Bu Blogda Ara

10 Ocak 2025 Cuma

Hayat Ve Ölüm

 

Para ile satın alınan sadakat, daha fazla para ile de satılır. Bu, insanlık tarihinin acı bir gerçeği ve insan doğasının çıplak gerçekliğidir. Sadakat, adından da anlaşılacağı gibi çoğu zaman bir bağlılık duygusu olarak kabul edilir. Ama bu bağlılığın temelinde ne vardır? Bir çıkar mı, yoksa sırf bir değer mi? Eğer bu bağlılık kısa vadeli çıkarların bir ürünü ise, daha büyük çıkarlar ortaya çıktığında ne olur? İşte tam da bu nedenle, insanın sadakati para ile müzakere edilebiliyorsa, bu sadakatin her zaman satılabilir olduğunu bilmek gerekir.

Başlayan her şey biter. Bu sade bir söz gibi görünse de, aslında yaşamın derin bir hakikatidir. Doğa, insanlar, gökyüzü, evren… Hepsi bir döngü içerisindedir ve döngü, bir sonla nihayete erer. Ama bu bitim, her zaman bir trajedi midir? Yoksa yeni bir başlangıcının habercisi mi? İnsanlar genelde sonların kederine kapılır; ama o sonun ardında yeni bir kapının açılıp açılmayacağını düşünmez. Başlayan her şey biter, evet, ama biten her şeyin ardından yeni bir şey başlar.

Büyük bir servet, büyük bir köleliktir. Bu, çoğu insanın fark edemediği bir paradokstur. Servet sahibi olmak özgürlük gibi algılanır; ama aslında öyle midir? Servet, sahip olan kişiyi koruma, arttırma ve yitirme korkularıyla zincire vurur. O kadar büyük bir sorumluluk yükler ki, insan kendi özgürlüğünü feda eder. Servetin gerçek anlamını sorgulamak gerekir. İnsanı mutlu eden servet mi, yoksa anlamlı bir yaşam mı?

Ölüm, bazen ceza, bazen bir armağan, çoğu zaman da bir lütuftur. Bu cümle, insan yaşamına dair çok çelişkili ama bir o kadar da gerçek bir durumu dile getiriyor. Bir insanın yaşamı son bulduğunda, gerçek anlamda ne sona erer? Bir trajedi mi, yoksa insanın çektiklerinden kurtuluşu mu? Tarih boyunca, ölüm hem bir son, hem de bir başlangıç olarak algılanmıştır. Ancak onun bu çoklu anlamı, bizim ona yüklediğimiz anlamlarla ilgilidir. Yaşamın anlamı, ölümle tamamlanır mı, yoksa ölümle birlikte yeniden tanımlanır mı?

Yeryüzünde gün ışığına layık olmayan nice insanlar vardır ama güneş her gün yeniden doğar. Bu ne kadar adil? Gün ışığına layık olmayan insanlardan kastımız, belki de kötülük yayan, başkalarının mutluluğunu çalan kişiler olabilir. Ama hayat, kendi adaletini doğadan alır. Güneş, kimin hak edip etmediğini sorgulamaz; ışığını herkese sunar. Bu bir adaletsizlik gibi görünse de, aslında evrenin tarafsız bir dengesi vardır.

Hayatı komedi sananlar, son espriyi iyi düşünsünler! Hayatı hafife almak, belki de kötümserliğe bir panzehir olarak görülür. Ama son espriyi düşünmeyen bir zihin, yaşamın sonunda hayal kırıklığına uğrar. Hayat, bir komedi sahnesi gibi algılandığında, trajedinin sert tokadı daha da çok hissedilir. Espri, derin bir farkındalıkla yapılmadığında, insan kendi zaafının kurbanı olur.

Yaşıyorsak, hâlâ umut var demektir. Bu, yaşama dair en sade ama en derin gerçeklerden biridir. Umut, insan ruhunun vazgeçilmez bir parçasıdır. Ama umudun kaynağı nedir? Sadece yaşıyor olmak mı, yoksa yaşamanın anlamına dair bir şeyler bulabilmek mi?

Aza sahip olan değil, çok isteyen fakirdir. Bu, insanın gerçek mutluluğu nerede bulacağına dair bir ışık tutar. Sahip olduklarımıza değil, sahip olmak istediklerimize odaklandığımızda, gerçek bir fakirliğe mahkûm oluruz.

Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey, yaşamın anlamını kaybetmektir. İnsan, sahip olduklarını kaybetse bile, eğer bir anlam bulmuşsa yeniden başlayabilir. Ama anlamını kaybettiğinde, elindekiler ne kadar değerli olursa olsun, hiçbir şey ona yetmez. Yaşamın anlamı üzerine düşünmek, belki de insanın en temel ihtiyacıdır.

Unutmazsan senin, affetmezsen onun canı acıyacaktır. Unutma, affetmek ve unutmak sadece iyi insanların intikamıdır. Affetmek, bir zayıflık değil, bir güç göstergesidir. İnsanın kendi iç huzuru için gereklidir. Ancak affetmenin önemi, unutmakla birlikte gelir. Çünkü unutulmadıkça affetmek, tam anlamıyla gerçekleşmez. Bu yüzden affetmek ve unutmak, insanın kendi ruhunu özgürleştirmesidir.

Ey hayat, senin bu kadar önemli tutulman ölüm sayesindedir. Ölüm, hayatın değerini artıran, ona anlam katan bir gerçektir. Ölüm olmasaydı, yaşamın bir sonu, bir amacı olmazdı. İnsanlar, ölümün varlığını bilerek yaşarlar ve bu bilgi, onları hem korkutur hem de harekete geçirir. Hayatı anlamlı kılan, onun bir sonunun olmasıdır.

Unutma ki, birlikte olduğun insanın geçmişini kurcalamak, onunla kurmayı düşündüğün geleceği yok etmekten başka bir şeye yaramaz. İnsanlar, geçmişlerinden ders alırlar ama bu geçmişin sürekli gündeme getirilmesi, onların yeniden başlamasını engeller. Geçmişi kurcalamak yerine, geleceği inşa etmeye odaklanmak gerekir.

İnsanları tanımak için onları sınamaktan korkmayın; çünkü kaybedilmesi gerekenler, en önce kaybedilmelidir. Hayat, bazen insanların gerçek yüzlerini görmemiz için bize fırsatlar sunar. Bu fırsatları değerlendirmek, uzun vadede daha sağlıklı ilişkiler kurmamıza yardımcı olur. Kaybetmekten korktuğumuz şeyler, aslında bize zarar veren şeyler olabilir.

Gençliğinde bilgi ağacını dikmeyen, yaşlılığında rahatlayacağı bir gölge bulamaz. Gençlik, öğrenmenin, biriktirmenin ve geleceğe yatırım yapmanın zamanıdır. Bu zamanı boşa harcayan bir insan, yaşlandığında bunun bedelini öder. Bilgi ve tecrübe, insanın en değerli sermayesidir ve bu sermaye, gençlikte biriktirilir.

Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir. İnsan, derin acılarını dile getiremediği için, onları içinde taşır. Bu acılar, çoğu zaman insanı olgunlaştırır ama aynı zamanda onu sessizleştirir. Derin acıların dili, suskunluktur. Bu, bir zayıflık değil, bir güçtür. Çünkü derin acılar, insanın en derinlerdeki gücünü ortaya çıkarır.

Ölüm her şeyi eşit kılar. İnsanların sosyal statüleri, servetleri, başarıları… Hepsi, ölüm karşısında anlamsız hale gelir. Ölüm, insanları aynı düzleme getirir ve bu, hayatın en büyük eşitleyicisidir. Ancak ölümün bu eşitleyici gücü, yaşamın anlamını sorgulamamıza da neden olur. Hayatta önemli olan, ölümden önce nasıl yaşadığımızdır. Geride bıraktığımız izler, bizim gerçek mirasımızdır. Ölüm, bu mirası değerlendirmek için bir fırsattır ve insan, bu fırsatı yaşamı boyunca inşa eder.

Bahadır Hataylı/09.01.2025/Namazgah/İST


Hiç yorum yok:

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!