Gelişmemiş devletlerin eğitimden anladıkları, standart örgün öğretim kurumlarında geçirilen zamana bağlı olarak, oralardan alınmış olan diplomalardır. Diploma sahibi olmak eğitimli olmanın en belirgin özelliğidir. Mesleki yeterlilikten anlaşılan da, meslek eğitiminin verildiği kurumlara hiç uğramadan ve o meslek hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmadan sertifika sahibi olmaktır. Son yıllarda ülkemizde de bu alanda mesleki yeterlilik sertifika programları olduğundan fazla rağbette, neden niçin, onu alanlar ne işe yarıyor bilen anlayan ve gören yok… Ancak bir mesleğe iş başvurusunda bulunduğunuzda o sertifikalara sahip olmanız şart, ancak o meslek hakkındaki tecrübe deneyim, ilgi ve alakan o kadar önemli değil… Esas önemli olan senin sertifikan da değil, işin aslına bakarsak peki nedir önemli olan diye sorabilirsiniz; sertifikaların kimler tarafından verildiği ve hangi kurumlara böyle bir hakkın tanındığı ve onların bu işten ne kadar kazandığıdır asıl önemli olan…
Bu örnek bizim ülkemizde esasla bu
işlerin ne kadar ilgisinin olmadığını gözler önüne koymak için yeterli olsa gerek.
Prosedüre uygun olduktan sonra sizin yapacağınız işin, alacağınız sertifikanın
içeriğinin ne olduğu hiç önemli değil, önemli olan kanuni mi değil mi, eğer
kanuni ise her şey tamam demektir. Belge
sahibi olmanın, işin ehli olup olmadığınızın göstergesi sayıldığı bir yerde,
deneyimlerinizin tecrübenizin işinizi severek yapmanızın, işiniz üzerine çığır
açacak bir zenginliği barındırmanızın hiçbir önemi ve ehemmiyeti yoktur. O
belgeyi alabiliyorsanız mesele tamamdır. En iyi ekonomist olabiliyorsunuz,
hukuk hakkında tek söz sahibi oluyorsunuz, bunun en güzel örneklerinden biri şu
anda canlı olarak varlığını sürdürmektedir. Bundan 35 yıl önce Sivas Cumhuriyet
üniversitesinde bir araştırmacı bilim adamının, ismi önemli değil, zakkum
ağacından kanserin bazı türlerinin iyileştirilmesini yapabileceğini ve bu
çalışmaların da devam etmesi gerektiğini söylemesiyle, o günün bilim
kilisesinin ülkemiz içindeki piskoposları tarafından aforoz edildi. Ve o insan
soluğu ABD’de aldı tam bir beyin göçü gerçekleşti. Peki, bu kadar set olanlar
nerede dersiniz o günün Türkiye Ontoloji enstitüsü başkanı Top sakallı Topuzun,
şiddetle karşı çıktığı, bunun bilimsel olması için ABD’deki şu dergide
yayınlanırsa ve oradaki kurul bunu onaylarsa, biz ancak kabul ederiz, yoksa
bitkilerden tedavi ürettiğinizi söylediğinizde dünya size güler ve maskara
olursunuz. Bilim piyasasında saygınlık kaybederiz bu konuşmalar yapılmamalı,
devlet bunun için gerekli önlemi almalı diye TV kanallarında bir oradan bir
başka yere geziyordu. O gün Bitkisel çalışmaları dışlayan bu Top sakallı, bugün
tam sakallı olarak bitkisel Tedavileri ve alternatif Tıbbın faydalarını
anlatarak programlar yapıyor, yönetime yakın olan TV kanallarında… Yani
anlayacağımız Bilim ve Bilim adamlarının doğrulukları da güce ve imkânlara
sahip olanlara göre yörüngesini yeniden çizebiliyor. İşte eğitim için yapılan faaliyetler
ve o alanda alınan sertifika ve diplomalar da bundan farklı değildir.
Eğitim ve kültürel birikim nasıl elde
edilir, bunu anladığımız zaman resmi ortamlardan alınan diplomaların Devletin
kurumlarında bir işe girmek veya diplomaların nerden alındığına bakan, kariyer
düzeyiniz nedir diyerek gerilek gururla insanları işe alacak olan, Bazı İK diye
bilinen ama insan kaynağını anlamaktan aciz batı ağzıyla işe alım yapan
simsarlar tarafından değer ifade eder. Ama Gaziantepli Mennan Usta kimseden
diploma almadı, ama tüm uluslararası fuarlara girişi yasaklanmıştı, çünkü
gördüğünü aynı anda yapıyordu o Antep’in sanayisinde el yordamıyla yetişerek
eğitim almış; ilkokul okumuş bir dehaydı. Tüm bunları ve daha nice örnekleri
biliyor olmamıza rağmen, gelişmemiş ülkelerin eğitim anlayışının ne anlam ifade
ettiğini anlayan var mı? Ben yıllarca Eğitim ile uğraşan ama eğitim değil
doğrudan bilgi aktaran bir trafoyla okulların kuşatıldığı ortamda, eğim öğretim
yapan biri olarak şu ana kadar bir eşey anlamadım.
Dini eğitim müesseslerimiz de bundan
farklı değil, binlerce hafız yetiştirdik diye övünür dururuz, hafız
yetiştirmedik, boş bir diskete dışarıdan ses yükledik onların açma düğmesine
basınca dinliyoruz. Resmi Okul müfredatını, tamam başkaları yaptı diye,
eleştirilere bir nebze olsun hak versem de, hafızlık konusundaki ezberleme ve
belleği doldurmanın adına eğitim diyerek, okuduğunu anlamayan anlamsız söz
dizimi haline getirilen bir kitabın lafızlarını okuyanların seslerindeki
ahenkle transa geçip rahatlatılan bir ortamda, hangi eğitim ve anlaşılan bir
kitabın hayata ne kadar dokunduğunu anlatabilirsiniz.
Eğitim hayata dokunmadır. Hayatın
işlevsiz kalan uçlarını açarak, oralardan yaşama bazı elektriklenmelerin
gelmesine katkı sağlamaktır. Oysa bizim gibi gelişmemiş toplumların istisnasız
hepsinde Eğitim, hiçbir anlamı olmayan ama insanların çok değerli bulduğu kâğıt
parçasından ibaret olan o diplomalardan başka bir şey değildir. Üniversite de
okurken Hukuk sosyolojisine gelen hocamız sınıfın geneline bir soru sormuştu,
arkadaşlar içinizde ders notları dışında hiç kitap okumayan var mı diye,
Sınıfın tamamından bir arkadaş hayatı boyunca o güne kadar hiçbir kitap
okumadığını söylemişti ve o arkadaş ertesi yıl okullarda felsefe dersleri
anlatmak için öğretmen olarak atanmıştı, arkadaşımız tam otuz yıldır, devlet
okullarında öğretmenlik yapıyor, sonradan kendisini geliştirmediyse, öyle bir
anlayışın nesle vereceği ne olabilir. Onun atamasını sağlayan, sadece o
diplomaya sahip olmaktır. Yani diyeceğim o ki, eğitim herkesi bir okuldan mezun
edip ona bir kâğıt parçası vermek değildir. Eğitim, Mennan ustalar, Oktay
Sinanoğlular yetiştirebilmektir. Cemil Meriç gibi bir entelektüel beyniniz yoksa
nasıl bir eğitim ki, çağ ileri giderken biz geçmişleri örnek vererek, örnek
göstereceğimiz yenileri bulamaz olduk. Demek ki, gelişmemiş ülkelerdeki eğitim
kurumları farklı işlevler için hizmet etmektedir. Eğitim kurumlarının bu
işlevsel yönünü anlayarak ortaya çıkarıp, onu bertaraf etmediğimiz zaman,
gelecek dönemler çok daha olumsuz vakaların yaşanacağı bir yer haline
gelecektir.
Her vilayete bir üniversite, neden
niçin ne adına diye elbet sorma hakkımız olmalı… Biz üniversiteye girdiğimiz
dönemde 23 Üniversite vardı Ülkenin tamamında ve meslek kolları daha yaygın,
insanlar okula gidemeyeceklerini anladıkları zaman bir meslek sahibi oluyor
hayata başlıyor yaşama katkı sunuyordu. Ortaokuldan bir mesleğe yönelememiş
olsa bile, lise sonrası en azından hayata atılacak zaman buluyordu. Geldiğimiz
noktada Üniversiteye giriş sınavı TYT’de barajın kaldırılmasının anlamı boşta
öğrenci kalmasın, herkes üniversiteli olsun ve en azından bir beş yıl daha,
işsizlik oranına bu nüfus yansımayacak ve işsizlik TÜİK raporlarında düşük
çıkacak. Ama bunlar 18 Yaşını geçtiği için öğrenci sayılmazsa doğrudan işsizler
ordusu içine gireceği için, işsizleri bir beş yıl daha öğrenci olarak bekletip
beş yılsonunda işsiz bıraktığınızda acaba mutluluğu mu artıyor ki, hayata beş
yıl kayıpla bu çocukları hazırlıyoruz diye soranlar olmuyor. Yani insanları
yaşamla mücadeleye hazırlamayan, beynin işlevlerini harekete geçirmeyen,
değişik bakış açıları yaratmayan, toplumsal yaşam içinde insana insan olmanın
bilincini kazandırmayan bir Eğitim, eğitim olamaz.
Gelişmemiş ülkelerin en büyük
bahtsızlıkları, ülke yöneticilerinin kendilerini toplumun sahibi olarak
görmeleridir. Bir yönetici, topluma kendisine ait bir mal ve eşya gibi baktığı
ortamda, eğitimden bahsetmek zaten başlı başına bir açmazdır. Eğitim sahipli
bir eşya için değil, nerede ne zaman nasıl davranacağı belli olmayan, algılayan
seçebilen ve tepki gösteren gerektiğinde kendi aklını her şeyin üzerinde tutan
bir insan için gereklidir. Hayvanlarla ilgili eğitim için burada bir şey
anlatmayacağım. Bizim için önemli olan, bu gelişmemiş ülkelerdeki nesillerin
bir bellek gibi görüldüğü ve bu eşyasal belleğin istenilen bilgilerle
doldurularak ona bir diploma vermekle onu eğitmiş olmadığımızdır. Eğitim,
ehliyeti, liyakati, yeteneği, motivasyonu içselleştirmeyi, sorumluluğu ve
farklılıkları ortaya çıkarıp az zamanda çok büyük işlerin yapılmasını sağlar.
Heder olan nesillerin önünü keser, onları verimli ortamlara kanalize eder.
Medeniyet yarışında mücadele eden ve toplumsal kimliklerini bireysel ferdi
kimliklerinin çok üstünde tutarak, toplumsal değerler içinde kendisine anlam yükleyen
nesillerin oluşumuna katkı sunar. Eğitim, zamanı geçirecek ortamları kaldırır,
zamanı doğru ve yerinde değerlendirecek zamanla yarış içinde genç dimağlar
oluşturur. Çevremize tarafsız bir gözle sorumluluk sahibi insanlar olarak
baktığımız zaman, hakikaten bizim ülkemizin de bu gelişmemiş ülke kriterlerine
uygun bir eğitim modeline sahip olduğunu söyleyebilir miyiz?
