Bu Blogda Ara

10 Şubat 2022 Perşembe

KURUMSALLAŞAN DİN, GÜCÜ MEŞRULAŞTIRAN BİR MANİVELADIR!

Dindarlık, gizleme, örtme, sahip olduklarını koruma reflekslerinin adı olamaz diye düşünüyorum… Dindarlık, her dinin kendi benimseyenlerinin dinginleşmiş bir hayat yaşıyor olmasıdır. Ancak günümüzdeki yansımalarına baktığımızda, böyle bir görüntü hiç olmadığı gibi, tamamıyla kendisiyle çatışma ve savaş halindeki insanların gerilimli saldırgan ruh hallerinin görüntüsü olarak karşımıza çıkmaktadır.

İslam’ı seçen dindarların iç dinginliklerinin yaşam ekranındaki karşılığı, tabi olduğu değer sistemiyle hiç uyumlu olmayan, aksine değer sisteminin içeriğini belirleyecek olan dindarın şekilsel ortaya koyduğu mitlermiş gibi, bir gurur ve kibir abidesi yaşamlara hep şahit oluyoruz. Onlar, tefekkür, zikir, mütmainlik, tevekkül ve takva gibi içsel huzuru oluşturacak dinginleyici değerlerle ruhi sükûnete ermeleri gerekirken, yaşam atmosferleri çok ciddi bir çatışma ve frenlenmeyen ruh haline sahne olmaktadır.

İslam’ın dindarı, hakikatin şahidi, adaletin canlı kalkanı, merhametin kaynağı, mazlumun kanadı, zalimin mitralyözü olması gerekir. Size ne oluyor ki, Rabbimiz, halkı zalim olan bu şehirden bizi kurtar- çıkar -diyen, ezilen kadınlar, çocuklar ve yaşlılar uğruna kalkıp mücadele etmiyorsunuz, İman edenler Allah için kalkar bu uğurda mücadele eder, inanmayanlar da Tağut yolunda mücadele eder…”Bu da gösteriyor ki İslam’ın dindarı her ortamda hakikatin tarafıdır, hakikate uymayan yaşamını, hakikat kılmak için dinden destekler oluşturarak, dinin içeriğiyle çatışan bir tavrı dinmiş gibi kendi dışındakilere dayatmaz.

Din ile güç işbirliği yaptığı zaman daima din kaybeden taraf olmuştur. Din kendi kendine güçle işbirliği yapmaz, ancak kendilerini dine aitmiş gibi gösterenler, din adına güç ve otoritelerle yakın temas ve dayanışma içinde olurlar. Bunların her dönemde çok örneklerine rastlarız. Mısırda bunun en açık örneği, mısırda güç ve hükümranlık elinde olan Firavun, her zaman dindarlarla diyalog içinde olmuş ve din adına vahye dayanan bir uyaranla karşılaştıklarında bu softa dindarların desteğine ihtiyaç duymuştur. Musa (as)’ın karşısına çıkan sihirbazların durumu tamda buna örnektir. Çünkü o günün dindarları Sihirbazlardı ve daima firavunla dayanışma içindeydiler, onun için de gücün yanında onun firavunluğunu meşrulaştırarak insanlara nötr olarak dağılmasına öncülük ediyorlardı. Bu durum zulümlerin daha fazla yaşamasına neden oluyordu. Emevilerde, Abbasilerde, Osmanlılarda, hatta İslam olmayan farklı toplumlardaki dinlerde de bunlara rastlıyoruz. Hindistan’ın İngilizler tarafından sömürüldüğü yıllarda dönemin İngiliz kralı, Hindistan’ı ziyaretinde Hintlilerin mabedini ziyarete gittiği zaman, mabede 500m mesafe kala ayakkabılarını çıkarmış yerde sürüne sürüne mabedi ziyaret ederek oradan ayrılmıştır. Bu duruma şahit olan Hintliler, olayı ülkenin çeşitli yerlerinde anlatarak yaymışlar ve bunu duyan herkes dönemin İngiliz kralının çok iyi ve dine saygısının olduğundan onun isteklerine boyun eğmişler… İngiliz kralının bu tavrı, Hindistan’ın 15 yıl fazladan sömürülmesine neden olmuştur. Yani dindarlar, dinin gerçek anlamından ve amacından uzak kendilerince oluşturdukları folklorik yaşamı dindarlık olarak benimseyip bununla avundukları her dönemde kendi sömürülmelerinin dışında çok geniş kitlelerin de sömürülmesini sağlamışlardır.

