Bu Blogda Ara

8 Nisan 2022 Cuma

KUTSAL TENLER SERMAYEYE DÖNÜŞÜRSE AİLE YOK OLUR!

 Her gün Muhafazakâr ortamlarda aile dağılıyor, ne oluyoruz gibi tedirgin edici sorularla karşılaşıyoruz. Bu sorunların olduğu ve her gün artarak devam ettiği muhakkak… Yalnız ben bu muhafazakâr kesimlerin tedirginliklerini anlamakta zorlanıyorum. Bu sürece toplumu taşıyan unsurlar neler, kimler bu işte en önemli rolü oynadılar, toplum bu hale hazırlıklı hale nasıl getirildi, insanların böyle bir tercihe yönelmelerinde hangi saikler etkili oldu, küresel entegrasyon diye insanları bu hale yıllardır hazırlayanlar kimler, Tek devlet tek vatan gibi kavramlar neden hiç sorgulanmadı vs. gibi etkenler bu kesime hiç yabancı değil, bunlar olurken alkışlayan da bunlar, bu gün ortalığa çıkıp bağıranlar da bunlar, sahiden siz ne olduğunuzu anladığınız gün bu sorunların hiçbiri olmayacak…

Hoca Nasrettin’e demişler ki, mahallende fuhuş var, ben kendi evimi bilirim demiş, kendi evinde var dediklerinde ise, ben kendimi bilirim demiş, geldiğimiz nokta şu an bu olmasına rağmen, konuşmaların ve vaazı nasihatlerin haddi hesabı yok… Ancak toplumsal çöküş, freni patlamış bir araç gibi nereye gittiği belli olmayan bir hızla dibe doğru çakılıyor…

Yıllar öncesini hatırlıyorum ülkenin birinci ağzından söylenen şu söz, maddi göstergelerimiz iyi oldu düzeldi ama kültürel ve manevi alanda ciddi boşluklar oluştu, bundan sonra, o alana yöneleceğiz dediği günde doğan çocuklar, on yaşına geldi, âmâ doğduğuna neredeyse pişman olmuş bir ortama geldi. Bu binalar Gökdelenler ne zaman yapıldı, İstanbul’un doğal yapısı bozuldu biz İstanbul’a ihanet ettik dediği gün alkışlar yeri göğü inletti. TOKİ’nin,1+1,1+0,sütüdyo daireler yaparak aileyi parçalamaya başladığı günler 20 seneye dayandı. Aile Bakanlığı diye Ailenin temeliyle oynayan Bakanlığın, Kadının beyanı esastır şahide gerek yok, aile bakanlığımız kadınlarımıza pozitif ayrıcalık uygulayacaktır dediği günlerin üzerinden 12 Yıl geçti. Kârı koca resmen ayrıldıklarında kadının yanında kalan çocukları için set yardımları adı altında kadınlara, aile birliğinin dağıtılması için arkası düşünülmeden verilen primler, ailenin üzerine bomba gibi düştü. Ancak resmi olarak ayrılmamış ama çocukları ile birlikte yaşayan kadınlar bu haklardan mahrum bırakılarak, resmen ayrılmanın dolaylı olarak teşvik edildiği kurumun adı aile Bakanlığı… Çocuklarına anne olan kadınların insan muamelesi görmediği, ancak çalışan kadınlara teşvik olarak desteklerin yapıldığı, kadının en büyük sorumluluğu olan anneliğin ayaklar altına alındığı günler çok gerilerde kalsa da, faturasını bugün öderken neden rahatsızlıklar olur ki anlamış değilim(!)

Bu çalışmaların hepsi öylesine olmadığı ve belli bir plan ve program içinde, ailenin değişimine dönük çabalar olduğunu ben anlamayacak kadar beyin özürlü değilim. Toplumsal değişmenin en önemli unsuru, değişimi zor ve köklü olan bu kurumun yapısı değiştiği zaman, diğer kurumların bu değişimden etkilenerek değişimin hız kazanacağı muhakkak. İşte bunu bilen ve Toplum mühendisliğine soyunmuş olanlar toplumu avutarak, bunu çok iyi becerdiler. Bunların hepsi alenen yapılırken vardır bunda bir keramet diye bakıldı, ancak geldiğimiz noktada fatura çok kabarık çıktı; hatta sonraki nesiller bu faturayı asla ödeyemeyeceği görününce bağırtılar başladı. Ben bu bağırmaların ve yakınmaların gerçekçi olduğuna inancım yoktur kimse kusura bakmasın…

Gökdelenler yapıldığı zaman herkes gelişmişlik sandı, insanlar arasındaki dayanışma kardeşlik komşuluk imha olduğunda ve aynı apartmanda oturup kimsenin karşı komşusunun durumundan haberi olmadığı zaman bunu medenileşmek olarak anladı. Çünkü her yapılanma biçimi kendi kültür kodlarını oluşturur ve kültür ona göre biçimlenir. Bundan 8 ay önce Başkent Ankara’da canlı tanık olduğum bir olayı sizinle paylaşayım. Ankara Keçiören’de bir arkadaşın evinde misafirim, sanıyorum misafirliğimin ikinci günüydü. Sabah erkenden kalktım dışarı çıkarken kapı önünde itfaiye ekipleri Polis arabaları özel giyimli apartmana girdiler, ben biraz meraklıyım hemen bekledim ve oradaki Polis Memuruna sordum ne olmuş burada, bu kadar insan neden birikmiş, cenaze mi var yoksa bir baskın mı oldu dediğimde, hayır, yalnız yaşayan biri vefat etmiş dedi. Şimdi mi oldu dedim, hayır bilmiyoruz diye cevap aldım. Evde kalan arkadaşları aradım sizin binada bir cenaze var nedir bir öğrenin dediğimde, akşama kadar konuyu tam anlamıyla öğrenen olmadı ve kimin vefat ettiği de bilinmiyordu. Akşam döndüğümde, Belediyenin büyük arabaları evin tüm eşyalarını çıkarmışlar apartmanda ilaçlama yapmışlar yorgun ve bitap düşerek kaldırıma en az 15-20 kişi oturmuştu. Acaba Corona salgını mı var apartmanda diye düşünürken, sonucu öğrenmek istedim ve yaklaştım, onların başında duran kişiye ne olduğunu sordum. En az iki ay önce apartmanda yalnız yaşayan 50’li yaşlarda bir kadının öldüğünü, âmâ pencereler açık olduğu için kargaların kadının cesedini yiyerek sadece iskeleti kaldığını, uzun süre kendisine ulaşamayanların sorgulamasıyla olayın anlaşıldığını söylediler. Oysa 4. Katta oturan bu hanım fendinin komşusu ile kapı mesafesi, en fazla 1,5 metreydi, ama iki ay ceset tükenene kadar kimsenin haberi olmamış, zaten ben gittiğimde de hiçbir koku yoktu yoksa hissederdim. İşte İnsanlarımız bu kadar birbirinden uzaklaştı, bunun sebebinin ne olduğunu çok ararız, ama kendi beyin değişimimizde olduğunu asla düşünmeyiz. Zihin yapımız değiştikçe, eylemlerimiz, ilişki biçimlerimiz, olumsal algı dünyamız değişti ve herkes kendi gettosunda varlığını sürdürür oldu sonuç ortada…Tam18 yıl önce Kadıköy’de bir eğitim öğretim kurumunda yöneticilik yapıyordum… Muhafazakâr bir ailenin Yasin isminde bir çocuğu öğrencimizdi. Aile ekonomik olarak çökmüş, Maltepe’nin üst kısımlarında bir gecekonduda oturuyorlardı. Çocuk zengin aile çocukları arasında okuyordu ve şartları onlara uymadığı için psikolojik bunalıma girmiş, sürekli uyuşturucuların ortamına gidiyor, ailesine baskı yapıyor ve kimseyi dinlemiyor ben de onlar gibi yaşamak istiyorum, bizim onlardan neyimiz eksik diyerek, anne ve babasını Lüks bölgelere göçmeye zorluyor, onlar da zavallı duruma düşmüşler ne yapacaklarını şaşırmışlar. Benden yardım istediler ben evime gitmedim çocuklarım küçüktü onu o sokaklardan alıp kaç defa şaka ciddiyet arasında tokatladım ama beni çok seviyordu, onun için dediklerimi dikkate alıyordu, gariban annesi yalvarıyordu hocam ne olur bize yardım edin diye… Onu çözüme kavuşturmamıştım ki, Bir Hanım efendi, Tepe Ören'de çok önemli zengin bir kolejin, en başarılı öğrencisi oğlunu aldı ve geldi, Pendik’te oturuyorlardı. O gençleri hayata katmak için nasıl üstümüze gelen dalgalarla mücadele ettiğimizi ben biliyorum. Ancak geldiğimiz nokta itibarıyla bu dalgalar herkesi kuşattı kim ben bu dalgaların dışındayım diyorsa kendim de dâhil inanmıyorum… Çünkü yaşarken bize ne olduysa oldu ve yeni yaşamımızın kültürünü oluşturduk, şimdi onunla boğuşurken bu da nereden çıktı diyoruz. Bir yerden çıkmadı, ”Başımıza gelenler kendi ellerimizle yapıp ettiklerimiz yüzündendir.”

Her ortamda dağılmış aileler ve onların geride kalan çocukları ile karşılaşıyoruz. Yakın günlerde takriben 15 gün öncesi, Sosyal medyada küçük çocuğunun beşiğini, çocuğuna süt almak için satılığa çıkarmış bir annenin paylaşımını gördük. Eşime hemen yazmasını ve bilgilerini almasını söyledim. Eşim bilgi ve telefonunu aldı, biraz rahatsızdım ve acayip bir fırtına vardı o gün bir arkadaşı aldım tam akşam ezanı okunmaya yakın o adresi bulmaya gittik. Acil ihtiyaçlarını temin ettik eve gittik ve bulduk. Pencereden görünüyor, 16 yaşlarında bir erkek çocuk, kucağında bir yaşında var yok, küçük bir bebek onu avutmaya çalışıyor, kapıyı açtı eve girdim kadın yok evde, gelinceye kadar durumu öğrenmeye çalıştım. Ablası 20 yaşında yetiştirme yurdunda büyümüş, anne baba ayrı, çocuklar dedelerinin yanında büyümüşler ve bu yaşa gelmişler. Kız biriyle kaçarak evlenmiş, maalesef Corona illeti 22 yaşındaki eşini onlardan ayırmış ve genç delikanlı vefat etmiş. Şimdi o iki küçük yürek bir de küçük sabileriyle birlikte hayat sürüyorlar. Evlerinin içi insaf sahipleri tarafından görmeye değer. Ben iki gün kendime gelemedim.4 Yıl önce kurduğumuz ve benimde yönetiminde olduğum dernekteki arkadaşları aradım, sağ olsunlar acil yardımı yapıldı, aylık karınca kararınca bir aylık bağlandı. Kendimi vicdanen onların o sorunlarına küçükte olsa yardımcı olmayı rabbim nasip ettiği için rahatladım. Ancak her durumda bu tarz bir çok insan tarafından arandığım için imkanım olmadığından ciddi bir travma yaşıyorum. Oysa insanlar Yüksek binalarıyla yarış halindeler, ondan sonra aile neden bu durumda diye köşelerinden konuşuyorlar; ayıptır yazıktır günahtır. Hesap var kendimize gelelim…

Verdiğim örnekler canlı olarak yaşadıklarım olduğu için veriyorum. Evet, aile hakikaten yerlerde sürünüyor. On tane aile büyüğüyle konuşunuz, hepsinin çocuklar hakkında söyledikleri birbirinin aynısı. Farklı şeyler duymaya hasret kaldım. Aile danışmanı olarak para kazanmayı düşünüyordum ancak insanların bu içler acısı yaşamlarına şahit olunca, cebimde olanları da onlarla paylaşayım da acıları biraz olsun hafiflesin demeye başladım. Aile geri dönüşü olmayan bir yolda, tek taraflı çok hızlı bir yol gidiyor. Bu yolun oluşumunda yukarıda saydığım ve daha anlatmadığım çokça faktör etkili olmuştur. Bu faktörleri oluşturan ana değişkeni bulmadığınızda ya da onu görmek istemediğinizde yan değişkenlerle hiçbir sorunun kaynağına inemeyeceğiniz gibi çözümü de bulamazsınız. Bir Devlet politikası olarak 1+1 tarzı evlerin nerelerde yapıldığına bir bakın Allah aşkına, neden ve niçin yapıldı. Fakir insanları ev sahibi yapmak gibi bir manipülasyonla insanların algıları yönetildi. Oysa bunlar tamamıyla aile dışı ilişkilerin daha rahat yaşanması amacıyla kullanıldığına herkes şahitti ama kimse oralı olmadı. Ben bir toplum Bilimci olarak, Sosyal paylaşım ağlarından gerçek yaşama kadar toplumu sarsacak nitelikteki değişimleri yakından takip etmeye çalışıyorum… Mesela, İki Telli de M…Off diye bilinen bir yer var, oradaki yaşam ve ona benzeyen birçok yerlerdeki yaşamlar bir araştırma konusudur. Bu yazımla yetkililere de bilmiyorlarsa bilgi veriyorum, buralar hangi amaçlarla kullanılmaktadır ve bunlara bu imkânları oluşturan kimdir.

İnsan bedeninin kutsallığının kalktığı ve bir sermaye aracına dönüştüğü ortamlarda, ailenin varlığından söz edemezsiniz. Aile, kutsal tenlerin meşru daireler içinde birbiriyle buluşmasından doğar. Oysa toplumsal yaşam alanlarımız bu kutsallığın ortadan kalkması için, her yönüyle uygun hale getirildi, ondan sonra bunlar nasıl oluyor diye kendi kendimize boş zamanlarımızda geviş getirerek sorunları çözdüğümüzü sanıyoruz. Allah aşkına gerçekçi ve inandırıcı olalım. Aynı ortamlarda farklı tüketim robotlarından oluşan bir yaşam ile imkânsızlıklar içinde boğuşan yaşamlar bir arada olursa orada infilak olur. Ve patlamanın şiddeti 9,9 şiddetindeki depremden daha etkili sonuçlar doğurur. Ne yazık ki bizim toplumda bu acı sonuçlar fazlasıyla yaşanıyor. Tüketim nesnesine dönüşen nesiller yetiştiriyoruz ve bunun sorumlusu da insan yaşamını ruhsuz kadavraya çeviren yönetim ve planlama erkidir.

Küresel entegrasyona dâhil olmak demek, kendini yok ederek onlar gibi bir oluşum ortaya koymaksa bu kadar bağırmanın çabalamanın anlamı nedir? Küresel entegrasyon dışında kalmak istemiyorsak onlar hareketli iken bizim durağan ve pasif olmamamız gerekir. Demek ki biz entegrasyonu, o değerler içinde kendimizi imha ederek değersizleşmek olarak anladık ki, toplumsal yaşamın temelini oluşturan kurumumuz iflas etmiş durumda. Ziya Gökalp’ın, Türkleşmek, Muasırlaşmak ve İslamlaşmak dediği yaşam tarzını hepimiz biliyoruz. Kendi kültürünle var olacaksın, muasır dünyada yaşayacaksın, bilim ve teknoloji olarak; ama inancın da, yaşamında karşılık bulacak. Bunlarla birlikte bir katılım olsaydı, böyle bir sorunu şu an konuşmamış olacaktık.

Yerleşik geniş ve üretici aile yapımızı yeniden canlandırmadığımız müddetçe, bu kibrit kutuları gibi yükselen gökdelenler içindeki ailenin, temelindeki dinamitlerin hepsi tutuşarak patlayacaktır. Aile bir kuşun iki kanadı veya gece ve gündüzün bir günü oluşturması olarak görülmelidir. Kuşun kanatlarından biri diğerine düşman ve rakip olamaz, öyle bir algı oluşursa, kuş asla uçamaz. Sadece gece, bir gün oluşturmuyor, sadece gündüz de bir günü tanımlamaz ama ikisi bir araya geldiği zaman gün oluşur. Ailede, türleri aynı cinsiyetleri farklı olan iki unsurun birlikte olmasıyla anlam kazanır. Birbiriyle rakip değiller tamamlayıcı iki unsurlar. Oysa bizim Yönetim erkimizin oluşturduğu Bakanlık her ortamda bunları karşı karşıya getiren iki rakip düşman olarak tanımladı. Birini ötekileştirdiği zaman diğeri özgürlüğüne kavuştuğunu sandı, oysa uçuşu durdurulmuştu ama bunu anlayamadı. Çocuklar hacz edilecek bir nesne olarak görüldü oysa bu iki cinsin emeğiyle açan bir tomurcuktu, âmâ aşağılandıkça aşağılandı. Yani ailenin kutsallığı planlı olarak imha edildi, sonrasında oluşacak hayat için yeni, ortamlar hazırlandı ve oluşturulmak istenen yeni hayatın yansımaları genişledikçe toplumsal omurganın çatırdadığını gören bizim muhafazakârlar, acelecilikle bunun önüne geçebilmenin yollarını aramaya başladılar. Oysa bu şekildeki kıytırıktan fark edişler kaybedilmiş zamanı ve imha olmuş nesilleri geri getirmek için yeterli değil… Dolayısıyla geri dönüşümü olmayan bu işin mimarlarının katkısından uzak yeni bir değişim modelini, ailenin kültür ve coğrafi kodları iyi tanımlanarak onun yaşam alanları oluşturulmalıdır. Ayrıca o yaşam alanlarını benimseyecek ve içselleştirecek zihinsel devrimler de gereklidir. Bunun için medya araçlarının ifsat yolları imha edilerek onların programları bilinçli ve objektif, insani değerleri barındıran ve bunların gelişimine katkı sunacak birikimlerle yeniden programlanmalıdır. Bir toplumu yok etmek istiyorsanız, aile üyeleri arasında uzaklaşmayı ve aralarına duvarlar örerek sadece biyolojik yakınlığı bırakın diğerlerini yok edin. O toplum kendiliğinden çürür ve yok olur. Mangal kömürünü üretirken önce ağaçları çatarsınız ne güzel sıvadığınızı söylersiniz, ardından küçük bir delikten onu içerden tutuşturursunuz, ağaçlar tutuşunca o deliği de kapatırsınız kimse içerde ateşin yandığını bilmez ama içerdeki tütsü ve dumanlarla o güzelim ağaçlar simsiyah kömüre döner. İşte aile yapımız, o yakılan ateşlerin ailelerimizin içine atılmasıyla tüterek bu gün kömür haline geldiyse bu çok önemli ve yabana atılmayacak bir durumdur. O zaman tüm yöneticilerimizin psikologlarımızın, sosyologlarımızın, pedagoglarımızın, ailelerimizin aydınlarımızın ve sorumluluk duyan toplumsal bilinç sahibi her insanımızın ve aydınlarımızın acilen bu konulara el atması ve sorunların doğru tespitini yaparak, acil uygulama eylem planlarının oluşturulması için kamuoyu oluşturmaları kaçınılmazdır.

Hiçbir şey bitmiş değildir, yaşıyor, bunları görüyor ve bunların nasıl çözüleceğiyle alakalı zihin yoruyor ve o konularda çaba harcıyorsak; bunlar değişir demektir. Önemli olan bunları değiştirebilecek dinamizmin kendimizde olduğuna inanmamızdır. Benim naçizane önerim, tüm ülkemiz insanlarını ayrım gözetmeksizin ve herkesi işin içinde olmak kaydıyla, olan olduğu kadar, kimsenin kimseye üstünlük taslamasına fırsat vermeden, yaşamak için insani duruş ve gelecek nesillerin imhasını önleme seferberliği başlatarak; her alan da üretime ve dayanışmaya geçmemiz lazım. Bunu başarırsak ki, Bizim milletimiz gerçekten inanırsa, tekeden süt sağar, taşı parçalar su kaynağına ulaşır, buna inanmamız için baştakilerin gerçekten baş olmaya ihtiyacı var. Hayatları güllük gülistanlık olanların aynı gemideyiz diye bize, nerede olduğumuzu anlatmasına ihtiyacımız yoktur. Birileri geminin gövertisinde büyük çoğunluk geminin altında gemiye güç veren pervanelerin dişlileri arasında doğranırken aynı gemideyiz demek bize hiç inandırıcı gelmiyor. Onun için biz başımızda bizimle dertlenen ve bizim sorunlarımızı sorun edinen, bizim acılarımız dinmeden acılardan kendini kurtaramayan başlar istiyoruz. İşte o zaman Bu toplumun yeniden şaha kalktığı gün olacaktır. Bu milletle bunu veremeyenler ne olur bu hakkımızı elimizden almayın ya da olun…

“Siz insanlara iyiliği söyler, kendinizi unutur musunuz, oysa kitabı da okuyorsunuz hala aklınızı başınıza almayacak mısınız?”

“Ey İman edenler yapamayacağınız şeyleri neden söylersiniz, Allah katında en sevilmeyen şey yapmadıklarınızı söylemenizdir.”

Bu ayetlerin bizlerin hayatına yeni bir başlangıcı getirmesi ve dosdoğru yaşayarak toplumsal imha sürecimizi durdurmak ümidiyle, herkesi Merhametlilerin en merhametlisine emanet ederek, bu gün zihinlere farklı bir yükleme yapmaya çalıştığım için rabbimden bunları hayra çevirmesini niyaz ediyorum…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/08.04.2022/00.54



Hiç yorum yok:

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!