Bir çağın sonuna tanıklık ediyoruz.
Köy meydanlarında oynanan sek sek oyunlarının yerini TikTok meydan okumaları aldı. Sobalı odada büyüklerle içilen demli çayların yerini, alışveriş merkezinde yudumlanan pahalı kahveler. Ninemizin dizinin dibinde dinlediğimiz hikâyelerin yerini, yabancı dizilerden kopyalanmış yapay kimlikler. Biz artık kendi medeniyetimizden değil, başkalarının yozlaşmasından beslenen bir “kimliksizliğin” içindeyiz.
Ve bu kimliksizlik en çok da çocuklarımızı yutuyor.
Çocukluk Erken Bitti, Ama Olgunluk Hiç Gelmedi
Eskiden çocuklar çocuktu. Erkekler bilye oynar, kızlar ip atlar, toprakta büyürdük. Göz göze bakmak bile mahcubiyetti. Şimdi 12 yaşında çocukların makyaj videoları, 14 yaşında kızların estetik planları, 15 yaşında erkeklerin “kız tavlama” teknikleri konuşuluyor. Ve biz buna sadece izleyici kalıyoruz.
Çünkü medya, internet ve sosyal ağlar, henüz karakteri oluşmamış genç dimağlara “çürümeyi” cazip bir hayat olarak sunuyor.
Ve ne acıdır ki; biz, evlatlarımızın içten içe çürüyüşünü süsleyip “özgürlük” diyoruz.
Ahlaki Kaosun Eşiğinde
Artık gençler ilişki yaşıyla değil, ilişkisizlikle alay konusu oluyor. “Henüz sevgilin yok mu?” sorusu, “Kitap mı okuyorsun, hâlâ mı bakirsin?” cümleleri birer hakaret cümlesi hâline geldi. Bekaret bir erdem değil, “aptallık” gibi sunuluyor. Zina normal, sadakat tuhaf; iffet gerilik, arsızlık marifet sayılıyor.
Sosyal medyada 14 yaşında bir çocuğun paylaştığı müstehcen içerikler, binlerce beğeni ve övgü alıyor. Ama aynı çocuk, namaz kılarken görüntülense, “ne gerici” diye aşağılanıyor.
Bu nasıl bir çelişki?
Yasalar Ahlakı Koruyamıyor
Yasal yaş sınırları, ahlaki çökmeyi engelleyemiyor. 18 yaş altına nikâh yasak, ama cinsellik “özgürlük” sayılıyor. Evliliğe “çocuk istismarı” deniyor, ama 15 yaşında sevgililik, övgüyle karşılanıyor. Bu bir akıl tutulması değil de nedir?
Kanun, nikâha karşı ama zinaya sessiz.
Medya, iffeti küçümsüyor ama şehveti kutsuyor.
Sistem, eğitimi dijitalleştiriyor ama değerleri buharlaştırıyor.
Toplumun gözü önünde gençlik ahlaki bir yangının ortasında yanıyor, ama itfaiye çağırmak bir "müdahale" sayılıyor.
Aile Kurumu-Dağılan Kale
Aile, toplumun kalesiydi. Artık kalmamış bir kale gibi ortada. Anne-baba kavramı, artık sadece biyolojik birer etiket. Çocuklar, anneleriyle arkadaş; babalarıyla mesafeli; dedeleriyle ise hiçbir bağ kurmadan büyüyor.
Eskiden evlenmek bir sorumluluktu, şimdi ise eğlenceyi kısıtlayan bir kelepçe gibi görülüyor. Boşanmalar artıyor çünkü evlilik “sevgiyle değil”, “eğlenceyle” başlatılıyor. İnsanlar artık ömürlük bağlar yerine, “deneysel birliktelikler” arıyor.
Evlilik, "aşk bitince bırakılacak bir oyun" hâline getirildi. Gençler "evliliği" değil, "eşya paylaşımını" konuşuyor.
Aile dağıldıysa, toplum çökmeye başlamış demektir.
Eğitim Var Ama Terbiye Yok
Modern eğitim, bilgi veriyor ama hikmetten uzak. Matematik öğretiyor ama merhamet öğretmiyor. Kod yazdırıyor ama kalemle mektup yazmayı unutturuyor. “Okulda değerler eğitimi var” diyorlar, ama çocuklar hâlâ ağzından küfrü eksik etmiyor.
Çünkü eğitim sistemimiz ahlaksızlığa karşı donanımsız.
Çocuklarımıza geleceği planlatıyoruz, ama insan olmayı unutturuyoruz.
Şiir ezberletiyoruz ama saygıyı, sadakati, vefayı anlatmıyoruz. Bilgi arttıkça, vicdan azalıyor. Sertifika büyüyor, ruh küçülüyor.
Medya, Sessiz Yıkımın En Büyük Sorumlusu
Bugün bir televizyon dizisinin en fazla izlenen sahneleri; yasak ilişkiler, ihanetler, şehvet dolu bakışlar. "Sapkınlık" ekranlarda "romantizm" gibi süsleniyor. Diziler aileleri değil, fantezileri teşvik ediyor.
Sosyal medya, gençliğe başka bir hayat biçiyor. Gerçek değil, sanal ilişkiler kurduruyor. Gençler yüz yüze bakamıyor ama saatlerce ekran başında "tanımadığı" biriyle flört ediyor.
Bu medya düzeni, iffeti ayıplıyor; ahlaksızlığı alkışlıyor. Artık çocuklarımızın rol modelleri “öğretmenler” değil, “influencerlar”.
Peki biz ne yapıyoruz?
Peki, Çözüm Nerede?
Yıkılan bu değerler sistemini ayağa kaldırmak için tek tek her fert bir harç taşımalı.
Her anne-baba:
-
Evladının ekran süresini değil, kalp süresini ölçmeli.
-
Onlara giydirilen kıyafetten çok, aşılanan ruhu önemsemeli.
-
“El âlem ne der?” diye değil, “Allah ne der?” diye düşünmeli.
Her öğretmen:
-
Sadece müfredatı değil, merhameti de anlatmalı.
-
Ahlakı, vatanı, emaneti birer ders konusu yapmalı.
-
Çocuklara sadece zihin değil, karakter kazandırmalı.
Her kanaat önderi:
-
Çocukların genç yaşta zina batağına sürüklenmesine karşı çıkmalı.
-
Nikâhı küçümsememeli, evliliği teşvik etmeli.
-
Gençlere ahlaki yönlendirmeler yapmalı, "önleyici rehberlik" sunmalı.
Her devlet yetkilisi:
-
Sosyal medya içeriklerine karşı koruyucu filtreler uygulamalı.
-
Cinsel içerikli yayınlara yaş kısıtlaması değil, “manevi tedbir” getirmeli.
-
Değerler eğitimi sadece müfredatta değil, fiilen hayata geçirilmelidir.
Ahlak, Modern Çağda Tekrar Diriltilebilir mi?
Zor ama imkânsız değil.
Çünkü hâlâ yüzü secdede çocuklar var. Hâlâ annesinin elini öperken gözleri dolan gençler. Hâlâ giydiği kıyafetle değil, taşıdığı iffetle değerli olduğunu bilen kızlar. Hâlâ gözünü haramdan koruyan erkekler. Hâlâ ağlamayı utanılacak değil, bir erdem bilen kalpler var.
Ve bu kalpler, birbirini buldukça bir toplum yeniden inşa edilebilir.
Uyanmak tek çaremiz....
Toplumun çöküşü sessiz başlar. Önce çocukların oyunları değişir. Sonra kahkahalar azalır. Sonra aile sofraları eksilir. Sonra gözler yere değil, ekrana bakar. Sonra kalpler hissizleşir, kelimeler ruhsuzlaşır. Ve en sonunda, insanlar evlerde değil; yalnızlıklarında yaşar.
Bugün hâlâ umut var. Hâlâ “ben bu gidişi değiştirebilirim” diyen yürekler var. O hâlde;
Çünkü bir milletin gerçek gücü, tankında, topunda değil; terbiyesinde ve ahlakındadır.
Erol Kekeçç/13.07.2025/Sancaktepe/İST