Emevilerin yönetimindeki ortama baktığımızda, aynı durumu orada da görmekteyiz. Yani yönetim yönettiği insanların inançlarını dikkate alarak onları pasifize etmek için onların değerlerini savunan, o günün ilim adamlarıyla doğrudan ilişki içinde olduğu muhakkaktır. Yani güç kendi varlığının devamı hususunda tehlike hissediyorsa, mutlaka o toplumun dini önderlerinden oluşan kanaat insanlarıyla dayanışma içine girdiğini görmekteyiz. Bu durum onların dinlerine çok saygılı olmasından ve insanların dinlerini doğru anlaması için resmi yönetim eliyle toplumun dini konularda bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesini istemeleri olarak düşünülmemelidir. Aksine bu çabaların neredeyse tümü, Otoritenin kendi varlığını güvence altına almak, toplumdaki gerilimi ve patlamayı azaltarak ortadan kaldırmak için girişilen sinsi duruş ve oyunlar olduğu bilinmelidir.

Osmanlıdaki Şeyhülislamlıkta bu gibi Bizans oyunlarının gazını almak için kullanıldığını çok iyi biliyoruz. “Siyaseten katl” diye bir gelenek oluşturulmuştur. Yani siyaset gereği insanlar öldürülür ama bunun meşruiyeti dini otoriteler tarafından verilen fetva ile oluşturuluyor. Din ile dayanışma halinde olan yönetimler çok daha uzun süreli varlıklarını devam ettirmişler ve zulümleri de yönetilen dindarlar tarafından içselleştirilerek savunulur kılmışlardır. Ortaçağ Avrupa’sında da durum hiç bundan farklı değildir. O günkü devlet, kendi varlığını tehlikeye sokacak bir kıpırdanma hissettiği zaman, o uyanışı hemen Katolik dindarlarla ortadan kaldırarak bertaraf etmiştir. Avrupa da birçok bilim adamının darağaçlarında idam edilmesinin arkasındaki gerçekleri doğru okuyabilirsek, hep dindarların bunlara karşı durarak kilise tarafından yok edildiği anlatılır. Oysa Kilise bir paravandır. Asıl güç iktidar sahibi olan mal mülk ve para sahipleridir. Çünkü para kimdeyse güç de ondadır. Güç kimdeyse yönetim ve planlamada onundur. Dolayısıyla Kilise sadece bu yönetimlerin işini kolaylaştırmış, onların hissettiği tehlikelerin ortadan kalması için, tehlike arz edenlerin yok olmasının meşru temellere oturmasının fetvasını oluşturmuşlardır. Burjuvanın batıda tüm üretim araçlarına sahip olmasına rağmen, ezilen kölelerin isyanının önüne, ancak fetvalarla geçilmiştir. Katolik papazların yani kilisenin dindarlara yönelik verdiği fetvalar olmamış olsaydı, insanlar fıtratlarına yüklenilen yazılımları kullanabilselerdi, o zulümlere asla rıza göstermezler ve o karanlıklar da o kadar uzun sürmezdi.

Son yüz yıl içinde bunları ele aldığımız zaman kendi topraklarımızda ve komşumuz İran’da bunun çok açık örneklerine şahit olmaktayız.1925 ten sonra resmen şekillenen Diyanet ile birlikte, Osmanlıdaki fetva ve meşrulaştırma makamının devamı alenen ortaya çıkmıştır. Diyanet topluma doğru dini bilgi aktarmak ve din adına uydurulmuş anlayışları yok etmek, açık seçik saf bir dini inancı ortaya koymak için ortaya çıktı denirse, bu bizim aklımızla resmen dalga geçmek olur. Günkü o günkü şartlarda tekkeler zaviyeler medreseler çok yaygın olduğu doğrudur, ancak buralarda insanlara şirk, din diye, tevhidi bozan mitolojiler din adına anlatılıyordu bunun önüne geçmek ve dini doğrudan daha güçlü bir kurum haline getirmek için böyle bir teşkilat kuruldu demek bu oluşumların ruhu ile bunlar asla bağdaşmaz.

Eğer planlama güç eliyle yapılıyorsa ve bu güç üstelik doğru olanı insanlara sunmak için böyle bir mücadele veriyorsa, nasıl olur da, akla hitap eden bir din algısı, bu kadar karmaşık pasif ve zulme hiç ses çıkarmayan atıl bir özelliğe kavuşmuş olabilir. Böyle yapılmak için belli bir amaç ve planlama olmasaydı, bu duruma gelmesi düşünülemezdi. Demek ki o dönemin yönetimi güç sahibi olanlar, toplumda hala bir kalıntı olacağı düşüncesiyle o kalıntı doğru tevhidi inanışın mücadele ruhunu iğdiş etmek için, dini kurumsal bir yapıya sokarak, din adamları ile doğrudan alenen bir dayanışma içine girmiştir. Kurumsal dinin mali finansmanı doğrudan devlet tarafından sağlanmış çünkü bu kurum, yönetenlerin yönetimlerinin doğru yanlış olup olmadığına bakmaksızın, yanında olmak ve onun meşruluğuna dinden fetva oluşturmak için vardır.

Dini otoriteler, gücü korumak ve onun daha geniş kitlelere rahat ulaşmasını sağlamak, onlar üzerindeki hegemonyasını sürekli kılmak ve ayrıca o sürekliliğini de insanların içselleştirerek kabullenmesini sağlamak için, din gibi bir inanıştan meşruiyet almadan yapabilmesi mümkün müdür dersiniz?

Düşünen ve sorgulayan bir beyin olarak diyorum ki, o kontrolü sağlayabilirsiniz belki, ancak bunu içselleştirerek savunur duruma geçmeniz mümkün değildir, inanç ekseninde sizi bağlayacak bir durum yoksa… Bizim toplumda, devlet, vatan, bayrak gibi değerlere sahip çıkılması ve onların korunmasına inanmak, durup dururken öylesine oluşmadı. Onun din ile irtibatlandırılan bir yanı olmasaydı bu kadar hassasiyetin olmasını bekleyemezdik ve olması da mümkün değildi. Tüm siyasal otoriteler, toplumların inandığı dine hizmet eden din uluları ile ama doğrudan ama örtülü bir işbirliği ve dayanışma sözleşmesi yaparak toplumu yönettikleri bir gerçektir.12 Eylül 1980 darbesi sonrası Doğu ve Güneydoğudan birçok gencin bulunduğu bölgeden alınarak bazı Cemaatlerin içine getirilmesi ve kurslarda din öğretilmesi acaba nesli çok düşündüklerinden mi böyle bir hizmet yaptı dönemin Cumhurbaşkanı Evren…1980 Öncesi Komünizm geliyor, sizi dinsizleştirecek, kardeş kardeşe, birbirini öldürtecek, herkesin karısı kızı ortak olacak aile olmayacak vatan bölünecek gibi korku pompalamanın arkasında, aslında o günün uyanan gençlerinin yarınlarda karşılığının olacağı bilindiği için, bunu boğmanın yoluna gittiler, boğmak için de din havuzunu kullanarak bu boğma işlerini yaptılar. Yani suya sabuna dokunmayan, insanları pasifize eden, zalimlerin zulmü ile hiç alakası olmayan, hatta zalimlerin zulmünü meşrulaştırmak için fetvalar oluşturan, kendi yaşamak istedikleri ortamı yaratıp sonrasında bu ortamın meşruiyet zemini için dinin referanslarını kıstas aldıklarını söyleyen din dışı oluşumlar din adına var oldular… Bu var oluş dinin hayatın dışına sürgüne gönderilmesiydi… Kadavraya dönmüş, albenisi yok olmuş, ruhu imha edilmiş, posası din bezirgânlarının elinde yöneticilerin istekleri doğrultusunda tütün hoşafı gibi, güç sahiplerinin sofrasından topluma ikram edilmeye başlandı… Bu hoşaf hem uyardı nikotin gibi, hem ağız tadı verdi manevi iklimde gökyüzünde bulutların üzerinde sizi gezdirdi. Yani her taraftan sizi kuşatan bir iklim yaratıldı bu iklimde ne arasanız hepsi yetişiyordu süründürmek için, âmâ asla sizi diriltip ayağa kaldıracak bir ürün yoktu… Çünkü yönetenler ile sizin güvendikleriniz sizin uyumanız ve sezinizin çıkarılmaması adına bir mukavele yapmışlardı. O mukavelenin maddeleri size din diye pazarlanacak siz ondan manevi haz alacaksınız ama sömürüldüğünüzü asla anlamayacaksınız, sizin sömürülmenizi sağlayan güvendiğiniz dini kanaat önderleriniz de güç ve iktidarlara, sizi çok iyi sömürecek kıvama getirdiklerinin bedelini fazlasıyla alacaklardı… Yani cümbür cemaat herkes yaşayacak ve halinden memnun olacaktı ve de öyle oldu. Bu süreç geçmişte nasıl başladıysa aynı hızla hiç aksama olmadan yoluna devam etti…

