Bu Blogda Ara

22 Şubat 2022 Salı

BİR NEŞTER VURDUM GEÇEN ZAMANA!

İnce bir saz eşliğinde uzaktan turaç ötüşlerini dinleyerek vahşi bir doğanın içinde sabahlamak vardı, ne yazık ki şehrin monoton yaşamları arasında akşam yat, sabah otobüslere koş, metro tramvay vapurlar derken o anın tadını çıkarmak hiç nasip olmuyor desem ne çare… Hayali bile haram olmuş gibi, stresle kalk gerilimle yürü, cinnetle akşamla, öylesine yuvarlanıp gidiyorsun işte…

Günah duvarına bir resim çiz deseler, yıpranan ömrüm ve boşa geçen zamanın çılgın rüzgârlarla nasıl boğuştuğunu çizerdim herhalde. Öyle bir geçiyor ki zaman, senin onunla mücadele etme koşulların farklı olmasına rağmen, nasıl da bunu kendime rakip edindiğimi düşündüğümde şaşıp kalıyorum olduğum yerde…

Tüm günahlarımı toplasam gök kubbe alır mı bilmiyorum ama bildiğim bir hakikat var ki, bir zerre olan ben bu kadar kabarmayı nasıl becerebildim. Küçük bir zerre, günaha saplanınca balon gibi şişerek olduğundan farklı ve kendinden uzak nesnelere dönüşmese, bu kadar şişkinliği oluşturacak büyüklükte bir hacmi nasıl işgal edebilir.

Bazen nefes alamıyorum derken, bu gök kubbe içinde günah gazları o kadar ruhumu daraltıyor ki, yüzümü çevirip yukarılara baktığımda kendimden başka ve kendi günahımın dışında bir şey görünmüyor gözlerime… Demek ki tüm bu sıkıntıların kaynağı bendeymiş diyerek, yeniden başlıyorum hayata kaldığım yerden…

Bir sabah meltemi esiyor hafiften, yüreğimi okşayarak içimdeki dertleri ve sızıları da süpürüp götürüyor içimden… Hiçbir çöpçü bu kadar temizleyememişti sokağımızı, meltemin yüreğimden götürdüğü kirler kadar… Bazen gezdiğim yerlerde, sokağımızdaki cam kırıklarını gördüğümde benim yüreğim kadar parçalanmamış olduğunu görmem, beni de kendime getiriyor, ne kırıklar var da sen bilmiyorsun diyorum kendi kendime… Yürüyorum kimsenin uğramadığı sokaklara, duvar diplerinde akşamdan şarapçıların bıraktığı içki şişelerinden başka bir şey ilişmiyor gözlerime…

Kim bilir kaç şarapçı sabahladı bu duvar diplerinde, kaç evsize yuva oldu bu duvarlar, ekmek kırıntıları, kemik artıkları ve kırık şişelerden gözümü alamıyorum yürürken, bir taraftan video görüntüleri alıyorum bir yandan içim içime sığmıyor, bu duvarın dibinde ne acılar olduğunu düşünüyorum…

Gönlünü belediyeciliğe vermiş, nice güzel insanların makamlarının hemen iki cadde arkasındaki bu sokağa, hiç yollarının düşmemiş olması da beni bir başka yaralıyor… Acaba ben de mi buradan geçmemem lazımdı diye düşünmekten de kendimi alamıyorum…

Ben bu yüreğime söz geçiremiyorum ve bir türlü kemendini elime alamıyorum… Hiç acı duymayan sokaklardan geçeyim diyorum beni alıp götürüyor, hem de hiç bilemediğim yerlere, kendimdeki acıları dindirmeden bir de onlar ekleniyor acılarım arasına… Söyler misiniz bana bu kadar acıya dayanır mı dersiniz bu yürek, ondan olsa gerek her yanından acı ve sızılar geliyor…

Gönül coğrafyamın yürek ikliminden acı acı esen fırtınalar arasında, yaşamaktan mutlu muyum diye sorarsanız, hakikaten çok yorulduğumu söyleyebilirim, ancak o acılarla birlikte olmak bir an olsun acı çekenlerin acısını hafiflettiğimi düşünerek acılarımı hafifletmiyor değil, ondan olsa gerek, yürek ikliminden gelen fırtınalara aldırmadan gönül coğrafyasında yaşamaktan haz alıyorum…

Alıp başımı gideyim diyorum, doğanın özündeki doğal dostlarımla huzura ereyim, ardından acı çekilen bu coğrafyanın hangi köşesinde kalmış olabilir o doğal huzur diyerek yine vazgeçiyorum… Bilmem ki ben, bu benden mi kaçıyorum, yoksa kaybolan beni mi arıyorum. Kaybolan benliğim olmadığını biliyorum, omurgalı yaşam hep hayatımın odağında durdu, omurga yara almasın diye her şeyimi kaybetmeyi göze aldım ama omurgaya zarar gelmesin istedim, sürüngen bir yaşama alışkın değil benim yüreğim… Kendini kaybetmiş varlıklarla birlikte olmaktansa, kendisi olmaktan onur duyan doğal yaşamın vahşi kollarında kendimi bulmuşum, ondan olsa gerek hep oraları arzuluyor yüreğim…

Nerelerden geldiğimi söylesem kendim inanmıyorum ki, onlara sizi nasıl inandırayım… Ama bildiğim bir hatırası geçtiğim her yerden, yüreğim mıknatıs gibi acı topladığından o acılardan yüreğim kalkmaz olmuş yerinden, belki buradan siz de anlayabilirsiniz onun neler çektiğini ve hangi yolları bir nefesle geride bıraktığını…

Umutsuz vaka olarak değerlendirenler çıkabiliyor bazen beni… Oysa tüm umutların yeniden başlamakla canlandığını bilen biri olarak, bu satır aralarında gezinmekten zevk alıyorum… Ondan olsa gerek dere tepe demeden her tepenin ardında ve kayaların oyuklarından hayat fışkırır diye, kayıp neresi varsa, oraları irdeleyerek geziyorum hiç kimseye aldırış etmeden…

Sokakları terk ederek, kavşak noktasından caddeye tam girecekken, gözlerime bir ışık yansıdı hiç bilmediğim bir yerden, karşımda koca yürekli küçük adamı, umut dağıtırken, umut satıcılarıyla mücadele ederken gördüm… Umut satıcılarının tezgâhlarını param parça etmiş, gönlü kırık hayalleri solmuş gelecekten beklentileri azalmış, omuzları çökmüş, elleri nasırlı, gözleri yaşlı insanların, dizlerinin üzerine çömelerek, başlarını ellerinin arasına almış, bu koca yürekli küçük adamı can kulağıyla dinlerken görünce kendimden utandım…

Umut tacirlerini umut satarken tezgâhlarıyla imha etmek, umut çiçeklerinin yeniden tomurcuklanması için bir hava sirkülasyonu yaşadıklarını bana öğretti… O koca yürekli küçük adam, oysa benim gelmemi beklermiş saatlerce, her gün orayı kullandığımı biliyormuş… İçimde birikmiş tüm olumsuzlukları içimden atmam için, bir tekmeyle tüm umutsuzlukları parçalayarak insanlara umut tomurcukları dağıtıp, benimle kol kola yürümek için içimdeki sızıyı dağıtmaya gelmiş…

Bu sokaklar, bana yağmurdan sonra rengârenk gök kuşağıyla buluşacağım saatleri bile değiştirdi… Hangi saatte randevulaştığımı unutturup oradan oraya koşturmaktan beni bana bırakmadı, gökkuşağına derdimi anlatıp bir helallik almamı elimden aldı…

Beton binalar arasında bıraktığım ömrümü çalan duvarlar, beni benden çaldığınız gün ömrümden ömür gitti, bir günüm bin yıl oldu, bin yılım bir gün gibi savrulup gitti… Oysa yapacak daha çok işim vardı. Anlaşılmayan beni anlatmak için, kendimi dağların arkasına hapsedip, mesajımın hareketli bir resmini yaptıracağım, Ağrı Dağının tam tepesine ülkemin her karış toprağından okunsun için…

Sahipsiz çocukların, köşe başlarındaki muşambaya bu soğukta nasıl da serilip ana kucağı gibi yattığını görünce, bir mezar bulayım da ben de uzanayım boylu boyunca, bu acıları kaldıramaz oldu yüreğim desem de bu çocuklar uğruna tüm acılara katlanmayı öğrendim. Acıları silemesem de acı çekilen yerlerdeki acıların kaynağını en azından ortaya çıkarırsam, bir gün gelir o acıların kaynağını kurutacak olanlar da çıkar… İşte bunu düşünerek tüm acılarımı yürek iklimindeki çılgın rüzgârın önünde savuruyorum… Bir gün olur samanla teneler ayrılır, işte o gün tüm taneler bir umut tomurcuğu olarak bu topraklarda patlar.

Ben dostlarıma elveda ederek arkama bakmadan hiçbir zaman terki diyar etmedim… Gönül muhabbeti ile aklın sistematik dosdoğru duruşu bir araya geldiğinde gecelerimiz gündüz, yürümelerimiz koşu alanına döneceğinden kuşkunuz olmasın… Ben o günlerin ne zaman geleceğini bilmediğim için, o günlerin oluşumunu sağlayacak nedenleri oluşturma derdindeyim… Belki kafanıza takılabilir bu adam ne yapıyor diyenleriniz çıkabilir, ben yüreklerin üzerindeki zehirli zarları parçalamakla meşgulüm. Gönül coğrafyasından kanayan yerlere merhem taşıyorum gece gündüz durmadan, her an bir tabip gibi çalışır, hem lojistik sağlar, hem de merhamet ikliminde yetiştirdiğim umut tomurcuklarımı oraya dikerek onların bakımıyla uğraşıyorum… Yani anlayacağınınız kendi çapında el becerisiyle bahçıvanlığı öğrenmiş, hiçbir ağacın kurumasına müsaade etmeyecek kadar ağaçları canından çok seven, tahtası eksik bir bahçıvanım…

Yolum çok uzun, zamanım az, biraz müsaade edin doğallığımla baş başa kalayım, yoksa ben de acıların bir parçası olup, yangınları alevlendiren bir volkana döneceğim…

Yine bir sabah, ince sazım hafiften çalar, turaçlar uzaktan kulaklarımı yoklar, demlenmiş çayım beni bekler, elveda ederek ayrılmayacağımı söylemiştim, Haydi bana Eyvallah…

 

Erol KEKEÇ/22.02.2022/09.30

            

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!