Siyaset üretmenin sonuna mı yaklaşıyoruz diye bazen sormadan edemiyorum… Ülkemiz gereceğini dikkate aldığımda, iktidardan, muhalefetten, hatta meclis dışı kalan siyasi partilerden, STK’lardan ve Siyaset bilimcilere kadar siyaset ekseninin dışında bir yaşam var gibi görüyorum. Toplumsal yaşamın sorunlarının çözüme kavuşması, geleceğin planlanması, nesillerin gelecek yaşam düzeylerini huzurlu bir toplumda sürdürmelerinin yollarının oluşturulması, kanunların ve Hukukun insan doğasıyla uyum haline gelmesi için çabalayan ortamları göremiyor olmak böylesi düşüncelerin oluşmasına haliyle katkıda bulunmaktadır.
Ülkemizde siyaset nasıl anlaşılmaktadır,
doğrusu bunu anlamakta zorlanıyorum. Köyden insanların oyunu alacak diye
siyasetle yakından uzaktan alakası olmayan birinin karşınıza siyasetçi olarak
çıkmasına çok alışkınız. Üç beş parası olanın ve arkalarına da onlara destek olacak
ciddi bir para kaynağına ulaşıldığı zaman hemen bir siyasi parti kurma süreci başlayabiliyor.
Aslında bunlar bir siyasi oluşum ve siyasetle doğrudan ilişkisi olan oluşumlar değildir;
sadece ülkenin gelir kaynaklarını biraz olsun biz nasıl tüketiriz ve
istediğimiz alanlara nasıl yönlendirebiliriz diyenlerin politik kurnazlıkları
olarak tanımlanması gerekir.
Politik kurnazlıkların ve politikaya
dair ayak oyunlarının siyaset olarak görüldüğü ortamlarda siyaset dışı
oluşumlar toplumsal yaşamı dizayn etmeye başlar. Siyasetçi, genelin
menfaatlerini gözeterek toplumsal yaşamı daha kaliteli düzeyde yaşatmak için
çözümler oluşturmaya çalışır. Yönetim anlayışlarını da daima yeni koşullar
karşısında yenileyerek, kaybedeceği menfaatlerin hesabını yapmadan, kazanımları
dikkate alarak mücadele verir. Çatışma ve kaos ortamlarının oluşumuna kapı aralamaz,
çünkü oluşturacağı her kaos ortamı onların işini daha fazla zorlaştıracağı gibi,
hem zaman hem de sermaye kaybına neden olabilir. Siyasetçi bunları dikkate
alarak kendi yaşamını ve çabasını zorlaştıracak ortamların oluşmasına fırsat vermez.
Siyasetçi, entelektüel, aydın, sosyal yönü güçlü, iletişim becerisi yüksek, merhametli,
kuşatıcı ayrım gözetmeyen, tüm yönetiminde olan insanlara aynı oranda uzak ve
aynı oranda yakın olmak zorundadır. Günlük, spontane eylem ve düşüncelerden
yola çıkarak potansiyel bir tehlike arz eden bir kitle ile sürekli savaşıyormuş
gibi gerilim katsayıları yüksek, enerji debisi düşük karanlıklara davetiye
yazan pozisyonda olamaz.
Siyasetçi, öncelikle ortak aklı ve
realiteyi dikkate almak zorundadır. Muhalif bir güç olduğunda da, sadece devlet
imkânlarından istifade eden ve iktidarda olanlara saldırmak ve yapacağı işlere
fren olmak zorunda değildir. Muhalefet, bir aracın yürümesi için araca ne kadar
katkı sunabiliyorsa onları ortaya koyan olmalıdır. Oysa bizde muhalefet demek,
iktidarda olanların bakışıyla bir sorunun çözümüne bakmıyorsa onların önüne
nasıl engel olabilirim ve bunu yaptırmam diye düşünmektedir. İktidar da,
kendisi bir önerge vermemişse önerge muhalefetten geliyorsa, doğru ve toplumun
faydasına da olsa, içeriğine bakmaksızın onu reddetmek üzere formatlandığı için,
toplum yararına siyasetçiler oluşmadığını görmekteyiz. Dolayısıyla, farklı ideolojik
yaklaşımda olanların ülkenin gelirlerini yönetmek ve kendilerine geniş imkân ve
alanlar oluşturmak için ülkenin yönetimine gelmesi, onların çok iyi
siyasetçiler olduğu anlamına gelmemektedir. Mesleği siyasetçilerden oluşan ve o
alanda ciddi çaba ve emek sarf eden insanlar ülke yönetimine gelmesi gerekir.
Ülke yönetimi başlı başına en önemli iş olmasına rağmen, kim olursa olsun gelsin,
iyi parmak kaldırıyor ve yöneticilerin sözünden çıkmıyorsa siyasetçi olabilir
gözüyle bakılmaktadır. Böylesi ortamlarda Ülke sorunlarını kendisine dert
edinen siyasetçiler değil, sadakati karşısında ne kadar karşılık alacağını
hesap eden politik ayak oyuncular ülke yönetmek için sahneye çıkar. Bir
Hastaneye ziraat mühendisini doktor olarak atayabilir misiniz, oradaki insanlar
onun olmasını istese bile, ancak geçmişte bu anlamda fazla mezun veren
okulların istihdam edemediği mezunları, okullara öğretmen olarak atandı,
eğitimin geldiği noktaya hepimiz şahit olmaktayız.
Tüm mesleklerden oluşan insanlar,
siyaset alanında ciddi akademik çalışmadan ve yeterli donanıma sahip olmadan ve
o konuda gerekli sertifikaları, işin uzmanı siyasetçilerden almadan bu işin
içine sokulmaması gerekir. Kim olursa olsun gelsin ülkeyi birlikte yönetelim
demenin böylesi ortamlardaki karşılığı, gelin hep birlikte bize yakın olanlarla
birlikte yönetime gelelim ve imkânları istediğimiz şekilde birlikte kullanalım demektir.
Toplumda hiç olan, hiçbir karşılığı olmayanların siyaset ortamına girdikten
sonra bir karşılığı oluyorsa, bunun anlamı, karşılıksız basılan paranın
piyasaya girerek piyasaya ortak olması gibidir. Piyasası olan siyasetçiler ülke
yönetimine geldiği zaman toplumda bir karşılığı olacaktır. Toplumda karşılığı
olmayan tedavülden kalkacak anlayışlar, siyaset bilimi içinde yer bulabiliyor
ve politik oyunlarla toplumsal yaşamı dizayn edebiliyorsa, siyaset dışı
yaşamların siyasetin yerine geçmeye başladığı göze çarpar. Bizim toplumda da
böyle bir sürece doğru gidiyoruz gibi geliyor bana… Çünkü siyasi olarak
konuşulması gerekenler konuşulamıyor, toplumsal sorunlar kişisel sorun haline getirilip,
kişiler arası düelloya dönüşüyorsa, toplum yönetimi yavaş yavaş yerini ring
gösterisi yapmak için ringe çıkan boksörlerin yaptığı maça dönüşüyor. Bu maçta
da duygusal bağlarla boksörler ile taraftarlar arasında bağlar kurulur.
Boksörlerden hangisi daha çok taraftar toplayıp tezahürat alııyorsa o desteklenir,
diğeri ringden mağlup ayrılır bir sonraki maça gözünü diker… Ülkemiz politik arenasında
da siyaset bundan hiç mi hiç farklı olduğunu düşünmüyorum…
Bu örnekler, siyasetin nasıl oyunlar
içinde oyun olduğunu görmemiz açısından sanıyorum biraz açıklayıcı olmuştur.
Siyaset kişisel bir uğraş alanı olmaktan ziyade toplumsal yaşamın olduğu yerde
olmazsa olmaz bir değerdir. Siyaset ilminden ve biliminden yoksun kafalar toplumsal
kuşatıcılık içinde toplum düzenini sağlayacak yönetimden uzak olurlar. Bu
eksikliği ortadan kaldırmak ve boşlukları doldurmak için yeni yöntemler
geliştirmeye başlarlar. Çünkü insanda karmaşık duygular vardır. Bu karmaşık
duyguların vermiş olduğu gerilimlere bağlı oluşan eksiklikleri gidererek
rahatlamak için, insan kendisine sivrilecek alanlar açmaya çalışır. Açılan bu
alanlarda sivrildiği zaman bulunduğu yerdeki eksikliği giderdiğini düşünerek
yeniden kendine gelmeye çalışır ve ondan sonra sürecin nasıl bir yol
izleyeceğine kendisi bile karar veremez. Farkında olmadan kişi sağlam zemin
diye düşündüğü dibini bilmediği bir yere demir atar, bu demirleme çoğu zaman
kendi isteği doğrultusunda olmaz, etraftan gelen tezahüratlar onun demir
atacağı yeri belirler…
Yani siyasetin gemisini siyasetçi iyi
bilmek zorundadır. Siyasetçinin işi geminin dümenine doğru oturmak ve
mürettebatı o işle ilgili insanlardan oluşturmaktır. Yolcular gemi kaptanına
müdahale diyor ve geminin yanaşacağı limanı onlar gösteriyor, geminin dalgalara
karşı nasıl yol alması gerektiğini yolcular belirliyor ve kaptana sadece dümeni
çevirmek kalıyorsa, o gemi batmayı çoktan hak etmiş demektir. Siyasetçi Azgın
dalgalar arasında gemisini dalgalara rağmen karaya çıkaran bir kaptan olmak zorundadır.
