Bundan 15 yıl kadar önceydi, gençlikteki sürüklenmeyi tahlil ettiğimde, romantizm öldü seksüalizm doğdu demiştim. Ben yanılmayı çok isterdim, ancak gelecek günlerin çok tehlikeli bir patlamayla etrafı tozu dumana katacağını tahmin edebiliyordum. Ne yazık ki, bu gün onları görüyor ve yaşıyor olmak acı veriyor. Sokak röportajlarını bazen izliyorum, gençlerin tepkilerini ve haleti ruhiyelerini anlamak için gördüğüm manzaralar karşısında, küçük dilimi yutuyorum.
Genç kızlara sorulan sorulardan biri şuydu,
aşk mı cinsellik mi daha önemli? Gençlerden biri, aşkın daha iyi olduğunu,
cinsellik olmadan da aşkın olacağını anlatırken, yanındaki kız mikrofonu
kaptığı gibi konuşmaya başlıyor. Elbette cinsellik önemli, aşk karın doyurmuyor,
âmâ cinsellikte hem karnın doyuyor para kazanıyorsun, hem sen mutlu oluyorsun, hem de karşında ki mutlu oluyor diyordu. Bu açıklama karşısında durup bayağı
düşünmeye başladım ve gelinen noktanın nasıl da doğal bir atmosfer olduğunu
anlatan bu gençleri gördüğümde, dünyanın nasıl bir uçurumdan yuvalandığını anlamaya
çalışıyordum.
Sizce evlenecek kişide karakter, güzellik
ve para hangisi önemli sorusuna, tabi ki de para, ondan sonra karakter, daha
sonra yakışıklılık olabilir. Para olunca diğerleri olmasa da olur diyenler çoğunluktaydı. Para
varsa diğerleri önemli değil mantığı ile, cinsellikteki kazancı
dikkate aldığım zaman, karşıma çok çeşitli denklemler çıkıyordu. Bunlardan biri, ailenin gerekliliği anlamını kaybederken, paranın öneminin artması, haliyle
evlilik dışı gerçekleşen cinsel yaşamdan beklentilerin para olması, evliliğin
ömrünü de tüketiyordu. Aşk sadece bir kavram olarak varlığını haykırsa da, yeri
çoktan doldurulmuş ona bu hayatta bir yer kalmamıştı.
SGK’nın eğitim ve araştırma hastanelerine
cinsiyet değişimi yapacak olanların masraflarının SGK tarafından karşılanacağı
bilgisini aktardıktan sonra, bu değişimi yaptırmak için müracaat edenlerle
ilgili aldığım bilgiler sağlıklı ise, ciddi bir yığılmanın olduğu söyleniyor.
Özellikle genç erkeklerin böyle bir tercihe yönelmiş olmaları, acaba bedenlerini
bir cinsel obje olarak kullanımın dışında, bir sermaye aracı olarak
görmelerinden kaynaklanabilir mi? Alt dinamiklerine indiğim zaman, böyle bir
boyutun daha baskın olma ihtimalini oluşturuyor bende…
Bu örnekleri dikkate alarak, bu
gerçekliği sosyolojik açıdan yorumlamaya kalkarsam, ciddi anlamda, toplumsal
yönü artarak yayılan bir patolojik vaka ile karşı karşıya olduğumuzu görüyorum.
Çünkü Cinsellik, aşktan daha önemli diyenler ile cinsel tercih değişimleri için
operasyon olmak isteyenlerin yönelimlerine ve bu tercihleri ortaya çıktıktan
sonraki tavırlarına baktığımızda, kendi bedenlerini bir sermaye aracı olarak kullandıklarını
gözlemlemekteyim. Fiili olarak bazı açılımların olduğunun haberini de alıyorum
zaman zaman. Ancak doğrudan bu ortamlarla muhatap olamadığım için ayrıntısına inemeyeceğim,
erkek genel evlerin ortaya çıkmış olması da ciddi bir deformasyonun olduğunu
göstermektedir. Yani erkeler içinde de bedenin sermaye olarak kullanıldığına
şahit olabiliyoruz.