Olayların oluşum ve gelişim süreçleri böyle başlamasına rağmen, bu oluşumları oluşturan anlayışlar aynı zamanda bunlara karşı ve onlarla sürekli savaş halindeymiş gibi naralar atınca, dindarlar tarafından kabullenilmesi ve savunulması da o kadar kolay oldu… Dini yeniden şekillendiren ve ona kurumsal bir kimlik veren anlayış kendisi din düşmanı oldu, o kurumların oluşumuyla inancının yakından uzaktan alakası olmayan dine sadakatinde samimi olanlar da bu oyunu kolay yediler ve kendileri o kurumların koruyan ve kollayanları oldu, o kurumları oluşturanlar da onlara düşman ilan edildi. Yani istenilen hedefe varılmıştı. Bundan sonrası kendiliğinden devam edecekti çok çabaya gerek kalmamıştı.

1980 sonrası yönetim olarak dine sahip çıktığını söyleyenlerin hepsi, din ile doğrudan alay etti ve dini yaşamak isteyenleri zindanlara hapsetti… Güç erki, dini kurumlarla olan dayanışmayı o kadar genişletti ki, tekke zaviye ve tarikatlara karşı savaşan tutumunu yok saydı, Feto gibi bir ehlisünnet fedaisi CIA bozuntusu ve MOSSAD sathında çalışan birini milletin başına bela etti. Oysa bu şahıs 1980 öncesinde aranıyordu ama 1980 sonrası hızlı bir büyüme ve legalleşme sürecine girdi. Neden bunlar oldu, kimse merak ediyor mu bilmiyorum ama benim merakımı mazur görün, İnsanları aldatmak için resmi kurumsal dini söylemler etkisini azalttığı için, sistem dışı dini oluşumların beslenmesini gerekli kılmıştı, gerçek müminlerin önünü kesmek ve oluşan yeni uyanışları planlanan karanlıklarda imha etmek için…

Evet, planlar bazen planları doğurabiliyor, işte o dönemden kalan bu miras, son 20 yılda sistem dışı kalan dindar insanların çok ilgisini çekmiş olmalı ki, tamamıyla bu anlayışları, oluşumları ve geçmişi karanlık kuruluşları savunur oldular, hatta kahramanca siper oldular.

 Sebebine gelince onları da birkaç madde ile özetlemek konunun önemi açısından önem arz etmektedir.

Dini gitmiş darı kalmış bir anlayışı, bize din olarak sunmak isteyenler, hakikaten dinden çıkardıklarını, dindar olarak dar kalıplara sıkıştırıp cendereye aldılar ondan sonra bu cenderedekiler bağırdıkça bağırdı, çünkü kendisini cendereye alanlar ancak onu oradan çıkarabilirdi, Bu zor duruma düşmüş dinidar olanlarımız din adına bu cendere sahiplerini ve anlayışını savunarak kendini kurtarmak için önüne gelene saldırı ve küfrü marifet bildi… Çünkü oradan kurtuluşu bu saldırılarına bağlıydı.

Geçmişte kendisiyle alakalı olmayan bir sistemi sahiplenerek kendi inancını da benimsemediği sistemin emniyet spobu haline getirerek yeni bir dünya kurduğunu sanmak kadar komik bir anlayış olur mu dersiniz…

Sizi imha eden bir yapıyı korumak için savunma refleksleri oluşturmak ve otomatik ayarlama sistemiyle her gölgeye tepki oluşturmak hakikaten çok acı değil mi?

İlk oluşum aşamasında güç dini kullanırken, gelinen nokta itibarıyla din güçle birleşmiş ve bir izdivaç yapmış görünüyor ama bu izdivaç tamamıyla çıkar amaçlı yalancı izdivaç; asla gerçeğe dönüşmeyecek bir izdivaç olacaktır.

Bu izdivaç oluşurken de belli çıkarımlar gerçekleştikten sonra eyleme geçilmiştir. İki dul insan evlilik yaparken karşılıklı talepler arasında öncelikle önceki eşlerden çocuk var mı varsa bunlar nerede kalacak, bizim yanımızda olurlarsa bu iş olmaz çünkü ben çocuk istemiyorum diyen bayan ise erkek de aynı şartları ileri sürebiliyor yani karşılıklı birbirini, ne kadar sahip olduklarından uzaklaştırırlarsa anlaşma durumları da o kadar kolay oluyor. İşte, bugünkü sistemin durumu da buna benzemektedir. Dün sistem dışı kalan dindarlar, resmi kurumsal dini anlayışa çok sıcak bakmadığı halde, bugün o anlayışların misyoneri oldu, gücü de ele geçirince sorun olarak gördüklerini sorun olmaktan çıkarıp, birbirini tamamlayan bir bütünlük olduğuna inandı.

Yönetici gücün yanlışları eskisi gibi kurumsal dini otoriteler tarafından meşrulaştırılmaya çalışılmaz oldu. Çünkü sistem dışı kalan dindarlar, güç sahibi ise din ile yönetim, bir olmuştur. Yani din yönetimde, yönetici de dindardır anlayışıyla yönetimin yaptığı her eylem doğru yanlış olduğu sorgulanmaksızın kabul edilmesi gereken bir nas olarak görülmüştür; dünün sistem dışı, bugünün sistem savunucusu dindarları tarafından…

Bir yönetimin, dindar olduğu sanılan toplumda, dinin yönetim olarak görülmesi kadar kötü bir durum olamaz. Çünkü yönetimin yaptıklarına dini bir hüviyet giydirilirse, sizin böyle bir yönetim hakkında konuşacağınız her cümle ölüm fermanızın imzalanmasına neden olur.

Yönetimin, dinin koruyanı ve savunanı olduğuna, dindar bir toplumun inanması demek, o yönetimin attığı ve atacağı her adımın peşinen kayıtsız şartsız kabulü ve karşı olanların da ölüm fetvasının meşruluğu anlamına gelir… Bunu doğrulayan çok fazla örneklere şahit olabilirsiniz, Sen gidersen ümmet yetim kalır, Ümmetin umudu, yapılan hiçbir şey yanlış değil, bizim bilmediklerimiz vardır. Haşa, Allah’ın tüm vasıflarına sahip, sanki Allah’la konuşuyoruz gibi, peygamberden sonra bir elçi gelseydi vallahi başkası olmazdı vs. bunlar, lokal düzeyde görülen bir sapık algı olarak algılansa da, aslında büyük bir topluluğun zihninde bu cümlelerin ve ifadelerin karşılığının olduğunu düşünüyorum… Fanatik tutuculuk bu yanlış ortamın apaçık göstergesidir.

Bir yönetimin kendisi din elbisesi giymeden, yönetene giydirilen bu elbise tüm yanlışları meşrulaştırabiliyorsa, yönetim din elbisesi giyerse buna itiraz edenin yaşam hakkı kalmayacağını düşünüyorum…

Ondan dolayıdır ki, dindarlık, sükûnet, dinginlik, merhamet, eminlik ve hakka şahitlik değilse reel yaşamdaki karşılığı, orada din hakikaten daraltılmış demektir. Dini din olmaktan çıkaran ve sistemin koruyucu kalkanı haline getiren anlayışlar, bugün gelinen noktada dindarların bu mirası devralmasıyla, meşru olmayan tüm içerikler meşrulaşarak hayatın olmazsa olmazı haline gelmiştir. İşte o zaman çok ciddi bir zihin körlüğü, daraltılmış dinle yaşamdan çalınan hikmetin yerini, anlayışsız, feveran eden, saldırgan, ince ruhtan uzak, anlayış kıtlığı çeken, tartışmaya meyyal, cehaletin zirve yaptığı bir yaşam alır. Böylesi ortamlarda kimsenin birbirine güveni kalmaz, tehlikenin nereden ne zaman geleceği belli olmaz, sürekli gerilim, yükselen seslerin anlaşılma yüzdesi az ama beklentilerin yüksek olduğu yaşamlar doğar… Attığınız her adım dini açıdan değerlendirilir, tüm olumsuzluklar da din adına bir meşru gerekçeye dayandırılır… Yusuf (as) kavmi, Yusuf aleyhi selamdan sonra Allah asla başka birini göndermeyecektir; diyerek nasıl sapıklığın zirvesine adım attılarsa, günümüzde de insanların aynı sapıklığı yaşadıklarına şahit olmaktayız. Böyle olursa kesinlikle böyle olur, olmazsa olmaz gibi cehalet içerikli açıklamaların tümü, ahmaklığın cehaletten aldığı gazla, hakikate karşı yarışa giriştiği ortamlardır.

Rabbim bizleri, kutsallar oluşturarak bu kutsalları da dinden bir bütünmüş gibi gösterip dinden uzaklaşanlardan eylemesin…

Din ile dinden uzaklaşmak kadar korkunç bir durum olamaz. Hiç kimse dinden uzaklaşmak için doğrudan dini yok sayıp inkâr etmiyor… Dinden kopuşlar genellikle vahye dayanan dinin içine ya da onun yerine hoşumuza giden içerikler katarak zamanla vahye dayanan dini hayatımızdan çıkarmakla başlıyor. Dinden koparak din ihdas edenler, ihdas ettikleri dini zorla dayatıyorlar… Oysa Allah’ın dininde zorlama yoktur…”Dinde zorlama yoktur, doğruluk sapıklıktan ayrılmıştır, kim tağutu yalanlar Allah’a yönelirse o kopması imkânsız bir bağla Allah’a bağlanmıştır…”İşte böylesi bir dine inanan ve doğrudan aracılar olmadan, katıksız Allah’a kulluk edenler, hakikate şahitlik ederler… Diğerleri kendi yarattıkları tanrıya iman ederler ve yaşamlarını desteklemek için de yaratıcının gönderdiği vahiyden delil oluşturarak çirkef yaşamları Allah’ın en güzel sözü ile doğrulamak isterler… İşte böylesi yaşamlar necistir, onlardan uzaklaşırsanız rahmana yaklaşırsınız, rabbim bizleri aklını gereği gibi kullanan, Allah’ın halis dinini sadece kendisine has kılan ve doğrulukta yarış içinde olan, emanetlerine riayet eden, Allah’ın adını kullanarak insanları aldatmayan, biz sadece rabbimize güzel sözle çağırırız, ona hiçbir şeyi şirk koşmadan Müslümanların ilki olmakla emrolundum diyen yaşamların içinde olmayı nasıp ve müyesser eylesin… Amin

Selam saygı sevgi muhabbet ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/10.01.2022/03.25

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!