâr olmamak en büyük kötülüktür."
Mahkeme kurulu az bir sayı farkı ile Sokrates'i suçlu buldu. Yasa gereği, mahkûm cezasını kendi seçerdi. Bunun üzerine Sokrates’in sunduğu söyleve bakalım:
"Atinalılar! Kimseye bir kötülüğüm dokunmadığı için vicdanım huzur içindedir. Meletos’un benim için teklif ettiği idam cezasından korkacak olsam, cezayı paraya çevirirsiniz ki ben de o da yok".Belki sürülmeme razı olursunuz. Ne var ki vatandaşlarım, benim öğütlerimden beni uzaklaştıracak kadar usanmışlarsa gittiğim yerdeki insanlarda usanacaklardır."Oralarda sus derseniz, bu Allah'ın emrine aykırı davranmak ve Allah'a isyan etmek olur."
Kurul, Sokrates’in yalvarmasını bekliyordu. Rahatlığını görünce öfkelendiler ve oy birliğiyle idamına karar verdiler. Sokrates son bir kez daha söz hakkı aldı:
"Bütün hayatımda, her konuda, ilahi ilhama mazhar oldum: Yapmak üzere olduğum bir şey kötü ise, bundan alıkonuldum. Oysa bu sabah ne buraya gelirken ne de burada konuşurken hiçbir ilham almadım. Bundan iyi bir yere gittiğim sonucunu çıkarıyorum. Ölümün kötü olduğunu sanarak kuşkusuz aldanıyoruz. Yargıçlar! İyi insan için ne bu hayatta ne de hayatın ötesinde bir kötülük olmadığına kendinizi inandırınız. Davranışları, bana kötülük etmek niyeti taşımasına rağmen, ne ithamnameyi verenlerden, ne de beni haksız yere mahkûm edenlerden hiç şikâyetim yok. Sizlerden yalnız bir ricam var:
"Benim çocuklarım büyüdüklerinde onları erdemden başka servet vb. arar görürseniz kendilerini cezalandırınız... Artık ayrılış anı geldi. Ben ölmeye sizler iyi yaşamaya... Bunların hangisi daha iyi? Bunu Allah'tan başka kimse bilemez.
Ey dostlarım! sakın üzülmeyiniz bu gün benim sıram geldi gidiyorum;hepiniz sırası geldikçe oraya geleceksiniz dedi.Sonra üç çocuğu ile eşini ve diğer yakınlarını son kez gördü.Sokrates ağlamakta olan dostlarına "Ne yapıyorsunuz,muazzez dostlarım?Ben böyle bir sahneye maruz kalmamak için değil mi ki kadınları eve gönderdim;biraz metin olunuz ben sevgilimle buluşmaya gidiyorum....
YIL:22.02.2009
yer: Çengelköy/İst
Saat:20.20-21.25
(E.Kekeç)
NOT: Alıntı ve derleme
"Sokrates ülkenin ilahlarını tanımayıp, başka bir ilah öne sürerek, gençleri saptırdığı için ölümle cezalandırılmalıdır."
Suçlama sebepleri arasında şunlarda vardı: Sokrates Tanrı her türlü eksikliklerden münezzehtir, diyor ve ulûhiyetin kemalini eksik kılan masalları(mitos)reddediyordu. Bir de sıkıntılı zamanlarında kalbinin derinliklerinden bir sesin kendisine yardım ettiğini söylüyordu. Sokrates ülkesinin ilahlarını reddederek gençleri saptırmakla suçlandı. Meletos, "öyle gençler tanıyorum ki, ana babasından çok Sokrates’in sözlerini dinliyorlar",diyordu. Sokrates şu cevabı vermişti:"Hasta olunca ana babamızın değil doktorun sözünü dinlemiyor muyuz?"
Mahkemenin gemici, derici vs esnaftan oluşan beş yüz üyesi vardı. Sokrates bu mahkeme hakkında şöyle diyordu: Ben, yargıcın aşçı, davacısının çocuklar, aleyhine dava açılanın ise tabip olduğu bir davada olduğu gibi yargılanacağım. Burada aşçı,"çocuklar, bu hekim size acı şeyler içirdi; perhiz yaptırdı"gibi şeyler söylese buna karşılık doktor"Evet, acı şey verdim; perhiz ettirdim, fakat sağlıklarını korumak için"derse de bu gerçeği anlatması ne kadar da güçtür.
Sokrates'i gaipten gelen bir ses savunma yapmaktan alıkoymuştu. Jüriye kent halkının eğitimcisi olduğunu, onlara yararlı olmak, doğruluk yolunu göstermek emelinden başka hiçbir şey düşünmediğini belirterek şu doğrultuda bir konuşma yaptı:
"Atinalılar gerçek şu ki, gerçek hâkim "Apollon”dur. İnsanın hakim oluşu büyük bir şey değil,belki hiçtir.Ben insanlara doğru yolu göstermeyi amaç edindim.Bu amacımdan beni ölüm de döndüremez.Bir insan en şerefli sandığı bir işe başladıktan veya o işe amiri tarafından atandıktan sonra,artık onda sebat etmelidir;tehlikeleri ve ölümü hiç önemsememelidir.