İçinde yaşadığımız çağ ahlaki
öğretileri sıfırlayarak, eylemler üzerinden bir yaptırımı hayattan
uzaklaştırarak, ilişiklerin tamamıyla hazlar ve sanal uyaranlarla yapılmasını amaçlarken,
aslında insanın insanlığını ortadan kaldırmak istiyordu. Bu amaç kapsayıcı
boyutta gerçekleşmemiş olsa da, toplumların kılcal damarlarında kuluçkaya
yattığı muhakkaktır. Bu kuluçka döneminden sonra ortaya çıkan tablo, bu gün
bizlerin de sorguladığı yaşam olduğu bilinmelidir. Değer sistemleri imha olduğu
zaman, insan yaşamını sınırlayan herhangi bir ölçü kalmadığı için, hayvani duygular,
hayvani tatmin yoluyla doyurulmaya başlandı. İnsanın hayvandan ayırıcı farkı, cinsel hazlara dayanan libidodaki birikimlerini ranta çevirmek oldu. Yeni dönemde
yaşamdan beklenen, az zamanda çok kazanmak, hızlı yaşamak ve haz almak. Bu haz
için ayrı bir çalışma ortamı oluşturmaktansa, hazla birlikte kazanç çılgınlığı
önem kazandı. Bu algı insanların duygu ve yürek dünyalarını köreltti. Yürekleri
imha olanların duygusal bağlılıkları da ortadan kalkınca, karşı cinsler
birbirinden sadece faydalanma yoluna girdiler. Ama bu fayda hem cinsellik hem
de maddi kazanım şeklinde düşünüldü. Ortaya çıkan tablo her an her
değişime açık, birbirini koruyan, kollayan ve birbirini örten iki örtü olma dönemi kapandı, birbirinin açıklarından kar sağlayan varlıklar türedi. Bu
çılgınlıkların, otoriteler tarafından oluşturulan kural ve kaidelerle
sınırlandırılmak istenmesi, doğal kabul edilen bu anlayıştan sonra anlamsız kaldı.
Anlamsız kalan kurallarla bir yaşamı yeniden kurmanız ve onlarla ilgili gelecek
tasavvuru inşa etme düşünceniz hiçbir anlam ifade etmeyecektir.
Bu yaşam sadece bizim toplumda
meydana gelen bir deprem değil, kürenin her köyünde böylesi bir yaşamla, insanların ciddi bir kırılganlık evresine sokularak, bilinç ile insan arasına
duvarlar örülmek istenmektedir. Her şeyin maddi bir nesne olarak algılandığı
bir çağda, yaşamı “et ekmek, eti ete dürtmek “olarak kısaca tanımlamak
mümkündür. Yani, ye iç yat ve tenleri birbiriyle bütünleştir haz al... Haz alırken
de kazanç elde et, bu döngü yaşamsal sarmal haline geldi. Son dönemde üretilen
araçlar, yolda giderken enerji depoluyor, tekerlekler döndükçe enerji motora
gidiyor ve motorun devamlı çalışarak yol almasına neden oluyor. İşte, hayatta bu
hale geldi ve vahşi manişizmin bir uzantısı oldu.
Bunları neden anlattığımı merak
edenler olabilir, ancak ben merakımı gidermek ve toplumsal yaşam olarak, nasıl
bir sona yaklaştığımızı görmek için verdiğim çabalar içinde böyle bir sürüklenmeyi
görünce, bunları dillendirmemin gerekli olduğuna inandım. Onun için yazıya
aktararak geniş kitlelere ulaştırarak, alınacak önlem ve yapılacak yeni plan ve
programların devreye konulmasına katkı sunmayı amaçladım.
Youtube Kanallarında veya bazı video
programları içeren sosyal paylaşım sitelerinde gençlerin yaptığı çılgınlıkları
gördüğümde; insanın bu kadar basit ve sıradan bir nesneye dönüşemeyeceğini
düşünsem de, gerçekler bunlar olduğu için, bunlarla ilgili nasıl bir çalışma
başlatırız diye sesli düşünüyorum. Bu paylaşım sitelerindeki şov gösterileri,
asla belden yukarı çıkamıyor, hep bel altı çalışıyor, kız erkek
karmakarışık bir ortamda, bu gençlerin çılgınlıklarının adı program oluyor. Bu
çılgınlıkları izleme oranlarına bakarsanız şok olursunuz. Acaba gençlerin buralarda içindeki canavarı konuşturuyor olması, kime nasıl fayda sağlar ve neleri
imha eder.
Eğer bir sistem, gençleri kontrol
altında tutamayacağını anlarsa, o zaman gençleri enerjilerini tüketeceği ve haz
alacağı ortamlara yönlendirir ya da o ortamların oluşmasına göz yumarak,
toplumsal yaşamı eylemsel olarak sarsacak davranışlardan gençleri uzaklaştırırlar. Çünkü
böyle olmazsa, gençlerin içinde biriken bu enerji bir anlamda Otoriteye
yönelebilir ve ciddi tehlike oluşturur. Onun için onların bu tarz ortamlarda
bağırması küfretmesi ve çılgınca yaşamasına göz yumulur. Böylesi bir kapı
aralığı sistem açısından belki günü kurtarmak için olumlu görülebilir, ancak
toplumların sağlıklı ve olaylar karşısında kolayca sarsılmadan uzun ömürlü
yaşamasını sağlayan değer sistemlerini yok ettiği bilinmelidir. Bir toplumu
ayakta tutan topu, tüfeği, parası değil toplumsal ve kültürel değer
sistemleridir. Onlar çözüldüğü zaman toplumsal kimliğiniz kendiliğinden
kaybolur. Büyük bir kovanın içine atılmış tebeşirden farsız olursunuz. Küresel
ölçekte böyle bir çözülmeyi planlı olarak tasarlayanlar olsa da, biz kendi
toplumsal ve kültürel kimlik kodlarımıza sahip çıkmak zorundayız. Onları
hayatın ortasına korkusuzca herkesin görüp kafasında iz bırakacağı şekilde
dikmek zorundayız.
TV ekranlarında periyodik olarak
devam eden ve daha çok aile sorunlarını konu alan programların tamamı, aile
yapısını imha etti. Uzaktan bakıldığı zaman toplumda bilinmeyen ve bulunmayan
faili meçhul olayların açığa çıktığı sanılabilir. Ancak şunu özellikle
belirtmeliyim ki, bunların neredeyse tamamı bir senaryonun ekranlarda
oynanmasıdır. Polis kayıtlarında son aşamaya gelmiş çözülmemiş olaylar konu
alınıyor insanlar ekran başına çekilerek reytingler uğruna, toplumda ar ve hayâ
duygularının konuşulması utanma duygularını parçaladı. Yani arsızlık ve hayasızlık
legalleşti, herkesin bu eylemlere girişebileceğinin doğallığı subliminal
mesajlarla iyice topluma yerleştirildi. Sonrasında ise, eşim bana bağırdı,
neden bağırdı, kızdı diye sorulunca, sevgilimle bir hafta evden uzaklaştığım
için, bana sert çıktı diyen bir kadın, ekranlardan bu şekilde konuşabildi… Evet,
hakikaten bir şeyler oluyor, toplumsal omurga çatırdıyor, içine virüs girmiş
her yanı delik deşik…
Bir esnaf arkadaşımın verdiği ve özellikle kayıt aldığı bilgiyi sizlerle paylaşmak isterim. Hocam geçen sene, Alaşehir’e bağlı Üsküdar’a yakın bir mahallede 90’nın üzerinde düğüne gitmişim, takılar taktığım için nerelerde şimdi bu insanlar dedim. Ancak araştırdığımda bunların hemen hemen hepsi, ilk 6 ayda içinde ayrılmışlar, şimdi onlardan aile olarak devam eden 6-7 kişi olduğunu öğrendim, bunun sebebi nedir diye sordu… Ben de konuşulacak bir şey yoktur dedim.
İki hafta önce Sancaktepe’de 25 binin
üzerinde nüfusa sahip, muhtarımızdan, mahallesinin güncel durumu hakkında her
konuda bilgi almak için sohbet ettik. Ancak ben bir amaç için o sohbeti yapıyordum,
oysa muhtar sadece muhabbet ettiğimizi sanıyor ve belgeleriyle konuşuyor. Hocam
haftada en az 5- 6'nın altına hiç düşmüyor, boşanma davalarının yazısı muhtarlığımıza
bırakılıyor, ben onlarla özel olarak ilgileniyorum sorunlarını çözmeye çalışıyorum; hatta dün gün boyu bir iş adamını çağırdım mahallemizin tüm fakirlerini tespit
ederek onlara nakti yardımlar yaptırdım. Her yıl bu iş adamı gelir ve bir
gününü bize ayırır. Dün cumartesi günü tamamıyla sabah sekizden akşam saat 10
kadar birlikte olduk dedi. Böyle duyarlı arkadaşların çabaları yetmiyor artık... Freni patlamış bir tır gibi nereye gittiği belli olmayan bir yaşam var… İnşaat
işçisi bir mahallelim akşam ağlayarak geldi ve bana dedi ki, muhtar sen şahit ol
ben bu kadını öldüreceğim, niye dedim… Elinde evrakı, beni üç ay evden uzaklaştırmış,
sebebi ise adam işten çok aç gelmiş, evde yemek yok bağırıp çağırmış sonuçta bu
dedi. Burada kimsesi yoktu biz onu aldık bir tanıdığın evine yerleştirdik; kış
günü adam inşaatta çalışıyor, evin kirasını ödüyor, üstü başı harç ama evine
gidemiyor; neresinden bakalım hocam diyerek yakındı.