Yeni kuşakların kitaplarla
ilişkilerinin olmadığını hep anlatıyoruz, oysa yeni nesillerin okuma konusundaki
seçimleri bizimle farklılaştı. Bizim okuduklarımızı ve bizim okumada
kullandığımız aparatları şu an kullanmıyorlar. Onlar daha çok dijital
ortamlardan faydalanıyorlar. Ellerinde bir kitap taşımayı değil, âmâ içinde
kitabın da yer aldığı bir küçük telefondan bu işlerini çözebiliyorlar. Peki,
bizim okuduğumuz kitaplarla benzerlikleri nasıl diye bakarsak, işte orada çok
büyük farklılıklar göze çarpıyor. İlgi alanlarımız ve hayata bakış
kriterlerimiz farklılaştı. Yeni nesiller kendi yaşamları devam ettiği sürece
imkânların onlara hizmet etmesi gerektiğini düşünürken, eskiler sahip
olduklarını koruyarak ve daha fazla da katarak sonrakilerin de buna sahip
çıkarak, onu korumaları gerekir mantığıyla hayata baktığı için, önemli ve
önemsizler de böylece değişmiş oluyor. Bu bakış algısı eğitim standardımızın
belirlenmesinde de etkili olmaktadır. Eskiler eğitime, kendileri gibi birinin yetiştirilmesi
gerektiğine bakıyorlardı. Yani ölçü sadece kendileriydi, kendi dışlarında
ortaya çıkacak bir doğrunun kabullenilmesi öyle kolay olmuyordu. Babası yat deyince
yatan kalk deyince kalkan bir dediğini iki etmeyen oğlum çalışma ama bu okulda
beş yıl bekle, filanın çocuğuna yakışmadı demesin kimse… Yeter ki seni benim
çocuğum gibi herkes görsün; diye eğitime bakardı. Devlette Bu algıdan farklı
düşünmüyor. Çocukları okuttuk,okuma yazma çok iyi, ülkemiz kalifiye elaman
noktasında Avrupa’da şuraya geldi buraya gitti vs. Övünebilmek adına nesilleri
heba etmeyi tercih edebiliyor. Çoğu zaman da yanlış politik anlayışların
kurbanı olarak nesillerin hayatı kararabiliyor.95 ile 2000’li yıllar arasında
Liselerdeki Kredili sistem uygulamasının ortaya çıkardığı nesiller, eğitimde
ciddi bir kopuşun yaşanmasına neden oldu.2003 ten sonra ki politik anlayış,
Liselere giriş sınavları için önce LGS, SBS ve sonrasında da TEOG diye sınav
sisteminde sürekli yaptığı değişimlerle Ortaokuldan Liseye geçişte çocuklara
ciddi anlamda sarsıntı yaşattı. Yükseköğretime geçiş sınavlarında yaşanan
çeşitlilikler de sınav müfredatının içinde yapılacak iyileştirmelerden çok,
yapılacak sınavın adının değişmesiyle sınavın yüksek kalitede bir sınavmış gibi
yansımasına neden oldu. Dershanelerin kapatılması diye başlayan süreç uzun bir
süre insanları iyice sarstıktan sonra şimdi dershaneciliğin alası yeniden
yapılmasına rağmen, kimse dershanelerle ilgili bir çift söz etmiyor. Yani
günlük yatıp kalkıp aklınıza gelen her şeyi bir neslin geleceği üzerinde
denemek isterseniz sağlıklı sonuçlar asla alamazsınız. Dershanecilik eğitimin
önündeki en büyük engel olarak ifade ediliyordu, ne oldu da bu engel, engel olmaktan
çıktı. Geçmişte MEB’de çalışan resmi bir öğretmenin aldığı maaşın en az 5 ile
10 kat arasında değişen oranda fazladan maaş alan bir dershane öğretmeni, şimdi
geçim derdine düşmüş ve MEB’de çalışan bir öğretmenin aldığı paranın yarısını
alamaz duruma gelmiş. Şimdi soruyorum eğitimin kalitesi bir taraftan aşağı
çekilirken, öğretim kurumu olan dershanelerdeki öğretmenlerin yaşam
standartlarının aşağıya çekilmesinde siyasi politik anlayışın bir etkisi
olmamış mı dersiniz, yoksa bu siyasi algının yanlış eylemleri mi, bu sonuçları
ortaya çıkardı. Yani bu anlayış kurum sahibi patronların kazançlarını arttırırken emekçilerin
emeklerinin karşılığını alamaz duruma getirdi. Sebebi ise bu karmaşık süreçte,
önümüzü görmüyoruz diyerek çalışanlarını korkutan patronlar, emekçilerinin
haklarını kısmayı kendisi için bir hak olarak gördü. Diyeceğim o ki, siz günlük
üzerinde düşünülmemiş ve hırsla istediğiniz bir düşünceyi toplum yaşamında
uygulamaya koymak isterseniz, hem maliyetin hem de manevi ve nesiller
üzerindeki olumsuz faturasının altından kalkamazsınız. Kalite ve kalifiye insan
yetiştirmezsiniz, sadece ve sadece sistemin işleyişini engellemeyecek düzeyde
nesillerin enerjisini biraz daha farklı alanlarda harcayarak sizin üzerinizde
yoğunlaşmalarının önüne geçersiniz ama asla mutlak kaderi önleyemezsiniz.
