“Adalet Mülkün temelidir…”Malik olmak ile adalet arasında doğrudan bir ilişki var ve bu ilişki doğru orantılı bir ilişkidir. Malik değilseniz adil olamazsınız. Eğer malik olduğunuzu söylüyorsanız, bu sizin bulunduğunuz ortama yansıyan adaletinizle ortaya çıkar. Maliki olduğunuzu iddia ettiğiniz yerde yaşamsal devamlılığı sağlayan imkânların dağıtılmasında, gözle görülen bir dengesizlik varsa, yönetim orada malik değil demektir.
Mülk denildiği zaman, bizim toplumda
sahip olunan mal ve imkânlar anlaşılır. Oysa Mülk doğrudan yönetebilme ve
yönetim altında bulunan insanlara yansıyacak uygulamaların herkesi kuşatacak
nitelikte olmasıdır. Kuşatıcılığı olmayan bir yönetimin yönetme anlayışının
temeli adaletten uzak demektir. "Mülk" kelimesi Arapça bir kelimedir ve
"devlet, ülke, iktidar, düzen, egemenlik, saltanat" anlamlarına gelir.
Mülk kelimesi ile adaleti birlikte değerlendirdiğimiz zaman zaten sözün
anlatmak istediği de ortaya çıkar.
Hz. Ömer’in böyle bir sözü ifade
etmesi, onun bu söze bağlı nasıl bir yönetici olduğunu da gösteriyor zaten.
Herkesin dilinde Hz. Ömer’in adaleti diye söylenen bu ifade yanlış
kullanılmaktadır. Ömer’in adaleti Mahmut’un adaleti yoktur. Adalet Yaratıcının
en çok üzerinde durduğu bir konudur. Ömer bu konunun ehemmiyetini ve önemini
doğru anlayan ve o alanda çok çaba sarf eden bir insan olduğu için, Ömer ön
plana çıkmıştır. Ömer sadece Yaratıcının, “Allah adildir ve adil olanları
sever. Buyruğunu doğru anlayarak yaşayan bir Müslümandır. Onun için kendisinden
uzak kalmış yaşlı bir kadınla karşılaştığı zaman, kadının sitemlerini
dinledikten sonra, torunlarına yemek yapması için bir torba unu kendisi sırtına
alıp güç bela ter içinde onu kadına getirmiştir. Çünkü Ömer bir yöneticinin
sorumluluğunu çok iyi idrak eden birisi olmasaydı, bu eylemi yapması
düşünülemezdi. Yani adalet, yönetimin malik olmanın devlet olmanın, iktidarda
bulunmanın olmazsa olmaz temel koşuludur. Bu adaleti ihya edemeyen bir yönetim
bulunduğu ortamda acı gözyaşı zulüm ve acılar bırakır ancak…
Hz. Ali der ki, ”Devletin dini
adalettir, adaleti olmayan devlet dinsiz devlettir. Bu kadar hassas olan bir
konuda, Müslümanların yaşam alanlarına bakın herkes Şeriat olsun diye, kendi
kendilerine bir hayal içinde yaşıyor. Adaletin hayata hükmetmediği bir ortama,
şeriat nasıl gelir sanıyorum bunu anlayan vardır. Şeriat Hukuktur. Hukuk
herkesin hakkını korumak ve tüm canlılara inançlarına bakılmaksızın, can, mal
nesil ve gelecek güvenliğini sağlamak zorundadır. Bunları yapamayan bir hukuk
sistemini istemenin anlamı nedir. Şeriat diyenlerin büyük bir çoğunluğunun
kafasındaki hezeyan, kendisi her şeyin en alasına sahip olmalıdır, şayet
kendisinin bu isteklerinin gerçekleşmesine engel olan varsa onların da
kafasının kesilmesi gerekir. Böylesi bir bilinçaltı karanlıklarının yoğun
yaşandığı bir topluluğa şeriat diye bir aracı teslim ederseniz, ancak yeryüzünü
ifsat ederler. Devletlerin bu günkü ortamları ve uygulamaları dikkate alındığı
zaman şeriata en uygun yönetim anlayışları, bizlerin gâvur dediği toplumların
yönetimleridir. Buralarda Yönetimler, hukukla insanların yaşamlarını
düzenlerken belli bir gruba sınıfa ayrıcalık tanımıyorlar. Kurallar herkesi
kapsar ve kurallara karşı lakaytlık, herkese yaptırımı getirir. Yani paranız malınız,
bulunduğunuz makam size ayrıcalık tanımıyor hukuk karşısında… Hatta bunu daha
iyi izah etmek için kendi oluşturdukları yönetim şeklinin önemli bir özelliğini
de, ”Yöneticiler, demokrasilerde yargı yönünden denetime açıktır. Diyerek
hukukun objektifliğini ve kişiler üstü bir değer olduğunu anlatmaktadırlar.
Batı bu anlamda, Adalet mülkün temelidir ”bizim değerimize bizden daha çok
sahip çıktıklarından dolayı, bu değere bizden çok onların sahip olma hakkı
vardır.
Müslümanların yaşadığı toplumlarda
hukuk, hâkimlerin cüzdanı ile vicdanı arasına sıkıştığı için, hangisi daha
baskınsa ona göre sonuç tecelli ediyor. Bu da mülkün temelinde adaletin
olmadığını gösteriyor. Peki, soruyorum, adaletin varlığından rahatsız olanlar,
şeriat isteklerinde ne kadar samimi olabilirler. Çünkü Şeriat, adalet
toplumundan başka bir yaşam değildir. Dolayısıyla şeriat, belli bir dinin
kurallarının topluma dayatılarak onlara istibdat yönetimini reva görmek
değildir. Şeriat, meşru olan ve şer taşımayan, şer’i dediğimiz, yani adalete
uygun diyebileceğimiz bir anlayışın iktidar olması demektir. Şeriat gelecek
zulüm bitecek diye slogan atanlar aslında kendileri için imkânların artması ve
şartların iyileşmesini anlatırken, bunlara bu imkânları vermek istemeyenleri de
imha etmek olarak karşılık buluyor. Böyle denmemiş olması böyle bir bilinçaltı
olmadığı anlamına gelmiyor.
Adalet, yönetimin devletin iktidarın
temelidir. Adaleti imha edenler, kendi yönetim güçlerini kaybedenlerdir.
Yönetim güçlerini kaybedenler, toplumsal yaşamın sürekliliğini sağlayan
birleştirici güçleri koruyamazlar. Bu görevlerini yerine getirmeyen devlet,
iktidar, vs. toplumsal yaşamda kaçınılmaz olarak karanlıkların genişleyerek
yayılmasına neden olur. Devletler, insanların ferdi ibadetlerini nasıl
yapacağını, ne zaman yapacağını anlatan ve belli kurallara sıkıştırarak o
kurallara uygun ibadet şekilleri oluşturma gibi boş uğraşlardan çıkması
gerekir. Bunlarla uğraşan bir devlet, kendisi için olmazsa olmaz olan “Adalet
Mülkün Temelidir ”sözünü hayatın dışına atar. İnsanların ibadetleriyle
uğraşarak onlara yaptığı acımasız zulümleri göstermek istemez. Halkta
yöneticilerin asıl vazifeleri bu olduğuna inanır, ona karşı en adil bir yönetim
anlayışının kökleşmesini isteyenlere karşı savaşmayı bile göze alırlar.
Müslümanların Tarihinde Devletin temelinden adaletin uzaklaşması, Hz Osman
dönemiyle başladı. Çünkü Osman insanların ehliyetine bakmaksızın yakın
akrabalarını hep devletin kademelerine soktu ve insanlara inanılmaz düzeyde
hırçınlaşacak ve isyan edecek ortamlar oluşturdu. Ondan sonra gelen Müslümanlar
Hz. Osman’ı anlatırken hep onun halim selim uysal yumuşak başlı biri olduğunu
anlatır ve onun namazlarını infakını öne çıkarır. Ama kimse onun devlet
yönetiminde Adaleti mülkün temelinden çıkardığından dolayı o acı sahneleri yaşadığını
anlatmak istemez. Ondan dolayı da bizler duygusal bağlarla bağlı olduklarımızın
yanlış yapma ihtimalini hiç düşünmeyiz. Onun için de Hukukun karşılığının
olmadığı hakların gasp edildiği ortamları yaşamak en doğal süreç olur.
