“Siz kendinizde olanı değiştirmedikçe, Allah sizin (toplum olarak) durumunuzu değiştirmez…” Yaratan bu uyarıyla aslında toplumsal yaşamın değişim ve dönüşüm formülünü de bizlere vermektedir. Ancak İnsan hep sonucu arzulamaktadır. Sonucun gerçekleşmesi nedenlerin yerine gelmesidir, bu nedenlere bağlı insani değişimin irade gücüyle yapılması gereken olmadan, toplumsal boyutu olan sünnetullah’ın vuku bulması mümkün değildir.
Ormanlar olmadan, buharlaşma gerçekleşmeden ne kadar
avuçlarımızı açarsak açalım, nasıl ki yağmurun yağması mümkün değilse, insani
değişim ve oluşum olmadan da toplumsal değişim ve dönüşüm mümkün değildir.
İnsan bu uygulamayı yerine getirdiği zaman, beklentilerini bekleme hakkına sahip
olur. Bunun dışında kalan beklentilerin tümü, Yaratanın doğrudan müdahalesi
olan mucize dışında, gerçekleşmeyecektir.
Kendi toplumumuzdan örneklemler alarak, genel bir
değerlendirme yaparsak birçok farklı sorunların oluşumunda bu sürecin dikkate
alınmamasından kaynaklanan sorunlarla boğuştuğumuzu göreceğiz. Örneğin, yaşam
için gerekli olan ekonomik ihtiyaçların karşılanamamasından kaynaklanan sorunların
giderilmesi için, insanı sömüren ekonomik sistemlerin dışında, adil ve insan
doğasıyla barışık olan bir ekonomik sistem gerçekleştirmek zorundayız. Uyutmaya
ve avutmaya dönük sistemlerin hayatımız üzerindeki hegemonyasına bir son verip,
hayatımızı yeniden inanmakta güçlük çektiğimiz sistemin oluşumu için
hazırladığımızda toplumsal değişimin gerçekleştiğine şahit olacağız. Hayatı
anlamaya ve sorgulamaya başladığım günden beri, reel yaşam bu, buna göre
yaşamak zorundayız şeklinde öğrenilmiş ve dayatılmış çaresizliğin kıskacında
kıvranmaktan ben şahsen çok yoruldum. Neden bunlarla iç içe olmak zorundayız
dediğimiz zaman, hep bir ağızdan koro halinde bankaların varlığını nasıl yok
edeceksiniz günlük yaşamın bir parçası, onlar olmazsa para akışını ve değişimi
gerçekleştirmek kolay mı şeklinde korku atmosferinin havasını solumamızın
zorunlu olduğunu anlatanların dışında farklı bir mesajla karşılaşmıyorsunuz.
Sanki yaratan insanların doğal fıtratlarına göre yaşamalarını çok zor kıldı da
dayatmacı kapitalist sistem bunu çok kolaylaştırmış gibi herkesin dilinde ortak
bir sözcük, günümüzün gerçeği, bundan çıkmak mümkün değildir. Bu masalların
büyüsüne kapılanların toplumsal değişim ve dönüşüm bekleme hakları yoktur. Faiz
illeti, bu saydığımız hastalığın bugün en önemlisidir diyebilirim. Çünkü faizin
varlığı ve devamı, insanlığın aşınmasını ve yok oluşunu hızlandırmaktadır.
Faizin kötü ve çirkin bir hastalık olmasının en önemli nedeni, zulüm, sömürü,
insanı düşünme ve idrakten uzaklaştıran sarhoş ve ne yaptığını bilmeyen bir
toplumsal yaşam oluşturmasıdır. “Faiz yiyenlerin durumu mezarlarından şeytan
çarpmış gibi kalkıp sarhoş dolaşmalarıdır. Sarhoş yaşayanların bir hayatın
nasıl değişeceğini ve dönüşümünün hangi koşullarda gerçekleşeceğini idrak
etmeleri düşünülemez. Peki bu illetin kapsam alanından çıkıp, yeni bir hayata
kucak açmayanlar hangi toplumsal değişimi bekleme hakkına sahip olabilirler.
