Bir devlet hanedanın özel mülkiyeti gibi yönetilirse, devlet olmaktan çıkar ve hanedanın tapulu malı haline gelir. İslam ülkeleri olarak bilinen toprakların nasıl yönetildiğini merak edenler varsa bu anlatımın tam da kapsamına girerler. Krala iletelim bu sorun çözülür deniyorsa ülke bir kralın malı gibi algılanır. Şayet bir devlette sadece yönetim koltuğunda olanlar bir sorunun hallolmasının tek yetkilisi ise orada kurallar değil, şahısların yönetimi egemendir. Şahıslara mal edilmiş bir devlette insanların doğumla ölüm arasındaki yaşamları ipotek altına alınır.
Oysa devlet bir kurallar ve hiyerarşik yapılanma örneğidir.
Herhangi bir şahısla alakalı değil sorunların hallolması, meşru ve kurallar
çerçevesi içindeyse adama gerek yok doğrudan çözülmesi gerekir. Ancak böyle
ülkelerde sorunlar çözülmek ve sulh ile tatlıya bağlanmak için, devlet
kurumları tarafından el atılmaz. Hanedanın büyüklüğünün kanıtlanması için
sorunlar ona kadar ulaşmak zorundadır. Çünkü çözüm ve sorunlar sadece onun
kanalından çözülebilir anlayışını yaygınlaştırmak için böylesi bir düzenek
kurulur.
Devlet, özel mülkiyetin yönetimi gibi yönetilmeye başlamışsa,
orada insanlık yararına ve geleceğin huzuru için beklentiler küçülmek
zorundadır. Çünkü hanedan kendi malını istediğine savurur, istediğine kısar,
dilerse hazinesinin anahtarlarını haramilere teslim eder, ancak kimse ona hesap
sorma hakkına ve cesaretine sahip olamaz. Adamın özel mülkiyetini nasıl kullandığını
sormakla böyle bir bilgi almak arasında hiçbir fark gözetilmez.(!) Onun içindir
ki Hanedandan geri bildirim alınmak istendiği zaman, siz kim oluyorsunuz da
benim ne yaptığımı soruyorsunuz, size hesap vermek zorunda mıyım, haddinizi
bilin şeklinde aşırı refleks geliştirildiğine şahit olabilirsiniz. Hanedan
devletin başkaları tarafından ortak kullanımının olacağını asla düşünmez ve
orasının kendisine babasından kalan bir miras ve kendisinin de sonrakilere
bırakacağı bir miras olduğunu gözünü kırpmadan ifade eder.
Padişahlık sisteminin insanlığı itibarsızlaştırıp, kapı kulu haline
getirdiği anlayış çağdaş kabul edilen İslam toplumlarındaki tüm devletlerin
devlet yapılanmasında rahatlıkla görülebilir. Hanedan mensupları Devletin
imkanlarını istedikleri gibi kullanabiliyor ve o kullanımlarından dolayı
herhangi bir yere hesap vermek zorunda değillerse, hesap sormak için düşünce
geliştirenlerin bile hesabı görülüyorsa, devletin Hanedanın özel mülkiyeti
olmadığını kim söyleyebilir.Tapunun kimde olduğu değil, kimin nasıl ve muhayyer
bir şekilde kullandığı önemlidir. Tapusu ben de olsa da arazim başkaları tarafından
kullanılıyor, istediği ürün ekiliyor ve üzerine binalar konduruluyor ancak
zorda kalındığında bana müracaat ederek benim arazimle ilgili bazı hesabı
olanların yanlış işler yaptığını söyleyerek arazime sahip çıkmamı benden
isteyenler şimdi bana iltifat mı ediyorlar, yoksa zararı yine benim sırtıma
vurarak daha rahat arazimi kullanma mı peşindeler? Buradaki ince noktayı
anlamayan toplumlar, ülkelerinin tapusu kendilerinde olsa da kim tarafından
nasıl ve ne amaçla kullanıldığına iyi baksınlar, ondan sonra o toprakların gerçekte
kim için olduğunu anlasınlar. Tapusu bizde ama kullanım hakkı başkalarında olan
devletler, tamamıyla özel mülkiyet anlayışıyla yönetilir. Onun içindir ki, bir
kişinin birçok alanda görevli olduğuna ve oraya uğramadan çok ciddi maaşlar
aldığına şahit olursunuz, oysa o işleri daha güzel ve daha verimli yapacak
liyakatli insanlar olsa da devletin, Milletin ortak mülkiyeti olduğuna
inanılmadığı için hep Hanedana hizmet edecekler bu görevlere getirilerek,
onlara imkanlar oluk oluk akıtılır, diğer yandan da her şey sizin için yapılmaktadır,
cümleleri kullanılarak insanlar ciddi bir duygusal körlük karanlığına taşınarak
akıllarını o karanlıklara bırakarak daha rahat yaşamanın yollarını aramaya
çıkarlar.
İslam ülkeleri, üçüncü dünya ve Latin Amerika ülkelerinde
durum hep böyle devam eder. Ondan dolayıdır ki, Hanedanların mal varlıkları tüm
halkın mal varlığından daha fazladır. Onlar rahat yaşar onlardan arta kalırsa,
halkın önüne atılır,afedersiniz köpeğe atılan ekmek parçaları gibi…Hanedan
yönettiği halkın sadece bir yük ve onları sırtında taşıdığına inandığından,
onların yaşamlarıyla ilgili ciddi bir iyileştirme sürecine girilmesini hiç
düşünmez. Telef olmaları böyle düşünmekten daha iyidir, onun açısından…Telef
olmanın maliyeti sırtta taşımaktan daha az çıkar çünkü,o zaman da özel
mülkiyetten bir şeyler boşa gidiyormuş gibi düşünülür dolayısıyla rahatsızlık
baş gösterir. Hanedan bu rahatsızlıkları kaldıramayacağı için az dağıtıp çok
israf ederek kendi itibarını göğün yedinci katına çıkarmayı hedefler. Bu
anlayış aslında onun zihninde bir ölümsüzlük algısını da beraberinde getirir.
Yani anlayacağımız Hanedanlıkların olduğu ve ülkelerin, yöneticilerin özel
mülkiyeti gibi görüldüğü yerlerde ezilenlerin kim ve kaç kişi olduğu hiç önemli
değil, kimlerin ne kadar ve ne zamana kadar doyurulması gerektiği çok önemlidir.
Yukarıda belirtiğim coğrafyalardaki ülkelerin istisnası olmaksızın hepsinin
böyle bir çıldırmışlık psikolojisine göre yönetildikleri bir gerçektir.
Bunları söylerken bu ülkelerin çok iyi olduğunu göremeyerek
hep olumsuzluklarını söyleyen bir yanım varmış gibi algılanmasın…Olumsuzlukların
tahlilini yaparken nereden kaynaklandıklarını araştırdığımız da yönetenlerin
travmatik ruh hallerinin böyle bir sonuca toplumlarını götürdüğünü
göreceksiniz. Devlette çalışan bir yöneticinin neden devlet kurumlarında birden
fazla görevi olur dersiniz. Fırsat eşitliğinin ve hukukun olduğu yerde böyle
bir uygulamanın olması mümkün olabilir mi, ülkelerinde işsizlik almış başını
gitmiş ve liyakatli insanlar psikolojik bunalımlar yaşarken bir kişinin sürekli
korunup kollanması mümkün olabilir mi? Elbette imkansızdır.Devlet Özel mülkiyet
gibi düşünülmezse, Hanedan kendisine yakın gördüklerini her kurumun yöneteni ya
da üyesi olarak atayıp onlara milyonlarca paraları aktararak onları beslemeyi düşünmez.
Bilir ki, Devlet yönetimi belli bir periyotta kendisine emanet edilmiştir. Bu
emaneti en güzel şekilde yıpratmadan ama geliştirerek sonraki haleflerine teslim
etmek onun görevidir. Durum böyle algılandığında özel mülkiyet gibi devlet
yönetilmez ve liyakat esas alınır ve insanlara adil davranmak birinci ve öncelikli
eylem haline gelir.
2021 yılını yarıladığımız şu günlerde dünyaya doğru bir
pencereden baktığımızda bu acınası zillet hallerinin ne hikmetse İslam olduğunu
söyleyen ülkelerde görülmesi hakikaten içler acısı…Oysa bu toplumların daha
şeffaf ve adil yönetilmesi gerekirken, karanlık ortamlarda avcılık yapmak
hanedanların birinci tercihi, karanlıkta yakalanan avların da yine orada pay
edildiğine şahit olmaktayız. Bunlar aydınlık ortamlardan pek hoşlanmazlar,
aydınlanmak ve durulmak için ortamın havasını değiştirmek isteyenler çıkarsa,
ortalığı toz duman deryasına gark ederek onları da nefes alamaz duruma getirebilirler.
Onun içindir ki kimse ortamın aydınlanması için mücadele etmeyi göze alamaz,
sonrasında da bu karanlıkların önceki karanlıklardan daha az karanlık olduğunu
anlatmaya başlayanlarla ortalık dolup taşar. Sana da o karanlıkları dayatmaya çalışırlar,
sen kalkıp kardeşim ben karanlıklarda yaşamak istemiyorum, aydınlık bir ortamda
ömür tüketmek hedefim dersen, şap diye suratına gelen karabulutla nefesin daralır.
Demek ki önceki karanlıkları istiyorsun, hayır ben aydınlıkta yaşamak istiyorum
diye diretirsen, herkesin karanlıktan hoşlandığı bir ortamda aykırı bir ses
aydınlık istiyorsa mutlaka bunun dışarıda bağlantıları vardır veyahut da
karanlıklara sızmaya çalışan bir piyon olabilir damgasıyla yine karartılırsın.
Yani anlayacağınız herkes kararmak zorunda, yoksa tehlike oluşturur ve hanedanların
hanedanlıkları sona erebilir.
Bir devlet, Hanedanın özel mülkiyeti gibi, israfta sınır
tanımaz bir hastalıktan arındırılmadığı sürece itibarını kaybederken,
Hanedanların harcayarak elde ettikleri itibar, devleti itibarsızlaştırabilir.
Buradan şunu rahatlıkla söylemek mümkündür. İslam ülkesi olarak bilinen
ülkelerin devletlerinin itibarı hanedanlarının itibarına feda edildiği için,
hanedanları dünyanın ilk 100 zengini arasına girerken, devletler ise sondan
sıfır noktasında zurnanın son deliğine denk gelmekteler. Bunun tek sebebi ise yönetenlerinin,
devleti özel mülkiyetleri gibi görüp har vurup harman savurmalarındandır.
Hanedanlar harman savururken halkları da gözlerine kaçan samanın tozlarından
gözlerini açıp kendilerine gelemediklerinden hanedanların kapılarında kapı kolu
olmanın ötesine geçememiş bir mal hükmündedirler. Devletin özel mülkiyet,
halkın da canlı bir mal olarak algılandığı Yerlerde, halkın ezilmesi ve sürekli
aşağılanarak o kaleden bu kaleye top gibi yuvarlanması tercihli bir kader
haline gelir. Şükür(!) bizim ülkemizde bu saydıklarımıza hiç şahit olmuyoruz en
azından demokrasiyle yönetiliyoruz(!)
Sahiden nasıl bir devlet yönetiminde yaşamak istersiniz, her
ne kadar tercih hakkınız olsa da hanedanlıktan asla taviz vermeyiniz(!)
Selam ve muhabbetle, muhabbetli ortamlara aydınlık zeminlerde
buluşmak ümidiyle sağlık sıhhat ve afiyet dileklerimi iletiyorum…
Erol KEKEÇ/06.05.2021/16.58