Bu Blogda Ara

20 Mart 2009 Cuma

BORÇLANMANIN BONUSU GÜVENİLMEYEN ADAM!

Ah ah! bir dürüst olsaydık ne olurdu,şu dürüstlüğü bir türlü beceremedik,bu kadar dürüst olanlar var etrafımızda bir nebze insan bunlardan örnek almaz mı vah bizim bu eşek kafamız ne zaman öğreneceğiz bunu.Kimselere çaktırmadan yaşayalım dedik ama olmadı işte birileri nerden öğrendi ise dürüst olmadığımızı hatta dürüstlüğümüzden şüphe bile edebileceğini alenen herkese yaydı;biz ne yaparız artık dürüst olmadığımızı bilmeyen kalmadı.Ya şu feleğin çemberinden geçmediğimiz delik kalmadı,dürüst olmadığımızı gizlemek için,ne kadar da çaba sarfetsek, işte bir yerden göze batıyoruz.Bu bankacılar yok mu bunlar,onlara sır verilir mi ya bizi kandırdılar,elimize bir karton parçası verdiler,bizde ne olur ne olmaz belki içinde bir şeyler var dedik,bakkala gösterdik sihirli bir cin gibi onu gören hemen ekmeğimizi şekerimizi verdi,biz de ohbe diyerek sevinç ve neşe içinde onurla çocuklarımıza bir şeyler götürmenin vakarıyla başı dik eve girdik, onlara olanları söylemedik.Televizyonu çocuğum açtığında hı sen varya bizi kandırıyorsun değil mi baba.....hani dürüstçe çalışarak bunları kazanıp bize getirdiğini ilerde de çok paran olunca bana çikolata da alacağını söylemedin mi;ama baksana başvekil amca sizin kötü adamlar olduğunuzu hatta dürüstlüğünüzden bile şüphe ettiğini,haşin duvarda asılı olan isimlerinizi ordan sileceğini ve sizi kara listeye alacağını ve hiç kimsenin sizinle ilişki kurmamasını önereceğini ve böylece dirhem dirhem can vermenizi isteyeceğini söylüyor buna ne diyorsun dediğinde,ne sahtekar bir adam olduğumu anladım(!)
Evet,dünya bu bazen sahtekarlığımızı başkalarından öğrenebiliyoruz,dürüst adamlar olmasa bizim bu güvenilir olmayan yanlarımızı kim anlatacak;tabi ki onlara da ihtiyaç var.Size küçük bir hayat hikayesini anlatayım da şu dürüst adamları tanıyın, bizim ne kadar sahtekar olduğumuzu ve güvenilir olmadığımızı anlayın.1840 lı yıllara doğru Toros Dağlarının eteklerinden Kozan ve Kadirli yöresinden Adanaya inen bir çingene kabilesi ile üç kişilik eşkıya arasında geçen bir olaydır bu.Çingeneler kışın yaşayabilmek için,yaz boyunca şehir şehir ;köy köy gezerek dileniyorlar,güz mevsimi de gelince sıcak bölge olan Adana yöresine inip orada yaşıyorlar.Toros Dağlarından aşağıya inerken önlerine üç kişilik bu eşkıya grubu çıkıyor ve onlara diyor ki,üzeriniz de ne varsa hepsini boşaltın yoksa sizi vuracağız.Ellerinde sadece bir dolma tüfek var,o çingenelar üşüşse hepsini boğacaklar,100 kişi civarında olan bu çingene grbunu üç kişi ellerindeki dolma tüfekle teslim alır ve ellerinde ne varsa hepsinin de sahibi olur.Bundan sonra çingenelerin yalvarma ve yakarma dönemi başlar,ne olur bize yardımcı olun o paralarımız bizim bir yılki erzağımızdı,bunu bize yapmayın diye bir ağıt tuttururlar.O eşkıya grubu da aldıkları paralardan 5 lirasını üzerlerine fırlatır.Çingeneler koro halinde size eşkıya diyenlerin Allah cezasını versin, sizler ne dürüst ve yardım sever insanlarsınız gittiğimiz her yerde sizlerin bu iyiliklerini anlatacağız diyerek orayı terkederler.İşte çingene grubu bu durumlarını kimseye söylememek için tefecilerin kucağına düşer,tefeciler de size biz yardımcı oluruz derler,ellerine bir kart verir,bu kartı bozdurun bozdurun harcayın vakti gelince ödersiniz diye anlaşma yaparlar.Ne yazık ki çingenelerin dilendikleri paralar yolda eşkıya grubu tarafından alındığı için ceplerinde bir şey kalmaz ve geçim sağlamakta zorlanırlar.
İşte bizler de bu çingenelrin durumuna düştük elimizde avucumuzda olanı verdik veriştirdik aman dükkanımız kapanmasın diyerek kazanamadığımız paraların yerini borçla doldurarak efendilerimizi memnun etmeye çalıştık.Öyle bir duruma geldik ki artık kimse borç vermez oldu ,bankaların kucağına düştük,elimize bir sihirli kart verdi bizde sorunlarımızı çözer dedik,ondan harcadık ve yeniden evimize ekmek getirmeye başladık,ama vakti gelince onu ödeyecek paramız kalmadı, bizim devlet babamız elimizde avucumuzda ne varsa hepsini almak için bizi cendereye almış yıllar önce koyduğu bir geçici vergi diye ismlendirdiği vergi ile de kalıcı vergiler koyarak,bizi her mevsimde soyup soğana çevirip gidiyor, ondan sonra paşa paşa etrafta bir mütref sofra açıyor yiyin beyler yiyin bu sofra sizin diyor, bize de dönüyor,ne biçim adamsınız insan fuzuli harcamalar yaparsa tabi ki bu duruma düşer sizin dürüstlüğünüze inanmıyorum diye yüzümüze haykırıyor.Bende birden merak ediyorum yahu bu başvekil bizim dürüst olmadığımızı nerden bildi diye,sonra birden aklıma geliyor tabi ki bilecek ben bu adamın bize başvekil olması için, özellikle onu seçmek için gidip muhtarlıkta seçmen kütüğüne yazılıp bizim kendisini seçtiğimizi bilmiş.Yoksa nerden anlayacak.Bizler dürüst olsa idik böyle insanları başvekilliğe çıkarmak için gecemizi gündüzümüzü birbirine katıp bu kadar çalışırmıydık?Olacak o kadar bunların mutlaka bir karşılığı olmalı, başvekil herhalde bize olan borcunu ödüyor ....
Yıl:19.03.2009
Saat:22.00-22.40
Yer:Çengelköy/İst
(E:Kekeç)

12 Mart 2009 Perşembe

SİZ DE BİR GÜN KÜÇÜLECEKSİNİZ

Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım. Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı. Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturmayacaksın babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi. Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı. Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım.
Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.' diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. 'Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara anlatıyordu annem halimi.
Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!'diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum. Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum. Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım. ' dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım?
Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim. Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.' dedi. Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim. O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.'dedi. Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim. Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi. Heyecanla başladım anlatmaya. Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz ükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım. Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde 'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye.
Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Duyduklarına inanamıyorlardı . Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.
Farkında' Olmalı İnsan...
Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.
Ömür Dediğin Üç Gündür,
Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,
O Da Bugündür.

Alıntı bir hikaye

10 Mart 2009 Salı

ANLAŞILMAK DEĞİL, ANLAMAK GEREKİR!

Ne serden ne yardan vazgeçmeyenler,ne anlatmak istiyor,ben biraz cahilim aynı zaman da zeka özürlüyüm anlamakta zorlanıyorum;lutfedip bize biraz anlaşılır olurlarsa gayet memnun oluruz.Şu hastalıklar bu toprakların vebası galiba,ben bir türlü anlaşılmıyorum,ne zaman anlaşılacağım,zaten o ülkeyi kurtaran adam da ancak ölümünden sonra anlaşıldı.Bir gün bu halk bizi de anlayacak,bizim tüm mücadelemizin kendileri için olduğunu bilecek.Bu halk seni hiç anlamayacak,çünkü anlama özrümüz var bizim; bu anlama özrümüzü kavrayıp, senin bizi anladığın gün,biz de seni anlayacağız.Bizi anlamayanlar,kendilerinin bir gün anlaşılacaklarını düşünüyorlarsa benden tavsiye boşuna beklemesinler.
Neden birileri hep anlaşılmak ister de, başkalarını anlama mütevaziliğini gösterme erdemini ortaya koyamaz ben de bunları anlamakta zorlanıyorum.Tabi ki benim de anlamadığım bir yön var, bu da birilerinin anlaşılmak isteyip,anlamaktan yoksun kaldıkları eylemler. Anlaşılmak isteyen ama başkalarını anlamaktan yoksun kişiler,grublar,adı ne olursa olsun herşey,gurur, kibir ve azgınlığın doruğunda olurlar.Azgın firavunu bile anlamak için, Allah'u teala elçisi Musa(as)a"firavuna git ve ona de ki,arınmak istemez misin"diye buyururken halklarını anlamaktan yoksun ama biz anlaşılalım diye çırpınanlar neyin mücadelesini vermektedir hakikaten ben bunları anlamıyorum.
Şu dünyanın haline bakın ki,her seçim öncesinde etraf tam anlamıyla filama ve bayrak çöplüğe döner, neden mi anlaşılmak için.Tonlarca boyalarla her duvarı bayasanız,her direğe portrenizi assanız,panolara anlaşılmayan dillerde kendinizi tanımlasanız da hiçbir zaman anlaşılmayacaksınız.Belki anlaşıldığınızı sanabilirsiniz,ama anlaşılmak korku nöbetlerini yaşatmaz bunu biliniz."Her peygamber kendi toplumunun dili ile gönderilmiştir"yani toplumunu anlayan,onların dertlerine derman olan,onların ızdıraplarını yüreklerinin derinliklerinde hisseden ve bu dertleri ortadan kaldırıp hakikate şahitlik yapmaları için yaşarlar.Bu önderlerin yaşamları isterim ki,bizler için birer kıvılcım olsun.Bu kıvılcımlar hayatlarımıza bir değişim dönüşüm ve paradigma farklılaşmasını getirmediği sürece,hep korkak ve ürkek yaşamaya mahkum oluruz.Korkmanın var mı ecele faydası,o halde enerjimizi boşa tüketmeden, gelin şu değişimi başlatalım ve yeni bir dünya kuralım.Bu dünya öncelikli bizim hayatımızdan başlasın ki,anlaşılma hastalığının tesirinden kurtulup,herkesi anlayarak ortak bir havayı teneffüs edip,hakkın ve adaletin şahitleri olarak kuracağımız dünya da birer aktif rol alalım.Evet,anlamak kadar sade açık ve rahatlatıcı bir eylem var mı hayatta.Anlamak yürekleri kuşatır,sizin ayağınıza bir taş değdiğinde sizin anladıklarınız kendi ayaklarına değmiş gibi sizden daha fazla acı duyarlar.Anlamak,"sizin aranızdaki elçi size karşı çok merhametli,size acır,sizin için Allah'tan bağışlanma diler"buyruklarını algılayarak yaşamaktır.Anlamak,hava atmak ,laf saymak,anamıza dil uzatmak,yaptığı olumsuzlukların faturasının hesabını başkalarına kesmek değil.Anlamak,ensesini kalınlaştıranların sayısını arttırıp,halkına sefaleti ve cefa çekmeyi reva görmek değil.Anlamak,bizden biri olmak,soframıza konuk olmak,zemherinin soğuğunda çocuklarımın üzerine üç tane battaniyeyi örtüp onları soğuktan korumaya çalıştığımda,kendisi sıcaktan evinde,bir atlet giyip dolaşmamaktır.Anlamak,biraz daha başta kalabilmek için,gece gündüz, çamur çaylak demeden köy,kasaba ,şehir ve mahalle turlarına çıkmak değil;yaşadığı dönem içinde acaba karnı aç olan biri var mı diye çaktırmadan garibin tütmeyen ocağına ateş olup ,o gariple birlikte yanmaktır.
Yıl:09.03.2009
Saat:22.00-22.40
Yer:Çengelköy/İst
(E.Kekeç)

9 Mart 2009 Pazartesi

BABA BANA BİR MASAL ANLAT!

Korkmaya ne hacet, dağların deviremeyeceği, sellerin götüremeyeceği, iradeleri satın alınmış bir toplumun ve hazinesinin üzerinde at koşturmak kolay değil, bu işleri yapmayı becerenler daha neler yapamaz ki(!)?Zaman korkma ve ürkme zamanı değil, dik durun biraz, geçenlerde bir adamcağız dik duramadığı için, arabası hareket halinde iken kafaya sıkmış, buna ne gerek var, baksanıza birileri dimdik duruyor maşallah(!)E olacak o kadar herkes dik duramaz ya,dik durabilmek bir marifet ister;bunu becerenlere ne mutlu.Ben de birazcık bu dik duranların hayatındaki yöntemleri merak ettim, bakayım nasıl beceriyorlar bu işi.Bir oraya bir buraya,bir ona bir buna laf yetiştirmek hakikaten kolay değil,bunu yapabilmek için herhalde biraz dik durmanız lazım değil mi?Dik duracaksın ki, sana bakanlar biraz yamukluktan kurtulsun da dik durmaya yeltensin.Valla ben de bu işi yavaş yavaş sevmeye başladım,süründüğünü göstermemek için dik durduğunu anlatmaya çalışmak kolay olmasa da bunu becerenleri görünce bayağı bir transa girdim.Adam elektrik direğinin tepesinden bağırıyor, sevgili dostuna bir mektup yazmış,bu mektubu dostuna vermek istiyor,kolay mı ulaşabilmek etten duvar örülmüş,insanlar dik duran birini görmek için meydanları doldurmuş,bu kadar kalabalığa anlatacaklarınız var,bu arada bir parazit yayın başlıyor hem de yüksekçe bir yerden ölüm ıslığı ile anlaşılmayan dilde.Dik duran adam istifini bozmadan o kalabalığa sesleniyor:önemli bir şey değil,her zaman ki gibi sıradan işler.....Tabi oradakiler ne anlar bundan, taleplerini dile getirenler artık sıradanlaşmış,oysa dik duran adam sıradan olmayan ekabir sınıfına sesleniyor galiba,ondan onlarda çok kızıyorlar ve adamın inmesini bekliyorlar;tekmelerle saldırarak, sıradan adamların ne işi var bu dik duran toplum içinde demek için.Be adam dik duramamışsan ne işin var elektrik direğinde, sen hiç mi gezmiyorsun etrafına bir baksana yükseklerden bakanlar dik duranlar, sen yamuk yumuk halinle çıkmışsın oradan haykırmaya çalışıyorsun, neden ve niçin? Nedenini niçin ini bilmediğin işlere bir daha girişme, sen ol ve bu dediklerime dikkat et. Dikkat etmezsen ne olur, onu da sana söyleyeyim, dik duranlar sağa sola dönme ihtimali olmadığından geri vitesleri bozuk olduğundan, sadece ileriye sürat yapmaya ayarlı seni tepeler geçerler o zaman anlarsın, elektrik direğine çıkıp dimdik durduğunu sanıp anlaşılmayan dilde ıslık çalmanın maliyetinin bedelini. Haydi, yine yırttın bu defa, sürünerek direğe çıkıp da dik durduğunu anlatmaya çalışan adam. Ya sen de nerden çıktın karşıma seninle uğraşacak halim yok aslında, ama bir de baktım ki herkesin dimdik durduğu bir ortamda bu ahengi bozmaya çalışan biri var, ondan ilgimi çektin; neyse biz yine konumuza dönelim sana da kolay gelsin...Nice cambazlar gördüm, denizi övüyorlar ama hep kıyı da duruyorlar, çünkü onlar işi biliyorlar. İşi bilmek lazım tabi ki, ortalık elli altıya giden bir ortam da ortalık toz duman halinde iken hiç bir şey yokmuş gibi oradan oraya koşarak, coşku şevk ve azimle kalabalıklara bir şeyler anlatmaya çalışmak ne anlama geliyor bu biraz kafama takıldı. Kafama takılmasının nedeni, bu toz dumanları ortadan kaldırması gerekenlerin, hiç etkilenmeden yeni meseleler bulup, bu toz duman hikâyesini, karadavuttan mitolojiler anlatarak nasıl becerdikleridir. Biz alışkınız masalların tekerleme bölümlerini dinlemeye mest oluruz zaten, baba bana bir masal anlat, içinde erişemediğim peri kızı, keloğlanın eşeği, zümrüdü Anka kuşu, dev karısının zalimliği vs olsun demeyi hep bekliyoruz, bu masallarda bize ninni gibi geliyor. Meydanlarda bu masalları dinleyipte hipnoz olmayan var mı, hala dimdik ayaktayız ne hipnozu be diyebilirsiniz, ama uyuyanların çıkardıkları horultular arşı ala da bir ritim oluşturdu ki sormayın gitsin...
Yıl:08.03.2009
Saat:21.50–22.25
Yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)

8 Mart 2009 Pazar

BEN DEMEMİŞ MİYDİM? DEMEYECEĞİM!

Yorgunluk canıma ahdetti. Tabi yorgunluğun ne olduğunu ancak yorulanlar bilir. Benim yorgunluğumdan biraz bahsedeyim merak etmişsinizdir belki. Hani şunları bazen kullanırız ya ben onu sana dememiş miydim gibi; hakikaten beni yoranlar da, çok söylemiş olmama rağmen yapılmamış olup, onunla alakalı kişilerle karşılaştığımda, hatırladın mı ben sana onu söylemiştim gibi yorumlamaları yapmaktan çok yoruldum. Karar verdim bundan sonra bu açıklamalara yer vermeyeceğim, alan alır almayan da bilmem ne alır görürüz hep beraber.
Bu kısa hayatta birazcık nefes alalım neşe ve mutlulukla dolalım derken, mutluluğumuzu hep feda ettik, kimler için diye sorarsanız, inanın değmeyecek ve bir nebze kendisine ders çıkarmayacak, amipsel tek hücreli canlılara harcadık. Ondan işte geriye dönüp bir baktığımda hep karavanaya sallamışız da yeni fark ettim. E neyse hayırlısı diye yeniden başladık yürümeye, bu yolda sadece selektör yapıyorum son sürat basıyorum gaza, önüme çıkan ve kural ihlali yapanlara da çarpmayayım diye düşünmüyorum, benim şeride girenlere ne olurun hesabını yapmıyorum ne olursa olsun. Dememiş miydim demeyeceğim artık, ya da saksafon çalma gibi özel bir gayret içinde olmayacağım; çünkü ben zaten selektör yapıyorum ama birileri daima başkasının şeridinde gitmekten ve hak ihlalleri yapmaktan zevk alıyorsa, yolu boşaltmasının zamanı gelmiştir o zaman.
Hayat bu, bazen birileri yolun başında, bazen yolun ortasında, bazen sivri uçurumların ucunda son verir yaşama ve elveda ederek gider yolun dışına. Gelecek günlere umutla bakıyorum, karanlık bir perde açılıyor karşıma, biraz tereddütleşiyorum ne perde, ne başka bir şey, anlaşılmayan bir titreme sarıyor bedenimi. Titremelerim için uzman psikiyatrilere soruyorum, küresel virüsten kaynaklanan sıtma mikrobunun tesiri olduğunu anlatıyor, meşhur mollalara soruyorum, belki bir dinsel açıklaması olabilir umuduyla, sana cin çarpmış diyorlar. Acaba açlık mı, bir de ekonomiden anlayanlara sorayım diyorum; her şey çok güzel karnın tok açlıkla alakalı değil, sen keyfinden horon tepiyorsun diyorlar; ya ne olur anlayan anlamayan herkes, şu benim derdimle ilgili bir yorum yapsın, ne olacak bu titremelerim diyorum, kafayı yemişsin ne yapalım diyorlar. O zaman ben de birden şimşek gibi irkilip kendime geliyorum ve diyorum ki:"kim kafayı yemiş kim yememiş yakında göreceksiniz".İşte o gün geldiğinde ben dememiş miydim dememek için bu gün birden söyledim işte ne bileyim.
Evet, benim için çoğu komplo ve korku senaryoları kurduğumu düşünebilir ama şunu unutmamak gerekir ki, hakikati göremeyenler ve kendilerini aklamak istenler böyle düşünedursun, ben de diyorum ki,"zulüm ile abad olanın sonu yok olmaktır".
Yıl:07.03.2009
Saat:21.50–22.20
Yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)

1 Mart 2009 Pazar

BELKİ RAHATLARSINIZ!!! (!)

Deve sırtındaki hörgücü görse çatlar ölürmüş,deve deve olmasına rağmen kendi halini görme imkanına kavuştuğunda,bir durum değerlendirmesi yapabileceği vurgulanmaktadır.Oysa bu insan denen varlık, değil durum değerlendirmesi kendi haklılığını kanıtlamaktan başka bir numara ortaya koymaz.Bu günlerde meydanlara baktığımda herkes bağırmaktan ve saldırmaktan başka bir icraat ortaya koymuyor.Bağıranların ve çağıranların yaşadığı bu çorak toprakta, acaba düşünce tohumunu ekseniz göverir mi diye kendi kendime bazen soruyorum da,Bilmiyorum filizlenmeyecek bu az miktardaki tohumları, acaba buralara saçsak mı diye sormadan edemiyorum işte.
Topluluklara seslenen her bir toplu megafonik araç ve gereçleri hiç açmayı düşünmüyorum;hangisini açarsanız adam ağzını açmış bir o yana bir bu yana saldırmadan durmuyor.Ne bu ya, bu ülke de insanlar bu saldırıdan başka bir şey bilmez mi?Yoksa bu halkı aldatanlar adres saptırmaya mı çalışıyorlar,yıllardır halkın değerlerine küfredenler çıkmış halkın değerlerinin savunucusu olmuş,ekmeğe muhtaç edenler,halkın çektiği ızdırapların kaynağını arar duruma gelmiş.Hakikaten bunlar şu sırtlarındaki hörgüçlerine bir bakıversinler ne olur ya.Hiç mi insanın yüzü kızarmaz?Önce kızaracak yüz olmalı değil mi;pardon ben de soruyorum işte.
Bu topraklarda siyaset ve erdemlilik tohumlarını, ikiyüzlülük ıslah laboratuarlarında yeniden ıslah ederek pazara sundular. Bizim pazarlarda satılan bu tohumlar tamamıyla genetik yapısı değiştirilmiş. Bu genlerde bu topraklara ekildiğinde ister istemez şu an gördüğümüz meyveleri ortaya çıkarmakta. Durum böyle olunca dıştan adama benzeyen, içi o günün şartlarına göre biçim değiştiren sıradan nesnelere dönüşmekte. Sıradan varlıklar,herkesi sıradan algılarlar,nasılsanız öyle görürsünüz ya da görmek istediğiniz gibi bakarsınız.Bu kalabalıkların ne zaman kendine gelip her şeyi aklı selimle düşünüp hayatını değiştirecek potansiyel enerjiye sahip olacağını hep merak etmekteyim.Ya Allah aşkına şu meydanlara bir bakın, insanı düşünen ve insana değer vererek, onların sorunlarını bir çözelim de sorunsuz bir yeni dünya kuralım diye düşünen birilerini gösterebilir misiniz? Ben uzun zamandır takip ediyorum,hayatımda bu kadar boş şeyler dinlemedim.O ona,öbürü diğerine yani al onu vur diğerine;bu kadar basit argümanlarla siyaset yaptığını sananlar,bir gün bu cambazlıklara son verecek bir yeni akımın elektrik akımına kapılıp,titreye titreye bu sahnelerden yok olup gittiklerinde,hörgüçlerini görmelerinin anlamı olmayacak.Ama şunu unutmamak gerekir ki,bu günlerde politik arenada kullanılan dil,hiçbir ortamda kullanılmayacak kadar argotik ve basit.TV şovları yapan şovmenlerin belden aşağı kullanılan ve bir türlü yol bulupta belden yukarı çıkamayan dillerinden daha aşağılara düştü.Nedeni ise ortada, İkiyüzlü ıslah laboratuarlarında genetik yapısı değiştirilen erdemlilik ve siyaset kavramlarının yeni versiyonu bu.Bizim halkımızda rahatlayacak bir yerler arıyor,siyaset dünyasından öğrendikleri bu rahatlama dili ile, herkes birbirine korkarım yakında küfret rahatla diye öğütlerde bulunacak, çünkü ortalıkta kullanılan dil bizi oraya doğru götürüyor.Ahlaktan yoksun,bir toplumun yapmayacağı hiçbir şey yoktur olumsuzluk adına.Eğer ortalıkta dönüp dolaşanlar hakikaten örnek alınan zatlarsa,bu halkın geleceğini varın siz düşünün nerelere kadar gider diye.Bir toplumu kandırmanın ve avutmanın en güzel taktiklerini yaşamaktayız,bayağı bir taktik öğrendim ben kendi adıma."Mazot var da biz mi içtik" diyenlerin üzülmesine gerek yok, çünkü yeni sahnemizde figürler yerli yerinde sahne tam bir bütünlük içinde,senaryonun sahipleri de figüranlar da işini gayet güzel yapıyor;yakında herkes toplum olarak oynayacak bir oyun bulacak,agoralar zaten Anadolu’nun vazgeçilmezleri değil mi?Bari bu kadar konuştuk bir müjde de benden olsun 26-45 doğu meridyeni,36-42 kuzey paralelleri arasında bulunan topraklarda dünyanın en büyük açık hava tiyatroları inşa edilmektedir.Bu tiyatroda oyuncu ya da seyirci olmak isteyen her kim varsa,katılmanın ilk şartı çok iyi argotizm diline sahip olmaktır.Bu dili bilmeyenler kesinlikle katılamaz,arzu ve istekli olanlar dillerini geliştirmek istiyorlarsa,bu işin öncüsü olan siyasi aktörlerin kullandıkları dili iyi takip etsinler,bir seansta baş rol oyuncusu olabilirler.Bu kadar kopya vermekte olmaz ama biz sizi düşündüğümüzden bu ekonomik ortamda belki rahatlarsınız gerisi size kalmış....
YIL:28.02.2009
saat:01.20-02.15
yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!