Şu ana kadar hiçbir canlıya tuzak kurup onlar için hainlik düşünmedim, ancak sesine hayran kaldığım bülbüllerim hariç… Ben onlar için gecelere kadar uyumazdım sabah şafakta kalkıp onların güzel nağmeleriyle günüme güzellikler katardım. Kış gelince uçup giderler diye, onların arkasında duygusal acılar çekmemek için onları göndermek istemedim…
Yaz mevsiminin sonuna yaklaşmıştık,
artık kuzeyden poyraz, güneyden garbi yavaş yavaş esmeye başlamış, pamuk
kozalakları patlamış, tarla başlarında pamuk toplamak için gelen işçilerin gaz
lambaları karanlıkta uzaktan yere düşmüş bir yıldız gibi görünmeye başladığında,
gönlümden gidenler ve onun yerine gelecek olanlar beni yanlış yapmaya itiyor
olabilir miydi acaba…
Okulların açılma günleri yaklaşmış,
ben gidince bahçeyi terk edecek bülbüllerin nağmeleri bir daha yankılanabilir
miydi kim bilir? İşte, o heyecan ve duygu yüklü gözkapaklarım açılmadan, sabah
erkenden onları bir tuzakla yakalamak geliyordu içimden… Önce çok güzel bir
kafes yaptım, bülbülün yavrularını yuvasından alıp kafesin içine koydum. Kafesi
aradan ikiye böldüm ama etrafı tamamıyla açık ve yavruların ötüşü annenin her
türlü riski göze almasına neden olacak durumda, kapağı açık bıraktım, sert bir
yayla içeri girince hemen kapanacak durumdaydı. Yavruların ötüşü annenin
tehlikeyi göze almasına sebep oldu ve sabah bir saat mücadele sonunda kafese
girdi, tak diye kapı hemen kapandı ve ben amacıma ulaşmıştım. Sıra babaya geldi
onu da yakalarsam bir yaz sonunda okula gitmeden üç yavru ve anne baba toplam
beş tane bülbülüm olacaktı. Onların gitmesini hiç istemiyordum ama ben
gidecektim, 15 tatilde ancak okulumdan gelecektim tam beş ay onlarla
görüşemeyecektim.
Ben onları yok etmek için değil, çok
sevdiğim için, güzel seslerini her daim duyabilmek adına onları bir kafese
hapsedecek kadar gözlerimi karartmıştım. Rahmetli babamın çok ısrarlarına
rağmen bunlara olan aşkımdan vazgeçmedim ve son yirmi günümü hep onlarla
geçirdim. Ancak ötüşleri değişti, her gün sabah saatlerce süren ötüşleri üç beş
dakikayı geçmez oldu ve çok sönük ve dertli ötüyorlardı. Onların derdi beni de
sardı acaba bir şey mi olacak diye onlara daha bir sarıldım. Sabah erkenden
kalkıyorum yemlerini sularını hazırlıyorum, onların yiyeceği çekirgeleri
yakalıyorum kuşluk vakti ama yine de istediğim nağmeli ötüşleri
yakalayamıyorum. Babam oğlum çok yazık bunları bırak tekrar gelirler demesine
rağmen, içim el vermiyor bırakmayı, ama okula gideceğim için içimde de bir acı,
bunlar ne olacak diye hep sorguluyorum.
Nihayet okulların açılmasına iki gün
kalınca babam, oğlum sen buradayken kendi ellerinle bırak, yazın yine gelirler
demesine rağmen bırakmak hiç işime gelmiyordu, ama onlara bir şey olmasından da
çok korkuyordum ve içimi hüzün kaplamıştı. Babam bir söz aldı benden, oğlum bak
bunlar acı çeker ve kötü olacak olursa ben onları bırakırım tamam mı anlaştık
mı dedi, ben gönlüm razı olmasa da tamam dedim dillerimle, babam da hem benim
gönlümün olmasını üzülmememi, ayrıca onlarında acı çekmemesini istiyordu. O da
böylece istediğini elde etmiş oldu. Yani benim bülbüller benden iki üç gün
sonra doğanın içine salıverilmiş ve herkes onların güzel ötüşlerini yeniden
dinlemeye başlamışlar… Kışın geldiğimde Rahmetli babacığım, evladım o
hayvanlar öleceklerdi, çok acı çekiyorlardı ben de onları bıraktım, sen de
zaten onların ölmesini istemezdin diyerek durumu bana anlatmaya çalıştı.
