Toplumsal bütünlük ve aynı değerler etrafında insanların bağlılıklarını sağlamanın en temel koşulu toplumsal adalettir. Toplumsal adaletin sağlanmadığı yerde toplumsal kargaşa, kaos, çatışma ve toplumsal ayrışmalar ortaya çıkar ve gün geçtikçe genişleyerek büyür ve kökleşir. Bir toplumdaki farklı unsurları aynı çatı altında toplamanın yolu adaletten geçer. Adaletin olduğu yerde kendilerini ayrıcalıklı görmek isteyenler olsa da toplumun genel menfaatleri söz konusu olduğundan bunların bu bütünlüğe karşı farklı yaşam istekleri genel içinde karşılık bulmaz. Onlar da zamanla adaletin şemsiyesi altında yaşamanın nasıl bir mutluluk ve huzur bağışladığını gördüklerinden bu isteklerini törpüleme yoluna giderler.
Bir yönetim, yönetimi altında bulunan
insanlar arasında ayrıcalıklı bir sınıf yarattığı zaman, eğer bu ayrıcalıklı sınıf,
o toplumun tüm gelir kaynaklarının başına çöreklenmişse yönetim nasıl bir uğraş
verirse versin toplumdan aldığı meşruiyetini kaybettiği için yok olmaya mahkûmdur.
Ondan dolayıdır ki, bizim naçizane tüm yönetim şekillerine ve yönetenlerine
tavsiyemiz adaletin icra edilmesi ve bu uğurda ne gerekiyorsa göze alınmasıdır.
Adalet belli kesimleri mutlu etmek değil, bir toplumda dezavantajlı insanlar
diye bir sınıfın kalmamasıdır. Eğer bir toplumda sürekli imkânların kıyısından
köşesinden geçmeyen insanların sayısı artıyorsa adaletsizlik açı kolları gibi
gün geçtikçe büyüyor ve açılıyor demektir. Açı kollarının ulaştığı noktadan
nasıl ki başlangıç noktasına döndürülmesi mümkün değilse, adaletsiz
anlayışlarla başlayan çalışmalar da, bir toplumda ki ayrışmaları bu haliyle
birleştirmesi mümkün değildir.
Hayal satan yönetimler, halkın
geneline gelecek mutlulukları dağıtırken, ayrıcalıklı sınıfa daima mutluluk
yaşatır. Onların mutluluğuna bakarak Toplum geneline mesajlar verilir ve çok
güzel bir yaşamın olduğu ve gelecekte daha güzel yaşamların oluşacağını anlatırlar.
Ancak Ayrıcalıklı sınıfı doyurmakta zorlandıkları zaman, hemen gemi örneği
devreye girer. Aynı gemide olduklarını dolayısıyla gemi batarsa herkesin
batacağı anlatılır. Oysa batan gemi topluma ait olmayan sadece ayrıcalıklı
sınıfın yüzdüğü geminin tehlikeye girmesidir. Çünkü gemide yolculuk yapanlar
hep onlar olur. Toplumun geneli kürek mahkûmu olarak kürek çekmekle meşgul olduklarından,
onlarda kendilerini gemide sanırlar. Oysa geminin üstüne çıkabilseler, orada ne
yaşamlar olduğunu anlayacaklar ve kendileri kürek mahkûmluğundan kurtulsalar,
yukarıda günlerini gün edenlerin bu gemide yolculuk yapmalarının ve sürekli
devam eden ihtişamlarının sonu olacak.
Adaletin olmadığı sistemlerin en
belirgin özellikleri bu yukarıda bahsettiğim özelliklerden oluşur kısaca. Ancak
sadece bununla sınırlandırmak mümkün değildir. Adalet bir toplumda var ise o
toplumu yıkabilecek ve ayrıştıracak hiçbir güç bulamazsınız yeryüzünde. Adalet vücut
organizmasının omurgasıdır. Omurga zedelenmemişse, vücudun herhangi bir yerindeki
hasar giderilebilir, ancak omurga işlevsiz ise tüm vücut azalarınız sağlam olsa
da hareket edemezsiniz. Bunu anlayanlar hayatlarını yeniden imar etmeleri
gerektiğini bilirler. Anlamayanlar da felç olmuş bir yaşamla yerlerde
debelenirken dillerine vurmuş olanların sürekli konuşmasının ötesine
geçemezler. Ondan dolayıdır ki hiçbir karanlığı dağıtamazlar.
