Bu Blogda Ara

4 Nisan 2022 Pazartesi

UMUT KARANLIKTA BÜYÜR FECİRDE YÜRÜR

Kırmızı ufuklardan her akşam güneşin battığı yerden umut doğuyor karanlık gecelerime… Rüzgârda sallanan çamların dalları arasından yansıyan ışık, sabahın yaklaştığını müjdeleyen fecrin aydınlığı olduğunu bilmediğimi mi sınıyorsun?

Karanlıkları gerilerde bırakarak, Güneşin battığı yerden yeni ışıkların doğacağını bildiğimden, usanmadım yoruldum ama aldırmadım zorluklara, ruhum ve bedenimle yollara koyuldum. Yolların başında göremediğim ışıkları gün batarken önüme çıkaran Rahmana Hamt ederek ilerliyorum…

Kaygan yolların usanmayan dağcısı, ansızın çıkıyor ortaya ve durup dinlenmeden kaybolan ışığı ararken, inanılmayan zamanda ve umulmadık yerde, aradığına kavuşmanın sevinciyle, yeniden uçarak kendine gelişinin kutlamasını yapar mı acaba diye soracakken, yeniden mücadele sahasının içinde yaşarken kutlanır sevinçler diye bir çığır açınca; ben de ardından düştüm yollara… O yollar bana bir şeyler verir mi vermez mi diye düşünmeden, inanmanın verdiği heyecanla aldırmadım zorluklara, göğüs gerdim olanlara ve birden aydınlık ortamda ufukta gün batarken gecelerime yansıyan umudun ışıkları ile kendimi buldum.

Gecenin sessizliği sükûnet katarken yüreğime, yüreğim yaralı bülbül gibi avucumdan uçup gidecek, ürperti ve endişelerle karanlıkları yol bilip umudun ışığında fecrin doğumunu beklerken, rahmeti müjdeleyen rüzgârın tesiriyle irkilerek kendime geldim.

Asırlık çınarlar dibinde dinlenerek geceleri karanlıklarda iz bırakmadan aydınlığın geleceği yöne çevirdiğimi sanmıştım yönümü, ancak fecrin beyazlığını görünce yeniden yön değiştirmek zorunda kaldım. Karanlıklar içinde aydınlığa ulaşıncaya kadar değişimden korkmadan hep hareket halinde geçti ömrüm, kalanda sanıyorum öncekinden farklı olmayacak gibi görünüyor şu an…

Dağları mesken tutan eşkıyalar gibi bende doğal yaşamın kollarında ömrümden ömür tükettim. Ancak dağların üzerinden yollar geçerken, ben o yolları kullanmadan izi olmayan yerlerde yürümeyi hep kendime şiar bildim. Ondan olsa gerek herkesin yol aldığını sandığı ancak dağlardan ovaya indiklerinde yanlarında kendilerini bile taşımadıklarını bilmedikleri halde,  yolun çıkmaz kısmında benden onlara yansıyacak ses ve ışığa konsantre olmuş beklerken, onların yanından hep transit geçtim. Transit geçiş güzergâhında iz bırakmadan tozlu yollardan, bulutlu gökyüzünden habersiz, gecenin karanlığında yıldızların ışığında yol arayan, yol ve yordamı onlarla keşfeden biri olarak, beklediğim zaman boşa gitmedi, fecrin doğumuna eriştim ansızın gecenin karanlıkları yol vermez sandığım bir anda…

Hesapsız çıktığım yolda, hesaplı eylemlerle karşılaştığımı gördüğümden, hesap uzmanlarının hesapları hep kendi oymak ve tarafından yana ağırlık bastığı bir yaşamın kollarında yorgunluklarımı gidermeyeceği için, hesap etmeden çıkmıyorum en iyi bildiğimi sandığım yola… Kırmızı ufuklara takılan gözlerim, hayallerimi günün batımından alıp, gecenin sessizliğinden ve karanlığından geçirerek aydınlık geleceklere taşımak için yorgunluklarını hissettirmeden hep yolda olduğu için, ona hep minnettarım… Gözlerim benden önce benimle ilgili olanları korkusuzca kontrol ettikten sonra bir uyarı alarmı verir hep. O gözler var ya, o gözlerde neler saklı bilemez insan, yüreğin derinliklerine bir ışık yansımadan.

Kuşların yuvalarını bir esintiyle alıp götüren kasırgaları arkama almadım yaşadığım zamanlarda, hep rüzgâr ve kasırgaların esme yönlerini iyice anladıktan sonra onların üstüne üstüne gitmek haz verdi bana. Rüzgârın önünde parçalanan ve onun istediği yöne giderek bir çöp ve süprüntü olmaktansa, rüzgâra ve fırtınaya karşı direnerek bulunduğum yerin ne olduğunu en azından benim dışımdakiler idrak etsin istedim. Her gelen fırtınayla yer değiştiren, bir yaprak gibi yerlerde savrulmaktansa, bulunduğu yeri bilerek o fırtınalara göğüs germek bağrı yanmışlar için ne etki eder ki! İşte o bağrı yanan dertli yürekli biri olarak yol bilmez, kuş konmaz, kervan geçmez yolları adımlayarak fecrin doğumunu yalnız da kalsam karşılamak için, gelen fırınlara hep göğüs gerdim…

Göğsüme namluların çevrildiğini, ardımdan ihanet kurşunlarının sektirmeden sırtımdan vuracağını hesaba katarak bu yola çıktım. Bu yol herkesin yürümeye ve emek vermeye cesaret edemediği, gideni az olan, yolcuların ayak izlerinin bile fark edilmediği bir yol olduğunu bilerek adımlamaya başladım. Yolun ortasında bağıranların mehter marşı söylüyormuş gibi koro halinde ritim tutturduğu yerde, benim sesimin ritmi onlarla uyum içinde olmayacağını bildiğim için, ben hep kendi türkümü kendim çalmayı ve söylemeyi yeğlerim. Türkülerim sahipsiz, türkülerim yalnız, türkülerim dertli, dokunaklı, dağların tepesinden aşağılara kadar sesi yankılanan ama işitenleri yüreğinin ortasından vuran, anlaşılmayan dilde ıslık çalanların ıslığını bastıran türden olduğu için, hep uzaklardan söylememe müsaade ediyorlar. Duyanı az ama duyanların dertleri artarak omuzları ağırlıktan kalkamaz oluyor.

Türküler geçidi gibi bir harmoni var ortamda, oysa bu ahenk sadece dağların, ormanların suyun bulutun semanın gökteki yıldızların börtü böcek ne varsa hepsinin inleyişinden çıkan sesler ve kayalardan akıp gelen suların şırıltısı ve benim içten gelen haykırışlarımın dertli saz ekibi eşliğindeki uyumundan çıkan bir tını… Yüreklere nakış nakış işlenerek her geçtiği yerde bir iz bırakarak atmosfer boşluğunda yakından uzağa, uzaktan daha uzaklara doğru ve uygun adımlarla sessizce yoluna devam eden görünmez sevdaların ışık hızındaki savaşımıdır.

Sevgimi sevdamın kollarında bıraktım, kimseye yar etmesin istedim, ondan olsa gerek, sevdam beni yalnız bırakmazken sevgim gönlüme taht kurmuş benden habersiz. Bu sevda sevgime analık yapan, onu halis sütüyle emziren, dağların doruğunda kâinatı ona kardeş eyleyen, görünmez gücün merhametinde onu sonsuzluğa âşık eyleyen, yolumu karanlıklar kuşattığında, günün batımından önceki kızıllıklardan hayallerimi çıkarıp gecenin karanlığından sonra fecre yoldaş eyleyen değil mi ki, sevgimi ondan kıskanayım…