Ben bülbülleri çok sevdiğim için,
onlara bir zararın gelmesini önlemek ve uzaklara gittiklerinde başlarına bir
şey gelmesin diye kafese koyarak onların tabiatını imha etmiştim farkında olmadan…
İnsan bazen severek imha edebiliyor farkında değilken… Bülbüllerim özgürlüğüne
kavuştuktan sonra ben onların güzel nağmelerini hep dinledim. Ama onları oraya
hapsedip sürekli orada koruma altına alsaydım ötmeyi bile unutacaklardı
sanıyorum…
Yaşadığımız hayatın içindeki koruma
duvarları bazen öyle acı veriyor ki, onları anlayıncaya kadar acılar acıları
doğuruyor, sonrasında çözümü olmayan karanlıklarla karşılaşmak hayatımızın
kanunu olup çıkıyor… Anne ve babalar benim bülbülleri korumamdan daha katı
çocuklarını koruma altına alırlar ve onları bir kafeste büyütürler, kafesin
dışına çıktıklarında yok olacaklarını sanırlar, onun için çocuklar 30’lu
yaşlara gelinceye kadar hala kendi başlarına bir şey yapamazlar. Hep
arkalarında onlara yol gösterecek anne ve babalarını gözlerler. İyi niyet ve
sevgiyle başlayan koruma güdüsü, farkında olmadan koruduklarımızın
yeteneklerinin yok olmasına ve ölümle yüz yüze gelip imha olmalarına sebep
olabiliyor.
Doğal yaşamın kanunu insan yaşamında
da aynen gözlenebilecek bir yaşam biçimi olmasına rağmen, bizler doğayla
hayatımızı o kadar birbirinden ayırmışız ki, kendimize ait farklı yapay suni
doğalar oluşturduk. Bu yapay doğalarımızda oluşturacağımız her tür yaşam biçimi,
doğamızla alakası olmayan bir yaşam olup çıkıyor karşımıza, ama bizler hala
doğal ortamımızda var olduğumuzu sanıp kendimizi avutma derdindeyiz.
Her canlı kendi doğal ortamın
doğasıyla olduğu zaman yetilerini en güzel ortaya çıkarıyor, âmâ kendimiz
oluşturduğumuz ortamların doğasında insanları yaşatıp, yeteneklerini ortaya
çıkarmasını beklediğimiz müddetçe yetenekleri imha etmeye devam edeceğiz.
Nesillerimizi kurban etmemek için, sevgimizin yerini aklımız almak zorundadır.
Sevgi duygularımızın bir ürünüdür. Duygular gerçeklikle karşılaştığı zaman
kendisinin olmasını isteyebilir, ancak aklımızı akılcı kullanmaktan
kaçınmayalım ki, doğal yaşamı zulme çevirmeyelim.
Bizim babalarımız sorumsuz
değillerdi, bizleri serbest bırakırlardı ancak bu serbestlik onların
denetiminden çıktığımız anlamına gelmezdi. Bizim gönlümüzün olduğu davranışları
ortaya koymamızı isterlerdi. Oysa biz çocuklarımızın doğallığını yok ederek
onların ortaya koyacağı davranışların rotasını biz belirliyoruz ondan sonra sen
özgürsün kendi davranışlarını kendin yapıyorsun diyerek sorumluluğu da onlara
yükleyerek, kendi isteklerimizin olmasını arzuluyoruz ya da neden bizim
dediklerimizin olmadığını sorguluyoruz. Bu tavırlarımız onların doğal
ortamlarını yok ederek bir kafes içinde özgürce davranmalarını bekleyerek
onların neden kötü gidiş ortaya koyduklarını anlatarak şikâyet etme hakkımızın
olmadığına inanıyorum.
Benim babam benim babalığımdan daha
iyi bir babalık yaptığına inanıyorum on tane çocuğu nasıl yetiştireceğini çok
iyi biliyordu. Bir gariban köylü olduğu halde 8 tane çocuğunu uzak diyarlarda
okutacak kadar da hayata yabancı olmayan onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışan
bir babaydı. Oysa bizler çocuklarımızın bizlere bir şey öğreteceğini bırakın,
onların bizim belirlediğimiz alan dışında öğreneceklerinin doğrulukla yakından
uzaktan alakası olmayacağını düşünerek onlara hiç değer vermeyiz. Bunların
arkasındaki temel etmen tamamıyla koruma güdüsünün bizleri doğrudan yanlışa
yönlendirmesi olduğu muhakkaktır. Bu süreç devam ettiği müddetçe ya onları
ölündürüp işe yaramaz hale getireceğiz, ya da elimizden kaçıracağız bir daha
bize dönmek istemeyen, bulundukları coğrafyayı terk eden göçmen kuşlara
benzeteceğiz.
Koruma güdüsü, yanlışlar ağının
içindeki bir yuva gibi görülmelidir. Bu yuvanın doğru olma ihtimali çok az ama
yanlış olma olasılığı çok yüksektir. Ondan dolayı kendi yaptığımız kafeslere
hapsettiğimiz gençlerimizi o kafeslerden çıkaracak cesareti ortaya koymazsak,
öyle bir gün gelecek ki, o kuşların kafesinin yanına yaklaşma cesaretimiz
kalmayacaktır.
Kafeslerin kapılarını açalım
nesillerimizi kendi doğal ortamlarında yaşayarak kendi ötüşleriyle doğaya renk
katan bülbüller gibi hayatın içinde onları dinleyerek kendimizden geçelim ve
onların eylemlerine bir değer verelim ki, ötüşleri daha güzel olan bülbüller
gibi bunların da mücadele aşklarının devamını sağlayalım…
Çocukluğumda kurduğum o tuzakları bir
daha kurmamak için yeminim vardı ama gençlerimizi aynı tuzaklara koyduğumuzu
görünce, hep tuzak kuran ve kurduğu tuzak içinde bir yaşamı öğütleyen cani
olarak kendimi tanımlamak geliyor içimden…”Bir İnsanı öldüren bütün insanlığı
öldürmüş gibidir.” Öldürmek sadece biyolojik olarak düşünülmesin, ruhen ölüm, bedenen ölümden
daha etkilidir. Ruhen ölenlerin bedenen canlılığının hiçbir anlamı yoktur
uzayda yer kaplaması dışında…
Gençlerimizin kendi vatanlarından
uzaklaşmak istemeleri bir kafese konulan bülbülden hiç de farklı olmadığına
inanıyorum. Kafesin dışında istediğiniz bir yaşam varken, kafesin içi sınırları
ve doğal olamayan ötüşlerle bülbülün öttüğünü iddia ettiğimiz bir yer olduğu
belli, buranın o bülbüle çekici olması nasıl ki mümkün değilse, vatanlarının
bir kafes gibi ruhlarını daralttığı gençlerimiz için de vatan çekiciliğini
kaybetmeye başlamıştır. Bu ruhen daralmaya neden olan anlayış, davranış ve düşünceler
değişmediği sürece bu ötüşlere hasret kalacağımız toprakları, vatan olarak
bağrımıza basacağımız unutulmamalıdır.
Her yetenek mesleğinde kendi
becerisini ortaya koymak ister. Bu becerilerin belli kalıplara sokularak o
kalıplardan çıkması istenmemelidir. Şayet yetenekler belli kalıplardan
çıkarılması gereken fabrika ürünü gibi görülmek isteniyorsa, orada hayat
fabrikasyon olmaya çok yakın demektir. Son günlerde doktorların sürekli başka
ülkelere göç etmesi de böyle bir kafes mantığından doğan sonuçlar olduğuna inanıyorum.
Mesleki doyum olmadığı zaman sizin vereceğiniz parasal karşılıklar bir anlam
ifade etmeyebilir. Onun içindir ki, insanların yeteneklerini en iyi şekilde
rahatça insanlık yararına kullandıkları ortamlar oluşturmak gerekir. Bu, doğal
tabii ortamları yaygınlaştırmakla alakalıdır.” İşiniz eğlenceniz
olsun…”anlayışı içinde bir doğal yaşam alanı oluşturamıyorsak, yaptığımız ve
inşa edeceğimiz her yer bir kafes hükmündedir. Kafeslerden nağmeli seven çekici
ötüşler bekleyemezsiniz. Orada birbirini yiyecek duruma gelmiş olanlarla
karşılaşırsınız.
Hayatımızı bir kafeste geçirmemizi
isteyenler bilerek böyle bir kafese koymadıklarını sanabilirler, benim
bülbülleri korumak için onları hapsettiğim gibi, ancak onları ölümle yüz yüze
bıraktığımı görünce büyük bir ihanet içinde olduğumu fark ettim. Aslında koruma
güdüsüyle yola çıkan ben, bir canlıyı imha edecekken bilge rahmetli babamın
beni uyandırmasıyla hatamı fark edip kendime geldim… Hata insan içindir, hatayı
görmek ve ondan dönüş yapmak insan olmaktır. Rabbim, nesillerimizi imha etmeden
kendimize gelmeyi ve hatalarımızı görüp basiretle ondan uzaklaşıp doğruya
yönelip hakikati yaşayanlardan eylesin bizleri… Göçmen kuşların transit geçiş
güzergâhı olmasın diye onlara dokunmadığımız gibi, nesillerimizin transit geçiş
güzergâhı olmasını istemiyorsak, vatanımızı herkesin yeteneklerinin büyük
ekranlarda görüntülendiği bir sinema perdesi haline getirip renklendirelim…
Yoksa renksizlik hayatımızın belirleyeni olacak…
Koruma güdüsüyle imha ettiklerimizi,
doğal yaşam alanlarında, işiniz eğlenceniz olsun düsturuna göre yaşayacakları
doğal ortamlara taşımak olmalı görevimiz…
Selam ve dualarımla,
Erol KEKEÇ/11.03.2022/01.20
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder