Bu Blogda Ara

10 Ağustos 2008 Pazar

YASAK 12 SAYFANIN TAŞIDIKLARI

Susurluk Raporu’nun “Devlet sırrı” olduğu gerekçesiyle gizlenen bölümleri ortaya çıktı. Susurluk raporunun sansürlü 12 sayfalık bölümü Ergenekon iddianamesi eklerinde yer aldı. Raporda Azerbaycan’da darbe hazırlamaktan devletin işlediği cinayetlere kadar pekçok yasadışı eylemde bürokrat, polis, asker, itirafçı ortaklığı belgelendi. Rapordan: “Behcet Cantürk’ü polis öldürdü, pekçok Kürt asıllı kişi infaz edildi, cezalandırılmaları doğruydu. Ama bazı cinayetlerin etkisi yanlış hesaplandı...” “Abdullah Çatlı’yı ASALA’ya karşı Kenan Evren’in izni ile MİT adına Hiram Abas görevlendirdi, dönüşte Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından korundu.” “Veli Küçük’le birlikte JİTEM itirafçıları kullandı, grup komutanı yaptı. Üstten gelen emirle infazlar yapıldı. Bunlar daha sonra şahsi cinayetler işledi”

Ergenekon iddianamesinin eklerinde bulunan belgeler Türkiye’nin yakın tarihinde yaşanan pek çok karanlık olayın ayrıntılarını gün ışığına çıkarıyor. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın talimatıyla Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş tarafından hazırlanan Susurluk Raporu’nun devlet sırrı olduğu gerekçesiyle yayımlanmayan 12 sayfalık bölümü de iddianamede yer alıyor.
Rapor 22 Ocak 1997’de Mesut Yılmaz’a sunulmuş ve Yılmaz’ın da katıldığı bir televizyon programında halka açıklanmıştı. Toplam 124 sayfa olan raporun 68, 69, 70, 71, 75, 77, 78, 79, 80, 99, 103 ve 104’üncü sayfaları “devlet sırrı olduğu nedeniyle açıklanmamıştır” gerekçesiyle sansüre uğramıştı.
Söz konusu sayfalarda Mehmet Ali Yaprak’ın kaçırılması olayı ve Yaprak ve Hidayet aileleri arasındaki uyuşturucu bağlantıları, Azerbaycan’da Haydar Aliyev’e yönelik darbe planları, Behcet Cantürk hakkında istihbari bilgiler, Hiram Abbas tarafından görevlendirilen Abdullah Çatlı önderliğindeki grubun, dönemin cumhurbaşkanlığı bünyesinde yürütülen operasyon dahilinde yurt dışındaki Ermenilere yönelik saldırıları, Şekerbank menşeli bürokratlar hakkında bir şema ve Özel Harp Daire’si üzerine hazırlanmış bir rapor bulunmakta.
Devlet sırrı olduğu gerekçesiyle bugüne değin saklı kalan söz konusu 12 sayfayı okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz.

68-69. SAYFA
YAPRAK BÖYLE KAÇIRILDI • Susurluk raporunun devlet sırrı olduğu gerekçesiyle gizli tutulan 68 ve 69. sayfalarında Mehmet Ali Yaprak’ın kaçırılma olayıyla ilgili önemli bilgiler yer alıyor. Rapora göre Ömer Lütfi Topal ve Gaziantep’te kaçırılan Mehmet Ali Yaprak olayı arasında bağlantı var. M. A. Yaprak’ın çok güçlü bir çete reisi olduğu, seçimlerden evvel Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin’e para verdiği, bunun üzerine Abdullah Çatlı’nın aralarında Ercan ve Ayhan isimli polis memurlarının da bulunduğu bir ekibe Yaprak’ı kaçırttığı ve serbest bırakma karşılığında 10 milyon mark alındığı yazılıyor. Kaçırma olayı ile ilgili soruşturmanın üst düzey bir devlet görevlisi tarafından örtbas edildiğinin de iddia edildiği raporda, Topal ve Yaprak’ın Sedat Bucak’ın kontrolündeki bölgeye kaçırılmasının dikkat çekici olduğu belirtiliyor. Yaprak ve Hidayet ailelerinin yönetim ve faaliyet şemasının da bulunduğu sayfalarda, her iki ailenin uyuşturucu üretim ve dağıtım faaliyetleri, PKK’ya maddi yardım ve yurt dışındaki örgütlerle bağlantılardaki kesişim noktalarına dikkat çekiliyor. 69. sayfada, sistemin MİT ve Emniyet’teki bilgilere rağmen devam ettiği ve Yaprak’ın serbest bırakılması karşılığında Hidayet Turizm’den alınan paranın bir kısmının gizlenmesi nedeniyle İstanbul ve Ankara gruplarının arasının açıldığı şu şekilde anlatılıyor: Sistem; MİT’teki ve Emniyetteki bilgilere rağmen çalışmaya devam etmektedir. Kaçakçıların Devletten güçlü olamayacağı gerçeği karşısında, Devletin elinin kolunun nasıl bağlandığı araştırılmalı, soruşturulmalıdır. Mehmet Ali YAPRAK olayının Ankara ve İstanbul guruplarının arasının açılmasında bir dönüm noktası olduğu iddiasına yer verilmişti. Bu anlaşmazlık 1996 yılında gurupların birbirinden uzaklaşmasına yol açmış veya yeni gelişmeler gurupların eski kordineli çalışmalarını zaten ortadan kaldırmıştır. Doksan altı yılı ÇATLI’nın üzerindeki koruyucu örtünün incelmeye başladığı, OHAL Bölgesindeki başıboşluğun da kontrole alınmaya çalışıldığı, keza Ömer Lütfü TOPAL’ın tedirginliğinin arttığı bir dönemdir. Mehmet AĞAR’ın Milletvekili seçilmesi, daha aylar öncesinde bu hususun biliniyor olması, ne kadar nüfuz sahibi olursa olsun Vatan-Millet için yapılan işlerin koordinasyonunun zedelenmesine yol açmıştır. Topal’ın öldürüldüğü dönem de işte bu oluşuma rastlamıştır.

70-71. SAYFA
AZERBAYCAN’DA DARBE • Emniyet Genel Müdürlüğü yurtdışına açılırken, MİT eski elemanı olup, Türkiye’ye dönen Abdullah ÇATLI’yı ele almış ve dış operasyonlar için istihdam etmiştir...
MİT’in Azerbaycan’daki Darbe Girişimi başlıklı not’u uzun olduğu için Ek: (8) olarak sunulmuştur.
Bu not’un tetkikinden görüleceği üzere ve özetle darbe; “Azerbaycan’ın karışıklığından kaynaklanmış, Ayvaz GOKDEMİR’in zımni desteği sağlanarak, Acar OKAN, Kamil YÜCEOKAL’ın Türkiye’den katkısı ile Azerbaycan eski Cumhurbaşkanı Ayaz Muttalibov, eski Başbakan Suret Hüseyinov ve Omon birlikleri kumandanı Ruşen Cevadov ve Elçibey’in iştirakiyle yapılacak ihtilâl, Azerbaycan’daki Türk görevlilerinden MİT Bakü temsilcisi Ertuğrul GÜVEN’in, TİKA görevlisi Ferman DEMİRKOL’un ve Din Hizmetleri Müşaviri Abdülkadir SEZGİN’in ihmali, kusuru veya tertibi ile oluşmuştur. MİT ise 10 Mart 1995 de gelişmeleri haber almış, Sn. Cumhurbaşkanı vasıtasıyla Haydar ALİYEV’i ikaz etmiştir...”
Ferman Demirkol’un kime bağlı olduğu sualimize cevaben Sn.Müsteşar adı geçenin MİT elemanı olduğunu teyit etmiştir...
Özel harekât mensuplarının Azerbaycan’ın muhtelif bölgelerinde gruplara eğitim verdiğini... yeni yönetimde görev alacak kişileri tartışıp bir liste oluşturulduğunu, Demirkol’un da Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacağını, kendilerine göre her şeyi belirlediklerini fakat darbe tarihi yaklaştığında vaziyetin vehametini fark ettiklerini ve Cumhurbaşkanımızı devreye sokup sözde Aliyev’i ikaz edip işin içinden sıyrılmaya çalıştıklarını, gerçekte ise ALİYEV’in her şeyin farkında olduğunu, CEVADOV’un çok yakındakilerin KGB’nin eski mensupları ve ALİYEV’in adamı olduğu, olayların ALİYEV’in bilgisi ve izni ile kendi lehine olacak şekilde yönlendirilmiş bulunduğunu, MİT ve Türkiye açısından acı bir “komedi” biçiminde cereyan ettiğini açıklamamız üzerine Sn. Sönmez Köksal sadece “komedi” itirazında bulunmuştur.
Açıkça ortaya çıkmıştır ki; Türkiye dost bir ülkede ihtilal yapmaya teşebbüs etmiştir. Bakü’deki politikayı Dışişleri ve Büyükelçi yürütmektedir. MİT’in bu doğrultunun dışına çıktığı bellidir. Başbakanlık Müsteşarı’nın Bakü’ye yollanması olayın siyasi iradenin desteğiyle ve gizlice yürütüldüğünü göstermektedir.

75-77-78. SAYFA
İNFAZIN ADI “GRUP ÇALIŞMASI” • Kim olduğu ve ne yaptığı aşikar olmasına rağmen devlet, Behcet Cantürk’le başedememiştir. Yasal yollar yetmemiş neticede “Özgür Gündem gazetesi plastik patlayıcılarla havava uçurulmuş, Cantürk’ün devlete biat etmesi beklenirken adı geçenin yeni bir tesis kurmak üzere harekete geçmesi üzerine, Türk Emniyet Teşkilatı tarafından öldürülmesi kararlaştırılmış ve karar infaz edilmiştir.
Cantürk’ün öldürülmesinin doğruluğu yanlışlığı veya gerekli olup olmadığı tartışmasına girilmemiştir: Ancak zaruri bazı sualleri sormak gerekir. Sistem nasıl çalışmalı sorumluluk nasıl paylaşılmalıdır? “Hukuk devletinde bu suallerin yeri olamaz” itirazı da kanaatimizce geçerli değildir ve realiteye uygun düşmez.
Hafız Akdemir... Yahya Orhan... Mecit AKGÜN... Burhan KARADENİZ... Halit GÜNGEN... İzzet KESER... Cengiz ALTUN... Çetin ABABAY... Bunların tamamı OHAL Bölgesinde falili meçhul cinayetler sonucu ölmüşlerdir.
İtirafçılardan ve haraç paylaşımındaki silahlı eyleminden mahkum İbrahim BABAT’ın ifadesinin bir bölümü örnek ve ibretle okunmaya değer bir belge olarak yorumsuz aşağıda sunulmaktadır:
“1990 yılında... Asayiş bölge komutanlığına HİKMET KÖKSAL paşa... JİTEM’in başına da Veli KÜÇÜK paşa getirilmişti (o zaman albaydı)...Yakalanıp serbest bırakılan bazı itirafçı asker kimliğiyle JİTEM grup komutanlığına alınmışlardı... JİTEM’de bu itirafçıların sevk ve idareleri için bana görev çağırısı yapıldı, önce kabul etmedim daha sonra Hikmet Köksal Paşa araya girince bazı kaygılarım olmasına rağmen paşaya güvenerek Diyarbakır’a gittim... Diyarbakır ve çevresinde PKK ile ilişkili olduğundan şüphelendiğimiz hemen-herkesi infaz etme yetkimiz vardı. Bu insanları yakalayıp... faili meçhul bir şekilde öldürmeyi yöntem olarak benimsemiştik. Bizden istenen buydu bu tarzda talimat alıyorduk... eski itirafçılardan Ali OZANSOY, Hüseyin TİLKİ, Abdulkadir AYGAN, Hayrettin TOKA, Recep TİPİZ, Adil TİMURTAŞ ve eski tikkocu Fatih adındaki kişiler vardı. Antalyada örgüt tarafından öldürülen Kuman kod (Salahattin GÖRGÜLÜ) grubumuzun istihbaratçısıydı: Örgütle ilişkilidir tarzında getirdiği kişilerin hepsini infaz ettik. Bismil’de benzinci Talat’ı, Diyarbakır-Bismil yol kavşağında bir vatandaşı, Batman’da iki kişiyi, Hazro’da bir vatandaşı infaz ettik. Bu çalışma 5 ay sürdü. Salahattin GÖRGÜLÜ’nün istihbaratı doğrultusunda bir şahsı Celil kod Aytekin ÖZEL binbaşıyla Abdulkadir AYGAN birlikte infaz ettiler.”

79-80. SAYFA
ÇATLI’YA GÖREV BÖYLE VERİLDİ • MİT’in ÇATLI hakkındaki bir buçuk sayfalık yazısı aynen takdim edilmektedir: “ASALA’ya yönelik uygulamaya konulan çalışmalar çerçevesinde 22 EKİM 1983 tarihinde Fransa/Paris’te temasa geçilmiştir. Kabul etmesi üzerine göreve sevk edilmiştir. Ermeni hedeflere yönelik olarak planlanan;

• 05 (06) ARALIK 1983 - Fransa/Paris, Ara TORANYAN’ın otosuna ikinci bombanın konulması,

• 17 MART 1984 - Fransa/Marsilya, Ermeni Gençlik Örgütü binasının bombalanması,

• 01 MAYIS 1984 - Fransa/Paris, Henri PAPAZYAN’ın otosuna bomba konulması (bomba patlamadı),

• 04 MAYIS 1984 - Fransa/Alfortville Ermeni Anıtı, Ermeni Anıtı, Ermeni Gençlik Örgütü binası, spor salonu, karakol ile itfaiye aracının bombalanması,

• 24 HAZİRAN 1984 - Fransa/Paris, Ermeni Gençlik Yurdu’nun bombalanması, eylemlerini bir ekip olarak çalıştığı şahıslarla beraber gerçekleştirmiştir.

• 24 EKİM 1984 - tarihinde Fransa/Paris’te uyuşturucu ticareti nedeniyle yakalanarak tutuklanmasından dolayı tarafımızla irtibatı kesilmiştir... Söz konusu eylemler Abdullah ÇATLI ve grubunun yanı sıra bu grupla herhangi bir organik bağı bulunmayan çeşitli gruplarla gerçekleştirilmiştir.

• EYLEM LİSTESİ:
1 • 14 KASIM 1982 - Hollanda/Utrecht, Nubar YALIMYAN’ın öldürülmesi.

2 • 22 MART 1983 - Fransa/Paris, Ara TORANYAN’ın otosuna bomba konulması (bomba patlamadı).

3 • 03 TEMMUZ 1983 - Fransa/Paris, Ara TORANYAN’ın babasının emlak dükkanına bomba konulması (bomba patlamadı), Ermeni Kitabevi’nin bombalanması.

4 • 07 TEMMUZ 1983 - Hollanda /Hengelo Suriz, Ermeni Kahvesi’nin taranması.

5 • 08 TEMMUZ 1983 - Hollanda Enschede, Ermeni Gençlik Örgütü lojmanlarının kundaklanması.

6 • 27 TEMMUZ 1983 - Fransa/Alfortville, Ermeni Kültürevi ve ASALA’nın basın bürosunun bombalanması.

7 • 28 TEMMUZ 1983 - Fransa/Paris, Ermeni Kültürevi, Radyœvi ve basın bürosunun bombalanması.

8 • 06 ARALIK 1983 - Fransa/Paris, Ara TORANYAN’ın otosuna ikinci bombanın konulması.

9 • 17 MART 1984 - Fransa/Marsilya, Ermeni Gençlik örgütü binasının bombalanması.

10 • 01 MAYIS 1984 - Fransa/Paris, Henry PAPAZYAN’ın otosuna bomba konulması (bomba patlamadı).

98-99. SAYFA
HEPSİ BANKA BANKA GEZDİ • Şekerbank menşeili bir grup bürokrat 1992 ve sonrasında kamu bankalarında yönetici olarak çalışmışlardır. Bu grup 1992-1996 döneminde bir aile Holdinginde görülebilecek bir şekilde Bankadan bankaya dolaştırılmışlardır.

103-104. SAYFA
JİTEM KATİLLERİ İSTİHDAM ETTİ • Hulusi Sayın Paşa’nın Kurmaybaşkanlığı döneminde JİTEM geliştirilmiştir. PKK’nın 80’li yıllarda yarattığı silahlı mücadele ortamı Jandarma İstihbaratının kaynağı olmuştur... JİTEM’e alınan itirafçılar ve mahalli unsurlar zaman içinde başıboş ve serbest kalınca, başlı başına bir büyük problemin kaynağını oluşturmuşlardır... İstihbaratta çalışanlar da askeri hiyerarşinin dışında kalmışlardır. Binbaşı Cem ERSEVER, daha yüksek rütbelilerin bulunduğu bir ortamda müstakilen hareket edebilmiştir... Alaattin KANAT bu guruptan tanınmış bir itirafçıdır. En meşhuru ise zalimliği ve öldürdüğü insan sayısının fazlalığı ile tanınan Mahmut YILDIRIM-YEŞİL’dir. YEŞİL Şafii Kürttür. Bu grup, Alevi Kürtleri en büyük hasım olarak görür ve kabul eder. Bu hava YEŞİL’i Alevi Kürtlere karşı sadece menfaat, haraç vs. kaygılarıyla değil dini motif etkisinde aşırılıklara yöneltmiştir.
Jandarma İstihbaratı’nda çalışan personel, subay ve astsubaylar Güneydoğu’dan dönmelerinden sonra görevlendirildikleri batı bölgelerinde eski elemanlarla guruplaşmak, emekli olduktan sonra da ilişkileri sürdürme alışkanlığı içinde olmuşlardır. (17)
Dikkati çeken husus, Güneydoğu’da savaşan değil özellikle istihbarat yapan unsurların, öğrendiklerini daha sonraki yıllarda ve yaşantılarında kullanıyor olmalarıdır. (18)

17 • Bodrum Gümbet’te Sun Clup Hotel’in sahibi Ahmet Nedim BAŞMISIRLI ile arkadaşı Vasfı Ahmet KÖSEOĞLU arasındaki ihtilaf, Jandarma Subay ve Astsubayları ile itirafçı ve mafya arasında çözümlenmiş, alınan çekler tahsil edilmiştir. Çıkan ihtilafta itirafçı İbrahim BABAT arkadaşlarını vurmuştur. İbrahim BABAT Başbakanlık Teftiş Kurulu’na başvurmuş ve 7 yıl ile kurtulacağının kendisine garanti edildiğini, ancak 17 yıla mahkum olunca konuşmaya karar verdiğini anlatmıştır.

18 • Alaattin KANAT Polise verdiği ifadede (26.08.1994) “Geçmiş yaşantımdan tanıdığım ve kendilerinin eroin kaçakçılığı işlerine bulaştıklarını bildiğim Abdülkadir AKBIYIK ve Senar ER isimli Güneydoğu kökenli kişilerden onları korkutarak para sızdırmayı düşündüm. Eroin kaçakçısı olarak tanınan ünlü kişilerden (öldürülen) Behçet CANTÜRK, Savaş BULDAN gibi kişilerin de isimlerini vererek korkutabileceğimi düşünerek teşebbüse geçtim.” “Müştekiye ettiğim telefonlarda başka isim kullanmam ve kendimi kontrgerilla olarak tanıtmam tamamen onları korkutabilmeye matuftur” demiştir.




Yorumlar

GÜNDEMDE NELER OLUR!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Gündem

Ergenekon ve PKK ortak çalıştı

Katılımcı Demokrasi Partisi Genel Başkanı Şerafettin Elçi
Katılımcı Demokrasi Partisi (KADEP) Genel Başkanı Şerafettin Elçi, Ergenekon'u 'toplumun her tarafını saran ahtapot'a benzetti.

Bu örgütün faaliyetlerinden en fazla Doğu ve Güneydoğu'da yaşayanların zarar gördüğüne dikkat çekerken, bölgede 40 bin civarında insanın hayatını kaybettiğini, 10 binin üzerinde köyün boşaltıldığını, milyonlarca insanın yerinden edildiğini hatırlattı. Ergenekon iddianamesinde yer alan PKK-Hizbullah-Ergenekon ilişkisinin daha önce bilindiğini ifade eden Kürt asıllı siyasetçi, ancak bugüne kadar söz konusu gerçeğin bu ölçüde delillendirilemediğini vurguladı. Ortaya çıkan bilgilerin Kürtlerin derin bir komplo ile karşı karşıya bulunduğunu gösterdiğini belirten Elçi, Ergenekon ve PKK'nın anlaşarak-uzlaşarak 'kendi çıkarları adına' iş yaptığını söyledi. Kürt sorununun çözümünün her iki örgütün de işine gelmeyeceğinin altını çizen KADEP Genel Başkanı, "Terör yüzünden harcanan para bölgenin ekonomik kalkınmasına, eğitimine, sosyal gelişmesine gitseydi bugün bu mesele olmayacaktı." dedi.
Ergenekon'un geçmişinin İttihat ve Terakki'ye dayandığına işaret eden KADEP Başkanı Şerafettin Elçi, örgütün varlığının ilk kez Kıbrıs Barış Harekâtı'nda dönemin Başbakanı Bülent Ecevit tarafından fark edildiğini söyledi. Kendisinin de o dönemde Meclis'te olduğunu anlatan Elçi, sözlerini şöyle sürdürdü: "Batı'da Gladyo, bizde ise Özel Harp Dairesi olarak geçiyordu. Çünkü Türkiye'de 1960'lı yıllarda Kontrterör örgütlenmesine gidildi. Bu, askerin içinde ama tamamen asker olmayan, sivil uzantıları olan bir yapı. Örgüt tamamen devletin kontrolü dışındaydı. İlk zamanlarda ödenekleri tamamen ABD tarafından yapılıyordu. Sonunda 1974'te Kıbrıs meselesinde ödemeleri kesince fark etti Ecevit. Ama üzerine kimse gitmedi ya da gidemedi."

Elçi'nin verdiği bilgilere göre, söz konusu illegal yapı, zamanla pervasızca hareket etmeye başladı. Üzerine gidilmemesi sebebiyle kirli amaçları için her yolu mubah gördü. Ülkede çatışma çıkarmak, laik-anti laik kutuplaşmasını tırmandırmak için suikastlar düzenledi. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu öldürüldü. Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bombaların Ergenekon'un işi nereye götürdüğünün delili olduğunu kaydeden Şerafettin Elçi, Şemdinli'de meydana gelen olayın da bunların güpegündüz cinayet işleyebileceğini gösterdiğini söyledi.

Kürt sorununun çözülmesi işlerine gelmez

KADEP Başkanı, Ergenekon'un PKK, DHKP-C, Hizbullah gibi örgütlerin içine sızdığının belgelerle ispatlandığını anlatıyor. PKK ile ilişkilerin Doğu Perinçek üzerinden sağlandığını daha önce de bildiklerini söyleyen Elçi, şu ifadeleri kullanıyor: "Perinçek, Öcalan'ın canciğer arkadaşı. Çoğu yerde akıl hocasıydı. Bunu da gizli yapmıyordu. Sık sık Bekaa'ya gitti, geldi. Ciddi ilişkiler Perinçek üzerinden sağlanmıştır. Öcalan, bizzat yakalanmadan önce PKK'nın yayın organlarında defalarca çok açık bir şekilde baştan itibaren devletle dirsek temasında olduğunu beyan etmiştir. Örgütten ayrılanların kitapları, makaleleri yayımlandı bu yönde. Bunlar da 'devlet bizim içimizde' diyorlar."

En büyük zararı bölge halkı gördü

Şerafettin Elçi, PKK'nın 1970'li yıllarda Kürt siyaset bilincini kırmak için silahlı çatışma ortamı oluşturduğunu savunuyor. Elçi'ye göre, PKK dışındaki herkes, Kürt sorununun demokratik, barışçıl ve diyalog yoluyla çözülmesini istiyor. Kürt sorununun çözülmesi halinde Ergenekon, PKK ve Hizbullah gibi örgütlere gerek kalmayacağının altını çiziyor. KADEP lideri, Ergenekon'un planlarına bakıldığında, Kürtlerin derin bir komplo ile karşı karşıya olduğunun görüldüğünü belirtiyor. Elçi, yaşananlar nedeniyle milyonlarca insanın yerinden yurdundan edildiğini, bin köyün boşaltıldığını, 40-50 bin insanın hayatını kaybettiğini dile getiriyor. Şiddet ortamının, ekonomi başta olmak üzere pek çok açıdan bölgeye zarar verdiğini vurguluyor: "Ekonomik gelişme huzur ortamında olur. Devlet yatırımlardan ziyade güvenliği sağlamaya çalıştı. Bölgede yapılan en büyük harcamalar güvenlik için yapılanlar. 300 milyar dolar harcandı terör yüzünden. Bu para bölgenin ekonomik kalkınmasına, eğitimine, sosyal gelişmesine yönelik harcansaydı belki bugün bu mesele olmayacaktı."

Ergenekon terör örgütünün Türk-Kürt çatışmasını hedeflediği, bunun için mitingler ve bayrak yürüyüşleri düzenlediği Ergenekon iddianamesinde belgelerle açıklanmıştı. Terör örgütü, etnik bir çatışma için Kürt vatandaşların yoğun olarak bulunduğu Mersin'i pilot bölge seçmişti.

Hamza Erdoğan
09 Ağustos 2008, Cumartesi

HEY GİDİ DÜNYA HEY!!!!!!

Gündem - 09.08.2008 Cumartesi - 05:00
« Önceki Haber - Sonraki Haber »
Şener sırları bu kitapta anlattı

Başbakan Baykal'a gitmedi çünkü....

Buket Aşçı-VATAN
--------------------------------------------------------------------------------

Eski Devlet Bakanı Abdüllatif Şener, gerek 22 Temmuz seçimleri öncesi aday olmamasıyla, gerek parti içindeki duruşuyla hep dikkat çeken ama bir türlü yorumlanamayan bir siyasetçi oldu… Ne içindeydi AKP'nin, ne de dışında… Söz konusu bir iktidar partisi olduğu halde ve önemli bir pozisyonu olmasına rağmen mesafeli bir duruş sergiliyordu. Bu da onunla ilgili muammayı daha çekici ve gizemli kıldı… Hep "Ah, bir tam anlamıyla, kendini sakınmadan konuşsa…" dendi…
Çiğdem Toker'le gerçekleştirdikleri, uzun bir nehir söyleşi sonunda oluşan "Abdüllatif Şener, Adım da Benimle Beraber Büyüdü" kitabı işte bu muammayı aydınlatır mı, bilinmez… Ama büyük tartışmalar yaratacağı kesin. Çünkü kitapta Şener, günümüz siyasetine ilişkin çok önemli bilgiler aktarıyor.
İşte kitaptan çarpıcı alıntılar:

BAŞBAKANIN YAYDIĞI GÜVENSİZLİK
Etrafındaki insanlara gereken güveni vermiyordu. Milletvekillerinin hepsi kendilerini bir güvensizlik ortamında hissederdi. Nitekim aday tespitinde de, bana kalırsa, hiçbir somut gerekçeye dayanmaksızın milletvekillerinin yarıdan fazlası listeye girememiştir. 22 Temmuz seçimlerinde hangi milletvekilinin neden listede yer almadığının cevabını, objektif kriterlerin ne olduğunu kimse söyleyemez.
Başbakanın neye değer verdiğini anlamakta güçlük çekiyordum. Çok büyük mesai ortaya koyup, belli bir düzeni sağladığımda -ki o zaman teşkilat başkanıydım- veya aksayan bazı şeyleri ayıkladığımda bunun değer bir ifade edip etmediğini çözümleyemiyordum. Halbu ki bunların bir değer olduğunun yansıtılması lazım.

ABDULLAH GÜL'ÜN KIRGINLIĞI

Başbakan, "Parti tüzüğü gereği, partinin kuruluş safhasındaki milletvekilleri, kurucular kurulu üyesidir" dedi. Dolayısıyla "Milletvekili olan arkadaşlar, kurucular listesinde bulunmasın. Zaten otomatik olarak Kurucular Kurulu üyesi oldukları için, partinin kuruluş dilekçesine, kurucular listesi olarak milletvekili olmayanların isimlerini verelim" dedi. Biz de bunu doğal olarak söylediği bir şey olarak algılamıştık.
Hiç unutmuyorum, bir ara Abdullah Gül bana şöyle demişti: "Latif biliyor musun, ben bu partinin kurucusu bile değilim." Bu duruma daha sonra çok içerlemişti. Parti genel kongresinde, kurucular partiden ayrılmamışlarsa elli yıl sonra bile oy hakkına sahiptir. Daha sonra bir vesileyle ben bu diyalogu tersine çevirerek kendisine "Biliyor musun Abdullah, biz bu partinin kurucusu değiliz" demiştim.

BEN O ŞEKİLDE CUMHURBAŞKANI OLMAZDIM

(Adının cumhurbaşkanı adayları arasına karışmasını kasttediyor.) Başbakan bundan hiç mutlu olmadı. Bana bir şey söylemedi. Ama bir şeyi anlamak için söylenmesi gerekmez. Siyasette pek çok şey söylenmeden söylenir. Hatta ben şöyle düşünürüm asla bana razı olmazdı! Çünkü artık kendince tek ses olan bir liderdi. Her şeyi kendisinin belirlemesi gerekirdi. Cumhurbaşkanını da kendisinin belirlemesi gerekirdi. Dolayısıyla o isim ben olamazdım. Ayrıca eğer bir grup toplantısında beni elimden tutup takdim ediyor olsaydı, ben o fotoğrafı kabullenir miydim? Benim kabullenemeyeceğim bir fotoğraftı o. "Benim cumhurbaşkanım" fotoğrafı. Bence bir cumhurbaşkanlığı süreci böyle olmaz. Bir partinin bir grup toplantısında bir liderin ilanıyla cumhurbaşkanlığı olmaz. Üstelik grubun belirlediği bir cumhurbaşkanı da değil. Liderin kendi kafasında oluşturup ilan ettiği, otoritesiyle dikte ettirdiği, o adaya da dikte ettirdiği bir yapıydı o.

BAŞBAKAN BAYKAL'A GİTMEDİ ÇÜNKÜ ADIMI TELAFFUZ EDEBİLİRDİ

O ortamı düşünün. O ortamda başbakanın veya Ak Parti genel başkanının iktidar partisi genel başkanı olarak muhalefetle sürekli tartışmaları var. Muhalefetin de iktidar partisiyle sürekli tartışmaları var. Bu tartışma zemininde Sayın Başbakan, Sayın Baykal'a değil, daha çok Sayın Mumcu'ya uzak. O günleri hatırlayın. Sayın Başbakan, genel kuruldaki bazı görüşmelere geliyor, Sayın Baykal'ı dinliyor ama Sayın Mumcu'yu dinlemeden protesto edercesine çıkıyordu. Buna karşılık cumhurbaşkanlığı adaylığı gündeme geldiğinde, Sayın Mumcu'yla görüşmeler yaptı. Ama Sayın Baykal ile görüşmedi. Yasağının kalkmasına katkı sağladığı ve genel kurulda sürekli dinlediği halde Sayın Baykal ile görüşmedi. Baykal ile görüşmekten endişe duydu. Çünkü ismimin gündeme girme ihtimali vardı bence. Konuyu gündeme taşırdı. Bu kez çözemeyeceği bir süreç ortaya çıkabilirdi. Çözemeyeceği süreçten kastım, beni istemeyişiyle bağlantılıdır. Onun dışında cumhurbaşkanlığı meselesini partide milletvekili gruplarıyla, genel başkan yardımcılarıyla, bazı bakanlarla tek tek görüşmüştür. Ama özel ve az sayıdaki isimle birlikte benimle hiç görüşmemiştir. Şu ya da bu biçimde, "Cumhurbaşkanlığı konusunda ne düşünüyorsunuz?" diye hiç sorulmamıştır.

CUMHURBAŞKANI ADAYINI BİR GÜN ÖNCEDEN BİLİYORDUM

Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adayı olduğunu bir gün önce öğrendim. Öğle saatlerinde, bilgi kaynaklarına güvendiğim, ancak aktif politikada olmayan bir arkadaşım telefon ederek "Kesinleşti, Gül aday" dedi. Ben de kendimce hayırlı olsun dedim. Çünkü öyle gelişmiyordu olaylar. Bu, başbakan-Arınç görüşmesinden de önceydi hatta. Akşam saatlerinde de bazı milletvekillerinden aynı yönde bilgiler gelmişti. Ertesi sabah kalktığımda cumhurbaşkanı adayının Gül olduğunu kesinlikle biliyordum. Ama ne başbakandan ne de Gül'den aldım bu bilgiyi.
TELEVİZYONLARA SEN ÇIK, HÜSEYİN ÇELİK KAVGA EDİYOR

27 Nisan e-muhtırası… Evde televizyon izliyordum. Habertürk'te Metehan Demir'in açıklamasıyla öğrendim. Birkaç arkadaşla telefonlaştık. "Sabah olsun hayrolsun" dedik.
Ertesi gün Başbakanlık Konutu'nda bazı bakan arkadaşların, Başbakan'la birlikte olduğunu duydum. Ben gitmeden önce karşıt bir bildiri metni hazırlanmış, tamamlanmış. Aynı gün Başbakanlık Konutu'ndaki toplantı salonuna geçildi. Abdullah Gül ile başbakan kendi aralarında ayrıca görüştü. Sonunda denildi ki, bu gergin ortam iyi değil, yumuşatmak gerek. Ortalığı sakinleştirecek konuşmalara ihtiyaç var. Herkes kendince konuşmaya kalkmasın, yorum yapmasın. Sadece görevlendireceğimiz arkadaşlar yatıştırıcı bir üslupla televizyonlara çıksın denildi. Abdüllatif Şener, Cemil Çiçek, Mehmet Ali Şahin olsun… O arada Hüseyin Çelik'in de ismini zikretti. Ama Hüseyin Bey'in üslubu yatıştırıcı konuşma yapmaya pek müsait değildir. Bazı arkadaşlar bunu kasttetse de Başbakan, "Yok yok, o da olsun" dedi. Aynı gün veya bir sonraki gün, çok emin değilim, evde oturuyorum. Abdullah Gül aradı. Telefonu doğrudan doğruya "Neredesin?" diye açtı. "Televizyonlarda seni görmüyorum. Görmüyor musun durumu?" dedi. "Anlamadım" dedim. "Ben senin televizyonlara sık sık çıkmanı bekliyorum. Şu an Hüseyin televizyonda, izliyor musun?" diye sordu. İzlemediğimi söyledim. "Falan kanalda, ortalığı yatıştıracağına kavga ediyor. Senin çıkman lazım" dedi. "Haklısın" dedim. Planlama yaptım.

BAYKAL'I BİRLİKTE ZİYARET EDELİM

Abdullah Gül Cumhurbaşkanı adayı ilan edildikten sonra partilerle görüşme ihtiyacı doğdu. Adayımız partileri kiminle ziyaret etsin diye düşünülürken... Başta Sayın Gül olmak üzere "Latif de bulunsun heyetler arası görüşmelerde" denildi. Baykal'ı, Erkan Mumcu'yu birlikte ziyaret edelim denildi.

KOPUŞUN İLK SİNYALLERİ

Tayyip Bey ile aramızın çok iyi olduğu bir dönemdi. (Parti kurulduktan sonraki altı ay içinde geçen bir diyalogdur bu.)Bir gün odasına girdim. Çok samimi olarak şunu söyledim: "Şimdi bu sürecin başındayız. Ama davranışlarınızdan, reflekslerinizden, sanki bu süreci birlikte götüremeyeceğimiz izlenimi ediniyorum" dedim.
"Nereden çıkardın?" dedi. "Böyle sezinliyorum. Gerektiği zaman kendimiz bırakırız" dedim. Yok canım, nereden çıkarıyorsun üslubuyla konuyu kapattı.
Daha sonra da Tayyip Bey ile beraber olan insanların böyle bir güvensizlik duyduğunu hissediyordum. Bunu şunun için söylüyorum daha sonra üç yüz altmış üzerinde milletvekiliyle geldik Meclis'e. Ama 2002-2007 döneminde, yine de milletvekilleri genel başkana karşı güven duygusu içinde olamamışlardı.

AYRILMA KARARI VE SÜRECİ

Başbakan ile ekonomi konularında farklı düşünüyorsunuz, siyaset tarzınız farklı, devlet anlayışınız farklı, yönetim biçiminiz farklı ve sürekli bununla bağlantılı kendinizi sıkıntıda hissediyorsunuz. Daha önemlisi yolsuzluklardan arınmamış bir iktidar anlayışının ortasında olduğunuzu da görüyorsunuz. Kirli bir siyasetin kuşatılmışlığı içinde olmak nasıldır bilir misiniz? Bu, insanı mutlu eden, yaptığı işten zevk almasını sağlayan bir süreç değil. Bu kadar çok açmazın içinde varlığımı sürdürmek beni yoruyordu. Her ne kadar özgün bir çizgi tutturmuşsam da, konuşurken Sayın Başbakan'dan daha farklı bir üslupla konuşup bazı temel konularda farklı kararlar almışsam da, bu durum sürdürülebilir değildi. Kendi çizgimi göstermiş olmakla birlikte, beni zorlayan, yoran sıkıntıya sokan bir süreçti. Bunu sürdürdüğüm takdirde kişiliğimden uzaklaşacağımı, bir şeyler kaybedeceğimi düşünüyordum. Devam edebilmek aslında imkânsızdı. Ben, ben olmaktan çıkarak yoluma devam edebilirdim. Bir dönem daha Meclis'e girseydim, ister kabinede, ister kabine dışında olayım, aleni bir çatışmanın ortasına düşeceğimi fark ettim. Bir partinin içinde böyle fazla ayrışmış, geçimsiz biri görüntüsü vermek iyi bir şey değil. Çünkü partililer sizi hâkim yapıya göre değerlendirir ve hep olumsuz puan verir.

KARARIMI SİVAS'A GİDERKEN SÖYLEDİM

Sivas mitingi çıktı. Sayın Başbakan, Abdullah Gül ve bazı bakanlarla birlikte Başbakanlık özel uçağıyla Sivas'a gidecektik. VIP'te bir odada oturuyoruz. Genel konuşmalar bitti, uçağa geçeceğiz. Herkes ayağa kalktı. Ben başbakanın yanına gittim, "Konuşmamız gereken bir konu var" dedim. Yan odaya geçtik. Basın toplantısı yapılan yerin iç kısmında bir küçük oda daha vardır. Orada konuştuk. "Henüz kimseye açıklamadım, basında da yoktu henüz. Sivas'ta da açıklamayacağım. Ama ben bu seçimlerde aday değilim" dedim. "Nereden çıktı?" dedi. Ben de kendisiyle bir kavgaya tutuşacağım izlenimi almasın diye aday olmayacağımı, yumuşak bir üslupla anlatma ihtiyacı duydum. "Yıllardır milletvekilliği yapıyorum, bakanlık da yaptım. Artık Beyazıt Bestami gibi kendi gönül dünyamda seyahat etmek istiyorum" dedim. Orada güldü. Aslında Bestami vurgusu, yalnızca gürültü çıkarmayacağımı hissettirmek içindi. Bestami üski bir saray mensubuymuş. Dünya nimetlerinden vazgeçmiş, dervişliğe soyunmuş ve ömrünün sonuna kadar bir lokma bir hırka yaşamış. Başbakan güldü ama sonra "Bu ayaküstü konuşulacak bir konu değil. Sivas'tan dönelim, tekrar görüşmemiz lazım. Kimseye bir şey söyleme" dedi.
GÜL ADAY OLMAM İÇİN ADAYLIK PARAMI BİLE YATIRMIŞTI

Bir gün Başbakanlık Resmi Konutu'nda toplantı var. Saat 24:00 gibi herkes birbirine allahaısmarladık deyip ayrılırken başbakan "Sen dur. Seninle konuşacağımız bir konu vardı" dedi. Abdullah Gül'ü de "Gel konuşacağımız bir şey var" diye çağırdı. Toplantıya katılanlar ayrıldı. (Sonra) "Bırakmak istiyorum" dedim. Ama kullandığım bir cümleyle ilgili olarak alındığını görünce hemen bıraktım, ilerletmedim. "Parti içi kültür doğruya prim vermiyor" demiştim. Bunun üzerine "Beni mi eleştiriyorsun?" dedi. Ben de doğrudan kendisini merkeze koyup tartışma ortamına girmemek için, "Sizin zaten hükümet içi yoğunluğunuz var. Ben parti içi kültürü kastediyorum" dedim. Biraz da havayı değiştirmek için hızlıca konuştum ve "Kurulduktan hemen sonra iktidara gelen bir partinin yaşayabileceği bir süreç zaten bu" dedim. Ama bir şeyden alındım. Hem Sivas'a giderken havaalanında söylediğimde, hem de Başbakanlık'ta... İki konuşmada da bana "Olmaz, partiye zarar versin" dedi. Bakış tarzı buydu. Sözgelimi: "Olur mu, sen lazımsın kardeşim" demedi.
Ama Abdullah Bey, "Biraz da bizim orada konuşalım" dedi. Bunun üzerine Dışişleri Konutu'na gittik. Biraz da orada konuştuk. Bana "Bunlar böyle kestirip atılacak konular değil" dedi. Hâlâ aday olacağımı düşünüyordu.
(Hatta) Abdullah Gül "Aday olman lazım" diye odama uğradı. "Müracaatını da senin adına ben yapacağım" dedi. (Oysa) Başvuru süresi bitmiş, başvurum yok. İki milyar lira para yatırılması gerekiyordu. Yatırmadım. Gül odama yaptığı ziyarette adıma başvuru yapıp parayı yatıracağını söyledi. "Yatırma" dedim.

ÖDEMELERİ ERTELEMEM İSTENDİĞİ İÇİN ÖZELLEŞTİRMEDEN AYRILDIM

Kamuoyu ÖİB'yi başbakanın benden aldığını söyler. Ama yanlıştır. Özelleştirmeyi başbakan benden almış değildir, ben bilinçli olarak küçük bir tartışma oluşturdum... Bir akşam vaktiydi. Bazı bakan arkadaşların da bulunduğu bir sırada, Başbakanlık'ta, takvim ve programı da içeren özelleştirme dosyasını yanıma aldım. O dosyayla yanına oturdum. Başka konularda sohbetler yapılırken konuyu özelleştirmeye getirdim. Özelleştirme bağlamında karşılıklı diyaloga girdik. Sonunda dedim ki, "Buyurun, işte özelleştirme dosyası. İstediğinize verin" diye önüne koydum. (Başbakan da) Yanında outran "Kemal Bey'e ver" dedi. Ben de "Hayırlı olsun" deyip verdim. Bu o günlerde çok tartışıldı. Bazı firmaların daha önce özelleştirmeden varlık satın almış bazı firmaların taksitlerinin ertelenmesinin gündeme geldiği ve bunların ertelenmesini Sayın Başbakan'ın benden istediği ve benim ertelemeye karşı olduğum için aramızda ihtilaf çıktığı şeklinde yorumlanmıştı. Bu ifadelerin doğru tarafı, benim ertelemelere karşı oluşumdur. Taksit zamanı gelmişse ödenmelidir.
(…)
Kemal Bey özelleştirmeyi devraldıktan sonra, onun da önüne ilk gelen konulardan biri taksitlerin ertelenmesi meselesiydi. Ertelenmesine karar vermişler... Bir sabah elinde dosya odama geldi. Bir ÖYK (Özelleştirme Yüksek Kurulu) kararı getirdi önüme. O ÖYK kararında ertelemeler vardı. Toplam ÖYK sayısı, galiba altı. Biri de başbakan. En üstte başbakanın adı, protokol sırasına göre, en altta da ilgili bakan yer alır. İmzalar normalde, alttan yukarıya imzalanır. Son imzayı başbakan atar. Başbakandan önceki son imzanın da benim olması gerek. Ancak gelen metinde bir farklılık vardı. Sadece başbakanın imzası vardı. (Maliye bakanı olarak Unakıtan'ın da imzası,) yok. Kemal Bey kararı kendisi getirdiği halde imzalamamış. Kendisinin imzalamadığı bir metni benim imzalamamı istiyor. Şöyle bir baktım, "Kemal Bey" dedim. "Bu ertelemeye karşı olduğumu bilmiyorsun galiba." "Biliyorum" dedi. "O halde bana niye getirdin?" dedim. "Bunları yapmamız lazım" dedi. "Bak, henüz sen bile imzalamamışsın. Doğrudan benim önüme koymanın anlamı şudur: Ya senin burnunu sürteriz veya bu koltuktan alırız. Ben bu koltuktan kalkarım ama burnumu sürttürmem! Al götür!" dedim…

GALATAPORT UYKULARIMI KAÇIRDI

Galataport'un ÖYK'da olmamama rağmen benim önüme gelişinin nedeni, YPK onayına sunulmasıdır. YPK kararıyla kırk dokuz yıllığına yap-işlet-devret yöntemiyle devir söz konusuydu. Konu yoğun tartışıldı. Ofer ismi üzerinde tartışıldı. Ama benim konuya bakış tarzım Galataport ihalesini alan kişinin veya firmanın veya ortaklığın etnik veya bir başka niteliğiyle ilgili değildi. Bununla hiç ilgilenmedim. Kim alırsa alsın, önemli olan burada ihalenin doğru yapılıp yapılmadığıydı. Benim temel hassasiyetim ne yapıldı, bu yapılan iş hangi ölçüde ülke çıkarlarına uygundur hangi ölçüde hukuka ve kurallara uygun olarak yapıldı. YPK sekreteryasını DPT yapıyordu. YPK dokuz üyeden oluşuyordu. Kurulun başkanı başbakan. Başbakandan ayrı olarak yedi bakan kurul üyesi. Bir de DPT müsteşarı. DPT bunu imzaya açmadan önce bazı kuruluşlardan görüş istedi, yazışmalar yaptı. Daha sonra kendi iç birimlerinden, uzmanlık alanına göre görüş isteyerek değerlendirme yapıyor. İlgili bakanla konuyu görüşüyor ve ondan sonra imzaya açıp açmamaya karar veriyor. Aslına bakarsanız, siyasi irade var olduğu sürece bu tip konular sakıncalarıyla, doğrularıyla, bürokrasi tarafından ilgili bakana sunulur. "Açılacak" dediği zaman genellikle problem olmaz ve imzaya açılır. Dolayısıyla bu konunun doğrudan benimle özdeşleştirilmesinin sebebi buydu. "Şener bunu imzaya açacak mı, açmayacak mı?"
Tüm raporlar, incelemeler, çalışmalar gözden geçirilirken, benim net gördüğüm hadise şuydu: Kırk dokuz yıllığına verilmiş bir imtiyaz. İlk yılların taksit miktarları çok düşüktü. Ödeme planına baktığımızda, ödemelerin son yıllara dağıtıldığı görünüyordu. Bu da kamu alacağının riske atılması anlamına geliyordu. Asıl ağırlıklı ödemeyi son on yılda tahsil ediyorsanız, alıcının o arada yıllar boyu elde ettiği gelirlerle orayı finanse edişini de düşüneceksiniz. Beklediği kârı elde ettiğini düşünün. Son yılları bekleyip ağır taksitleri ödemesi, kendisi açısından da, kâr maksimizasyonu açısından da riskli bir durumdu. (…) Taksitlerin hep son yıllara yığılmış olması, birincisi kamu alacağını riske ediyor. İkincisi, bir kapitalizasyon, ıskonto hesabı var. Son yıllarda yapılacak ödemeleri ıskonto ederek günümüze getirdiğimizde yani tüm taksitleri peşin değerine indirgediğinizde çok düşük bir paraya dönüşüyor. Böyle bir işin kamu geliri açısından, böyle bir miktara bağlanması çok sağlıklı görünmüyordu. (…) Böyle bir durumda DPT'deki bürokratlar, "Ne yapacağız" diye sordular. Ben de imzaya açmadan iade edin dedim. (Ancak) yargıyı da bekleme ihtiyacı hissettim. Çünkü bunun imzaya açılması isteniyordu. İlgili bakan arkadaşımız da, başbakan da, "Niye uzatıyorsun?" diye sormuşlardır bana.
(Bu süre içinde) Uykularımın kaçması bir tarafa, boynum tutulmuştu. Stresten sırtım topak topak olmuştu. Boyna baskı yapmış stres ve boynum tutulmuştu. Yani zor bir süreçti. Doğrusu, doğru bildiğimi yapmak, ama kimseyle de kavga etmek istemiyordum. O dönem bir gazetede dokuz sütuna manşet haber çıkmıştı. Alt başlığında "Şener bugünlerde sürekli İsra suresinin 80. ayetini okuyor diye not düşmüştü. Muharrem Sarıkaya yazmıştı. "Rabbim, girdiğim yere doğrulukla girmemi, çıktığım yerden doğrulukla çıkmamı nasip et. Bana, tarafından destekleyici bir kuvvet ver." Muharrem bunu aynen yazmıştı. Sonunda Danıştay 6. Dairesi, imar planı nedeniyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin açtığı davada iptal edince, bu karar hem ilkelerim doğrultusunda bir karar almamı, hem de kabinede oluşabilecek muhtemel bir sorunu ortadan kaldırdı.

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!