Kaptan denizin ve geminin nasıl ki tüm özelliklerini bilmesi gerekiyor, iklim
ve meteorolojiyi yakından takip etmesi gerekiyorsa; siyasetçi bu özelliklere
sahip olmadan toplum okyanusuna açılma hakkına sahip değildir. Toplumsal
okyanusta toplum girdabına yakalananların batması bir geminin batışından çok
daha tehlikeli olacağı için siyasetçi siyaset ilminin zirvesinde olmak
zorundadır…
Bizim toplumda Siyasetçilerin
toplumsal okyanusta iyi kaptan olmadıkları apaçık ortadadır, çünkü toplumda her
fert bu geminin batmadan nasıl bir iskeleye yaklaşmasını konuşuyor ve herkes en
iyi kaptanın kendisi olduğunu söylüyorsa, demek ki gemi kaptansız ya da gemi
dalgalarla baş edecek düzeyde denizin kurallarını iyi okuyamayan bir kaptanla
yol almaktadır anlayışı ortaya çıkar. Kendi ortamımızdan yola çıkarak diyorum ki,
yeni bir siyaset anlayışı gelişmek zorundayız. Bu siyaset anlayışını, kendi
kültür kodlarımızı üzerinde en iyi taşıyan tarihi kişiliklerimizden almak zorundayız.
Yusuf Has Hacip, Farabi ve Edibali gibi insanların ortaya koyduğu ilkelerin,
toplumsal yaşamı idare edecekler için birer başyapıt olduğu idrak edilmek
zorundadır.
Siyaset gemisi karaya vurmuş, buradan
çekicilerle yeniden engin denizlere açılma imkânı varken, bulunduğu yerin en
iyi yer olduğuna inanıp oradan gemiyi denize açtığımızı sanırsak, şunu bilelim
ki bu gemi buradan denize asla açılamaz olsa olsa daha fazla karaya demirler.
Siyaset gemisinin karaya demirlemesi demek; Totaliter teokratik yaşamın rüzgârının
yağmur getirmeyen bulutlarının semamızı kuşatıyor olduğunun ortaya çıktığı
anlar demektir. Çünkü Karaya geminin oturduğunu bilgi olarak izah edemediğiniz
zaman, öyle olmadığını söylersiniz aksini düşünenlere de düşündüğünden doğru
potansiyel tehlikeli muamelesi yaparsınız, etrafınızdaki insanların da sizin
söyleminize inanmasını beklersiniz. Yani totaliter teokratik bir algıya dayanan
yaşamı, farkında olmadan insanlığa armağan edersiniz.
Bunu gören her politik oyun kurucu
anlayış kendi anlayışını dayatarak bu süreci götürmeye çalışır ki, bunun adı
siyaset olmaz; siyasetsizliğin insanları getireceği son nokta olur. Bu duruma
gelmeden ya da böylesi ortamların oluşmasına fırsat vermeden siyaseti Siyasetle
yapalım… Siyasetin limanı ahlaktır, ahlakı olmayan bir siyasetin gemisinin
nerede demirlediğinin hiçbir önemi yoktur. Biz ülkemizi yönetecek siyasetçilerin
ahlak limanından denize açılmasını ve tekrar ahlak limanına dönüp demir
atmasını bekliyoruz… Bu bakış açısı, bir anlayış kazandırmak ve kafalarda soru
işaretleri bırakarak insanların yeni zihinsel kurgu üretebilmelerine faydalı
olmak amaçlı kaleme alınmıştır… Faydalı olmasını rabbimden temenni ediyor,
ahlaki bir limana demir atmak ümidiyle siyasetçilerimizi kendi menfaatlerinden
uzak toplum menfaatlerini sabırlara koruyarak siyaset gemisini ahlak limanına
demirlemeye davet ediyorum…
Selam saygı muhabbet ve dualarımla…
Bahadır Hataylı/22.01.2022/21.33