Kıştan sonra bir bahar sabahı ansızın gözlerimi açtığım zaman, karşımda berrak suların aktığı, güneşin gönlüme ışıklar saldığı, yolların kısaldığı, koştukça koşanlara, yayıldıkça yayılanlara, çiçeksiz ağaçların çiçekli ağaçlardan hakkını almak için sıraya girdiği bir yer gibi kendimi rahat nasıl hissedeyim… Bahar olsa da gelen çiçekler açsa da avucumda papatyalar patlasa, hesaba yakın bir zamanda hesapları inceden inceye nakış nakış dokuyarak yaşamalıyım ki, dağlar yoldaşım kuşlar sırdaşım, geceler gönüldaşım, gündüzler arkadaşım gökyüzü ve yıldızlar mihmandarım ve ben zerreden bir zerre dökülmeden hesap gününe sorunsuz gideyim…

Erol KEKEÇ/01.04.2022/23.50

ASİL DURUŞ VAKARLI TAVIR OLMADAN HAKİKAT ANLAŞILMAZ

 “Onlar yalana tanıklık etmezler/yalan söze kulak vermezler. Boş lakırdıya rastladıklarında soylu bir tavırla geçip giderler.”

“Rablerinin ayetleri kendilerine hatırlatıldığında, kör ve sağırlar gibi onlar üzerine kapanmazlar.”

Furkan/72-73

Rabbimiz Furkan suresi yukarıdaki ayetlerde, kendisine kulluk yapan kullarının vasıflarını anlatmaktadır. Peki, bu vasıflara sahip olan kulların yaşadığı ortam acaba neresi!

İnsan, insan olarak olumsuzluklarla ilk karşılaştığı zaman ani bir refleksle ona karşı koyar ve uzaklaşır. Ancak o ortamın uyaranları ile sürekli hemhal olmaya başladığı zaman yavaş yavaş onlara uyum sağlamaya ve o olumsuzluklara karşı vicdani bir uzaklaşma hissetmemeye başlar. Bu durum insan için, insani kimliğin ve iradeye dayalı bir yaşamın imhası için başlangıç alarmlarının verdiği zamandır.

Asil ve soylu gündemlere şahitlik yapamazsanız soysuz yalan ve boş lakırdıların hayatınızı istila etmesine kendiniz izin verirsiniz ve sonrasında da bunlar benim başıma nereden geldi diye yakınmaya başlarsınız. Hiçbir yakınma yoktur ki, kişi bunların oluşum sebepleri arasında yer almasın. Çünkü kişinin başına gelenler kendi eliyle yapıp ettiklerinden dolayıdır. İnsana iyi ya da kötü hep emeğinin karşılığı verilir.

Yaşadığımız ortamlar, doğrulukların yaşam alanının dışında hangara çekildiği, yalanların da hayatı yönetmede ve hayatı kuşatmada sonsuz ve sınırsız bir yetkiye sahip olduğu bu çağda, yalan dışında başka bir şeye şahit olmak neredeyse mucizelere kalmış gibi algılanmaktadır. Çünkü bunu özetleyen veciz sözler bile oluşturulmuştur gelenek olarak…”Zaman sana uymuyorsa sen zamana uyacaksın…”Yani senin duruşun, doğruluğun soylu mücadelen ve sadece yaratana yaptığın kulluğun, yaşadığın ortamda karşılık bulmuyorsa, sen onların yaşamlarına katılacaksın ki, hayatını devam ettirebilesin gibi, soysuz ve yalanları bir nasihat olarak yapanlara çoğu zaman şahit olabilirsiniz. Oysa bunları bir nasihat olarak yapanlar çoğu zaman bir dindar ve Allah’a inanan kişi olduğunu size deklare eder.

İnsan inandığını tanımaz ve onun uğruna mücadele edilip edilemeyeceğine karar veremezse, kendisi için oluşturduğu ortamların hiçbirinin bir diğerinden farkı yokmuş gibi algılanacağı muhakkaktır. Oysa insan inanmadan önce inandığı değeri, tüm boyutlarıyla tanır ve uğruna ne pahasına olursa olsun yaşam buna feda edilmeye değer diye vicdani bir sorumluluk kazanırsa, siz o insanı bu hayatın dışında oluşturacağınız hangi ortam olursa olsun mutlu ve huzurlu edemezsiniz. Dolayısıyla boş laflardan, yalanlardan lakırdılardan soysuz bir yaşamı yaşıyor olmaktan ve onu içinde geçirilecek zamandan dolayı büyük bir üzüntü ve hüzün içine girer.

İnsan, yaşadığı evreni ve bu evrendeki rollerini asıl olması gereken değer olarak anlar ve o şekilde onlara yaklaşırsa insana bunların dışında bundan daha değerli bir yaşamın varlığını anlatamazsınız. Çünkü dünyada yaşadığımız hayat değerli ve erişilmesi gereken en önemli yaşam olarak algılandığı zaman, buradaki kazanımlarınızı korumak ve onları başkalarına kaptırmamak adına, onları aldatmaya dönük sözleri konuşmakta bir sakınca görmezsiniz. Hatta o olumsuzlukları anlatan kişilerle muhatap olduğunuzda onların o ortamlarından da gerekli rahatsızlığı duymazsınız. Ondan dolayı da o ortamlarda zamanınızı geçirmemek için büyük çaba ve gayret içinde olmazsınız.

Dünya yaşamı, yolun sonunda varılacak değerli yaşamın buradaki provası olduğunu anlamak ve oradaki yaşam için bu yaşamın öneminden dolayı zamanı ve ömrü anlamlı geçirmek gerektiğine inanarak önemli bir yaşam oluşturmak insanın, bu hayatın sonunda hesap görülecek bir durağın olduğuna inanmasından dolayıdır.

Yaşadığımız çağda ve bulunduğumuz ortamlarda, soylu bir duruşa ve içine yalan katılmamış, lakırdıdan uzak anlamlı yaşamın neferleri olamaya aday olmak lazım. Öyle bir yaşama aday olmayı göze alamamak, değersizleşen dünyanın kendisine değer verenlerin, değersizleşen hayatları ve varlıklarıyla evrenimiz dolup taşacak. Sonrasında dünya yaşamı hepten kötüye gittiği zaman bunların gazaba duçar olması kaçınılmaz olur. Dolayısıyla yalandan, lakırdıdan ve boş şeylerden uzak durarak soylu bir duruş oluşturmak evrenimizin imhasının durmasına ve gazabın gecikmesine neden olur. Yani insan kendi gazabını kendisi yaklaştırır. Onun içindir ki, bizler Evrenimizi kuşatan yalan ve aldatıcı soysuz bilgilerin tasallutundan kurtulmak zorundayız. Yoksa hep birlikte evrenimizin ölümüne davetiye çıkartırız.

Yalan ve lakırdıların eksik olmadığı bir yaşamın, nefes aldığımız her ortamda hissedildiği ve yaşandığı dikkate alındığı zaman, bunların kapsam alanından çıkarak, insanca bir yaşam ortaya koymak insan onurunu kurtarmak için gerekli ve zorunludur. Mümin bulunduğu ortamda bu yaşamlara şahit olduğunda onlarla iç içe bir yaşam sürmez. Onları terk ederek soylu bir yaşamın oluşumu için katkı sunar. Bunlara göz yumarak onlarla gününü gün eden bir mümin düşünemezsiniz, çünkü Mümin Allah’ın belirlediği ölçülere uygun yaşar. Bu ölçüleri hayatına referans almayan bir yaşamı Allah’a iman edenlerin hayatında görürseniz biliniz ki orada rota asıl hedeften çıkmış, yaşama farklı etkileyiciler yön vermeye başlamış demektir.

Gözlerini kalplerini ve kulaklarını hakikate kapatan ve oralı olmayan bir Mümin düşünemezsiniz.Onlar yalana tanıklık etmezler/yalan söze kulak vermezler. Boş lakırdıya rastladıklarında soylu bir tavırla geçip giderler.”

“Rablerinin ayetleri kendilerine hatırlatıldığında, kör ve sağırlar gibi onlar üzerine kapanmazlar.” Yalana şahitlik etmeyi bırakın tanık olmak bile onları alçaltır. Onun için Allah’a iman eden soylu bir yaşamın neferleri, yalanla ilgili ortamlara tanık olmaktan utanç duyarlar, bırakın onların savunulmasını… Oysa yaşadığımız ortamlarda İnsanlar tanıdıklarının ya da taraftarı oldukları bir düşüncenin savunanın dilinden insanlık aleyhine olumsuz ve yalan ifadeler çıktığını gördüklerinde, ona karşı koymadıkları gibi, onun sağında solunda içinde gizli kalmış kendilerinin bilmediği hikmetler arar olmuşlar. Böylesi bir yaşamın onurlu ve soylu bir yaşam olduğunu düşünebilir misiniz?

Allah’ın kulları Allah’ın ayetleri karşısında kör ve sağır davranmazlar. O ayetlerin önüne başka bir söz geçirmezler, Allah’ın sözlerini başka sözlerle yarıştırmaz ve böyle yapan ortamlara tanık bile olmazlar. Allah Ayetleri üzerine tartışan ve onu gündem yaparak onunla ilgili kendi kanaatlerini ayetlerin üzerinde tutarak kendilerini ön plana çıkarıp kendi konuşmalarının gündem olmasını isteyen bir varlık, Allah’ın sadık kulları arasında yer alamaz. Günümüzde Allah’ın bir ayeti gündeme alındığı zaman Müslümanım diyen birçok ortamda şimdi ayetlerin zamanı değil, onları bir tarafa bırakalım diyerek, onu öteleyen ya da ondan uzak farklı konuları gündem edinenlerin bulunduğu ortama tanık olanlar da bu kapsam içinde yer alırlar. Allah’ın ayeti dendiği zaman hemen Kur’an’daki vahiy değil burada vurgulanan, hakikat olan her şey Allah’ın ayetidir. Bilimsel hakikatler, düşünsel ayetler varlık âlemindeki ayetler bunların hepsi, kulaklarımızı açmamız gözlerimizi kapamamamız gereken ayetlerdir. Ayet sadece vahiy demek değildir, âmâ hakikate tanık olan deliller alametler demektir. Bu alametlere gözlerimi kapayamayız. Onun içindir ki, Allah’a kul olanlar, bu hakikatleri iyi anlamak ve onlara gözlerini kulaklarını açarak, soylu bir tavırla tanık olmaları gerekir.

Mümin bulunduğu ortamın belirleyeni değiştireni ve yeniliklerin taşıyanı olarak hakikate şahit olmak zorundadır. Hakikate şahit olmayan günlük yaşamı işgal eden olumsuzlukların içinde yer alan ve onlarla boğuşup hakikatin yaşanabilir bir gerçeklik olduğuna şahitlik etmiyorsa, böylesi yaşamlar gazabın yaklaşmasına sebep olurlar. Yeryüzünde hakikati yaşayan ve o uğurda onurlu ve soylu mücadele ortadan kalkmış ve herkes bulunduğu halden memnun olmuşsa, İyilikler ortadan kalkar. İyiliklerin ortadan kalktığı yere Allah’ın hükmü hak olur. Onun içindir ki, yaşadığımız ortama gazabın gelmesini istemiyorsak kendimizle ilgili problemleri çözerek hakikate tanık olanlardan olalım ve yalancılığın egemen olduğu ortamların hiçbir noktasına tanık olmayalım…

Rabbim bizleri soylu bir duruşla vakarlı bir tavırla, yalancılığın lakırdıların egemen olduğu ortamlardan uzaklaşmayı nasip etsin ve boş olan her şeyden yüz çevirerek insanlık için faydalı ve hakikate tanık olacak yaşamı bizlere armağan etsin…

Bahadır Hataylı/03.04.2022/18.39

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!