Bu Blogda Ara

28 Şubat 2009 Cumartesi

GÜL BAHÇESİNDE GÜLLER OLUR!

Gül Bahçesinden geçenlerden gül kokusu gelirmiş, öyle mi bir deneyin bakalım; foseptik çukurundan çıkıp gül bahçesinde bir eğlenedurun Gül Bahçesinin kokusu neye döner. İşte böyle, kendimizi aldatarak nereye kadar bu avunma nöbetleriyle yaşamımızı devam ettireceğiz bilmiyorum. İnsan çok kolay bulduklarını hemen tercih eder, biraz ağır gelenleri elinin tersiyle iter. Yaşam, değerli olanlarla kendimizi özdeşleştirerek değer kazanmaz; değerli bir hayat oluşturduğumuzda anlam kazanır. Kağnı gölgesinde yürüyen köpek zannedermiş ki, kağnı benim gölgemde gidiyor. Meşe ağacının gölgesinde yetişen yosunların kendilerini meşe sanmaları nasıl ki mümkün değilse, pis pis kokanların gül bahçesinde dolaşarak kendilerinden gül kokusu geldiğini sanmaları da o kadar mümkün olmayacaktır. Evet, bu şeytani mekanizmaların tesirinden kurtulduğumuz da hakikaten gül kokusuna sahip olacağız.
Güzel insanlarla birlikte olmanın ehemmiyeti burada vurgulansa da, insanların bundan ne kadar, kendi adlarına bir pay çıkaracağını bilemiyoruz. Biz kendimizi değerli bir ortamda bulduğumuzda değerli sanmıyor muyuz? Yoksa hayatımızı en yüce değerlerle donattığımızda mı değerli sayıyoruz? Hepimiz birinci özelliği yaşamamıza rağmen, sanki çok değerli bir varlıkmışız gibi kendimizi düşlüyoruz; böyle olunca ben de sormadan duramıyorum.
Hayat, bulunduğumuz ortamın bize sirayet etmesiyle anlam kazanmaz, ancak bulunduğumuz ortama ve kendimize çok güzel ve iyi olan değerleri kattığımızda değerli olur. O halde yaşamımızı laf ebeliği yaparak düzeltemeyeceğimizi artık anlamak zorundayız. Günümüzde sosyal grupların çok büyük rollerinin olduğunu görmemiz gerekiyor. İnsan birey olmadan kendini bir grubun içinde, o grubun kurallarına uygun davranarak, gruba ait olmakla kurtulacağını ve yaşamını anlamlı kıldığını sanmaktadır. Bu tarz basit yaşam beklentileri, bir bakıma sıradan kalabalıklar yaratmaktadır, artık bunun algılanması kaçınılmazdır. Bilmiyorum ama birileri neden geçmişte söylenmiş bu veciz sözlerle bir toplumsal hayatı düzenlemek ister, bunu anlamakta hakikaten zorlanıyorum.
Gül bahçesindeki güller, önce her biri birer gül oldular, ardından bir arada bulundukları için gül bahçesi ismini aldılar. Gül bahçesinde bulunmak için önce gül olmak gerekmez mi? Elbette, çünkü güller gül olmadan o bahçeye giremezler, şayet illa da girmek istiyoruz diyorlarsa, gül olmadan oraya geldikleri için kendilerinden ancak kendi kokuları gelir,gül bahçesinin kokusuyla övünmek onun ne haddine;"köse torunun dedesinin sakalıyla övünmesi onu sakallı yapar mı?Durum böyle olunca bizlerin bu veciz sözler arkasına sığınarak tanımladığımız hayatlarımızı yeniden yorumlamamız ve gözden geçirmemiz kaçınılmaz olur."Hayat,bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine yaşamaktır"diyen şair gibi, anlamamız gerekir yaşadığımız gerçeğimizi.Böyle olmazsa ne olur, çok şey olur.Öncelikle kendinden uzaklaşan ve boşu boşuna avunup, zamanı israf eden kandırılmış kalabalıklarla etraf dolar.Bunun önüne geçmek için bu yanlış algılama anlayışımızı bir an önce değiştireceğiz,yoksa kendi elimizle kendimizi tüketiriz.
Ruhsal birliği sağlamamış, birçok kalabalıklar sayısal çoğunluğu sağladıklarında, hayatlarının en güzel günlerini yaşadıklarını sanabilirler. Ama şunu unutmamak gerekir ki, kurallarla aidiyet kazandırılmış kişiler, hiçbir yere ait olamazlar, çünkü onlar yok ki,ait olduklarından söz edelim.Ait olabilmek için önce bireysel tercih yapabilme gücü olmalı,bireysel iradi özgürlüklerin ortadan kaldırılmasına neden olan duygusal bağlar canlandırılarak,ortak akıldan yoksun birliklerin adı birliktelik olamaz.Birliktelik,birlerin bir araya gelmesiyle gerçekleşir.Birlerin tümünü sıfıra çevirip,ortaya bir rakamıyla ifade edilecek birlikteliklerin çıkmasını bekliyorsanız daha çok bekleyeceksiniz.Bu tür çarklarda,dümen hep birilerindedir.O da dilediği isimlerle ve sloganlarla,etrafına topladığı kalabalığı dümen suyunda akıtmak için,marifetlerini teker teker ortaya dökecektir.E durum böyle olunca tabi ki akıl almaz eylemleri,bu toplanmış kalabalığa yaptırmak zorundayız ki,bizi de herkes bir adam sansın dedirten,bilinçaltının yönlendirmesiyle sayısal verilerin hesabını yapmaya çalışırız.O zaman da,bu kalabalıklara hoş görünme, ısınma turları,ılımlı yakarışlar adı altında,yavaş yavaş hakiki değerlerin altını boşaltarak,insanların hep birlikte alttan bunlara sarılması için, diz çöker masalın tekerleme bölümünü okumaya başlarız.Böylece karşımıza, ruhsuz ne idüğü belirsiz,niçin yaşadığını bilmeyen, bir yerde bulunup bulunmamasını kendisi bile çözememiş;hayattan kopuk her şeyi meşru gören, yaratıcıyı hesaba katmayan,maymun iştahlı kapitalist devler çıkar...Bu devler bazen günah çıkarıp,yeni iştahları için,bir iştah açıcıya ihtiyaç duyarlar,o zaman da ;gül bahçesine zaman zaman uğradıklarında tüm kokularının gittiğini kendilerinden gül kokusu gelemeye başladığı,manevralarıyla o dev çarklarını yeniden döndürmeye başlarlar.Nasıl ama,hayat dediğin böyle her yolu mubah görmeli değil mi, ne ilke, ne değer,ne başka bir şey...Bu kadar kolay yollar varken, kendimizi o güç koşulların altına neden soktuğumuzu, belki bu yaşam tecrübelerini görünce bizde anlarız(!) Ne de olsa bir gül bahçesi buluruz,her tarafımızdan pislik dökülse de o bahçeye girince tüm kokularımız değişir diyerek izinizden geliyoruz....Artık bahçenizde umarım bize de bir yer açarsınız(!)Haydi hayırlısı....
Yıl:27.02.2009
saat:00.45-02.05
yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)

25 Şubat 2009 Çarşamba

SADAKA SOSYAL DEVLETİN NERESİNDE

Karanlık dönemlerde her şeyin tanımı kendiliğinden değişir. Karanlık dönemin en büyük mirası her şeyi anlaşılmaz kılmak ve karanlığın ehemmiyetini anlatmaktır. Karanlık dönem dedim de belki birileri merak etmiştir bu karanlık dönem ne zaman başladı ya da sınırı neresi diye. Yaşamlarını devam ettirmek için sürekli uyumadan senaryo kuranlar var olduğu sürece, karanlık dönem bitmeyecektir ve başlangıcı da ikiyüzlülükle başlamıştır.Bu dönemler,zihinlerin allak bullak olup halaç pamuğuna döndüğü zamanlardır.Bunu merak edenlerin bu meramını gidermek için biraz kendi dünyamıza dönerek,bu dönemi daha yakından tanımlamak isterim.
Son günlerde ortalıkta dönüp dolaşan ve aynı zamanda kokusuyla etrafı kuşatan bazı pis kokular var; isterseniz oradan başlayalım. Büyük menfaatler için, göstermelik küçük iyiliklerin yapıldığı ve bu davranışların adının da yeniden tanımlandığı bir ortamda, tanımları değişen bu kavramlardan birinin altını çizerek yürüyelim. Sadaka, gönülden sıdk ile verilen her şeydir. Yani bunu bireyler birbirine verir ve bu verdiklerini de sağ elinin verdiğini sol eli, sol elinin verdiğini sağ eli duymayacak kadar gizli yapar. Bu insanlar, kıyamet günü hiçbir gölgenin olmadığı zaman da, Rahman’ın gölgesinde gölgeleneceklerdir.Gelin görün ki,bunun anlamı yeniden tanımlandı günümüzde,neden mi?Menfaatler birincil ve korunması gereken temel güç olunca böylesi ucuz yollu tanımlamaları yapmakta sizin şiarlarınız arasına girer.
Son günlerde sadaka adı altında insanların duygularına ve zayıflıklarına göz dikerek, garibanları bu yönden vurmak isteyen çıkarcı zümreler bu kavramın içini boşaltarak; megafonu eline almış yeni bir şey bulmuş gibi arenalarda avazı çıktığı kadar bağırmaktadır. Biz ise bu yanlış tanımlamalara ve uygulamalara kulaklarımızı tıkayarak, vız gelir tırıs gider dedikten sonra sorumluluk sahibi olarak bu yanlışların biraz üstünü açacağız.
Nerde görülmüş bir devlet erkinin kendi vatandaşına sadaka dağıttığı, ama üçüncü dünya ülkelerinde ve bizim ülkede çokça görülür bunlar. Çünkü bu ülkelerde iktidarda kalabilmenizin koşulu,önce alacaksınız sonrada size bağımlı kılmak için dağıtacaksınız ki,kendinizi halkların gözünde kurtuluş havarisi olarak kabullendirebilesiniz.Kurtuluş havarileri olarak bilinenler, aslında kendi çıkarları için, insanların sahip olduğu değerlerinin içini boşaltarak onların duygularına seslenmeyi marifet bilirler.Ama şunu unutmamak lazım ki bu uygulamaların altında çok büyük ali Cengiz oyunları yatmaktadır.Hindistan'ın,İngilizler tarafından sömürüldüğü yıllarda dönemin İngiliz kralı,Hintlilerin mabetlerini sürünerek,ayakkabılarını ellerine alarak ziyaret etmiş,bu hareket Hindistan'ın bir 15 yıl daha İngilizler tarafından sömürülmesine neden olmuştur.Benim isteğim bu tarz içi değiştirilmiş ve anlamsızlaştırılmış değerlerle insanların her dönemde çok güzel sömürülebildiğidir.Gelelim bizim mahalleye,çok güzel savunma mekanizmaları ile türlü türlü oyunları oynama da üzerimize kimse yoktur.Halkını fakirleştirip elindeki ekmeğine dahi göz dikip ucuz ekmek kuyruklarında insanlarını ölüme terk etmiş zihniyetler bunun hesabının altında can verirken,bu davranışlarının devamını sağlamak için bu tarz eylemlere girişmeyi çoğu kere marifet bilir.Ben de diyorum ki marifet bu değil, insanları olması gerektikleri noktada göremediğiniz zaman kendinizi bir hesaba çekmektir.