Mutlak kaderin içinde yer alacağımıza inanıyorsak o kaderin iyi ve kötü olması
insan elinde olmasına rağmen insan böyle olumsuz bir sonun içinde olmayı neden
arzular.
Bizim ülkemiz gelişmemiş ülkelere
daha yakın olduğu için, onların eğitim mantalitelerinde olması gereken
değişimlerin tümü bizim ülkemizde de olmalıdır.
Ülke yönetimine gelen farklı politik
anlayışların kendi siyasi rantlarını arttırabilmek için, okulları ve eğitimi
bir deneme laboratuvarı olmaktan çıkarmak gerekir. Bunun önüne geçilmediği
sürece bizim okullarımız bir eğitim kurumu olma hüviyetini kazanamayacaktır.
Üniversitelerimizde devletten maaş alabilmek için, siyasi iktidarların kendi
adamlarını, akademik çalışma yaptırıyormuş gibi, oralara doldurarak kara trenin
vagonları gibi işlevsiz bir yığın akademisyen ortaya çıkarır. Her ile bir
üniversite anlayışı böyle bir süreci zorunlu kıldı birazda… Kâğıt üzerinde
mesleki itibarı tescillenmiş akademisyen ve bilim dışı bilim adamları türedi.
Bu işe kendisini vermiş hakikaten tüm özverisi ile yanlış eğitim anlayışı
içinde, doğru çalışmalar yapan Bilim adamı akademisyenlerimizi saygıyla
karşılıyorum. Benim söylemlerim, politik algıların, kendisini savunur bilim
adamları yaratmak mantığının içinde kalanlar içindir.
Ülkemiz için şunun altını özellikle çiziyorum.
Resmi ideolojinin eğitim konusunda üzerini çizdiği satırları bulalım ve onların
üstünü değil altını çizelim. Eğitimi, siyasi partilerin tıkandığı yerde hemen
başvuracakları yazboz tahtası olmaktan uzaklaştıralım. Devletin, politik
iktidarlara göre değişmeyecek, bilimsel raporlara dayanan ve uzun soluklu
uygulama gerektiren sürekliliği olan planlamaları içine alınmalıdır. Bunları
yapmak devletin asli görevidir. Bunu acilen ve ivedilikle çözüme kavuşturacak
ve uygulaması olan bir program haline getirmesi zorunludur. Devlet bunu
yapmayacaksa, yarınlar bizim uzaktan bakacağımız ve önümüzden hızlıca geçecek
terene benzeyecektir.
Ne bizler bakıyor olalım sadece, ne
de gelecek nesillerimiz heba olmasın diyorsak, tüm sorumluluk sahibi düşünen
idrak sahibi aydın entelektüel bilim insanlarını bu sorumluluğun altında bir
tuğla olmaya davet ediyorum… Yarınlarımız olmayacak bu günümüz olmazsa,
nesillerimizin yarını bizim bu günümüzdür bunu unutmayalım…
Uçlarda gezerek sizlere rahatsızlık
verdiysem kusuruma bakmayınız, selam saygı muhabbet ve dualarımla…
Bahadır Hataylı/18.03.2022/02.26