Bir toplumun kendi genetik ve kültürel kodlarına göre yaşamını sürdürmesinin en önemli görüntüsü, kendi değer sistemleri ile varlığını ortaya koymasından geçer. Kendi değer sistemleriyle küresel etkilerin kuşatmasına teslim olmuş toplumlar, kendilerinden çok uzakta yaşarlar. Günümüz yaşam denklemlerine bir bütünlük içinde yaklaştığımız zaman, öyle problemli yaşamlarla karşılaşıyoruz ki, bunların problem olduğunu fark edebilmek bile başlı başına bir başarıdır.
Dünyanın, etkileşimi yüksek ve ikincil ilişkilerin yoğun yaşandığı küresel bir köy haline geldiğini dikkate alırsak, toplumların kendi genetik ve kültürel kodları ile varlığını sürdürüyor olmalarını düşünmek tam bir fiyasko olabiliyor. Çünkü ortak küresel kültür planlaması dijital yaşamla birlikte temel kültür haline geldiği muhakkaktır. Hangi topluma giderseniz gidiniz, kendi kültürel kodlarının ciddi anlamda tahrif edildiğini görüyorsunuz. Hem de en belirgin olarak toplumsal yaşam içindeki ilişkilerde bunları açıkça fark ediyorsunuz. Cemaat olarak yaşayan ve birincil ilişkilerin çokça olmasını beklediğiniz, ilişkilerin yüz yüze samimi, sözlü ve sıcak iletişimi beklediğiniz yerde çok ceddi yapay ve yüzeysel yaşam biçimleri ile karşılaşıyorsunuz. Bu görüntülerin tamamı, küresel etkinin coğrafya gözetmeksizin her ortamı etkisi altına aldığının göstergesidir.
Toplumsal farklılaşmaların belli bir süreç bir doğrultusunda, planlı ve yaşamın tüm boyutlarında bir evrim halinde gerçekleşmesi, toplumsal değer sistemlerini toplumsal yapıyı yıpratacak ve değiştirecek şekilde etkisi altına aldığına pek rastlamıyorsunuz. Çünkü toplumun değişim ve dönüşüm sürekliliği hep devam ettiği için toplum kendi rotasını koruyabiliyor. Ancak toplumların böyle bir değişim çizgisi yoksa, bu toplumlarda küresel etkiler tam bir ifsat oluşturabiliyor. Bunların en açık örnekleri de üçüncü dünya ülkeleri ve Ortadoğu toplumlarıdır. Bu ülkelerin genetik kodlarıyla oynandığı için kültürel kimlikleri çok çabuk etki altında kalabiliyor. Dışarıdan gelen rüzgarlar bu toplumlarda ciddi bir alçak basınç alanı yakaladıkları için, tüm ifsat selleri ve yağışları bu toplumların üzerine yağıyor.
Bir toplumun kültürel alçak basınç altında kalmaması için, öncelikle kendi kültürel kimliğini canlı olarak yaşaması gerekir. Kendi kültürel ve tarihi bağlarını hiçe sayanlar, her daim küresel etkilerin değiştireceği kapsam içinde yer alırlar. Çocukluğumuzdan bu yana bizim toplumda geriye dönük bir gözlem yaparsak, nasıl endişeli süreçlerden korkak ve ürkek olarak bu günlere geldiğimize şahit oluruz. Her yeni kuşak öncekiler tarafından hep değişimin temel dinamikleri olarak algılanmıştır. Hatta üniversitelerin açıldığı şehirlerde hızlı değişimlerin olduğu, dolayısıyla bu şehirlerimizin gençliğinin yoldan çıktığı anlatılmış, neredeyse orada okuyan gençler kendi toplumuna ait olmayan bireyler gibi algılanmış ve onlara karşı tavırlar geliştirilmek istenmiştir. Yani eski kuşaklar ifsat mekanizmasının alevlendirilmesinde gençliği sakıncalı bulmuşlar ve bu şartlar altında gençleriyle ilişki kurmak istemişlerdir. Bu durum ister istemez kendisini potansiyel tehlike olarak gören gençlerin yeni arayışlara girmesini beraberinde getirmiştir. Gençliğin bu arayışlarını her dönemde küresel rüzgarlar es geçmemiş dikkate almış ve küresel kültürel kodların kuluçkaya yatması için, bu ortamları kendisine mesken edinmiştir. Yani gençlik böyle bir yaşamı tercih etmemiş, önceki kuşakların gençlerle aralarına ördüğü duvar gençleri yeni arayışlara götürmüş ve küresel etkiler de bu açıklığı kapamayı bilmiştir.
Bu sürecin hep böyle gitmesini istemiyorsak, önceden gelen her kuşak yeni kuşakları dışlayan ve onlarla aralarındaki bağları koparır davranışlardan kaçınması zorunludur. Bugünün olgun ve yaşlıları da dünün gençleri ve çocuklarıydılar. Dolayısıyla hep önceki kuşaklar ile sonraki kuşaklar birbirinin dilini anlamadan araya duvarlar örerek bu günlere gelmiştir. Böylesi bir açmazın bizim açımızdan olumsuzlukları çok fazla olmasına rağmen, küresel güç olarak, dünyayı küresel küçük bir köy haline getirmek isteyenlerin iştahını kabartmış ve onlar için yeni hazineler keşfedilmiş olmaktadır. Oysa bu sürecin gedikleri çok kolay kapatılacak olmasına rağmen, gençleriyle aralarındaki bağı koparan toplumlar bu süreç içinde boğulmuşlardır. Şu an bizim gibi toplumsal tarihsel ve kültürel kimlikleri ön planda olan toplumlar bile bu dalgaların dövmesiyle bir bir enkaza dönmüş durumdadır. Bunun önüne hiç geçilemez, geldiğimiz noktadan ancak ne kadar daha az etkileniriz diyerek kendi kabuğumuza çekilmekle bunların üstesinden gelme imkanımız yoktur. Savunma her zaman ve ortamda yenilginin başlangıcıdır. Biz toplum olarak kendi değerlerimizi dominant yaşar hale gelirsek, dışarıdan gelen rüzgarların açacağı tüm gedikleri kapamış oluruz. Gün geçmeye ki toplum olarak çok sakıncalı bulduğumuz davranışlar toplumda legal hale gelmesin...Her geçen gün olumsuzlukların doğal olarak yaşandığı günlere hızla giriyoruz. Bunların önüne hep birlikte geçebiliriz. Bizim dışımızda bize dayatılan yaşamlardan dönme şansımız yok diyerek kendimizi alçaltmayalım. Biz bir nesne değiliz, düşünen anlayan neyin doğru neyin yanlış olduğunu idrak eden süjeleriz. Dolayısıyla kendi küllerimizden yeniden dirilecek közleri küllerin içinden çıkaracağız. Bizi yaşatacak enerji dışarıdan gelmez kendi köklerimizde var, onlara sarılıp onları ortaya çıkarmak zorundayız.
Bir toplum kendi gençlerini kötüleyerek bir yere varamaz. Gençlik bizim aynamız, onlara baktığımızda aslında kendimizi gördüğümüzü bilelim, o zaman kendimizle barışarak sonrasında aynaya bakalım. Bu gençleri biz ithal etmedik dolayısıyla ithal mamullermiş gibi değerlendirme yapmaktan kaçınalım. İdrak eden her insanımızın sorumluluğu var bu değişim rüzgarlarının tufana dönüşmesinde...Tufan diyorum çünkü önüne çıkan her şeyi savuruyor, önünde durana aşk olsun derler ya, duracağız ve onların bizim toplumsal dokumuzu etkilemesine fırsat vermeyeceğiz. Küresel kasırgaların ülkemizin hiçbir noktasında ve hiçbir tepesinden gedik açmasına fırsat vermeyeceğiz. Bu bizim elimizde, kenetlenmek zorundayız, çıkar menfaat ve kendimizi kanıtlama hastalığından kurtulup, hepimizin birimiz, birimizin hepimiz içinde ancak bir anlamının olduğunu kavrayacağız. Böylesi bir anlayış ve bakışla ayağa kalkan toplumlar kendi kökleri üzerinde gümrah aştıkça albenisi artan bir ağaç gibi canlılara gölgesinde yer açar. Böyle olmazsa çalı çırpı ve dalları kırılmış, bir oduncunun keseceği günü bekleyen, kurumuş ağaca döner...
Yüreklerden yüreklere bir bağ kuralım, gençlerimizi bağrımıza basalım, onları küresel kasırgaların etki alanından çıkaralım...Çıkarlarımızı korumak için ne olur gençlerimizi harcamayalım...Onlar bu gün olmazsa, yarınlarımız çok kararır. Karanlıklara kendilerini hapsetmek istemeyenlere çağrım, gelin hep birlikte el ele, gönül gönüle bir olalım diri olalım kendimize gelelim, toplum olarak ayağa kalkalım daha yapacak çok işimiz var...İşte, yapılacak o işlerin verimli olması için gençlerimize dümende yer verelim, onlar bizim açmadan soldurulmak istenen tomurcuklarımız; tomurcuklarımızı ne olur koparmayalım küstürmeyelim bağrımıza basalım...
Ne mutlu onlara ki, Onlar Milletini kendinden öncelikli görürler, selam olsun onlara...
Selam saygı muhabbet ve içli dualarımla herkese kucak dolusu şefkat ve merhamet sıcaklığını serpiyorum kalın sağlıcakla...
Erol KEKEÇ/08.08.2022/15.20