Ey dostlar,
Bugün sizlerle önemli bir meseleyi sorgulamak ve birlikte hakikatin peşinde bir yolculuğa çıkmak istiyorum. Başlangıç noktalarımız, şu ayet olsun: “Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.” (Mümtahine Suresi:5)
Bu ayet, derin bir dua ve teslimiyet ifadesidir. Allah’a, adaleti sağlaması ve bizleri zulümden koruması için yalvaran bir niyazdır. Ancak, bugün bu duanın ışığında ülkemizdeki durumu değerlendirdiğimizde, ne kadar uzaklaştığımızı, özellikle dindar olduğunu söyleyen bazı kişilerin özlerinden kopuşunu, yaşamlarındaki çelişkileri görmek üzücü oluyor.
Dindarın Sorumluluğu ve Yaşamlarındaki Çelişkiler
Dindar olmak, salt bir inanç beyanından ibaret değildir. Dindarlık, bir yaşam tarzı, bir ahlak standardı ve toplumsal bir sorumluluktur. Ancak, bugün kendisini “dindar” olarak tanımlayan bazı bireylerin rüşvete, yolsuzluğa, adam kayırmaya bulaşmış ya da adaleti göz ardı etmiş yaşamları, dışarıdan bakanlar için çelişkiler yumağı haline geliyor.
Bir dükkan sahibi, ticaretinde kul hakkına dikkat etmezken, vitrinine “Allah bereket versin” yazabilir. Kamu görevlisi, liyakatsiz atamalara imza atarken, cuma namazlarından geri kalmaz. Bir siyasetçi, topluma adalet vaat ederken, aile bireylerini devletin önemli pozisyonlarına yerleştirir. Bu yaşamların ortak noktası, dindarlığın bir maske olarak kullanılması ve dinin özü olan adalet, ahlak ve şeffaflıktan uzaklaşılmış olmasıdır.
Dinden Uzaklaşmanın Sebebi-Hakikati Örtenler
Bu çelişkiler, hakikati örten bir perdeye dönüşüyor. Dindarın bu yaşam tarzı, dine eleştirel yaklaşan insanlar için bir gerekçe haline geliyor. “Eğer din bu ise, ben uzaktayım” diyenleri duyuyoruz. Burada, hakikati örten kişilerin ve şeylerin fitneye sebep olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz.
Unutmayalım ki, fitne sadece şiddet ve ayrışma ile ortaya çıkmaz. Fitne, hakikati örten, adaleti ve ahlakı bulandıran, ışığı karartan her şeydir. Ve dindarın yaşam tarzı bu çelişkilerle doluyken, insanlar dinden uzaklaşıyor, bir toplumsal yozlaşma sarmalına giriyoruz.
Yaşamdan Örnekler
İş hayatından bir örnekle başlayalım. Bir fabrika işletmecisi, çalışanlarına maaşlarını eksik öder, sigorta primlerini yatırmaz. Ancak kurban bayramında 10 koyun kesip fakirlere dağıtır. Peki, bu gerçekten dindarlık mı? Kul hakkını ihlal eden biri, kurban keserek bu hakkın sorumluluğundan kurtulabilir mi?
Eğitimden bir başka örnek. Bir okul müdürü, kendi yakınını liyakatsiz bir pozisyona atar. Bu atama, daha yetenekli ve hak eden bir öğrencinin önünü keser. Bu müdürün dini vecibeleri yerine getirmesi, bu adaletsizliği ortadan kaldırır mı? Elbette hayır.
Siyasetten bir örnek alalım. Bir lider, halkına adalet ve kalkınma vaat eder, ancak ailesini, dostlarını ve sadakat gösterenleri kritik pozisyonlara getirir. Halkın emeğiyle oluşan devlet kaynakları, belirli bir zümrenin zenginliğine dönüşür. Bu durum, dine ve liderin dindarlığına dair soru işaretleri oluşturur.
Dinin Doğru Anlaşılması
Din, adalet ve ahlak öğreten bir öz taşır. Kur’an, insanı haksızlıktan, zulümden, şaibeden uzak tutmaya davet eder. Ancak, bugün özellikle dindar görünmek isteyen bazı bireylerin bu mesajdan ne kadar uzak olduğunu görüyoruz.
Doğru bir dindar yaşamını nasıl sürdürür? Şöyle bir tablo çizelim:
Adalet: Kendi aleyhine bile olsa, her zaman doğruyu savunur.
Liyakat: Bir işi, en iyisi yapabilecek olana verir.
Şeffaflık: Her işlemini, topluma karşı hesap verebilir şekilde yürütür.
Kul Hakkı: İnsanların hakkına gölge düşürecek her türlü davranıştan kaçınır.
Umuda Çağrı
Bu yazıyı sadece bir eleştiriden ibaret bırakmak istemem. Toplum olarak öz eleştiride bulunma zamanı gelmiştir. Dindarlar, inandıkları dini değerlere uygun bir yaşam sürmekle yükümlüdür. Ancak bu çaba, bireysel bir dönüşümle başlayabilir.
Hakikati örtenlerin perdesini kaldırmanın vakti geldi. Adaleti, ahlakı ve liyakatin ışığında bir gelecek inşa edebiliriz. Bunun yolu, dinin özünü anlamaktan ve yaşamımıza bu özü yansıtmaktan geçiyor.
Şu ayeti hatırlayarak bitirelim: “Ey inananlar! Adaleti ayakta tutanlar ve Allah için şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adil olun, bu Allah’a daha yakındır. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide Suresi:8)
Bu mesajı doğru anlayıp yaşamlarımızı ışıklandıralım ki hakikati örtenler, bizim vicdanımızı bulandıramasın.
Erol Kekeç/10.12.2024/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder