“Derken, şeytan ona şöyle diyerek vesvese verdi: "Ey Âdem! Sana, sonsuzluk ağacıyla eskimez, çökmez mülk ve saltanatı göstereyim mi? “TAHA/120
“Nihayet, ikisi de ondan yediler.
Bunun üzerine, çirkin yerleri kendilerine açıldı; üzerlerine cennet
yapraklarından örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etmiş, azmış, ziyana uğramıştı. ”TAHA/121
İnsan öyle bir varlık ki, sonsuz yaşama isteği en çok varmak
istediği bir hedeftir. Bu hedefi yakalamak için asli yaratılış fıtratını da
bozguna uğrattığını idrak edememektedir. İnsanın bu isteklerini yaşıyor olması
veya ona yaklaşması, dönüşü çok güç olan çıkmaz bir yola girmektir. Âdem ve
Havva (as)’in kendileri için taksim edilen ve bir sorumluluğu olmayan mutlu ve
huzurlu bir ortamdan kovulmalarının sebebi, orada sonsuz kalma ve ebedi mülk
sahibi olma isteği olduğuna şahit olmaktayız. Bu durum Ademoğlu’nun hepsinde
var olan bir gendir. Bu genin istekleri yaşama egemen olduğu zaman, insanın
doğru bir yörüngede yaşadığını iddia etmesi inandırıcı olamaz.
Sonsuzluk ağacı ile eskimeyen çökmeyen sürekli kalıcı bir
mülkün sahibi olma isteği, aslında müstağnileşmenin en açık tanımıdır. Âdem yaratıldığı
zaman, Rabbimiz onu topraktan yarattıktan sonra kendi ruhundan üfleyince, böyle
bir güzelliği ve yaratmayı yaptığı için tüm meleklere ve İblise, bu yüceliğimden
dolayı bana secde edin ve onun varlığını kabullenin demişti. Buradaki secde
yaratılan Ademe değil, Yaratıcının şanına yüceliğine ve böyle bir yaratma
yapmasından dolayı onun doğrudan kendisinedir. Yoksa Allah kendi yarattığına
neden başka yarattıklarını secdeye zorlasın bu doğrudan kendisine şirk
koşulmasını istemek olur ki, bu da Allah’a iftira olur. Ancak buradaki istek
Allah’ın yüceliğini kabullenerek onun neleri yaratmaya muktedir olduğunu onlara
göstermekti. Bu yücelik karşısında tüm melekler Allah’ın önünde secdeye kapanırken,
İblis ’in nankörlük yaparak Âdem üzerinden bahaneler ileri sürüp doğrudan Allah’a
asi olduğunu görmekteyiz. Bu başkaldırı şeytani bir gelenek haline gelerek,
Ademoğlu’nun varlık sahnesindeki yolunun en tehlikeli virajı olarak hep devam etmiştir.
Bu virajı geçemeyen her bir Âdemoğlu büyük kazaları göze alarak son sürat gaza
basmayı marifet bilerek, süreklilik arzusunu ortaya çıkarmış ve haddi aşarak
müstağniler arasına girmiştir.
İlk kovulmanın temel nedeni, Ademin içindeki sonsuz yaşama ve
ebedi mülke sahip olma arzusuysa, sonraki süreçte de durum aynı olmuş ve bütün
bir Ademoğlu’nun yaşamını kuşatır olmuştur.
Allah dışında bütün bir kâinatta sınırsız ve sonu olmayan
yaşam özelliği olan hiçbir varlık yoktur. Bunun içindir ki, insan bunu idrak
etmediği veya unuttuğu zaman yapacağı yanlışlar ve hataların sayısını saymakta
zorluk çeker. Yaratılmış olanların mutlak sonu da vardır, bu sonlu yaşamda,
kâinatın sonsuz varlığı gibi hareket etmek Allah’ın hudutlarını çiğnemek demektir.
Hudutları gözetmeyenlerin en belirgin özelliği haddi aşmak ve sınırsız bir
istek bataklığına doğru gitmek olur. Bu bataklıklar yeryüzü nimetlerinin
alanıyla sınırlı bir bataklıktır. Oysa bu bataklığa doğru çekilen insan, burayı
çok değerli, sonsuz mutluluk ve huzur adası olarak oraya gitmektedir.
İnsan, kendi yaratılış hamurunun ne olduğunun anlaşılması
için tefekkürü yaşamının en önemli dinamosu haline getirmelidir. Tefekkürden yoksun,
idrak melekeleri çalışmayan bir bünye her zaman sınır tanımaz ve sonsuz yaşama
isteğine aday bir varlık olup çıkar. Bu isteğin oluşması ve frenlenmesi,
aslında insanın imtihan edilmesindeki en büyük özelliği de ortaya çıkarmaktadır.
İmtihanlar hep bu özelliğin çok baskın ve kontrol edilmesi güç bir yapı
olmasından dolayı kaybedilmektedir.
Nimetlerle donatılan ve tüm imkanlara sahip olduğunuz bir
ortamdan neden insan bir anda kovulur. Bilmediğimiz birçok nedeni olabilir,
ancak benim idrak ettiğim en önemli faktör, bu imkanların kaybolma korkusu ve
bunları kaybetmeden onların hepsinin kontrolünü kendimde toplamalıyım anlayış
ve isteğidir. Aslında bu istek, ebedileşme hastalığının da ortaya çıktığı anlardır.
Âdem ve Havva’nın içinde oluşan bu ebedi yaşama ve mülke sonsuz sahip olma isteği,
onların yaşamının altını üstüne getirdi ve ellerinde olan en güzel nimetlerin
de ellerinden gitmesine neden oldular. Sınırlı olan bir varlığın iç dünyasında
oluşan sınırsız yaşam isteği ve mülkün tek sahibi olarak, mülkü tasarrufuna
alma çabası, yaratıcının koyduğu düzeni bozma çabasıdır. Bu çabalar, Âdem ve Havva
ile başlangıç yaptı,Adeoğlu olarak ondan türeyenlerin dünyasında çok ciddi bir
maraz olarak kaldı ve yaşama egemen oldu. Oysa Rabbimiz Âdem oğlunu uyarmıştı, “Ey
Ben-i Âdem iblis sizin atanızı saptırdığı gibi, sakın sizin de başınıza bir
bela getirmesin…”Uyarısı bütün bir boyutuyla dikkate alınmadığı için insanlık
kendi cehennemini imar etme yarışında sonsuz yaşama kuleleri kurmaktalar bu
dünyada…
Yaratılmış olan varlık insan, yaratıcının kendisine
faydalanması için sunduğu nimetlerin tamamına sahip olarak, kendi cinslerine
veya kendisi gibi yaşam hakkı olan diğer canlılara yaşam hakkı tanımadan hep
benim olmalı diye debelendiği dünyanın içinde sadece ifsat kaynağı olur. Çünkü
yaratılmış olan diğer varlıkların yaşam hakkını gözetmeden, hep sahip olma
hırsının doyumsuz bir mendeburu haline gelen bu varlık düzeni bozmaktan başka
bir fiile sahip olamaz. Demek ki, insanın yeryüzünü fesada götürmesinin
temelindeki en belirgin etken, sonsuz yaşama ve sınırsız mülkiyete sahip olma hırsıymış.
Bu hırsın farkına varılıp insan yaratılmış olduğu alana çekilmezse, bu istek
Cennetten Ademi çıkardığı gibi bizi de yaşadığımız bu ortamdan yere
batıracaktır.
Allah’ın bizim için çeşitli nimetlerle donattığı bu gezegenin
içindekilerle tatmin olmadan, sürekli daha fazlasına sahip olmak ve tüm evreni
kendi kontrolüne alarak hükümran olma hırsı taşıyanların geleceği akıbeti bize anlatmaktadır.
İblis sakın sizin de başınıza bir bela getirmesin…”Ne yazık ki başımıza getirdiği
belaların altında inim inim inleyen zavallı bir insanlık var.
Her ne kadar Allah kendi ruhundan bize üflemiş olsa da bu
bizim bir yaratılan olduğumuzu unutturmamalı. Yaratılan olduğumuzu unuttuğumuz
anda dünyanın dengesini bozma yarışına gireriz. Geçmişte yaşamış Karun bunun en
güzel örneklerinden biridir. “Karun’a, şımarma Rabbin’nin sana verdiği ile sen
de insanların hakkını gözet, Allah fesat çıkaranları sevmez dediklerinde, hayır
ben fesat çıkarmıyor, aksine düzeltiyorum, insanlara arada bir veriyorum, âmâ
ben bunları kendi bilgi beceri ve imkanlarımla elde ettim diyerek tüm ihtişamı
ve debdebesiyle insanlar arasına çıktığında sonsuz bir güç sahibi gibi
kendisini biliyor ve etrafındakiler de ona öyle bakıyordu. Ancak Allah, onun o haddi
aşmasından dolayı azap onu yakaladığında ne kendisine yardım edebildi ne de
yardım edilenlerden oldu, köşkünü ve kendisini yerin dibine geçirdi. İşte bu
örnek haddi aşarak tek malik ve mülkün denetiminin kendisinde olduğunu iddia
edecek kadar müstağnileşenlerin gelebileceği en yüksek mertebe(!) ancak bu
kadar olabilir.