Atinalılar! Sizin komutanlarınızın söylediği tehlikeli sınırlarda, savaş alanlarında askerliğini yaparken ölümden korkup kaçmayan Sokrates, Allah’ın emrettiği bir işi yerine getirirken, insanlara hak yolu gösterirken, önüne çıkan ölümden elbette korkmaz. Aslında ölümden korkmak, Hâkim olmadığı halde kendini hâkim sanmaktır. Çünkü bu, asla bilinememiş olan ölümü bilmeyi iddia etmek olur. Ölümün ne olduğunu hiç kimse bilemez. Belki ölüm insanların sandığı gibi büyük bir musibet olmayıp en büyük iyiliktir. Bilinmeyen bir şeyi bildiğini sanmak, en büyük cehalet değil midir? Ben hayatın ötesinde ne olduğunu bilmiyorum. Fakat şunu biliyorum ki, Allah’a ve insanlara karşı adil ve itaatkâr olmamak en büyük kötülüktür."
Mahkeme kurulu az bir sayı farkı ile Sokrates'i suçlu buldu. Yasa gereği, mahkûm cezasını kendi seçerdi. Bunun üzerine Sokrates’in sunduğu söyleve bakalım:
"Atinalılar! Kimseye bir kötülüğüm dokunmadığı için vicdanım huzur içindedir. Meletos’un benim için teklif ettiği idam cezasından korkacak olsam, cezayı paraya çevirirsiniz ki ben de o da yok".Belki sürülmeme razı olursunuz. Ne var ki vatandaşlarım, benim öğütlerimden beni uzaklaştıracak kadar usanmışlarsa gittiğim yerdeki insanlarda usanacaklardır."Oralarda sus derseniz, bu Allah'ın emrine aykırı davranmak ve Allah'a isyan etmek olur."
Kurul, Sokrates’in yalvarmasını bekliyordu. Rahatlığını görünce öfkelendiler ve oy birliğiyle idamına karar verdiler. Sokrates son bir kez daha söz hakkı aldı:
"Bütün hayatımda, her konuda, ilahi ilhama mazhar oldum: Yapmak üzere olduğum bir şey kötü ise, bundan alıkonuldum. Oysa bu sabah ne buraya gelirken ne de burada konuşurken hiçbir ilham almadım. Bundan iyi bir yere gittiğim sonucunu çıkarıyorum. Ölümün kötü olduğunu sanarak kuşkusuz aldanıyoruz. Yargıçlar! İyi insan için ne bu hayatta ne de hayatın ötesinde bir kötülük olmadığına kendinizi inandırınız. Davranışları, bana kötülük etmek niyeti taşımasına rağmen, ne ithamnameyi verenlerden, ne de beni haksız yere mahkûm edenlerden hiç şikâyetim yok. Sizlerden yalnız bir ricam var:
"Benim çocuklarım büyüdüklerinde onları erdemden başka servet vb. arar görürseniz kendilerini cezalandırınız... Artık ayrılış anı geldi. Ben ölmeye sizler iyi yaşamaya... Bunların hangisi daha iyi? Bunu Allah'tan başka kimse bilemez.
Ey dostlarım! sakın üzülmeyiniz bu gün benim sıram geldi gidiyorum;hepiniz sırası geldikçe oraya geleceksiniz dedi.Sonra üç çocuğu ile eşini ve diğer yakınlarını son kez gördü.Sokrates ağlamakta olan dostlarına "Ne yapıyorsunuz,muazzez dostlarım?Ben böyle bir sahneye maruz kalmamak için değil mi ki kadınları eve gönderdim;biraz metin olunuz ben sevgilimle buluşmaya gidiyorum....
YIL:22.02.2009
yer: Çengelköy/İst
Saat:20.20-21.25
(E.Kekeç)
NOT: Alıntı ve derleme
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.
Popüler Yayınlar
-
Yaldızlı Sözlerin Arkasındaki Çürüme Tarihin en trajik ironilerinden biri, çöküşe en yakın toplumların en çok “yücelik ”ten bahsetmesidir....
-
“İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne… İşte asıl cinayet bu.” — Maksim Gorki, Ana (1906) Ruhun ölümü, bir toplumun çöküşünün sessiz hab...
-
Platon, asırlar öncesinden bir uyarı bırakmıştı insanlığa: “Demokrasi, ancak erdemli ve eğitimli bir halkın omuzlarında yükselebilir; aksi t...
-
İçinde bulunduğumuz çağ, pek çok unvanla anıldı: teknoloji çağı, bilgi çağı, hız çağı… Ama eğer hakikatin kalemiyle yazılacak olursa, bu ça...
-
EK-5 Kararı: Hukuk ile Diplomasi Arasında EK-5 Listesi: Resmî Karar, Diplomatik Zamanlama ve Türkiye’nin Stratejik İkilemi ABD'den çok ...
-
İnsanlığın Sessiz Dengesine Dair İnsan… Kâinatın en gizemli aynası. Görünürde bir bedenden ibaret gibi dursa da derinlerde bir deniz taşır...
-
Bir İnsanlık EMAR’ı Üzerine Derin Bir Okuma İnsan, anlamın kıyısında doğar ama çoğu kez anlamın merkezine hiç ulaşamaz. Çünkü doğmakla yaş...
-
Merhum Ahmet Kaya, bir şarkısında “ Ne kadar kötü kokarsa o kadar iyi ” diyordu. Ne kadar manidar bir cümle… Bugün ülke olarak geldiğimiz ...
-
Suriye iç savaşı, yalnızca bölgesel güç dengelerini değiştiren bir çatışma olmakla kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke ...
-
İnsanlık, varlık sahnesine çıktığı andan itibaren hem kendini hem de kendini aşan bir kudreti anlamlandırma çabasıyla yüzleşmiştir. Bu çaba,...
Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK
Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.
Senin rabbin sana senden yakın.....
omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.
Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."
kelebek gibi hafif olun dünyada
Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla
çöllerden geçerek varılır havuzun başına!