Tarihi ne yargıla ne de tarih hayatınızın dinamosu olsun.
Onlar bir Ümmetti geldiler ve gittiler. Gelen ve giden, bugünü belirleme
hakkına sahip değildir. Onlar sadece görülüp ibret alınmak ve uygun olmayan
kısımlarını kendilerine bırakarak yol alınması gerekir. Hayatın dinamosu,
içinde bulunduğun zaman ve mekân kurallarına göre çalışmalıdır.15 yıl önce yeni
çıkmış bir cep telefonundan nasıl ki, görüntülü ve sesli konuşma imkânın yokken
bugün varsa, tarihte hayatınızda o kadar olmalıdır. Ben illada 15 yıl önceki
telefonla da görüntülü konuşmak istiyorum diye diretirsen donanımdan ve
yazılımdan yoksun olan telefon seni arzularına ulaştıramayacaktır. Tarih döneminin zaman ve mekânından bağımsız değerlendirilemeyeceği için, günümüz
yaşamının dinamosunu onlarla çalıştırmak istemek ve hatta dayatmak bugüne
yapılacak en büyük zulüm olur ve asla da çalışmayacaktır.
Geçmişin yıkıntıları altında kalmak ve onlarla avunmak,
Müslümanın hiç yapmaması gereken bir eylem olması gerekirken en çok sahiplenen
olduğunu görmek ne kadar şaşırtıcı değil mi?
Siz gezmiyor musunuz, dolaşmıyor musunuz gittiğiniz yerlerde
sizden önce de yaşayanlar vardı, ancak şimdi onların yerinde sadece bir kalıntı
görmektesiniz mesajları, bizim onlar üzerinde düşünüp onların yanlışlarını
kendimizden uzaklaştırmak, geldikleri sürecin üzerinde bir yol almak içindir.
Onların yaşadıkları zamana ve yere takılıp kalmak için değildir. Parmakla
gösterilen hedefe değil de parmağa takılanlar çok ses çıkardılar ancak
yerlerinde sayarak kendilerini imha ettiler.
İslam, bir ağacı sürekli kutsamak değil, evrenin her
noktasına onun yaşayabileceği ortamlara yeni fidanlar dikmektir. Eğer Evrenin
her yanına tek bir iklimde yetişen bitkileri dayatırsanız ne onlar filiz verir
ne de sizlerin emekleri karşılık bulur. “İnsana
ancak emeğinin karşılığı vardır. Emeksiz bir düşüncenin yazılı olarak doğru
yanlış bir ayıklaması olmadan sizden sonrakilere ve sizin döneminize aktarılmasını
isterseniz, ancak hakkınız bir komisyonculuk olur. Bu din, komisyoncuların
elleriyle hayat bulmayacaktır. Bu din, kendini değeri için feda eden ve emek
harcamaktan asla tereddüt etmeyen fidanların, her coğrafya ve iklimde, evrende
filiz vermesiyle hayat bulacaktır.
Budanmaktan ve yeni filizlerin gövermesinden korkan ağaçlar,
nasıl ki, tapınak haline gelip ziyaret ağaçlarına dönüşüyorsa, Yeni fikir düşünce,
aksiyon ve dinamizmden yoksun bir dogmatik din algısı da kendisini tapınak
haline getirir ve götürmesi gereken hedef kendisi olur. Sonrasında anlamsız bir
yaşamı din diye yaşar hale geliriz.
İnsan hangi koşullar altında yaşıyorsa evreni ve var oluşu o
şekilde anlamaya mahkûm olur, bu da tarih ve doğanın insan üzerindeki baskısını
ortaya koyar. Evrenin bağımsız ve insani bir duruşla tanımlanabileceğini
anlamayan ve bilmeyenler, asla Evrenin tüm boyutlarında örnek olacak bir yaşama
öncülük edemezler. Bu açıdan bir değerlendirme yaptığımız zaman, İslam’ın her
kıtaya ve zamana hitap ediyor olması için, bir Güneş gibi tüm canlıları
aydınlatması ve onlara ısı ışık ve enerjisinden aktarması gerekir. Güneşin bir
coğrafyada yaşayan canlılara fayda sağlaması ve diğerlerine de o coğrafyada
yaşayanların aldığı enerjiyi aktarmaya zorlaması, Güneşin Güneş olma vasfını
yitirmesi anlamına gelir. İslam Evrensel bir din, dememizin altındaki temel
dinamik, yaratıcının yarattığı tüm varlıkları bilmesi ve onların doğasına ve
fıtratına uygun bir yaşamın ilkelerini göndermiş olmasındadır. Onun için tarih
bizim hayatımıza olduğu gibi aktarılmak istendiğinde, insanlık tarih zindanında
can vermeye mahkûm olur. Toprak aynı olmasına rağmen ne kadar farklı ürünler
yetiştirebiliyoruz aynı toprakta. Peki farklı topraklarda sadece o topraklarda
yetişen ürünlerin yerine biz sahip olduğumuz ve bildiğimiz ürünleri yetiştirmek
istersek nasıl bir sonuçla karşılaşırız. Bunu anlamadığımız zaman dayatan,
bıktıran, anlamsız, kendini tanımaktan aciz, sadece parçalamaya ve ifsata
dayalı bir hayatın gözü bağlı kurbanları olarak yaşamaya mahkûm oluruz.
İslam idrak dinidir. İdraklarda karşılığı olmayan, beyin
mekanizmalarını en aktif hale getirmeyen, yüreklerde evrenin farklı
bölgelerinin iklimine yer vermeyen bir din asala ve kata Allah’ın gönderdiği
Tevhit dini İslam olamaz. Tevhitte kuşatıcılık vardır. Elmada bitki, portakal
da bir bitki ama her ikisinin ürünü ve yetişme koşulu birbirinden farklı, ama
sonuçta ikisi de eylemleri neticesinde tevhide uygun bir meyve veriyor. Onların
tevhidi, faydalı ve güvenilir meyveler vermesidir. Elmanın portakal vermesi,
portakalın da elma vermesi değildir. Buradaki tevhidin sırını anlayan bir algı,
ancak İslam’ın evrenselliğini özümser ve bir tarihi, hayat diye insanlığa
dayatmaz.
“İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır. Senin yaşadığın
döneme ait vereceğin bir mesajın yoksa, ya da örnek olacak bir hayatın
gövermemişse, kendini yırtmana gerek yoktur, önce kendini bul, sonra
başkalarıyla birlikte nasıl yaşanılır onun yollarını aramaya bak. Hayat ve algı
bir zar gibidir. Soğanın içindeki zarı ayıklamadığınızda, bazen insanlarda
gereğinden fazla hazımsızlıklara yol açabiliyor, onun için düşüncenin
oluşumundaki zarı ayıklayamayanlar, zardan sonra başlayacak olan hayatı sunma
becerisini oluşturamazlar. Hayat ancak teslim olduğumuz değerle bütünleşirse,
her ortamda ve koşulda evreni kuşatır. Evreni kuşanmayacak bir hayatın İslam
diye pazarlarda tezgahlara dizilmesi, kimsenin o pazara uğramayacağı anlamına
gelir. Pazar düşüncesinden hayat düşüncesine geçememiş, basit sıradan ve sadece
aktarım üzere oluşan yığılan bir bilgi dağarcığının İslam diye dayatılması,
öğütülmeden tüketmeye, beyin ve yürek hazımsızlıklarına neden olduğu için hep
hastalıklarla boğuşmaya mahkûm oluruz…Ben de, onun için diyorum ki, yeni bir
fidan ve yeni bünye gerekli sağlıklı yaşam için, o da Allah’ın kuşatıcı dininin
tüm evreni Güneş gibi kuşatacak boyutta yeniden kendi emeklerimizle
yaşanmasıyla olacaktır.
Dini, kendi gettolarına hapseden dogmatik yaşamdan, Evrenin
yatışmaz dinamik yapısına mesajı olan, dinamik bir yaşama geçiş yolunda buluşmak
ümidiyle….
Erol KEKEÇ/31.10.2018