Demek ki, yeryüzündeki tüm olumsuzlukların temelinde, insanın
bulunduğu ortamda sürekli ve sınırsız yaşama isteğinin olduğu muhakkak. Dünya
ve içindekiler sadece yaşamın huzurlu ve mutlu olması, yaratıcıya kulluk yapmak
ve sorunları hafifletmek için bir araç olarak bilinse yeryüzünde fesat oluşmaz.
Aç insanlar olmaz, zulüm gözyaşı ölüm saldırı savaşlar cinayetler hırsızlıklar
vuku bulmaz ve yaşamın amacı daha net anlaşılır. Ancak insan, hesabını görecek
başka bir gücün mutlak mahkemede hesap soracağına inanmadığı ve tüm hesapların
sahibinin kendisinin olduğunu gördüğü sürece, yaşamı olumsuzluklar ve sınırları
aşındırmakla geçeceği muhakkaktır. Sınır aşındıranlar sınırsız olamazlar,
sınırları koyan ve bir düzen belirleyen Allah mutlak güç ve kuvvet sahibi
olduğu için, onun belirlediği düzende sınırlar hep aynı evrenin kuralları ve
işleyişi değişmiyor çünkü o kendisine muhalif bir eylem içinde olmaz. Onun
yasasında asla bir değişim bulamazsınız çelişki de barındırmaz. Ancak yaratılmış
olan ama kendisini bir yaratıcı sanan zavallı insanın hayatı çelişkiler üzere
devam etmektedir. Bu kadar çelişkili yaşamı ortaya koyan insan olsa olsa hesabı
dürülecek başı ve sonu belli bir damla sudur. Bir damla suyun kendisini sel
baskınları yapacak kuşatıcı bir su gibi yaşaması ne kadar da basit ve sıradan
bir yaşamdır. Ey insan kendine dön ve kendini tanı, kendini tanımazsan seni
tanıtacak kitabının önüne geleceği günlerin çok yakın olduğunu bilesin…
Allah yerin ve göklerin tek sahibi öncesi sonrası olmayan
hesap görenlerin en hızlı olanıdır. Böyle bir yaratıcının efendinin mülkünde köle
bile olamayacak düzeyde özelliklerimiz olmasına rağmen, bizi yücelterek
Halifelik mevkiine çıkaran Allah’a karşı asi olmakta hiç mi utanç duymuyoruz.
Bize, yiyiniz içiniz israf etmeyiniz, benim mülkümde malik sizmişsiniz gibi davranmayın,
yaratan benim ama yarattıklarımı yeryüzünde planlayıcı ve dağıtıcı olarak sizi
görevlendirdim. Sizin göreviniz yığdıkça yığmak değil, benim kullarımı benim
yarattığım nimetlerle buluşturacaksınız. Onlar da ihtiyaçları kadar alsınlar,
diğerlerini de başka ihtiyaç sahiplerine bıraksınlar. Böyle olursa yaşadığınız
evrende size asla huzursuzluk mutsuzluk gibi belalar gelmez. Açlık gibi hastalıklar
size uğramaz. Herkes birbirini örter cennetteki yaprakların Âdem ve Havva’yı
örtmesi gibi, böyle değil de İblisin torunlarının size verdiği vesveseyle
dünyaya egemen olmak ve sonsuz kalma isteklerinizle dünyada cirit atarsanız bu
dünyanın dışında kendinize başka bir mekân aramak zorunda kalabilirsiniz.
Ey İnsan sen bir yaratılansın, yaratıcı gibi davranmaktan hiç
mi utanmıyorsun, Bu çirkefliğin girdabından çıkmazsan hayatın daha da çirkefleşecek,
bak son istasyona varmadan önce son çıkıştasın…İdrak et ve kendine gel Allah’ın
mülkünde tüm kulların haklarını hakkıyla dağıt…Karun’a inen sana da gelmeden
evvel…
Selam saygı Muhabbet ve dualarımla, rabbim bizi idrak eden ve
isteklerini katındaki değerlerle daim eylediğin kullardan eyle…Biz bir kuluz
sen ise Allah biz senin indireceğin her hayra muhtacız bizi zalimler güruhundan
uzak eyle…
Erol KEKEÇ/07.05.2021/15.48