Müslümanlar, yönetici belirlerken
yöneticinin en çok adaletli olup olmadığına bakmalı, ehliyetli mi bu işe,
merhametli mi? Kibir ve gururdan uzak mı, menfaatlerini devletin
menfaatlerinden önde görür mü? Gibi temel kriterlere göre seçici olması
gerekir. Ancak bizim gibi toplumlar, namaz kılıyor mu oruç tutuyor mu, içki
içiyor mu, ailesi nasıl tesettürlü mü? Çok sonra aranması gereken özellikleri
öne çıkarıp, devleti adaletten ayırırlar. Dolayısıyla mülkün temelinde adalet
olmayınca o mülk kimine kelek yediriyor kimine kavun… Ondan dolayı da zulmün
pençesinden bir türlü kurtulamazlar.
Devlet yönetimi için adalet dışında
bir şey aramak, insanların kendi kendilerini zillet içinde yaşatmaları olur.
Zillet içinde olan toplumlar, başlarındaki yöneticilerini asla sorgulayamazlar.
Onun her eylemini bir hüner sanırlar. Oysa Emir-el Mümin’in Ömer, mescitte
kadınlar tarafından sorgulanıyor eleştirilere uğruyor. Hatta Ebu zer Ömer’e der
ki, Ey Ömer adaletten uzaklaşır kendi kafana göre devleti yönetmeye çalışırsan
Vallahi seni şu kılımla düzeltirim. Yani Ömer Müslüman dindar olduğu için,
Mülkün temelini oluşturan adaletten uzaklaşma hakkına sahip değildir. Ömer, bu
söz karşısında Rabbim sana şükürler olsun ki, ben yanlış yaptığımda beni
uyandıracak kulların var diyerek secdeye kapanır. Ömer, yanlışı olduğunda
düzeltecek halktan insanlar var diye secdeye kapanır ve rabbine şükreder. Biz
Ömer’i secde ettiği için değerli olarak adlandırmadık. Ömer hakkın şahitliğine
önem verdiği ve adaleti uyguladığı için onu baş tacı yaptık. Adalet böyle
olursa Mülkün temelidir diyebiliriz. Yoksa adaletsiz bir yaşam için duygusal
konuşmalar arasında insanları galeyana getirmek için, adalet mülkün temelidir
şeklinde günde beş yüz cümle kursak ne değişir hayatımızda… Kocaman hiç…
Adalet mülkün temelidir. Devlet,
adaleti uygulamakla insanlar arasında kardeşlik mutluluk huzur ve barışı sağlar.
Bunu yapabilmesi için, devletin denetleme ve kontrol mekanizmasını aktif
çalıştırması şarttır. Aktif denetleme yapamayan ve yaşamın her noktasında keyfi
uygulamaların oluşuna göz yuman devlet, mülkü devam ettiremediği gibi adaleti
de tesis edemez. Özellikle son dönemde ülkemizin yaşadığı büyük travmaları göz
önüne aldığımız zaman, mülkün nasıl korunmaz hale geldiğini ve keyfi
oluşumların toplumsal yaşamı imha edici faaliyetlere giriştiğini göreceğiz.
Eğer bir yönetim, insanların yaşamını doğrudan etkileyen olumsuz eylemleri,
topluma yönelik bilinçli saldırgan zararlı eylemler olarak değerlendirip, bu
eylemleri yapanları cezalandırmazsa toplumsal kargaşa kaçınılmaz olur. Ormanı
yakanlara verilen ceza ile insanlığın yaşamını devam ettirecek gıdaları
toplumdan gizleyerek yok etmek için onları çürütüp çöp olarak dökenleri de aynı
ceza ile cezalandırmak şarttır. Çünkü her iki eylemde doğrudan toplumsal yaşama
yönelik bir saldırıdır. Bunlar terör kapsamında ele alınması gerekir. Devlet
bunu yapmıyor ve bunlara gerekli cezayı uygulamıyorsa, bunların yaptığı her
zararın ortağı olarak görülür. Çünkü devlet mülkü devam ettirmek için bunlara
asla fırsat vermemesi gerekir. Toplumsal yaşamı olumsuz etkileyecek ve toplumda
sorunlara yol açacak hiçbir eylem kişisel olarak görülemez ve yaptırımsız bırakılamaz.