Habeşistan Kralı Necaşi’ye ilk
Müslümanlar neden gittiler dersiniz? Adalet olduğu için gittiler. Adaletin
olmadığı yer olsaydı, Allah’ın Resulü onları oraya göndermezdi. Ancak Necaşi’nin
hayatını herkes anlatır ve onun davranışlarını da papağan gibi aktarır, ancak
Necaşi'ye o eylemi yaptıran özelliğin ne olduğu ve o özelliğin bugünün yaşamında
nerede var olduğu hiç gündem yapılmaz. Çünkü Necaşi'nin Adil davranışı detaylı
anlatılacak olsa, ona benzer yönetimler arzulanabilir, peki bu adil yönetimler,
kendi çıkarlarına menfaatlerine menfaat katmak için muktedir olanların ne kadar
işine gelir dersiniz? Elbette onların işine gelmez. Çünkü adalet herkesi insan
olarak yaşatır ve herkesin derdi ile dertlenmeyi gerekli kılar. Günü kurtarmak
için reklam kokan davranışlardan yöneticileri uzaklaştır. Tüm bunları göze
alacak yönetimler olmadığı için, Necaşi’nin yönetimini gündem yaparak kendi
bekalarını tehlikeye atmamak için o perdeye hiç girmezler.
Devlet diye oluşturulan putun,
aydınlanma çağıyla korunması insanların huzur ve mutluluğunu imha etti. Oysa
burada anlaşılması ve korunması gereken, bir güç oluşturup o güce tüm yetkileri
verip insanların pasif duruma geçerek onu sorgulanmaz kılmak istemedikleri
ortada iken, sonradan gelenler, bu gücü korumanın gerekliliğine inanarak o
güçle istek ve emellerine rahat ulaşabilmek için, o gücü sorgulanmaz kıldılar.
Organizasyon, işlerin düzenli sistemli ve sürekli olmasını sağlamak amaçlı oluşan
sistemdir. İnsanlar ilk organizasyon oluşturdukları zaman böyle bir kolaylığı
yakalamak ve kendilerine faydası olsun diye, bu işle ilgilenen sürekli orada
bulunup oradan geçimlerini sağlasınlar diye bu işe önem verdiler. Çünkü bir
elin nesi var iki elin sesi var anlayışı içinde, güçlerini birleştirerek
yaşamlarını kolaylaştırmak istiyorlardı. Oysa bu durum çok farklı kulvarlara
kaydı ve o gücün kendisi sorgulanmaz ve korunması gereken bir put haline geldi.
Putçuluk zaten böyle oluşmaktadır. Bir devlet organizasyonunu önemli kılan,
yönetimi altındaki insanlara huzur mutluluk ve adalet dağıtmasıdır. Bunları
yerine getirmeyen bir devlet, insanların başına bela olur ve sadece o sistemin
avantajlarından faydalanan kişi grup ve sınıflarının varlığını devam ettirir
olur. Günümüzdeki devletlerin hemen hemen hepsi bu tanımlamalarımız içinde olan
devletlerdir. Laik olması, dine dayanması, liberal olması, komünist olması muhafazakâr
olması bu tanımın dışında olması için yeterli değildir. Bu tanımın dışına
çıkacak bir devletin en belirgin özelliği ADALETTİR. Adalete dayanan bir
devletin yönetiminde bulunanın kimliği, inancı ideolojisi ırkı hiç önemli
değildir. Ve böyle bir devlete sahip çıkılması insanlık onurunun gereğidir.