Bunları örneklendirmekle bitmez, çünkü
çok absürt olan örnekler var onları paylaşmak istemiyorum. İnsanların kutsal
tenlerinin bir sermaye aracına dönüştüğü ve hem haz hem getirim sağlandığı bir yaşamda siz
aile diye bir kurumu ayakta tutamazsınız. Ne yazık ki, küresel kasırga bizim
toplumda çok ciddi patlamaya neden oldu. Bu kasırgalar için önlem alınmadığı gibi,
sisteme etki edecek kuvvetleri dağıttığı için de, ses çıkarılmadı. Ancak bizi
nasıl alıp götürdüğünü şimdi fark edince nasıl bu hale geldik diye bazı mırıltılar
kulağıma gelir oldu.
Değişim dinamikleri size ait değilse,
gelen değişim faktörlerinin sizi nereden alıp nereye götüreceğini
kestiremezsiniz. Onun için bir toplumda bazı değişim dinamikleri toplumsal
kimlik oluşumuna sebep olup, onları bir mana etrafında birleştirirken,
bazıları da parçalayıcı yıkıcı dökücü olabiliyor. Eğer toplum değişime hazır
değilse her ortamda olumsuzluklar kaçınılmaz olur. Mesela, Cep telefonlarını
bulan ülkelerde cep telefonları bu kadar insanları istila etmemişken,
tüketenlerin yaşamlarının tamamını kuşatmış durumdadır. Yani üretenler bir araç
olarak kullanırken, tüketenler, tüketen bir köle haline gelebiliyor. Ne yazık ki,
aşk ve cinsellik kavramları da böylesi toplumlarda hep yıkıcı tona sahip olmuştur.
Cinselliğin bir yaşam biçimi olarak algılandığı yerde, cinsel güdülerin her
ortamda doyurulmasının da bir sakıncası görülmez. Dolayısıyla bunu da bir
ticari boyuta çevirdiğiniz zaman, trafiği tıkanan her ortamda araçlarınızın
silecekleri arasına iletişim bilgilerinin olduğu kartvizitlerin konulması, bir
iş ahlakı heyecanıyla yapılır. Yani tenlerin ticari bir araç olarak
kullanımının bir sakıncası yoktur şeklinde bir anlayış geliştiği zaman uzun
süreli ilişkiler haz vermez ve insanlar sürekli yeni arayışlar ve kazanımlar peşinde
koşarlar. Bu durum en uzun süreli kurumda üyelerin karşılıklı birbirinin
üzerindeki hakları unutulur, her birey kendi beklentisini karşılayacak ortamlar
aramaya başlar. Bu arayışlar çoğaldıkça aileler dağılır, ortada kalan nesiller,
yıkılan binaların enkazı altından çıktığı zaman, aklınıza gelmeyecek formüller geliştirerek,
hız haz ve emeksiz kazanım formülüne daha bir ivme kazandırır.
Anlatılacak çok mesele var, derdimiz
büyük, umudumuz kesintisiz ama ortamı karartan gece baskıncıları ve yeraltı
farelerine rağmen, bu günümüzü kurtaralım ki yarınlarımız olsun… Yoksa biz bu
selde kaybolabiliriz, bunlar bir korku ütopyası ve felaket tellallığı değil,
yaşamın içinde görmek istediklerimize gözlerimizi açarak baktığımızda,
karşılaştığımız en basit düzeydeki toplumsal sapma davranışlarıdır.
Devlete büyük işler düşüyor, şunlar
şunlar yapıldı diyerek, sadece kâğıt üzerinde not alarak, faturalandırarak
cukkaya para aktaran STK ve Bazı firmaların tekelinden bu meseleler alınmalı ve
gerçekten topluma yön çizecek ve ışık olacak dertli aydınlara bu sorumluluklar
tevdi edilmelidir. Hep söylüyorum yine söyleyeceğim, köprüden önce çıkış kalmadı,
araçların kaptanları değişmeli yoksa bu kaptanlar bu araçları köprüden aşağıya yuvarlayacak…
Görünen köy aha şuarada…
“Bir insanı öldüren bütün bir
insanlığı öldürmüş gibidir.” Tüm insanların dirilişine sebep olacak yaşamlar ortaya
koymamızı rabbim bizlere nasip etsin… Kadavraya dönen tüketim kölesi
nesillerimizi, bilinçli ve idrak edecek bir yaşama bizlerin mücadelesiyle
dönmeyi rabbim müyesser eylesin…
Selam muhabbet ve en kalbi
duygularımla …”Sabah yakın değil mi”?
Bahadır Hataylı/20.04.2022/03.14