Devletin adaleti tesis etme gibi bir sorumluluğu vardır. Bunun için mutlaka
devlet yaptırımlar uygulamak zorundadır. Adı, kimliği statüsü, toplumsal tabası
inancı ideolojisi, yönetime yakınlığı ne olursa olsun olumsuzlukları
yaygınlaştıran herkese hukuk gerekli yaptırımı yapmak zorundadır. Göz ardı
etmek ve maddi cezalar vererek caydırıcı olmayan denetimlerle bunları toplum
içine salmak, devletin acziyeti olur. Dolayısıyla bunlardan kaynaklanan
olumsuzlukların faturasını, halkın devlete yüklemesi ve hesabı ona sorması
kadar doğal başka bir şey olamaz.
Devletin görev tanımı doğru yapılmaz
ve bu alanda gerekli uygulamalar olmazsa, devletin yönetiminde bulunan yöneticiler
her geçen gün devleti zayıflatır ve devleti rotasından çıkarır. Daha sonra, devlet
farklı düşüncede olan halkın desteğini alarak devlet gücüne sırtını dayayarak
toplumsal ayrıcalıklı bir yaşam oluşturmak için, devlet kurumlarına gelmek
isterler. Oysa devlet yönetimine gelenler devletle birlikte hayat
standartlarını yükseltiyor ve olağanüstü imkânlara kavuşuyorlar, toplumda büyük
bir kesim inim inim inliyorsa, yönetime gelenler, halk için geldiklerini ve
onlar için çalıştıklarını söyleyerek insanları aldatmaya çalışmasınlar. Halka
yansımayan iyilikler, devlet eliyle ballandırılarak anlatılıyor ve kâğıt
üzerinde mutluluk reçetelerinin formülleri dağıtılıyor ama halk acıdan kıvranıyorsa,
orada Mülkün temelinde asla adalet yok demektir.
Adaletsiz yönetimlerin adaletle
bertaraf edilmesi bir insanlık görevidir. J Locke der ki, ”Eğer bir yönetim
insanları mutlu edemiyor, paylaşımda adaletsizlik yapıyor, acı ve gözyaşı ile
insanlara her gün yaşamı zehir ediyor ve insanlar gelecekten endişe ediyor, her
gün akşam paranoyak nöbetleri yaşayarak yatağa giriyor ve sabah kalkarken,
tedirgin ve kendine güvensiz uyanıyorsa, böyle toplumları yöneten devletleri
korumaya değmez, elinizi çekin batsın gitsin” der.
Devlet, yönetimi altındaki insanların
yaşamını kolaylaştırmak ve imkânların, insanlar arasında adil paylaşımını
taksim etmek için vardır. Ancak günümüzde devletlerin büyük çoğunluğu özellikle
gelişmemiş toplumlarda devlet, Ayrıcalıklı bir sınıf yaratmak ve o sınıfın
devlet gücünü arkasına alarak kendi menfaatleri için toplumu imha eylemlerine
meşru zeminler oluşturmaya yarayan kanuna dayanan bir canavar olup çıkmıştır.
Çünkü kendisi imha eder ama adı kanunidir. Aynısını bir başkası yapınca adı
terörizm olur. Demek ki günümüzde devlet, adalet üzerine oturmadığı zaman
teröristlerin en büyüğü ve kanunlarla terör eylemlerini meşru temellere
oturtmaya çalışan bir canavara dönüşebiliyor… Onun için diyorum ki,” Adalet
mülkün temelidir. Adaletten yoksun bir yönetim, Malik-ül Mülkün yeryüzünde
görmek istemediği bir oluşumun adıdır. Mülkün sahibinin arzında özlediğimiz
adil bir yönetime kavuşmak ve huzurlu bir yaşamın kollarında nefesimizi
sonlandırmak dileğiyle rabbim yarınlarımızı aydınlık eylesin bizleri bizlere
bırakmasın içimizdeki aşırılıklarımızı ve hırsı bizden alsın ki bir kul
olduğumuzu hatırlayalım…
Selam sevgi yaygı muhabbet ve
dualarımla…
Erol KEKEÇ/ 10.04.2022/01.20
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder