Ayşen ARIDURU
Fortune Kariyer Eğitim ve Danışmanlık
Ücretli Çalışmanın Avantajları
Belirlenmiş sınırlı sorumluluklar : Sorumluluk altında ezilme söz konusu olmayacaktır. Görev ve sorumluğu olmayan işlerden uzak durulur.
Düzenli gelir : Her ayın sonunda mutlaka alacağı bir maaşı vardır ve içi rahat ne kadar çok işi yapsa da yapmasa da ne kadar başarılı olsa da olmasa da bu ücreti hak etmiştir ve elde edecektir.
Düzenli ve belirli çalışma saatleri: Düzenli iş saatleri olacak özel hayatona zaman ayıracaktır. Nasıl olsa kendi işi değildir ve kimse madalya vermeyecektir.
Daha belirli bir gelecek: Daha belirgin bir geleceği ve güveni vardır.
Az risk: Risk vardır hiçbir çalışanın aynı şirketde kalacak olması garanti değildir ama yine de girişimciye göre az risk taşır iş hayatı.
Sınırlı kontrol görevi: Kontrol denetim ve yönetim fonksiyonu sınırlıdır. Sadece bağlı olan ekipten sorumludur.
Ücretli Çalışmanın Dezavantajları
Emirleri uygulama zorunluluğu: Çalışan bağlı olduğu kişiye karşı sorumludur ve ne olursa olsun verilen emir ve talimatlara uymak mecburiyetindedir. Her ne kadar doğru olmadığını biliyor olsa da ve anlatıyor olsa da yapacak bir şey yoktur.
Yeteneklerin kolayca anlaşılmaması: Birçok düzen vardır iş ortamında. Yeteneklerin başarıların kolay anlaşılamaması riski ile birlikte başkaları tarafından bu başarılar üstlenilebilir. Bu da çalışan açısından zor bir durumdur ve ifade etmekte zorlanır.
Sabit ücret: Her ayın sonunda bir sabit ücret vardır. Bu garanti olmasına rağmen ne kadar iyi giderse gitsin daha fazlasını kazanma şansı yoktur. Tabii ki bu satış pozisyonlarında daha esnek olabilmektedir.
Sınırlı sorumluluk/sınırlı yetki: Sorumluluklar ve yetkiler her zaman aynı olamamaktadır dengesi zor. Ancak bu da mutlaka bir sınırı vardır. İş yapma becerisinde bu sınırlar çalışanı çoğu zaman da engellemektedir.
Yeni fikirleri kolaylıkla uygulayamama: Yeni fikirleri, önerileri, düşünceleri kolaylıkla uygulama şansı olmayabilir. Şirket stratejileri politikalar önceliklerin belirlenmesi neticesinde kolay olmaz.
İşverene bağımlılık: İşverene bağımlı ve işverenin istekleri ön plandadır. Ayrıca şirketin içinde bulunduğu finansal durumdan da etkilenebilir. Uyum göstermek ve anlayışlı olmak çalışanı strese sürüklemektedir.
Kendi İşinin Sahibi Olmanın Avantajları
İzlemek yerine liderlik yapmak:İyi girişimciler liderdir. Lider ruha sahip ve sürükleyici ikna edici roldedir.
Fikirleri uygulama şansı:Fikirleri rahatça uygulama esnekliği vardır.
Yaratıcılığa açık: Yaratıcı tiplerdir. Çözüm odakli, iyi alternatif ve çözüm üreten ve sonuç odaklı çalışırlar.
Yüksek kazanç beklentisi: Kendine ve bulunduğu iş alanına bağlı olarak kazancının yüksek olması kendisine bağlıdır ve hep bu beklenti ile yaşar, hırslıdır.
Bağımsız çalışmak: Özgür kimseye bağlı olmadan kendi kararları ile isteklerine uygun flexible bir iş hayatına sahiptir.
İş ortamını kontrol altında tutmak
Emirler verebilmek: Emir verebilme rahatlığına ve iş yaptırabilme özelliğine sahiptir.
Kendi İşinin Sahibi Olmanın Dezavantajları
Risk almak: Her kararda, her aktivasyonda risk faktörü vardır. Önemli olan kontrollü ve tolere edilebilir, ölçülebilir riskler almaktır.
Gelirin düzensizliği: İnişli çıkışlı zor ekonomik ortamlarda kriz anlarında maalesef kazanç çok sabit olamamaktadır ve belirsizdir.
Daima finansmanla uğraşma zorunluluğu: Ödemeler, alacaklar, nakit akışı planlaması banka ilişkileri, devlet ödemeleri, satış, maliyetler gibi sürekli para ile uğraşmak zorunluluğu vardır.
Zaman kısıtı: Her zaman o kadar yoğun ve tempo vardır ki hiçbir şeye zaman yetmemektedir.
Sürekli öğrenme gereği: Sürekli kendini geliştirme, öğrenme ve tecrübe kazanma ihtiyacı vardır.
İşleri delege edememe: Delegasyon problemi her işletme sahibinde vardır. Devretme, yetki aktarma zordur. Bunun altında yatan kendisinin en iyisini yaptığına inanması ve güven sorunudur.
İdari ve bürokratik işler: Her gün maliyetleri de kontrol açısından idari işler ve bürokratik meselelerle ilgilenmek zorunda kalması ve bu yüzden zaman problemi oluşmaktadır.
Başarının çalışanlara da bağlı olması: Başarının kendisinden başka çalışanlara da bağlıdır. Daha doğrusu çalışan personeli iyi seçmek, uzun süreli çalışmak ve doğru insanlarla çalışmak, yönlendirmek ve iyi motivasyon kazandırmak önemlidir
Bu Blogda Ara
19 Mayıs 2008 Pazartesi
18 Mayıs 2008 Pazar
Olmaz öyle şey
18 Mayıs 2008
Ahmet HAKAN
ahmethakan@hurriyet.com.tr
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Dolmabahçe’de buluşup iki buçuk saat görüşmüşlerdi ya...
Hani tarihe "Dolmabahçe’nin büyük sırrı" diye geçen vaka...
İşte ondan söz ediyorum...
Fikri Sağlar dostumuz, bu vaka hakkında ayıp ama çok ayıp bir "yumurtlama" yapmış...
Fikri Bey dostumuza göre...
O buluşmada Tayyip Erdoğan, "Bana bak Yaşar Paşa! Üzerimize fazla gelme... Senin hakkında elimde dosyalar var... Sonun İlhami Paşa gibi olur" diye kükremiş...
Ve elindeki dosyaların ucunu hafiften gösterivermiş...
Yaşar Paşa da bir ürkmüş, bir ürkmüş ki sormayın gitsin...
Ve bu ürkme hali nedeniyle Dolmabahçe buluşmasından sonra Erdoğan’a bir daha hiç ama hiç yüklenmemiş...
Dikkat! Dikkat!
Bunun bal gibi bir "üfürme", adi bir "yumurtlama" ve kuyruksuz bir "palavra" olduğunu söylemek için ne tarafların açıklama yapmalarını beklememize gerek vardır, ne de herhangi bir kanıt istememize...
* * *
Hadi gelin buradan, "yumurtlayan"a da, bu "yumurtlamaya inanma eğilimi gösteren"e de soralım:
Yahu arkadaşlar! Söyler misiniz? Ne yapsın Yaşar Paşa?
Bu hükümetten memnun olmadığını göstermek için elinden geleni hem de fazlasıyla yapmadı mı?
Yetkisini ve sorumluluğunu aşarak bu hükümetle irtica arasında bağ olduğuna dair gayet sarih sözler etmedi mi?
"Cumhuriyet mitingleri"ne sahip çıkmadı mı?
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını engellemek için her türlü riski göze alıp "27 Nisan" bildirisi yayınlamadı mı?
Hayrünnisa Gül’ün ya da Emine Erdoğan’ın türbanıyla muhatap olmamak için, medeniyet kurallarını bile ihlal etme pahasına, köşe bucak kaçmadı mı?
Kaçmıyor mu?
Söyler misiniz daha ne yapsın Yaşar Paşa?
Bir muhalefet partisi lideri gibi, her çarşamba "ordusunun grup toplantısı"nda "AKP’nin ülkeye yaptığı fenalıklar" başlıklı uzun nutuklar mı atsın?
Olmadı, tanklarını her pazartesi Başbakanlık önünden, her salı Çankaya Köşkü’nün önünden mi geçirsin?
Ulusal mücahit Tuncay Özkan’a, OYAK’tan kredi desteği verilmesini sağlayıp, "Ağlama Tuncay... Kimse yoksa ben varım" mı desin?
Üç günde bir yumruk vurup masa mı kırsın?
Tayyip Erdoğan’a, "Sen BOP’un eşbaşkanısın!" falan diye laf mı soksun?
Alo... Söyleyin! Söyleyin!
Bunları mı yapsın Yaşar Paşa?
Yahu burası Myanmar falan değil... Burası iyi kötü 60 yıldır demokratik bir ülke...
* * *
Siz halka en küçük bir umut veremeyin... Her seçimden muazzam yenilgilerle çıkın... İktidarın doğal ömrünü tamamlamasına bir türlü izin vermeyin... AKP tam yıpranma trendine girmişken yaptığınız centilmenlik dışı lüzumsuz ataklarla hayat öpücükleri bahşedin... Hukuku zorlayın... Sandık meydanında bileğini bükemediğiniz rakibinizi siyasi yasakla falan ekarte etmeye kalkın...
Ve pusu kültürüyle yoğrulmuş bütün bu adımlarınızın ardından...
"Sıfıra sıfır elde var sıfır" sonucuyla karşılaşınca...
Tekrar gözünüzü elinde silah olanlara çevirip, "Yahu Yaşar Paşa da son günlerde hiç ses etmiyor bunlara... Yoksa Kostakas dosyaları mı söz konusu" diye ahlaksız bir tezvirata girişin...
Bu insafa sığar mı?
* * *
Şunu çok iyi anladık: Askere bel bağlamanın antidemokratik taraflarından söz etmenin bu memlekette bir manası yoktur...
Şunu da çok iyi anladık: Elinde silah olmayanları, elinde silah olanlarla korkutmanın ne denli ahlaksız bir iş olduğunu söylemek faydasız bir iştir...
O zaman bari bir "gerçekçilik çağrısı" yapalım...
Ey ağalar! Ey beyler!
Aha buradan sesleniyorum: Yaşar Paşa gider, İlker Paşa gelir...
Hiçbir şey değişmez... Hiçbir şey...
Çünkü tank sesiyle uyanmanın artık imkan ve ihtimali yoktur... Ne iç, ne de dış konjonktür buna müsait değildir...
Palet nağmelerini işiteceğiniz, "Ordu millet el ele" diye çığıracağınız, "Düşükler"i Marmara’da bir adaya tıkacağınız, "Kuyruklar"a hayatı zindan edeceğiniz günler geride kalmıştır...
Bunu idrak edin artık lütfen... Bunu idrak edin de "gelen" ya da "giden" paşalara korkunç haksızlıklar yapmaktan vazgeçip, elinizi taşın altına sokarak muazzam sivil zaferlere nasıl imza atacağınızın planlarını yapın...
İki soruda Turhan Çömez
SORU: Bir zamanlar Başbakan Tayyip Erdoğan’ın en yakınındaydınız... Bir anı kitabı yazacak mısınız?
CEVAP: Hayır... Onlar benimle mezara kadar gider... Başbakan’la yakın olduğumuz günler, benim saygıyla andığım günlerdir...
SORU: Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’le neden buluştunuz
CEVAP: Paksüt’ü Bağdat Büyükelçisi iken tanıdım... Bağdat’ta bombaların altında birlikte kaldık... Ailecek görüşürüz... AKP hakkındaki kapatma davasıyla ilgili tek bir kelime bile etmedik, etmeyiz... Ayrıca ben AKP’nin kapatılmasına şiddetle itiraz eden biriyim... AKP’nin kapatılması çok yanlış olur
Ahmet HAKAN
ahmethakan@hurriyet.com.tr
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Dolmabahçe’de buluşup iki buçuk saat görüşmüşlerdi ya...
Hani tarihe "Dolmabahçe’nin büyük sırrı" diye geçen vaka...
İşte ondan söz ediyorum...
Fikri Sağlar dostumuz, bu vaka hakkında ayıp ama çok ayıp bir "yumurtlama" yapmış...
Fikri Bey dostumuza göre...
O buluşmada Tayyip Erdoğan, "Bana bak Yaşar Paşa! Üzerimize fazla gelme... Senin hakkında elimde dosyalar var... Sonun İlhami Paşa gibi olur" diye kükremiş...
Ve elindeki dosyaların ucunu hafiften gösterivermiş...
Yaşar Paşa da bir ürkmüş, bir ürkmüş ki sormayın gitsin...
Ve bu ürkme hali nedeniyle Dolmabahçe buluşmasından sonra Erdoğan’a bir daha hiç ama hiç yüklenmemiş...
Dikkat! Dikkat!
Bunun bal gibi bir "üfürme", adi bir "yumurtlama" ve kuyruksuz bir "palavra" olduğunu söylemek için ne tarafların açıklama yapmalarını beklememize gerek vardır, ne de herhangi bir kanıt istememize...
* * *
Hadi gelin buradan, "yumurtlayan"a da, bu "yumurtlamaya inanma eğilimi gösteren"e de soralım:
Yahu arkadaşlar! Söyler misiniz? Ne yapsın Yaşar Paşa?
Bu hükümetten memnun olmadığını göstermek için elinden geleni hem de fazlasıyla yapmadı mı?
Yetkisini ve sorumluluğunu aşarak bu hükümetle irtica arasında bağ olduğuna dair gayet sarih sözler etmedi mi?
"Cumhuriyet mitingleri"ne sahip çıkmadı mı?
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını engellemek için her türlü riski göze alıp "27 Nisan" bildirisi yayınlamadı mı?
Hayrünnisa Gül’ün ya da Emine Erdoğan’ın türbanıyla muhatap olmamak için, medeniyet kurallarını bile ihlal etme pahasına, köşe bucak kaçmadı mı?
Kaçmıyor mu?
Söyler misiniz daha ne yapsın Yaşar Paşa?
Bir muhalefet partisi lideri gibi, her çarşamba "ordusunun grup toplantısı"nda "AKP’nin ülkeye yaptığı fenalıklar" başlıklı uzun nutuklar mı atsın?
Olmadı, tanklarını her pazartesi Başbakanlık önünden, her salı Çankaya Köşkü’nün önünden mi geçirsin?
Ulusal mücahit Tuncay Özkan’a, OYAK’tan kredi desteği verilmesini sağlayıp, "Ağlama Tuncay... Kimse yoksa ben varım" mı desin?
Üç günde bir yumruk vurup masa mı kırsın?
Tayyip Erdoğan’a, "Sen BOP’un eşbaşkanısın!" falan diye laf mı soksun?
Alo... Söyleyin! Söyleyin!
Bunları mı yapsın Yaşar Paşa?
Yahu burası Myanmar falan değil... Burası iyi kötü 60 yıldır demokratik bir ülke...
* * *
Siz halka en küçük bir umut veremeyin... Her seçimden muazzam yenilgilerle çıkın... İktidarın doğal ömrünü tamamlamasına bir türlü izin vermeyin... AKP tam yıpranma trendine girmişken yaptığınız centilmenlik dışı lüzumsuz ataklarla hayat öpücükleri bahşedin... Hukuku zorlayın... Sandık meydanında bileğini bükemediğiniz rakibinizi siyasi yasakla falan ekarte etmeye kalkın...
Ve pusu kültürüyle yoğrulmuş bütün bu adımlarınızın ardından...
"Sıfıra sıfır elde var sıfır" sonucuyla karşılaşınca...
Tekrar gözünüzü elinde silah olanlara çevirip, "Yahu Yaşar Paşa da son günlerde hiç ses etmiyor bunlara... Yoksa Kostakas dosyaları mı söz konusu" diye ahlaksız bir tezvirata girişin...
Bu insafa sığar mı?
* * *
Şunu çok iyi anladık: Askere bel bağlamanın antidemokratik taraflarından söz etmenin bu memlekette bir manası yoktur...
Şunu da çok iyi anladık: Elinde silah olmayanları, elinde silah olanlarla korkutmanın ne denli ahlaksız bir iş olduğunu söylemek faydasız bir iştir...
O zaman bari bir "gerçekçilik çağrısı" yapalım...
Ey ağalar! Ey beyler!
Aha buradan sesleniyorum: Yaşar Paşa gider, İlker Paşa gelir...
Hiçbir şey değişmez... Hiçbir şey...
Çünkü tank sesiyle uyanmanın artık imkan ve ihtimali yoktur... Ne iç, ne de dış konjonktür buna müsait değildir...
Palet nağmelerini işiteceğiniz, "Ordu millet el ele" diye çığıracağınız, "Düşükler"i Marmara’da bir adaya tıkacağınız, "Kuyruklar"a hayatı zindan edeceğiniz günler geride kalmıştır...
Bunu idrak edin artık lütfen... Bunu idrak edin de "gelen" ya da "giden" paşalara korkunç haksızlıklar yapmaktan vazgeçip, elinizi taşın altına sokarak muazzam sivil zaferlere nasıl imza atacağınızın planlarını yapın...
İki soruda Turhan Çömez
SORU: Bir zamanlar Başbakan Tayyip Erdoğan’ın en yakınındaydınız... Bir anı kitabı yazacak mısınız?
CEVAP: Hayır... Onlar benimle mezara kadar gider... Başbakan’la yakın olduğumuz günler, benim saygıyla andığım günlerdir...
SORU: Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’le neden buluştunuz
CEVAP: Paksüt’ü Bağdat Büyükelçisi iken tanıdım... Bağdat’ta bombaların altında birlikte kaldık... Ailecek görüşürüz... AKP hakkındaki kapatma davasıyla ilgili tek bir kelime bile etmedik, etmeyiz... Ayrıca ben AKP’nin kapatılmasına şiddetle itiraz eden biriyim... AKP’nin kapatılması çok yanlış olur
Arap’ın entarisi ve Türk’ün kraliçe ile imtihanı
ÖMER LÜTFÜ METE
Böyle bir başlık koyarken kendimi fena halde aşağılanmış hissediyorum ama neyleyim ki, bedeli ne olursa olsun, elim mecbur...
Yazar E-Posta: omerlutfimete@bugun.com.trHaber Tarihi: 18 Mayıs 2008Bu duygudan yana nasibi olabilecek bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının haysiyet düğmesine basabilmek için daha kanırtıcı bir seçenek geliştiremedim. Ayrıca başlığım, Birinci Dünya Savaşı'ndan Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar geçen dönemdeki hatıralarına bu ismi veren Halide Edip Adıvar'ı anmaya vesile olacağı için de tercihe değerdir.
Adıvar'ın anlatımı, 30 Ekim 1918'de İngilizlerin İstanbul'u işgaliyle başladığı için Kraliçe Elizabeth'in Türkiye'yi ikinci ziyaretini bir tür 'nazire' vesilesi edinirken, yakın zamanlarda bu ismi kullanıp gönderme yapan günümüzün 'halaskâr gazileri' ile aynı safta görülmeyeceğimi umuyorum. Şimdinin vatan kurtaran aslanları laik, solcu, ulusalcı geçinirler amma çoğu gerçekte laik değil 'laiklikçi', solcu değil 'solculukçu', ulusalcı değil 'ulusalcılıkçı' sayılmayı hak eder! Zira yaptıkları, bu sıfatların içini doldurmak değil zarflarına bürünüp ticaret ve siyasetlerini yürütmektir.
Ateşle imtihanını zaferle noktalayan Türk'ün kraliçe ile imtihanını nasıl geçirdiği sorusundan önce muhakkak haysiyetçi bir ret haykırışı gerekiyor: 'Ne demek, niye kraliçe ile imtihan oluyormuşuz?' Keşke böyle bir ret haykırışı duyabilseydik... Devletimizle birlikte, sağından soluna neredeyse bütün medya kuruluşları âdeta düşük yoğunluklu bir tapınma heyecanı içinde imtihana girmiş gibi 'Kraliçe hazretlerinin huzurunda kusur işlememek için' tir tir titredi...
O yüzden ziyaret maalesef 'Türk'ün Kraliçe ile İmtihanı' gibi milli bir felaket halinde başladı, İstanbul'u işgal eden İngiliz donanmasının torun gemilerinden birinin salonlarında bir çeşit simgesel 'çağdaş mandalık biati' şerefine verilen yemek faciasıyla bitti! Aslında bu son fasıl, haysiyetli insana başka söz bırakmıyor. Neden elçilikte, konsoloslukta veya başka bir yerde değil de savaş gemisinde?
Tamam; bizde misafir azizdir, onu hoşnut kılmak için tevazu bile abartılabilir ama haysiyet denen 'var olmayı hak etme' duyuş ve duruşu bakımından yerlerde sürünmek şart mı? Yaladığımız zeminin tadını belirlemek için küçük bir mukayese yeter: Acaba, küçümsemeyi adet edindiğimiz şu Arap devletlerinden, hatta devletçiklerinden herhangi birinin kralı veya kabile reisi, kraliçenin daveti için entarisini çıkarma şartını kabul eder mi?
Başka soru yok! 'Türk'ün kraliçe ile imtihanı' sayısız insanımıza derin aşağılanmışlık hissi verirken sanırım bir tek hayra vesile olmuştur. O da, düne kadar Sayın Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmemesi için yırtınanların bu ziyaret vesilesiyle mütareke basınından genlerine miras olarak geçmiş manda zihniyetini açığa vurmalarıdır.
Gördük ki; yaklaşık iki yıldan beri, Köşk'e çıkmasın diye Gül düşmanlığında birbirleriyle yarışmış nice medya bülbülü, 'Kraliçe Hazretleri' söz konusu olduğunda dut yemiş kargaya dönmüş, 'Bir gün gerekebilir, çocuklarıma ve torunlarıma yararı dokunabilir' diyerek yazı veya sözleriyle nazarlık birer 'İngiliz nişanı' kapmaya çalışmışlardır.
Böyle bir başlık koyarken kendimi fena halde aşağılanmış hissediyorum ama neyleyim ki, bedeli ne olursa olsun, elim mecbur...
Yazar E-Posta: omerlutfimete@bugun.com.trHaber Tarihi: 18 Mayıs 2008Bu duygudan yana nasibi olabilecek bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının haysiyet düğmesine basabilmek için daha kanırtıcı bir seçenek geliştiremedim. Ayrıca başlığım, Birinci Dünya Savaşı'ndan Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar geçen dönemdeki hatıralarına bu ismi veren Halide Edip Adıvar'ı anmaya vesile olacağı için de tercihe değerdir.
Adıvar'ın anlatımı, 30 Ekim 1918'de İngilizlerin İstanbul'u işgaliyle başladığı için Kraliçe Elizabeth'in Türkiye'yi ikinci ziyaretini bir tür 'nazire' vesilesi edinirken, yakın zamanlarda bu ismi kullanıp gönderme yapan günümüzün 'halaskâr gazileri' ile aynı safta görülmeyeceğimi umuyorum. Şimdinin vatan kurtaran aslanları laik, solcu, ulusalcı geçinirler amma çoğu gerçekte laik değil 'laiklikçi', solcu değil 'solculukçu', ulusalcı değil 'ulusalcılıkçı' sayılmayı hak eder! Zira yaptıkları, bu sıfatların içini doldurmak değil zarflarına bürünüp ticaret ve siyasetlerini yürütmektir.
Ateşle imtihanını zaferle noktalayan Türk'ün kraliçe ile imtihanını nasıl geçirdiği sorusundan önce muhakkak haysiyetçi bir ret haykırışı gerekiyor: 'Ne demek, niye kraliçe ile imtihan oluyormuşuz?' Keşke böyle bir ret haykırışı duyabilseydik... Devletimizle birlikte, sağından soluna neredeyse bütün medya kuruluşları âdeta düşük yoğunluklu bir tapınma heyecanı içinde imtihana girmiş gibi 'Kraliçe hazretlerinin huzurunda kusur işlememek için' tir tir titredi...
O yüzden ziyaret maalesef 'Türk'ün Kraliçe ile İmtihanı' gibi milli bir felaket halinde başladı, İstanbul'u işgal eden İngiliz donanmasının torun gemilerinden birinin salonlarında bir çeşit simgesel 'çağdaş mandalık biati' şerefine verilen yemek faciasıyla bitti! Aslında bu son fasıl, haysiyetli insana başka söz bırakmıyor. Neden elçilikte, konsoloslukta veya başka bir yerde değil de savaş gemisinde?
Tamam; bizde misafir azizdir, onu hoşnut kılmak için tevazu bile abartılabilir ama haysiyet denen 'var olmayı hak etme' duyuş ve duruşu bakımından yerlerde sürünmek şart mı? Yaladığımız zeminin tadını belirlemek için küçük bir mukayese yeter: Acaba, küçümsemeyi adet edindiğimiz şu Arap devletlerinden, hatta devletçiklerinden herhangi birinin kralı veya kabile reisi, kraliçenin daveti için entarisini çıkarma şartını kabul eder mi?
Başka soru yok! 'Türk'ün kraliçe ile imtihanı' sayısız insanımıza derin aşağılanmışlık hissi verirken sanırım bir tek hayra vesile olmuştur. O da, düne kadar Sayın Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmemesi için yırtınanların bu ziyaret vesilesiyle mütareke basınından genlerine miras olarak geçmiş manda zihniyetini açığa vurmalarıdır.
Gördük ki; yaklaşık iki yıldan beri, Köşk'e çıkmasın diye Gül düşmanlığında birbirleriyle yarışmış nice medya bülbülü, 'Kraliçe Hazretleri' söz konusu olduğunda dut yemiş kargaya dönmüş, 'Bir gün gerekebilir, çocuklarıma ve torunlarıma yararı dokunabilir' diyerek yazı veya sözleriyle nazarlık birer 'İngiliz nişanı' kapmaya çalışmışlardır.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.
Popüler Yayınlar
-
Yaldızlı Sözlerin Arkasındaki Çürüme Tarihin en trajik ironilerinden biri, çöküşe en yakın toplumların en çok “yücelik ”ten bahsetmesidir....
-
“İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne… İşte asıl cinayet bu.” — Maksim Gorki, Ana (1906) Ruhun ölümü, bir toplumun çöküşünün sessiz hab...
-
Platon, asırlar öncesinden bir uyarı bırakmıştı insanlığa: “Demokrasi, ancak erdemli ve eğitimli bir halkın omuzlarında yükselebilir; aksi t...
-
İçinde bulunduğumuz çağ, pek çok unvanla anıldı: teknoloji çağı, bilgi çağı, hız çağı… Ama eğer hakikatin kalemiyle yazılacak olursa, bu ça...
-
EK-5 Kararı: Hukuk ile Diplomasi Arasında EK-5 Listesi: Resmî Karar, Diplomatik Zamanlama ve Türkiye’nin Stratejik İkilemi ABD'den çok ...
-
İnsanlığın Sessiz Dengesine Dair İnsan… Kâinatın en gizemli aynası. Görünürde bir bedenden ibaret gibi dursa da derinlerde bir deniz taşır...
-
Bir İnsanlık EMAR’ı Üzerine Derin Bir Okuma İnsan, anlamın kıyısında doğar ama çoğu kez anlamın merkezine hiç ulaşamaz. Çünkü doğmakla yaş...
-
Merhum Ahmet Kaya, bir şarkısında “ Ne kadar kötü kokarsa o kadar iyi ” diyordu. Ne kadar manidar bir cümle… Bugün ülke olarak geldiğimiz ...
-
Suriye iç savaşı, yalnızca bölgesel güç dengelerini değiştiren bir çatışma olmakla kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke ...
-
İnsanlık, varlık sahnesine çıktığı andan itibaren hem kendini hem de kendini aşan bir kudreti anlamlandırma çabasıyla yüzleşmiştir. Bu çaba,...
Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK
Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.
Senin rabbin sana senden yakın.....
omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.
Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."
kelebek gibi hafif olun dünyada
Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla
çöllerden geçerek varılır havuzun başına!