Buna sahip çıkmayan toplumlar kendi varlıklarını yok etmek için kendi
cinslerini zulmetmesin diye işbaşına getirirler.
Devlet mekanizmasının işleyişi
kendiliğinden olmaz. Devlet halka dayanan bir yapıdır. Devleti yönetmek için
seçilenler oraya geldikten sonra, halkın patronu gibi davranma hakkına sahip
değildir. Halk patron, devlet hizmetçidir. Devletin patron olduğu halkın
hizmetçi olduğu yerde, halk asla ve asla huzur ve mutluluğu elde edemez. Devlet,
çıkar devşirme ve bazı imkânlara sahip olduktan sonra, daha fazla istekleri
doyurmak için bir kalkan değildir. Ancak günümüzdeki devletlere bakarsak,
özellikle Ortadoğu ve İslam toplumu olarak tanımlanan ( ben böyle bir yerin
varlığına inanmıyorum, ancak Müslümanların yaşadığı coğrafyalar var) ortamların
yöneticileri dünyanın en zengin ilk yüz kişisi içinde yer almaktadır. Peki, bu
anlayışla hangi devletin halkı için var olduğunu söyleyebilirsiniz.
Devlet bir fetiş olmaktan çıkarılmalı
ona herhangi bir kutsallık atfedilmemelidir. Müslümanın Vatanı yeryüzüdür ve
yeryüzünün her yanına hak adalet için gider. Sınırlar onun değer sistemini daraltamaz.
Müslüman olarak devlete böyle bakarız, üzerinde yaşadığımız topraklara da
insanlara mutlu huzurlu bir yaşam sağladığımız mekân olarak değer veririz.
Köyde huzurlu olduğunuz bir köy evinizi, nasıl ki mutlu olmadığınız şehirdeki
bir bina dairesine tercih ediyorsanız, vatan da böyledir. Toprağın değeri
oradan gelir. Geçmiş atalarımız bu topraklara o kadar kanlarını akıttılarsa,
böyle bir yaşama kısmi olarak ta olsa şahit olmalarındandır. Adaleti tesis etmek
üzere mücadele edilmeyen hiçbir çaba anlamlı değildir. Dünyanın hepsi sizin olsa,
adalet o toprakların tek cevheri değilse orası da vatan değildir. Vatan huzurlu
mutlu olduğunuz ve kendinizi insan olarak görüp insanın yaratılış amacına uygun
yaşadığınız yerin adıdır. Adaletin uygulandığı yer kaya parçaları ise,
adaletsiz bir yönetimin egemen olduğu verimli arazilerden daha kutsaldır. Bunu
durup dururken söylemiyorum. Yaratan Rabbimizin insanlar arası düzenleme ve
ilişkilerde en çok üzerinde durduğu konu ADALETTİR. "Allah adildir ve adil
olanları sever. “Necaşi’nin hükmü altındaki topraklar o günkü Müslümanların
vatanıydı çünkü adalet vardı. Mekke'de yaşıyorlardı ama orası onlar için vatan
olmadı sebebi ise insanlara zulmeden bir sistem vardı. Ancak Medine Yesrip
olmaktan çıkıp Medine’ye dönüştü, çünkü adalet geldi. Adaletin olduğu yerde
insanlar medenileşir, herkes birbirinin hak ve hukukunu korur. Mekke’nin vatana
katılması ancak Fetih sonrasında oldu. Demek ki zulüm yönetimlerinin olduğu
yerde vatanın da anlamı kayboluyor.
Sonuç olarak diyorum ki, Rabbim
bizlere, yaşadığımız yeri hakiki vatan eylesin, bu topraklara kanlarını
akıtanların kanlarıyla anlam kazandırsın, devletimizi de adaletin öncüsü
eylesin içimizdeki hırslarımızı yenerek sadece yaratana giden yolda bir araya
gelmeyi bizlere nasip eylesin... Rabbim bizleri adalete şahit eylediğin
kulların arasına kat...
Selam muhabbet ve huzur dileklerimle...
Erol KEKEÇ/10.05.2022/15.32