Evet, yanlış hesaplar yaptığımız ve bu hesaplar tutmadığı zaman, hemen karanlık oyunlarımızı oynamaya başlar ve kavramları yeniden tanımlar sürekliliğimizi sağlama almaya çalışırız. Bir taraftan başlarız, kimisine ev eşyası kimisine yakacak, kimisine yiyecek, kimisine nakit, ya bu nedir, böyle bir uygulama olur mu; diye sorunlara da dünden hazır olan o cevabımızı hemen yapıştırır ve kendimizi savunmaya başlarız. Yazıklar olsun, bunlar yıllardan beri bu ülkede siyaset yapıyorlar, sosyal devletin ne olduğunu bilmiyorlar, devletin görevi fakir fukarasını gözetmek, garip gurabasına bir şeyler vermek değil midir? Bende diyorum ki, devletin tanımını ve kavramların içini boşalttığımız bir dönemde, böyle bir tanımı yapmak tabi ki, birilerinin âli menfaatlerinin devamı açısından yapılmış olabilir ama öyle değildir. Devletin görevi, halkının elindekileri tamamıyla alıp, halkını dilenci konumuna sokmak mıdır? Halkını seçim yapabilecek selim akılla düşünebilecek biyolojik yaşamının varlığını dahi tehdit edecek kadar aç bırakıp, onları zorunlu tercihe mahkûm etmek midir? Devletin görevi, Halkını kendi bekasını kökleştirmek için, adı belli olmayan ne idüğü belirsiz karanlık kurşunlara hedef mi yapmaktır? Devletin görevi, caddelerde sokaklarda endişe duymadan yaşayacakları bir günün özlemini iple çeken insanları, tedirgin ve ürkek yaşamaya mahkûm etmek midir? Devletin görevi, her türlü sosyal patlamaların yaşandığı, ailenin çöktüğü, mahkemelerin boşanma davalarına bakmaktan aciz kaldığı bir ortam da, bu eşlerin davasını sonuçlandırıp onları boşamak mıdır? Devletin görevi, günbe gün insanların sokak ortasında öldürüldüğü, geceleri evlerinde sabaha kadar uykusuz kaldığı bir ortamda, bu hastalıkların çoğalmasına ortam yaratmak mıdır? Evet sormam gereken çok soruyu burada keserek asıl soruma geliyorum, yoksa benim bilmediğim bir memuriyet sınıfına doğru mu gidiyoruz, yani devletin görevi sadaka memurları mı atamak. Şayet böyle bir kurum oluşturuldu da benim haberim yoksa özür dilerim(!)pardon tüm söylemlerimi geri aldım.
Hakikaten şu sosyal devlet tanımlamasını çok merak ettim tekrar sormadan edemeyeceğim.Birileri amuduyla götürürken,birilerine nalların dökülen çivileri sadaka olarak verilen devlet miydi,O sosyal devlet?Ben biraz zeka özürlüyüm de cehaletime bağışlayın ne bileyim işte....
Sizleri fazla sıkmadan, karanlık ortamlarda yapılan hatalardan dolayı, birilerini bu halk suçlamasın diye bir hatırlatayım dedim, olur ya kalkıp şu sosyal devletin hakiki tanımını yapan bu yenilikçi insanlarımızı yanlış anlayanlar çıkabilir. Onlara da bir mesajım var: Kulaklarınızı dört açın ve beni dinleyin; sosyal devlet, önce alır, sürüm sürüm süründürür,seni hiç görmez, vakti zamanı gelince kapı kapı sadaka verir,insanları mutlu eder, gerekirse sudan ve ekmekten daha önemli olan; çamaşır makinelerini sırtında dağın başına elektriği olmayan eve bile götürür.E kavramlar yeniden tanımlanıyor, bundan böyle kimse kalkıp ta bu da nedir diye sormasın, bilmem anlatabildim mi?Sosyal devlet dediğin böyle olacak.Bir daha da bilir bilmez konuşmayın...Tekrar ediyorum,devlet günahlardan arınmak zorunda,tabi ki insanların amellerini o yerine getirecek,halkını fakirleştirip ölüme mahkum edecek,sonra da sadaka verip günahlardan temizlenecek...Başka türlü olmaz ki,bunun da en güzel yolu, sadakaya mahkum edip sonra da sadaka vermek.Böylece devletin ne kadar sosyal olduğu herkes tarafından anlaşılmış olacak.EEE haydi hayırlısı...yine de şu çağrıyı yapmadan gitmeyeyim adres kargaşasını da ortadan kaldırmış olayım.Gelin hep birlikte evrensel mahkemede yargılanıp aklanalım,bu adres herkesin kendi vicdanıdır...
yıl:24.02.2009
saat:22.00-22.50
yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)

24 Şubat 2009 Salı

TOSUNSUZ OLMAZ Kİ İNEKLER

Ya ne zamandır arıyorum, bizim bir inek varda cins buzağı doğursun diye gitmediğimiz yer kalmadı, o yana baktık bu yana baktık bir tosun bulamadık; yoksa sizde mi bilmiyorsunuz bu aradığımız tosunu... Günlerdir medya önünde birileri bir tosun kaybetmiş gören duyan varsa bana bildirsin bu tosunun, bizim tosun olup olmadığını, yoksa ben bilirim sonra ne yapacağımı deyip duruyor. Söylemezsek ne yapacaksın diyen olmadığı için tosunu arayan adam kendi çalıp kendi dinliyor; ben de bir umut işte acaba bizim inek için bu tosun bir işe yarar mı yaramaz mı diye aramaya başladım. E bizde artık şu Hollanda tosunları ile çiftleştirelim de inekleri belki daha cins buzağılar elde ederiz diye çıkarımızın peşindeyiz ne yapalım dünyanın derdi bu...
Bir zamanlar İspanyolların boğalarını kafama takmıştım acaba bunlardan nasıl tosun olur diye, Birde baktım ki hakiki tosun yanı başımdaymış ondan bıraktım uzaklara gitmeyi. Şimdi bende tosunun sahibini arıyorum, gören duyan var mı, bu tosunun sahibi kim?
Bizim bu inekler var ya, topu topu iki kilo süt veriyorlar, ama bu tosunlarla çiftleştirirsem yeni doğacak buzağılar düveye dönüp bir gün inek olduklarında, belki bizde sütün miktarını arttırız diye, tüm bu mücadelemiz, yoksa ne işim olur onun tosunu bunun tosunu bana ne ya kimin tosunu olursa olsun... E tosun deyip geçmemek gerekir tosunların değeri bilinmeli, kocaman inek sürüsüne tek bir tosun yetiyorsa nasıl bakılmalı o tosuna siz düşünün... Sakın ha ihmal etmeyin, bakımında kusur etmeyin, ederseniz ne olur? Çok şey olur bir kızarda boğalara dönüşürse varın siz düşünün başınıza gelecekleri, inek yerine size saldırabilir, o zamanda bu tosunu tanımayan çıkmaz her halde...
Yıl:23.02.2009
saat:21.00-21.23
yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!