Beni tanıyanlar, yüzeyde sade görünen ama derinlerde karmaşık olan ruhumu bilirler. Hayat yolculuğum, basit hedeflerin peşinde koşmaktan ibaret değil, aksine, toplumun içine düştüğü çöküşü düzeltme arzusuyla yanan bir ateşin peşinde koşuyorum. Herkesin göz ardı ettiği, görmezden geldiği ya da kabullenmeye razı olduğu adaletsizlikleri, çürümüşlüğü ve yozlaşmayı görmek benim için bir lanet değil, bilakis, bir sorumluluk. Babamın bana öğrettiği değerler—hak etmediğim yere oturmamak, hakkımı teslim etmeden asla kalkmamak—hayatımın mihenk taşları oldu.
Bu hayatta, bana biçilen rollerin dışına çıkmayı, zor olanı tercih etmeyi seçtim. Sorumluluğum, sadece kendi vicdanımla sınırlı değil; toplumun dönüşümüne, geleceğin inşasına katkıda bulunmak. Bu dünya, herkesin yolcu olduğu, geçici bir konaklama yeri olabilir, ama ben burada kalıcı izler bırakmayı hedefliyorum. Adaleti yeniden tesis etmek, insani değerleri hatırlatmak ve insanları ruhsal bir uyanışa çağırmak; bu, benim manifesto’m.
Toplumun ruhsal uyanışı, bireyin ahlaki duruşuyla başlar. Namaz, benim için sadece bir ritüel değil; bireyi yücelten, ruhu disipline eden, içsel bir uyanışın sembolüdür. Toplumun her bir bireyinin içsel barışa ulaşması, geniş ölçekte ahlaki ve toplumsal bir devrimin temelidir. Bu yüzdendir ki, namaz gibi kavramların yozlaşmış şekillerde değil, özüne uygun biçimde yaşanmasını istiyorum. Ruhunu kaybeden toplumlar, maddi dünyaya yenik düşerler. Benim mücadelem, toplumun materyalist tuzaklardan kurtulup, manevi değerleri hatırlaması üzerinedir.
Sadece ahlak ve maneviyat değil; bir toplumun ayakta kalabilmesi için adalet, liyakat, ve dürüstlük de şarttır. Yönetici sınıfının ve karar alıcılarının, toplumun çıkarlarını düşünmeden, kendi cebini doldurmayı amaçladığı bir dünyada, benim mücadelem adaletsizliğe karşıdır. Kendi emeğimle, alın terimle, hak ettiğim yere varmayı öğrendim ve bu düsturu başkalarına da öğretmeye çalışıyorum. Beni ben yapan, adalete olan inancım ve bu inancın toplumun her bir ferdinde yeşermesini istememdir.
Savurganlıktan sürdürülebilirliğe olan yolculuğum da bu ideallerin bir parçası. İnsanların tüketim çılgınlığına kapılıp, ruhlarını boşaltmaları karşısında durmak istiyorum. Toplumun her kesimine, insanlık onurunu, sade ve anlamlı bir yaşamın değerini hatırlatmak benim için bir görevdir. Bu dünya geçici, ama bıraktığımız miras kalıcı olacak. Bu yüzden, insanlara sadece bugünü değil, yarını düşünmeyi öğretmek istiyorum. Herkesin tüketime, israfa yöneldiği bir dünyada, benim duruşum sürdürülebilirliktir, sadece çevresel değil, ruhsal ve toplumsal anlamda da.
Teknolojinin insanın hizmetinde olması gerektiğini savunuyorum, insanın hizmetinde değilse o teknoloji yıkım getirir. Dijitalleşme ile insanlığın izolasyonu arasındaki ince çizgi beni endişelendiriyor. Herkes bağlantıda, ama kimse birbirine gerçekten yakın değil. Benim vizyonum, teknolojiyi insanı insandan koparan değil, insanı insana yaklaştıran bir araç olarak kullanmak. Bilimin sınırlarını zorlamak güzel, ama her şeyin bir sınırı var ve bu sınır, insanın onuru, manevi değerleri ve ruhsal sağlığıdır.
Kendimi toplum için bir ayna olarak görüyorum. Bir lider gibi değil, bir hatırlatıcı, bir yol gösterici. Bu dünya yalan olabilir, ama insanın kalbinde taşıdığı doğrular baki kalır. Öyle bir gün gelecek ki, herkes yaptıklarının hesabını verecek. İşte ben, o gün yüreği huzurlu, vicdanı rahat olanlardan olmak istiyorum. Benim mücadelem, dünya nimetlerinin peşinden değil, insan onurunun ve hakikatin peşinden gitmektir.
Benim manifesto’m, insan olmanın erdemine, adaletin kudretine, maneviyatın derinliğine ve toplumsal dönüşümün gücüne olan sarsılmaz inancımı yansıtır. Yolculuğum, bu inançların ışığında; adaletsizlikle, yozlaşmayla, haksızlıkla savaşarak sürecek. Bu dünya geçici olabilir, ama benim hedefim, kalıcı iyiliği tesis etmektir.
Bahadır Hataylı/Ekim-2024