Faiz, kapitalizmin emniyet kemeridir. Rekabetin olduğu yerde,
rakiplerinizle savaşabilmenizin yolu, sürekli değişimde kullanılan sermayenizin
olması ve anlık değişimler karşısında kendinizi koruyabilmenizdir. Bu sermayeniz
yoksa, bu sermayeyi size temin eden aracı tefeci kurumların kapısını aşındırmak
zorunda kalırsınız. Tefeciler size sermayeyi babalarının hayrına vermezler,
karşılığında sizden para isterler yani ödeme durumunuzun uzun ve kısalığına
göre artırımı katlarlar. Yani size zamanı satarak karşılığında talepte bulunurlar.
Zaman Allah’ın olmasına rağmen Allah’ın zamanını satarak paralarına para katarlar.
Siz bu sistemin ahtapot gibi dünyayı sarmış pençelerinden kurtulmadan
yaşamınızın bir düzene girmesini beklemekle sadece ömrünüzü tüketirsiniz. Yani
tepeden tırnağa pislik içinde olan bir adamın kafasına bir takke geçirip onu
bir ibadethaneye götürerek onu düzeltmiş olamazsınız. Kapitalizmin felsefesinin
yaşamları kuşattığı ve faizin tüm damarlara irin pompaladığı bir dünyada, siz
onun adına bir ek yaparak onu düzeltmiş olmuyorsunuz. Sadece onun meşruiyet
zeminlerini daha fazla genişletmiş olursunuz. Bunu neden mi anlattım, faiz ve
kapitalizmin tüm yaşam alanlarımızı kuşattığı bir ortamda bunlarla ilgili köklü
ve kalıcı bir değişimi düşünmeden ve onların kapsam alanlarına sarsıcı bir etki
bırakmadan, güzellikleri, mutlu huzurlu ve dengeli bir hayatı düşlememizin
sadece boş bekleyiş olduğunu anlatmak için konuştum…
Faizin her insanın, bilinçli ya da istem dışı, hayatına
tecavüz ettiği bir ortamda, hastalıklardan arınmış aydınlık bir yaşamı beklemek
ahmaklık olur. Önce bu karanlığın kaynağıyla ilgili köklü ve kalıcı mücadeleyi ortaya
koymak ve o mücadelenin uygulama sahalarını yaygınlaştırmak zorundayız. Faizsiz
bankacılık diyerek, kapitalist sistemin dışında kalanları da katılım
kuruluşları diye kurulan oluşumlar eliyle sisteme yamamaya çalışmanın bir
tesadüf olmadığına inanıyorum. Çünkü kapitalizm kendi kapsam alanı dışında
kalanların kendisine muhalif yeni ve farklı sistemler inşa edeceğini bildiği için,
dışarıda kalanların inanış ve beklentilerini törpüleyecek düzeyde oluşumlarla
onları da kendi alanına çekmeyi başarmıştır. Kapitalizmin arenasından dışarıya
çıkarak bağımsız kendi özümüze uygun ekonomik yapılanmalar oluşturmadığımız
sürece hep ezilen toplumlar olarak kalacağız.
Büyük kentlerin varoşlarında yaşayanların yaşamlarıyla ilgili
bir araştırma yapıldığında herkes şuna şahit olacak ki, buralardaki ebeveynler
genellikle muhafazakâr, inançlarına bağlı Anadolu’dan gelmiş ahlaki değerlere
önem veren insanlardan oluşmaktadır. Ancak onların çocukları ise aynı hassasiyete
sahip değiller, İstiklal caddesinde gezenler ve oradaki kafeleri dolduranların
büyük çoğunluğunun buralarda yaşayan ailelerin çocuklarından oluşmaktadır.
Çünkü onların aileleri onlara yüksek düzeyde bir yaşam sunamadıklarından, onlar
kendilerini bulundukları ortamlardan uzaklaştırarak rahatlamak isterler. Daha
ileri zamanlarda da belli suç örgütlerinin içine karışarak kendilerine sunulan
hayatı yaşayacaklarını sanarak gittikçe kötülüklere doğru kayan bir yaşam oluştururlar.
Ancak elit bölgelerdeki insanların çocuklarında böylesi davranışlara pek
rastlayamazsınız ancak onların ebeveynlerinde de değerlere bağlılıkta
hassasiyetin neredeyse yok denecek kadar tükendiğini görürsünüz. Yani diyeceğim
o ki, ekonomik şartların olumsuzluğu ile yaşamdan kopma arasında doğru orantı vardır.
Yaşamdan kopan yanlarımızı onarmak istiyorsak öncelikle düşüncelerimizi ve
hayatımızı kuşatan kapitalist yaşamın oksijen çadırından çıkacağız ve Allah’ın
doğal yaşam çadırından doğrudan aracısız oksijen kullanmaya aday olacağız. Bunu
yapmaya karar verip eyleme geçince toplum olarak değişim ve dönüşümün
bünyelerimizi nasıl kuşattığını göreceğiz. Yani Marks’ın deyimiyle alt yapıyı
yeniden farklı bir sisteme göre kuracağız, sonrasında üst yapımız da bu
doğrultuda şekillenecektir. Ekonomik yaşamları bağımsız olmayan toplumların
diğer bağımsızlıklarından söz edemezsiniz. Ekonomik ilişkilerimizi düzenleyen kapitalist
kurallar olmayacak, insani yaşamın kuralları olacak ve adalet toplumsal yaşamın
her alanında varlığını hissettirecek ki, diğer ilişkilerimiz de bir düzene
binsin…Ebu Zer(ra) der ki” Yoksulluk fakirlik kapıdan girince, İman pencereden
çıkar…” Paraya pula, maddeye hiç değer vermeyen ve yaşamıyla da bunu ortaya
koyan birinin söylediği bu söz benim açımdan çok büyük değer ifade eder. Yani
bir toplumun freninin patlaması her yolun mübahlaşmasının temelinde geçim
sıkıntısı ve bu imkanlara ulaşmayı zorlaştıran sistemlerin olduğu muhakkaktır.
Dolayısıyla bunlarla mücadele edip onlardan insanları kurtarmadığımız sürece, insanlara
söylenilecek her türlü ideal değerler ve inançlar karşılık bulmayacak ve
inandırıcı olma vasfını kazanamayacaktır.
Bugün herkesin hayatındaki gerçek yaşam zorluğu,
imkansızlıkların alıp başını gidiyor olmasıdır. İmkânsızlıklar içinde kıvranan kitlelerin
bu yaşamlarına duyarsız yaşayanlarla, bu kitlelerin aynı mekânın havasını
soluyor olmaları çok tehlikeli bir sürecin habercisidir aynı zamanda. Çünkü
insanlar bir noktaya kadar kendilerini frenlerler ama yoksunluk ve yoksulluk
hanelerini kuşatmışsa, iman o insanı terk edecek bir delik arar, sonrasında
olacaklar böylesi bir sürecin tabii sonucu olur. İnsanların güveni tükenmişse,
onların sevgilerinin hala devam ettiğini bekleyenler büyük bir yanılgı
yaşarlar. Sevgiden önce güven gelir güven bitmişse sevgi yerini saldırıya bırakır.
Yani bu sosyal ilişkilerdeki süreci belirleyenin doğrudan fizyolojik yaşama
etki eden unsurlar olduğunu bilmek ve görmek gerekir. Bunu göremediğimiz sürece,
toplum için düşündüğümüz ve olumlu sonuçlar elde edeceğimizi sandığımız her
türlü plan program ve proje elimizde patlar ve bir sonuç alamayız. Sonuç
alınacak bir girişimde bulunursak toplumsal yaşam da değişecektir. Toplumsal
yaşam dediğimiz zaman bunun içine her türlü ürün ve ilişkileri koymak gerekir. Aile,
kültür, gençlik, eğitim, Hukuk, siyaset, sanat, ahlak vs.
Samimi, ilkeli ve canı pahasına hakikatin yeryüzünde herkese
insanca bir yaşam sunması için, hakikatin egemen olması için ayağa kalkanlar olursa,
hakikatin gerçekleşmesinin zamanı çok yakın olur. Âmâ herkes bir başkasının
değişimini bekleyerek kendisini öncelemezse, zulüm göz yaşı, kan, faiz ve
sömürü tüm insanlığı imha ederek hayatımıza son noktayı koyacaktır. Düşünen ve
bir sorumluluk duyan tüm aydın entelektüelleri, bilim adamlarını ve
akademisyenleri bu değişimi başlatmada ve sürekliliğini sağlayarak devamlılık
oluşturmada bir sorumluluk almaya davet ediyorum…Yarınlarını düşünenler bu ince
çizgide başlayacaklar yürümeye, en kısa zamanda Allah Hz. Musa’ya açtığı bir homoyolu
bizlere ikram edecektir. O güne kavuşmak için bugünlerini bir aydınlatma fişeği
olarak geçirenlere selam olsun…
Erol KEKEÇ/15.04.2021/23.39