Marks, Hakikaten büyük düşünürmüş, onu hep takdir ettim ve gün geçmeye ki onunla ilgili düşüncelerim olumlu yönde hızla değişmiş olmasın...
Marks'ı gözümde bu kadar farklı bir
yere oturtan anlayış ise, onun düşünsel noktada büyük çaba harcaması ve
insanlığın yaşamının daha iyi olması için fikirler geliştirmesidir.
Düşüncelerinin doğruluğunu yanlışlığını konuşmuyorum. Düşüncelerinin büyük
oranda da doğru ve isabetli olduğuna inananlardanım. Gelecek ve daha iyi bir
yaşam için düşündüğünüz bu düşüncelerinizin nasıl uygulama alanı bulacağına
dair çalışmalar yaparsanız, elbette isabetli olmayan fikirleriniz de olacaktır.
Ancak önemli olan bu düşüncelerinizin, bilerek insanlığın hayatını karartmaya
dönük bir çaba olmamasıdır. Mark’ın yaşadığı dönem kapitalizmin zirve yaptığı
ve insanların metanın kulu kölesi olduğu, tüm değer yargılarının bu kapitale
göre şekillendiği dönem olduğu için, Marks bunlardan yola çıkarak, insanların
hayatını kâbusa çeviren bu zindandan nasıl çıkılacağının yollarını aramıştır.
Herkesin sahip olma hırsıyla çabaladığı ve kendisini sahip oldukları ile
tanımladığı dönemde, bu yaşam tarzlarının insanlık yaşamını nasıl imha ettiğini
görerek, onlar üzerine ciddi fikirler geliştirmeye çalışmıştır. Yani herkesin uzun süreli biyolojik hazlarını doyurma peşinde koştuğu bir ortamda, siz
insanların genelinin mutlu olmasının yollarını arıyorsunuz ve o konuda
karşınıza çıkacak tüm olumsuzluklara göğüs gererek, düşüncelerinize bir yaşam
alanı oluşturmaya çalışıyorsunuz. Hakikaten, bu övgüye ve kayda değer
bir özelliktir. Onun için Marks büyük bir fikir ve düşünce adamı olmasının
yanında önemli bir Sosyolog 'tur.
Üretim araçlarının belli ellerde
toplandığı ve bunların dışındaki yaşamların, üretim araçlarına sahip olanların
belirlediği kadar, yaşama imkânına sahip olması ve bu geniş kitlelerin
hayatlarının devamının, üretim araçlarına sahip olanların iki dudağının arasında bulunması, bunların sorgulanmasını kaçınılmaz ve gerekli kılmıştır. Marks, dönemindeki bu dengesizliğin ortadan kaldırılması için farklı ve yeni fikirlerin mümkün olduğunu anlatmıştır. Onun
için de Sosyalizm, komünizm ve Proletaryanın egemenliğinin olmasını gerekli
görmüştür. Ona göre, ezilen ve aktif olan proleterler tarafından
ancak bu devrimin gerçekleşeceği anlatılır. Peki, Marks, bunun dışında farklı
bir ufka sahip olamaz mıydı denebilir. Haklı olarak şunu yerine koymamız
gerekir ki, iletişim ağlarının bu kadar yaygın olmadığı ve insanların daha çok
yüz yüze fikirlerini ifade ettiği dönemde, bunlar çok büyük başarılardır. Marks,
kendi yaşadığı ortamda şekillenmiş ve oradaki kültür ve eğitim kalıplarına göre
zihinsel bir biçim almıştır. Dolayısıyla Marks, yaşadığı ortamdaki sanayi
çarkları arasında kıvranan ve sürekli bir meta gibi obje olmanın dışına
çıkamayan bu geniş proleter kesimin mutsuzluğunu nasıl mutluluğa dönüştürebiliriz
in mücadelesini vermiştir. Marks, Proleter kitlelerin hareketliliğini yok eden
ve onları suni hazlarla transa sokarak onları uyutan her anlayışa karşı
durulmasının önemini anlatmıştır. O dönemde insanların acılarını en fazla
dindiren ve uyutan da dönemin Kiliselerinin yarattığı din olduğu için, Marks, dinin hayattan çıkarılmasının önemini vurgulamıştır. Çünkü din, İnsanı kendi
emeğine yabancılaştırarak insanın insanlığını yok etmektedir. Marks, İnsanı bilinçli
bir varlık haline getirerek, seçebilen, mücadele ruhu olan bir yaşama kavuşturmak için, dini inkâr ederek
yeniden insanı kendi emeğine ve kendi farkındalığına döndürmek zorundayız der.
Yani Marks'ın düşünsel dünyasını
sorgularken, onun yaşadığı dönemin olumsuzluklarının, insanları ne hale
getirdiğini ve onu yaşamdan kopardığını göremezseniz, Marks’ın düşünsel
yoğunluğu ve birikimi hakkında ortaya koyacağınız yaklaşımlar sizi doğruya
götürmeyecektir. Marks’ın dönemi ile bizim yaşadığımız dönem arasında
benzerlikler ve farklılıklar olabilir mi diye düşünürken, Marks gibi toplumsal
sorunları ve kaygıları dert edinmiş, olumsuzlukların ortadan kaldırılması için
emek harcayan, düşünsel birikimler ortaya koyan fikir adamalarının da, Marks gibi
aynı aforoz ve yıldırmaya dönük tepki ve dışlamalarla karşı karşıya olduğunu
görebiliriz. Demek ki düşünen insanlar, düşünmeyen ve düşünenlere tahammülleri
olmayanlar tarafından her dönemde imha edilmeyle karşı karşıya kalabiliyorlar.
Allah, mal mülk ve paranın belli
ellerde toplanarak güç haline gelip zulüm aracına dönüşmesine asla iyi
bakmıyor. Onun için de doğadaki imkânların o doğada yaşayanlar arasında adil
paylaşımını gündeme getirmektedir. Çünkü imkânlar belli ellerde biriktiği zaman, bu imkân sahipleri her dönemde şımarmış ve diğer insanları küçümseyerek
kendilerini ulaşılması erişilmesi güç varlıklar olarak anlatmışlardır. “Bu
sahip olduklarımı ben kendi bilgi ve becerilerimle elde ettim" diyen
Karunlar ortalığı doldurmuştur.
"Biz istiyoruz ki, Yeryüzündeki mazlumlara (proleterlere) lütfedelim de, onları yeryüzünde mirasçı kılalım..."Allah
hiçbir zaman mal ve imkânları kendi egemenliği altına alarak diğer insanları
kendisine bağımlı kılan yaşamları onaylamıyor. Onun için de, "İnsana ancak
emeğinin karşılığı vardır" diyor. Emeksiz yaşamak lümpen proleter olmaktır, yani anlayacağımız amip gibi tek hücreliler sınıfına girmek olur. Yaşamakla
yaşamamak arasında bir yerde olursunuz, canlılığınız devam eder ancak insan
olarak nasıl yaşanılır, onunla ilgili ciddi bir malumatınız olmaz. Marks
yaşadığı ortamda İslam diye bir değerle muhatap olmamasına rağmen, insanlık
için en güzeli ve doğru olanı bulmaya çalışmakla büyük bir mücadeleye örneklik
etmiştir.
Marks'ın, Hegel'in düşüncelerine
yaptığı eleştirilerde de haklı olduğunu söyleyebiliriz. Oysa Hegel hep
Tin’i(aklı) düşünceyi ön plana çıkarmıştır. Diyalektik süreci de, düşüncenin
diyalektiği olarak ele almıştır. Oysa Marks, Diyalektik materyalizmin öncüsü
olarak bilinir ve diyalektiği madde üzerinden değerlendirir. Aslında Marks bu
düşünceyi ortaya koyarken bunların doğru olduğunu savunmamış ve mutlaka böyle
olmalıdır şeklinde bir yargıda da bulunmamıştır. O yaşamsal döngünün fotoğrafını
çektiği zaman, bunlara ulaşmış ve onları bize tanıtmış, sonrasında kendi
düşünce diyalektiğini kurmak istemiştir.
Burada anlatmak istediğim Marks'ın
düşüncesinden çok, Marks’ın düşüncesine ve fikirlerinin oluşuma kaynak
oluşturan konuların her dönemde benzer ya da az farkla ortada olduğunu bilmemiz
ve bizlerin bunlara karşı nasıl bir tavır geliştirmemizin önemini kavrayarak
gerekli mücadeleyi verebilecek duruma gelmektir.
