18 Mayıs 2008
Ahmet HAKAN
ahmethakan@hurriyet.com.tr
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Dolmabahçe’de buluşup iki buçuk saat görüşmüşlerdi ya...
Hani tarihe "Dolmabahçe’nin büyük sırrı" diye geçen vaka...
İşte ondan söz ediyorum...
Fikri Sağlar dostumuz, bu vaka hakkında ayıp ama çok ayıp bir "yumurtlama" yapmış...
Fikri Bey dostumuza göre...
O buluşmada Tayyip Erdoğan, "Bana bak Yaşar Paşa! Üzerimize fazla gelme... Senin hakkında elimde dosyalar var... Sonun İlhami Paşa gibi olur" diye kükremiş...
Ve elindeki dosyaların ucunu hafiften gösterivermiş...
Yaşar Paşa da bir ürkmüş, bir ürkmüş ki sormayın gitsin...
Ve bu ürkme hali nedeniyle Dolmabahçe buluşmasından sonra Erdoğan’a bir daha hiç ama hiç yüklenmemiş...
Dikkat! Dikkat!
Bunun bal gibi bir "üfürme", adi bir "yumurtlama" ve kuyruksuz bir "palavra" olduğunu söylemek için ne tarafların açıklama yapmalarını beklememize gerek vardır, ne de herhangi bir kanıt istememize...
* * *
Hadi gelin buradan, "yumurtlayan"a da, bu "yumurtlamaya inanma eğilimi gösteren"e de soralım:
Yahu arkadaşlar! Söyler misiniz? Ne yapsın Yaşar Paşa?
Bu hükümetten memnun olmadığını göstermek için elinden geleni hem de fazlasıyla yapmadı mı?
Yetkisini ve sorumluluğunu aşarak bu hükümetle irtica arasında bağ olduğuna dair gayet sarih sözler etmedi mi?
"Cumhuriyet mitingleri"ne sahip çıkmadı mı?
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını engellemek için her türlü riski göze alıp "27 Nisan" bildirisi yayınlamadı mı?
Hayrünnisa Gül’ün ya da Emine Erdoğan’ın türbanıyla muhatap olmamak için, medeniyet kurallarını bile ihlal etme pahasına, köşe bucak kaçmadı mı?
Kaçmıyor mu?
Söyler misiniz daha ne yapsın Yaşar Paşa?
Bir muhalefet partisi lideri gibi, her çarşamba "ordusunun grup toplantısı"nda "AKP’nin ülkeye yaptığı fenalıklar" başlıklı uzun nutuklar mı atsın?
Olmadı, tanklarını her pazartesi Başbakanlık önünden, her salı Çankaya Köşkü’nün önünden mi geçirsin?
Ulusal mücahit Tuncay Özkan’a, OYAK’tan kredi desteği verilmesini sağlayıp, "Ağlama Tuncay... Kimse yoksa ben varım" mı desin?
Üç günde bir yumruk vurup masa mı kırsın?
Tayyip Erdoğan’a, "Sen BOP’un eşbaşkanısın!" falan diye laf mı soksun?
Alo... Söyleyin! Söyleyin!
Bunları mı yapsın Yaşar Paşa?
Yahu burası Myanmar falan değil... Burası iyi kötü 60 yıldır demokratik bir ülke...
* * *
Siz halka en küçük bir umut veremeyin... Her seçimden muazzam yenilgilerle çıkın... İktidarın doğal ömrünü tamamlamasına bir türlü izin vermeyin... AKP tam yıpranma trendine girmişken yaptığınız centilmenlik dışı lüzumsuz ataklarla hayat öpücükleri bahşedin... Hukuku zorlayın... Sandık meydanında bileğini bükemediğiniz rakibinizi siyasi yasakla falan ekarte etmeye kalkın...
Ve pusu kültürüyle yoğrulmuş bütün bu adımlarınızın ardından...
"Sıfıra sıfır elde var sıfır" sonucuyla karşılaşınca...
Tekrar gözünüzü elinde silah olanlara çevirip, "Yahu Yaşar Paşa da son günlerde hiç ses etmiyor bunlara... Yoksa Kostakas dosyaları mı söz konusu" diye ahlaksız bir tezvirata girişin...
Bu insafa sığar mı?
* * *
Şunu çok iyi anladık: Askere bel bağlamanın antidemokratik taraflarından söz etmenin bu memlekette bir manası yoktur...
Şunu da çok iyi anladık: Elinde silah olmayanları, elinde silah olanlarla korkutmanın ne denli ahlaksız bir iş olduğunu söylemek faydasız bir iştir...
O zaman bari bir "gerçekçilik çağrısı" yapalım...
Ey ağalar! Ey beyler!
Aha buradan sesleniyorum: Yaşar Paşa gider, İlker Paşa gelir...
Hiçbir şey değişmez... Hiçbir şey...
Çünkü tank sesiyle uyanmanın artık imkan ve ihtimali yoktur... Ne iç, ne de dış konjonktür buna müsait değildir...
Palet nağmelerini işiteceğiniz, "Ordu millet el ele" diye çığıracağınız, "Düşükler"i Marmara’da bir adaya tıkacağınız, "Kuyruklar"a hayatı zindan edeceğiniz günler geride kalmıştır...
Bunu idrak edin artık lütfen... Bunu idrak edin de "gelen" ya da "giden" paşalara korkunç haksızlıklar yapmaktan vazgeçip, elinizi taşın altına sokarak muazzam sivil zaferlere nasıl imza atacağınızın planlarını yapın...
İki soruda Turhan Çömez
SORU: Bir zamanlar Başbakan Tayyip Erdoğan’ın en yakınındaydınız... Bir anı kitabı yazacak mısınız?
CEVAP: Hayır... Onlar benimle mezara kadar gider... Başbakan’la yakın olduğumuz günler, benim saygıyla andığım günlerdir...
SORU: Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’le neden buluştunuz
CEVAP: Paksüt’ü Bağdat Büyükelçisi iken tanıdım... Bağdat’ta bombaların altında birlikte kaldık... Ailecek görüşürüz... AKP hakkındaki kapatma davasıyla ilgili tek bir kelime bile etmedik, etmeyiz... Ayrıca ben AKP’nin kapatılmasına şiddetle itiraz eden biriyim... AKP’nin kapatılması çok yanlış olur
Bu Blogda Ara
18 Mayıs 2008 Pazar
Arap’ın entarisi ve Türk’ün kraliçe ile imtihanı
ÖMER LÜTFÜ METE
Böyle bir başlık koyarken kendimi fena halde aşağılanmış hissediyorum ama neyleyim ki, bedeli ne olursa olsun, elim mecbur...
Yazar E-Posta: omerlutfimete@bugun.com.trHaber Tarihi: 18 Mayıs 2008Bu duygudan yana nasibi olabilecek bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının haysiyet düğmesine basabilmek için daha kanırtıcı bir seçenek geliştiremedim. Ayrıca başlığım, Birinci Dünya Savaşı'ndan Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar geçen dönemdeki hatıralarına bu ismi veren Halide Edip Adıvar'ı anmaya vesile olacağı için de tercihe değerdir.
Adıvar'ın anlatımı, 30 Ekim 1918'de İngilizlerin İstanbul'u işgaliyle başladığı için Kraliçe Elizabeth'in Türkiye'yi ikinci ziyaretini bir tür 'nazire' vesilesi edinirken, yakın zamanlarda bu ismi kullanıp gönderme yapan günümüzün 'halaskâr gazileri' ile aynı safta görülmeyeceğimi umuyorum. Şimdinin vatan kurtaran aslanları laik, solcu, ulusalcı geçinirler amma çoğu gerçekte laik değil 'laiklikçi', solcu değil 'solculukçu', ulusalcı değil 'ulusalcılıkçı' sayılmayı hak eder! Zira yaptıkları, bu sıfatların içini doldurmak değil zarflarına bürünüp ticaret ve siyasetlerini yürütmektir.
Ateşle imtihanını zaferle noktalayan Türk'ün kraliçe ile imtihanını nasıl geçirdiği sorusundan önce muhakkak haysiyetçi bir ret haykırışı gerekiyor: 'Ne demek, niye kraliçe ile imtihan oluyormuşuz?' Keşke böyle bir ret haykırışı duyabilseydik... Devletimizle birlikte, sağından soluna neredeyse bütün medya kuruluşları âdeta düşük yoğunluklu bir tapınma heyecanı içinde imtihana girmiş gibi 'Kraliçe hazretlerinin huzurunda kusur işlememek için' tir tir titredi...
O yüzden ziyaret maalesef 'Türk'ün Kraliçe ile İmtihanı' gibi milli bir felaket halinde başladı, İstanbul'u işgal eden İngiliz donanmasının torun gemilerinden birinin salonlarında bir çeşit simgesel 'çağdaş mandalık biati' şerefine verilen yemek faciasıyla bitti! Aslında bu son fasıl, haysiyetli insana başka söz bırakmıyor. Neden elçilikte, konsoloslukta veya başka bir yerde değil de savaş gemisinde?
Tamam; bizde misafir azizdir, onu hoşnut kılmak için tevazu bile abartılabilir ama haysiyet denen 'var olmayı hak etme' duyuş ve duruşu bakımından yerlerde sürünmek şart mı? Yaladığımız zeminin tadını belirlemek için küçük bir mukayese yeter: Acaba, küçümsemeyi adet edindiğimiz şu Arap devletlerinden, hatta devletçiklerinden herhangi birinin kralı veya kabile reisi, kraliçenin daveti için entarisini çıkarma şartını kabul eder mi?
Başka soru yok! 'Türk'ün kraliçe ile imtihanı' sayısız insanımıza derin aşağılanmışlık hissi verirken sanırım bir tek hayra vesile olmuştur. O da, düne kadar Sayın Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmemesi için yırtınanların bu ziyaret vesilesiyle mütareke basınından genlerine miras olarak geçmiş manda zihniyetini açığa vurmalarıdır.
Gördük ki; yaklaşık iki yıldan beri, Köşk'e çıkmasın diye Gül düşmanlığında birbirleriyle yarışmış nice medya bülbülü, 'Kraliçe Hazretleri' söz konusu olduğunda dut yemiş kargaya dönmüş, 'Bir gün gerekebilir, çocuklarıma ve torunlarıma yararı dokunabilir' diyerek yazı veya sözleriyle nazarlık birer 'İngiliz nişanı' kapmaya çalışmışlardır.
Böyle bir başlık koyarken kendimi fena halde aşağılanmış hissediyorum ama neyleyim ki, bedeli ne olursa olsun, elim mecbur...
Yazar E-Posta: omerlutfimete@bugun.com.trHaber Tarihi: 18 Mayıs 2008Bu duygudan yana nasibi olabilecek bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının haysiyet düğmesine basabilmek için daha kanırtıcı bir seçenek geliştiremedim. Ayrıca başlığım, Birinci Dünya Savaşı'ndan Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar geçen dönemdeki hatıralarına bu ismi veren Halide Edip Adıvar'ı anmaya vesile olacağı için de tercihe değerdir.
Adıvar'ın anlatımı, 30 Ekim 1918'de İngilizlerin İstanbul'u işgaliyle başladığı için Kraliçe Elizabeth'in Türkiye'yi ikinci ziyaretini bir tür 'nazire' vesilesi edinirken, yakın zamanlarda bu ismi kullanıp gönderme yapan günümüzün 'halaskâr gazileri' ile aynı safta görülmeyeceğimi umuyorum. Şimdinin vatan kurtaran aslanları laik, solcu, ulusalcı geçinirler amma çoğu gerçekte laik değil 'laiklikçi', solcu değil 'solculukçu', ulusalcı değil 'ulusalcılıkçı' sayılmayı hak eder! Zira yaptıkları, bu sıfatların içini doldurmak değil zarflarına bürünüp ticaret ve siyasetlerini yürütmektir.
Ateşle imtihanını zaferle noktalayan Türk'ün kraliçe ile imtihanını nasıl geçirdiği sorusundan önce muhakkak haysiyetçi bir ret haykırışı gerekiyor: 'Ne demek, niye kraliçe ile imtihan oluyormuşuz?' Keşke böyle bir ret haykırışı duyabilseydik... Devletimizle birlikte, sağından soluna neredeyse bütün medya kuruluşları âdeta düşük yoğunluklu bir tapınma heyecanı içinde imtihana girmiş gibi 'Kraliçe hazretlerinin huzurunda kusur işlememek için' tir tir titredi...
O yüzden ziyaret maalesef 'Türk'ün Kraliçe ile İmtihanı' gibi milli bir felaket halinde başladı, İstanbul'u işgal eden İngiliz donanmasının torun gemilerinden birinin salonlarında bir çeşit simgesel 'çağdaş mandalık biati' şerefine verilen yemek faciasıyla bitti! Aslında bu son fasıl, haysiyetli insana başka söz bırakmıyor. Neden elçilikte, konsoloslukta veya başka bir yerde değil de savaş gemisinde?
Tamam; bizde misafir azizdir, onu hoşnut kılmak için tevazu bile abartılabilir ama haysiyet denen 'var olmayı hak etme' duyuş ve duruşu bakımından yerlerde sürünmek şart mı? Yaladığımız zeminin tadını belirlemek için küçük bir mukayese yeter: Acaba, küçümsemeyi adet edindiğimiz şu Arap devletlerinden, hatta devletçiklerinden herhangi birinin kralı veya kabile reisi, kraliçenin daveti için entarisini çıkarma şartını kabul eder mi?
Başka soru yok! 'Türk'ün kraliçe ile imtihanı' sayısız insanımıza derin aşağılanmışlık hissi verirken sanırım bir tek hayra vesile olmuştur. O da, düne kadar Sayın Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmemesi için yırtınanların bu ziyaret vesilesiyle mütareke basınından genlerine miras olarak geçmiş manda zihniyetini açığa vurmalarıdır.
Gördük ki; yaklaşık iki yıldan beri, Köşk'e çıkmasın diye Gül düşmanlığında birbirleriyle yarışmış nice medya bülbülü, 'Kraliçe Hazretleri' söz konusu olduğunda dut yemiş kargaya dönmüş, 'Bir gün gerekebilir, çocuklarıma ve torunlarıma yararı dokunabilir' diyerek yazı veya sözleriyle nazarlık birer 'İngiliz nişanı' kapmaya çalışmışlardır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Popüler Yayınlar
-
Sosyal devletin anlamını, devlet ile millet arasındaki ilişkiyi ve bir toplumu güçlü ve sürdürülebilir kılan dinamikleri detaylandırırken, b...
-
Günümüzde teknolojinin ulaştığı seviyeyi anlamak için sınırsız bir yaratıcılıkla şekillenen dijital bir çağda yaşadığımızı kabul etmek gerek...
-
Suriye iç savaşı, yalnızca bölgesel güç dengelerini değiştiren bir çatışma olmakla kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke ...
-
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, kimin neye inandığını ve ne adına yaşadığını anlamak her geçen gün daha da zor hale geliyor. İnsanlar, çoğu z...
-
Ah be oğul, Dünya dediğin, bir misafirhanedir aslında. Tahta beşikle başlar yolun, Tahta bastonla biter usulca. Arada ne var dersen, Gözya...
-
Mekânların Hafızası ve İnsanın Aldanışı Emevi Camii, tarih boyunca dinî, siyasi ve toplumsal anlamları bir arada barındıran, sadece mümin...
-
Bismillahirrahmanirrahim, Ey insanlar! Gelin bir düşünün, çevrenize bakın ve kendinize şu soruyu sorun: Bugün içinde yaşadığınız toplum, All...
-
Bugün Suriye'de HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) tarafından gerçekleşen yeni çatışma patlamaları ve burada bizim medyanın ilişkileri üzerinde...
-
Suriye'nin içinden geçtiği karanlık dönem, sadece bölge ülkeleri için değil, tüm dünya için ciddi bir kriz senaryosudur. Ancak bu kriz...
-
Her çağ, insanı dönüştüren yeni düzenler yaratır. Zamanın ve zeminin rengine bürünmek zorunda kalmanın dayatıldığı dönemlerde, bireyin kim...