Şom ağızlardan düşmeyen bir söz, günün koşulları neyse ona göre yaşayacaksın. Günün koşulları ne ise derken, üzerinde düşünülmüş ve kritiği yapılmış bir sözden bahsedilmiyor. Tamamıyla acziyetin bir ifadesi olduğunu iyi anlamak gerekiyor. Birilerinin kurduğu herkese dayattığı kalıbın adı günün koşulları olarak anlatılıyorsa, bu bir yenilginin ifadesidir.
Yaratıcının bağışladığı ve nasıl yaşanılacağı hususunda ciddi
hayat denklemleri ortaya koymasına rağmen, bununla alakalı hiçbir yorum ve
gelişme sağlayamamış olanların, efor sarf etmeyi hiç düşünmeden günün koşulları
ne ise ona göre yaşayacaksın şeklindeki iyi niyet gibi gözüken yaklaşımları
doğrudan yaratıcı ve eleştirel düşünmeyi yok etmenin dolaylı çabaları olduğunu
bilmek gerekir. Bu yaklaşımların tümünün temelinde korku, rahatı tercih etme,
haram helal gibi bir değerden yoksunluk bulunmaktadır. Eğer bir ortamda mevcut
olan yaşam biçimlerine angaje olmak öncelikli tercih olarak kabul görüyorsa, o
toplum sömürülmeye ve kendisi için hazırlanmış olan kapanlara zorlama olmadan
kendi tercihleriyle girmeyi hak etmiş demektir.
Günün şartları ne ise diye yavan bir ifadeyi yaygın hale
getirerek ona meşruiyet zemini oluşturanlar şunu bilsin ki, bu söz bir yaşam
biçiminin tercihlerini ve üretkenliklerini imha ederek, bu yaşamları, sürüler
için oluşturulmuş sadece tüketime endeksli sömürü yaşam çarkının içine taşımak olur.
Eğer bu ifade idari sistemi yöneten ve planlama erginin tavsiye ve dayatmaları
sonrasında oluşuyorsa, toplumların ayağa kalkması, kendi yaşam biçimlerini ve
kendi ortamlarını dikkate alarak, tüketici olmaktan çok üreten bir toplum
haline gelmeleri neredeyse imkansızlaşır. Mevcut kalıpları yaşamın olmazsa
olmazları olarak dayatmak kadar insan beynine atılan daha tehlikeli bir atış olamaz.
İnsan beynini imha ettiğiniz zaman ona yaşamı boyunca kabulleneceği ve o
çemberden çıkmayı hiç düşünmeyeceği kölelik kurallarını da benimsetmiş
olursunuz. İşte, kapitalizm ’in ve onun günümüzdeki çağdaş çocuğu liberal
kapitalist ekonomi diye bildiğimiz ve tüm yönetimlerin ona ulaşmak için
canhıraş savaşı böylesi bir zilletin beyinleri kuşatmasının kanıtıdır. Neden
Liberalizm diye sorma şansımız yoktur, insanın özgürlüğü ve ardından özel
mülkiyet ve serbest piyasa gibi birkaç sihirli kavramla sizin beyninizi hemen
istila ederler. Sizler de kafa sallayarak, önünüzde ürettiğiniz bir değeriniz
olmadığı için, onun hegemonyasına girersiniz. Üretici dinamikleri canlı kalan
ve sürekli hareketlilik hayatlarının vazgeçilmezi olan toplumlar, hayatlarının
devamını kendi dışlarında oluşturulan kalıplara hapsederek devam
ettireceklerine inanmazlar.
Ancak eldeki imkanları işlemeyi ve üzerinde değişimler yaparak
farklı ürünler elde edecek zahmeti göze alamayanlar, kaynaklarını satarak
yaşamlarını devam ettirdikleri için, güdülen sürüler haline gelirler.Sürüler,yaşamlarını
belirleyecek ilke ve kuralları kendilerinin belirleyeceğine inanmazlar. Çünkü
onlar hep yönetilmeye ve tüketime endekslenerek böyle bir yaşamın getireceği
mutluluğu yeğlerler. Bu mutluluk alanlarının dışında daha kalıcı olan
mutluluklara ulaşmaları için biraz çaba gayret ve efor harcamaları gerektiğini söylediğiniz
zaman, eski köye yeni adet mi gelecek. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek
yoktur diye sizin de önünüzde en büyük engel olurlar. Oysa bilmezler ki,
savunma her zaman yenilginin başlangıcı değil, savaşın kazananlarının verdiklerini
özümseme ve geviş getirme dönemidir. Geviş getirmeye alışmış olanlar, sağlıklı
ve taze ürünlere ulaşacak imkanlarını da kaybederler.
Bu örneklemelerden sonra anlatmak istediğim savımızın
hayatımızdaki karşılığına bakmakta fayda olur umarım. Müslüman toplumlar
olumsuzluklar açısından neredeyse yaşamları birbirinin aynısı.
İnsanı Allah’ın yarattığına inanırız ve hayatımıza hükmeden ilke ve kurallar
koyduğuna da inanırız, ancak bu ilkelerin hayatlarımızdaki yerine baktığımızda
utancımızdan elimizi yüzümüze kapamak zorunda kalırız. Bu evreni yaratan ve
içinde iradi kararlar verecek olan insanı yarattıktan sonra, onun hükmüne uygun
olmayan bir yaşamı oluşturması için insanı hiç bilgilendirmemiş olmasını
düşünebiliyor musunuz? Allah’ın sınırları bellidir kim bu sınırları
aşarsa işte onlar haddi aşanlardır, haddi aşanlar için elim bir azap vardır.
Ülkemiz ekonomisine kapitalizmin babalarının damga vurduğu muhakkaktır.
Bunların hayat damarlarına su taşıyan ve ülkenin vergi rekortmeni olan bankalar,
paylarının başka alanlara aktığını gördüklerinde, hemen o kanalları tıkamanın
yollarını araştırıyorlar. Hatta İdari yönetime dayatmalar yaparak kanuni
bağlayıcılıklarla bunların önlerini kapamayı ihmal etmiyorlar. Devletin gelir
kalemleri arasında, vergi almak ilk sırada bulunuyorsa, devletin bu
kuruluşların isteklerini dikkate almamasını düşünebilir misiniz? Kripto para ve
bunlardan kaynaklanan usulsüzlüklerin gündemin ilk sıralarında yer alması,
farklı finans kuruluşlarının ev,araba,kredi gibi kapsam alanlarını genişleterek
yeni ve farklı açılım yapabilecek düşünce ve eylemler geliştirmeleri ve bunları
da kurumsal kimlikle reel yaşamda hayata sokmaları beraberinde ciddi sorunları da
başlarına getirdiği muhakkak. Neden mi, insanlar yatırımlarını daha çok
bankalar üzerinden yaparken içlerinde duyarlılık açısından az bir kırıntı olanlar,
bu yeni kuruluşlarla iş birliği yaparak nakit kaynaklarının adresini buraya yönelttiler.
Bu süreç kapitalizmin aracı ve taze kan taşıyan kuruluşları olan bankaları
rahatsız etmeye başladı ve idari mekanizmaya karşı lobi baskıları kurmaya
çalıştılar ve de başardılar. Çünkü Son dönemdeki, BDDK’nın bu kuruluşlar üzerine
yoğun olarak gitmesi ve onları denetlemesi sadece bir denetim olarak
görülmemesi gerektiğine inananlardanım. Eğer sadece bir denetim olmuş olsa,
neden bir kurum elde ettiği karının %30’unu infak müessesesini geliştirerek
kuracağı vakfa aktarmayı tüzüğüne koymasına rağmen, buna müsaade edilmez ve
ancak%2’ni aktarabileceği sınırlamasını getirir. Çünkü böylesi bir uygulama
İslam’ın Karz-ı Hasen müessesesinin yeniden dirilmesine sebep olabilir.
Dolayısıyla yardımlaşma dayanışma ve insanlar arası yeni bir ekonomik model
oluşturulup hayata geçirilebilir. Bu korku Bankaların yüreğini hoplatmaya
başladığı için, bu müesseselerin lobi grupları, idareyi etkileyerek, bu kurumları
daha doğmadan bunaltma yoluna gitmektedir. Yani başlamadan bunaltmak ve
yanlışlar yapmaya zorlayarak kanun dışı eylemlere yönelmesi için üstten baskıyı
fazlalaştırarak, bu kuruluşların toplum nazarında itibarsızlaştırılarak olağan
bir durum olunca üzerine çökerek meşru bir zemin oluşturma eylemi olduğunu
düşünüyorum.
Müslüman olduğunu söylediğimiz bir toplumda tefeci faiz
kuruluşlarının en çok kar getiren kurumlar olması, hiç mi içimizi acıtmıyor.
Eğer insanlar bu faiz müesseselerinin dışında daha karlı ve insanlara
zulmetmeyen ve ,insanca yaşayacakları ekonomik kurumları canlandırırsa kapitalizmin
yegâne ekonomik sistem olma büyüsü bozulacaktır. Bu büyünün bozulmasını
isterler mi, onun için idari yapı bu oluşumların gazıyla, farklı oluşacak kuruluşları
potansiyel suç makinesi olarak görmemeli ve bunların canlanması ve hayata yeni
kanları aktarması için yardımcı olmalı ve denetlemeyi, zulme dönüştürmemeli
diye düşünüyorum.
Bizim gibi toplumların kurtuluşunun en önemli yolu, ekonomik
bağımsızlık elde etmeleridir. Ekonomik bağımsızlık, Kapitalizmin piyasasının
dışında ticari ilişkilerin kurulacağına inanmaktan geçer. Piyasaya kapitalizmin
kurallarının egemen olduğu ortamlar bu kurallara göre ekonomik faaliyetlerini yürütürken
ekonomik bağımsızlık beklentileri sadece bir hayal olur. Kapitalizmin
oluşturmaya çalıştığı yaşamda, dünya cennettir, onun için ekonomik yaşam en
değerli olan yaşamdır. Tüm ilişkiler bunun kazanılması için gereklidir
dolayısıyla önemliler ama değerli değiller. Oysa İslam’ı bir yaşamdaki ekonomik
ilişiklilerde ekonomi yani ihtiyaçları karşılama ve yaşamı kolaylaştırma
faaliyetleri önemlidir ama en değerli olan değildir. Değerli olan bu yaşamın
sonrasında karşılaşılacak olan ödüldür. Yani cennet bu hayatın sonunda bir
armağandır. Dolayısıyla kapitalizmin dünya cennetine karşılık İslam Ahiret
cennetini vaat ediyor ama o cennet için buradaki imaratın çok önemli olduğunu anlatıyor,
hayatı rahat kazanabilmek için, buradaki ilişkileri kolaylaştırıyor ve
insanlara zulmetmiyor, borç batağında insanları inim inim inletmiyor.
Borçlanmayı kolaylaştırıyor ve insanlar arasında güven unsurunu
yaygınlaştırıyor ancak güveni sözle anlatmıyor onun bağlayıcı alt yapısının da
kurulmasına önem veriyor ve ahitleşerek yazılı sözleşmelerin olmasını şart koşuyor.
Yani insanların içinde olumsuzluk olmadığı halde onları olumsuzluğa sevk edecek
açık kapıların bırakılmasını asla istemiyor, şartların kötüye gitmesinden
dolayı vaatlerini yerine getiremeyenlere baskı kullanılmasından menediyor ve
onların genişleyeceği döneme kadar mühlet verilmesini ve bu mühlet içinde
sorumluluğunu yerine getiremeyenlere bağışta bulunmanın daha hayırlı olduğunu anlatıyor.
İşte İslam Nesneye mala değil, insana ve onun huzuruna değer veriyor. Çünkü
toplumsal ifsatın önüne geçebilmek için insanların huzurlu ve mutlu bir hayatı
yaşamaları gerekir. Kapitalizm insanların mutluluğunu ve huzurunu alarak onları
psikomanyak duruma getirdi. Bu hal üzere yaşayanların dünyalarını cennet
yapmaktan uzaklaşıp, ahiret cennetine yönelmeleri mümkün değildir. Kapitalizmin
dünyaya pompaladığı bu sistem, tüm insanlığı yok oluşun kıyısına getirdi,
dünyanın her yanı zulüm göz yaşı ölüm ve açlıkla boğuşurken, bulunduğumuz
dönemin şartlarına uyacağız diyerek şerri hakikat gibi öğütleyerek,hakikatın ne
olduğu üzerinde kafa yormayı ve bu hususta gerekli çabayı harcamayanlara
yazıklar olsun demek geliyor içimden…
İslam Dünyasının ve mazlum milletlerin kurtuluşunun tek yolu
tefecilerin insanlığın kanını emen ekonomik sisteminin büyüsünün bozulmasına
bağlıdır. Bu büyünün bozulması da Yaratıcının yarattıklarına bağışladığı sistemi
ortaya çıkarıp hayatımızı ne pahasına olursa olsun ona dayandırmaktan geçiyor. Bu
sistem yepyeni ve farklı bir ekonomik sistemdir. Bu sistemin temeli, üretime
dayanır,ilişklileri helal ve haram sınırlarına göre biçimlendirir.Zulmetmez,herkesin
yaşaması için malın âtıl olarak belli ellerde toplanmasını asla istemez.
Üretime ve istihdama dönüşmeyen malların bekçiliğini yaparak fesada yol açan
malları korumayı istemez. Adalet omurgasıdır. Asgari yaşam diye bir rezaleti
insana reva görmez, azami yaşamın ve israfın sınırlarını belirler. İslam’da
insani ücret ve insani yaşam vardır. Bunları gerçekleştirecek sorumlu aydın
bilim adamlarına ihtiyaç hasıl olmuştur. Bu konuda zihin ve yürek eforu
harcamayan ve sistemli bir yaşamı gelecek kuşaklara gelenek olarak bırakma sevdası
taşımayanların hesapları çok kabarık olacaktır. Kapitalizmin mezbelesinde yem
arayan bir amip olmaktan çıkarak omurgalı duruşla örnek bir yaşamı bizlere
armağan etmesi için tüm içtenliğimle rabbime yalvarıyorum ve tüm kardeş ve dostları
da bu duanın fili kısmında yer almaya davet ediyorum…Selam saygı ve muhabbet
dileklerimle….
Erol KEKEÇ/27.04.2021/00.08