Kendi bulunduğumuz ortamdan yola
çıkacak olursak, üretim araçları belli ellerde ve bunların dışında kalan büyük
çoğunluk ya kamu kurumlarında memur olarak çalışmakta, ya da Üretim araçlarına
sahip olanların işletmelerinde karın tokluğuna çalışmaktadır.
Bunların dışın da küçük ölçekli Kobiler olsa da, üretim araçları genellikle çok
az bir kitlenin elindedir. Hatta ülkenin Milli gelirinin,%82,5’ni bu %10 luk
dilim kullanırken,%17,5’i %90 lık kesime gider. Bu da nasıl paylaşılır o da
apayrı bir sorgulama konusudur. Böyle olduğu için, tek hücreli canlı gibi yapıştıkları
yerden beslenen lümpen proleterler hızla büyümektedir. Özellikle İktidar, kendi
döneminde yapılan işleri anlattığı ve tanıtımını yapmaya kalktığı zaman, bilmem
% kaç insana evde destek, fakirlik parası, vs. gibi çalışmalarıyla övünür. Bu
durum insanların insani özelliklerini yitirmesine neden olacağı için,
Sistemlerin yaşama süresini uzatır ve onu eleştirecek kritiğini yapacak
beyinleri de bağımlı hale getirdiğinden; Mazlumlara vaat edilen yeryüzünün
varisliği ötelenir. Onun için Mazlumların verasetine engel olacak tüm
oluşumlarla mücadele edecek düşünceler, her zaman saygıya değer düşüncelerdir.
Marks’ın Proleter diktatörlük olarak yaptığı tanımlama, bir zulümden başka bir
zulme dönüşeceği için bizim açımızdan olumsuzdur. Ancak Rabbimizin isteği ise,
Zalimlere bile adaletle hükmedilmesi ve hiç kimsenin diktatörlüğüne fırsat
verilmemesidir.
Ne zulmeden ne zulme uğrayan tarafta
olmak bizim anlayışımıza sığar. Ancak zorunlu bir tercih varsa mazlum olmayı
zalim olmaya tercih ederiz. İnsanlık bu iki döngü arasında ne tarafta
duracağını bilemediği için, her dönemde adaletsiz bir yaşamın pençesi altında ezilmektedir.
Üretim araçlarına sahip olanın kuvvet ve güce dayandığı zaman yaptığı zulüm çok
kötü de, proleter kesimin gücü ele geçirdiği zaman ki zulmü iyi değildir. İşte,
Marks'la burada farklı düşünüyoruz. Çünkü benim düşünce alt yapım adalet
üzerine kuruludur. Adalet üzerine tüm oluşumlar sıralanır. Adaletin olmadığı
yerde hangi tarafta olursanız olunuz, her zaman yok olmaya ve kaybetmeye mahkûmsunuz.
Bu gün gelinen süreçte, madde her
şeyin belirleyici tek kıstası haline gelmiş ise, Marks’ın isabetli olmadığını
söylemek mümkün müdür? Yeryüzünde adil bir sistemin olması için öncelikli
olarak düşünce doğru kaynaktan beslenmeli ki, düşüncenin yaşaması ve
zulmetmeden kalıcı bir yaşamı insanlığa sunabilecek duruma gelebilsin. Bütün bir
insanlığın yaratılış kodlarını dikkate almayan, ortak menfaatleri gözetmeyen ve
belli bir sınıfın ayrıcalıklı olmasına hizmet eden hiçbir düşünce yarınları
kuramaz ve bu günü de imha eder. Biz, Millet olarak adaleti omurga olarak
benimseyen yeni bir dünya sistemi kurabiliriz. Milletimiz içinde bu konuda
ciddi zihinsel ve düşünsel emek harcayan insanlarımızın olduğu muhakkaktır. Bu
insanlarımızın fikri üretkenliklerine değer vermek ve onların bu çabalarını
sistematize ederek, ortak akılla bir dünya sistemi kurmak gayet doğal ve
mümkündür. Yeter ki kendi insanımıza güvenelim ve onların bu fikri
üretkenliklerini kayda değer bulalım. Marifet iltifata tabidir.
Bir sonraki Yazımız da toplumsal
yapımızda bu süreç nasıl göze çarpmaktadır bunların tahlilini yapmaya çalışacağız...
Selam ve muhabbetlerimle...
Erol KEKEÇ/05.05.2022/13.20
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder