Bu Blogda Ara

24 Mart 2022 Perşembe

DEVLETİ KUTSAMA BEDELİNİ ÖDE SİSTEM OLUŞTUR!

Aklından gerektiği gibi faydalanan toplumları, sürekli sömürmek ve onları galeyana getirecek duygusal sloganlarla kullanımında sınır olmayan halk gibi, kanını emerek onlardan faydalanma şansınız yoktur. Âmâ akıldan yoksun kitleleri, harekete geçiren duygusal uyaranlarla sürekli kullanmanız ve onların kanlarının son demine kadar onları sömürmeniniz çok kolaydır. Onlar, Balık hafızalı dedikleri türdendir.

Neden, İnsani yaşam uyaranlarına önem veren toplumlarda, sosyal uyarıcılar yaşam kalitesine hizmet etmediği sürece, insanların yaşamında bir etkiye dönüşmemektedir. Çünkü bu ortamlarda toplumsal bilinç, duyguların harekete geçirdiği anlık hazları doyuran bir algı değildir. Yaşamın istikrarını bozmadan düzenli ve devamlılığı olan bir yaşam standardının belirleyen ölçüsü olarak görülür. Ondan dolayıdır ki, toplumsal bilinç oluşuncaya kadar tüm halk olarak büyük acılar yaşarlar ama bu acıların etkisi onları doğru seçim yapacak duruma getirdiği andan sonra, akıl yaşamlarının dümenindeki kaptan olur. Hayat kural ve hukuka göre devam eder. Ahbap çavuş ilişkisiyle, toplumsal hayatı etkileyen kurumsal işleyişler sürdürülmez. Herkes kendisine verilmiş olan statünün rollerini toplumsal hukuk ve mesleklerinin toplumsal yaşamdaki eşgüdümü çerçevesinde oynar. Çünkü toplumsal hayatın sürekliliğinin, böyle bir etkileşim ve işleyişle ancak mümkün olduğunu bilerek, tamamıyla akılcı bir yaşam ortaya koyarlar.

Akılcılığın, hayatın sürekliliğinin oluşmasında toplumsal belirleyici, en önemli uyaran olarak görüldüğü ve tercih edildiği ortamlarda, her gelenin keyfine göre duygusal ve ideolojik sloganlarla toplumu sömürmesi ve onları kullanması mümkün değildir. Çünkü bu ortamlar, her şeye düşünce temelinde ve tutarlı yaşam ölçeğinde ortaya çıkacak geçerli kalıcı genele dönük fayda boyutunda bakarlar.

Böylesi toplumlar ne yazık ki, batıda gözümüze çarpmaktadır.     Batı dışında Güney Asya ve uzak Asya’da da görülür. Batı bugünkü yaşamını geçmişte kendi içindeki soylu mücadelesine borçludur. Sömürgecilik yaparak yönetimlerinin başka toplumların kaynaklarını sömürmesinin adı değil, onurlu mücadele… Ancak Ortaçağda dini dogmatik dayatmacı bir algının zulmünden kurtulmak için az can vermediler. Bilimsel doğrular Kilisenin açıklamaları ile örtüşmüyorsa bilim olarak görülmedi. Bu düşünce ve buluşlarında ısrarcı olanlar bedelini çoğu zaman canlarıyla ödeyerek, bugün ki yaşamların bedelini o zaman ödeyerek sonraki nesillerine armağan ettiler. Dolayısıyla bedeli çok pahalıya mal olmuş toplumlardan bu hayatları almak isterken, uğruna nasıl mücadele edildiğini ve kurbanlar verildiğini anlamadan o yaşamlardan oluşturacağınız hayatlar, sizler için çok yapay ve anlamsız olacaktır. Bedelini ödemeyenler o hayatların kıymetini anlayamazlar. Biz bedelini ödemediğimiz bir yaşamı, kendi topraklarımızın yönetimlerinden talepte bulunuyoruz. Hiçbir yönetim, toplumsal menfaatleri korumak ve toplumsal aidiyet kimliğinin sürekliliğini devam ettirmek için oluşmamışsa, size böylesi imkânlar sunmayacaktır. Üçüncü dünyanın, yönetenleri tarafından, atanmış olan ama halkları tarafından seçildikleri sanılan yöneticileri zaten bu talepleri asla karşılayamazlar. Dolayısıyla Üçüncü dünya ülkeleri öncelikle kendi yönetim anlayışlarını belirleme yetisine sahip değilken, ortaya konulmuş seçenekler arasından, tercih ettikleri ile sürekli mutlu olacakları bir ortamın geleceğini bekliyorlarsa; bu arzularına asla kavuşamayacaklardır. Şayet karşılaşırlarsa bunu bir ganimet bilmeleri gerekir. Olumsuzluklarına bakarak üzülmek boşa heder olmak olur.

Bu örneklemelerimden sonra özellikle üçüncü dünyanın ithal edilmiş yönetim algılarıyla, yerel yönetimlerini seçtiklerini sanan halklar, bu gafletlerinden uyanmaları ve kendilerine gelmeleri gerekir. Bir yönetim biçimi başka yerden alınmaz. Yönetim toplumun kendi coğrafi kültürel ve tarihsel köklerinden ortaya çıkan bir kaderdir. Toplumların süreklilik kazanmış alışkanlıklarıyla örtüşmeyen ve onlar üzerinde etkileyici ve belirleyici izler bırakacak kadar içselleştirilemeyen yönetimlerin, toplumsal sürekliliği sağlaması düşünülemez. Onun için, toplum olarak insanlar yaşadıkları ortamlardaki kemikleşmiş yanlışlara karşı mücadele ederek, doğruyu bedel ödeyerek ortaya çıkarmazlarsa, pansuman için başka yerden gelecek pamukların ve sargı bezlerinin hiçbiri, o ortamların kanayan yaralarındaki kanları durdurmaya yetmeyecektir. Bizim toplumda, bu gruplar arasındaki yerini, duygusal refleksleri çok baskın olmasıyla çoktan almıştır.

Yönetim demek, arada bir yönettiği halka doğru olduğu sanılan bir günlük haz aldırmak değil. Yönetim, doğruların süreklilik kazandığı, yanlışların arada bir ortaya çıkmasının topluma hiç denecek kadar etkisinin olmadığı, bir yaşam alanı oluşturmaktır. Bu tür yönetimler, emek harcanarak uğruna bedeller ödenerek ortaya çıkan yönetimlerdir. Buralarda toplumsal yaşam bir rutine girmiştir. Aksaklıklar, yok denecek kadardır, toplum içinde sarsıcı ve psikolojik sarsıntılar oluşturacak düzeyde etkileyici olmazlar. İnişli çıkışlı günlük haftalık, insanların yaşam içindeki tabakaları değişecek düzeyde ani toplumsal haraketliliklere rastlayamazsınız.

Dolayısıyla haklar, kazanılarak elde edildiği için, onların korunmasının gerekliliği de bir o kadar kutsal olur. Devlet en güçlü ve üstün toplumsal kontrol sistemi olarak, insanların bu kazanımlarını koruma ve devamlılığını sağlama görevini kendi üzerine alır. Devlet, bahanelerin üretildiği ve şikâyetlerin yapıldığı bir makam olmaktan çıkıp, doğrudan sorumlulukların en üst düzeyde yerine getirildiği, soyut ve genelleşmiş karizmatik kimliğe bürünmüştür. Devletin, bu kimlikle tanımlandığı yerde, insanların yeryüzünde güvende sınır tanımayacağı en üst düzeyde görünmez bir güce, sorumluluklarını devretmenin bilinciyle yaşadıklarına şahit olursunuz. Kendisi gibi herkesin düşünmediğini inanmadığını çok iyi bilir, ama onlardan kendilerine bir zararın dokunmayacağını da bilirler. Çünkü insanlar kendilerini korumak ve gelecek tehlikelere karşı en üst düzeyde kendileri adına kendilerine sahip çıkan bir kontrol sisteminin varlığının olduğunu bilirler. Devletin insanlar tarafından bu düzeyde algılanması ve ona karşı sorunsuz bir güven duygusu oluşturmalarının gerisinde, belli bir çaba ve emeğin onlara kazandırdığı bu gücün yanlış yapma ihtimalinin olmadığına inanmış olmalarıdır. Eğer insanlar kendi yönetimlerini kendi ortamlarındaki kültürel tarihi ve coğrafi dinamikleri dikkate alarak kendi köklerinden gelen bir değer olarak görürlerse devletin kendilerine yanlış yapacağına inanmıyorlar. Yanlış yapma ihtimalinin olma olasılığını atlamıyorlar, ancak sorumluluğu devlete yüklemiyorlar, çünkü devlet işleyen bir sistem olarak görülüyor, yanlışları şahısların beceriksizliğiyle ilişkilendirerek akılcı bir eylemle, yöneticilerini hemen değiştirebiliyorlar. Şayet sistem günün koşullarına göre ihtiyacı karşılayamaz durumda görünüyorsa, bunun içinde ideolojik saplantılardan uzak, bilimsel raporlar doğrultusunda aksamaların olabileceği bölümleri yenileyebiliyorlar. Çünkü devleti kendileri ortaya çıkarıyor ve kendi sorumluluklarını ona vererek, herkes için kurallı bir hayatın devamını istiyorlar. Devlet bu görevleri yerine getirdiği zaman kimse başkasının işine karışmıyor, herkes kendi sorumluluk alanında yapması gerekenin en iyisiyle uğraşıyor. Çünkü devlet, insanların kendilerine bir ayrıcalığın sunulması için ele geçirilmesi gereken makamlar olarak görülmüyor. Aksine kimseye ayrıcalık tanınmaması için organizeli bir güce sorumluluklarını devrederek böylesi olumsuzlukları ortadan kaldıran sistemin kendisidir. İşte, batı bu duruma gelebilmek için duygusal sloganlarla yaşamaktan kurtulup, aklı hayatın dümenine oturttukları için, bedelini geçmişte ödeyerek güven duyacakları sisteme kavuşmuşlar. Bu gün o sistem, kendilerini kendilerinden fazla koruyor. Oysa biz ve bizim gibi toplumlarda durumun hiç iç açıcı olmadığına aklı dengesi yerinde olan her insanoğlu bunu rahatlıkla fark edecektir.

Bugün toplum olarak kıvranıyoruz. Herkes iktidar şöyle olmalı böyle olmalı, kimisi daha ne yapsın yapmadığı bir şey kalmadı, gözünüze dizinize dursun, siz vatan hainisiniz gibi duygusal reflekslerle, karşılıklı saldırı oklarını kınlarından çıkarıp ok atma derdindeler. Çünkü burada, devlet kendi güvenirliğini oturtup insanların hepsinin hak ve hukuklarını garanti altına alarak, onlara huzurlu ve standart bir yaşamı herkesin kendi sorumluluk alanı içinde yapacağının en iyisini yapması için bir zeminini oluşturamadığından, hep eleştirinin odağında kendisi olmuştur. Devletin bu eleştirilerin odağından çıkması için, İktidara gelecek olan herkesin kendi taraflarına ayrıcalıklı imtiyazlı bir ortam oluşturma anlayışından çıkması zorunludur. Şu ana kadar biz kendi ülkemizde böyle bir algının varlığına şahit olamadık. Her gelen iktidar toplumsal yaşamın kalitesini yükseltmek ve insanlara en iyi ortamı sunmak için gelmedi, onlar devletin imkânlarını kullandı, birazda biz kullanalım kendi adamlarımızı kurumlara sokalım diye didindiler ve bu ahlak dışı insanlıktan uzak çıkışlarını da hep meşru temeller üzerine oturmak isteyip savundular. Bunda hiçbir istisna tutmuyorum, tüm iktidarlar bunun alasını yaptı, kimisi çok aşırı gitti, kimisi korkudan göze alamadı, ama günahları hep ortak oldu.

Devletin bir sistem olarak oluşması halinde, bunların varlığını göremezsiniz. Oysa bizim ülkemizde sistem diye bir şey yoktur. Kişilere ve politik görüşlere göre, ilkokul öncesi çocukların bazen yetersiz kaldığı ama gün içerisinde sürekli yapıp bozarak oynadığı bir yapbozdan farkı olmayan bir geleneğimiz var. Bu gelenekten bir devlet çıkaramazsınız. Yeri geldiği zaman üç bin yıllık devlet geleneği olan, asıl devleti yöneten bir ihtiyarlar meclisi var vs. gibi efsanelerden bahsedenler çok olur, ancak yaşadığımız hayata baktığımız zaman, vaktin birinde bir dağın başında kimsenin gitmeye cesaret edemediği bir dev yaşarmış, bu dev o kadar güçlüymüş ama onu gören kimse olmamış, çünkü onu gören hiç yokmuş, görmek için giden de bir daha geri gelememiş… Gibi anlatılan masallardaki gibi bir devlet geleneğimiz olduğu kesin gerisini anlatmayayım…

Devlet, kutsanan görünmez ama yaptırımları can yakan hayatı çekilmez kılan, her şeyin kendisi için olduğuna inanan bir dev değildir. Devlet yaptıkları ve ortaya koyduklarıyla insanları huzurlu yaşatarak kutsanan bir hayatı ortaya çıkaran görünmeyen ama merhameti her yerde hissedilen herkese yuva ve kol kanat olan topraktır. Toprak gibi bağrına basmayan bir devlet, devlet değil, ancak ceberut kutsanmış, yanına gideni yok eden bir dev gibidir. Biz, duygularıyla Devletin başına gelenleri uçuran, akılla düşündüğünde imha eden şakşakçıların seçtiği bir yönetici ve o yöneticinin işlettiği bir sistemi devlet olarak görmek istemiyorsak, o zaman ortaçağ Avrupa’sında Kiliseye karşı bedel ödeyen aydınlanma çağıyla rasyonalitenin egemen olduğu dönem gibi bir döneme girmek zorundayız. Bizim karanlık çağımız duyguları tavan yapmış ideolojik, adaletten uzak, çamuru kendi tarlasındansa çok güzel, ama gül başka bahçede açmış ise hiç kokusu olmayan çok kötü bir çiçek diyerek etrafı karartan bu karanlık ortaçağ bataklığından aklın aydınlık yanında buluşmaya ihtiyacımız var. İşte o aydınlık ortamda erdemliler bir araya gelir, erdemlilerin oluşturacağı sistem, akıl ahlak bilim adalet ve huzur temelinde yükselen bir abide olur. O zaman kutsanan devlet değil, insanların yaşamına dokunarak kendiliğinden kutsanan bir sistem ortaya çıkar.

Biz duygusunu bizim gibi toplumlar çok yanlış algıladık; biz, yanlışlarda ortak hareket edip, karanlıklarımızın aydınlığa çıkmasını önlemek değil, aydınlık yanlarımızı ne pahasına olursa olsun, hep birlikte sahiplenerek sonrakilere miras bırakacak ortamlar oluşturmamız olarak anlamak zorundayız. Çıkarlarının fanatik savunucusu olanlar, bu tavırlarını ortak menfaat olarak başkasına dayatarak, doğruluğun ölçüsünün sadece kendisi ve taraftarlarından olmadığını aklıselimle anlamanın kaçınılmazlığını idrak ederek yaşamalıyız. Doğruluk, bir sistemin uygulamalarından ortaya çıkacak yargıların gerçek yaşamda karşılığın olması olduğunu, aklımızla ortaya çıkaracağız. Hırsların etkisiyle kök salan duyguların, karanlık bir yaşam alanı oluşturmanın ötesinde, herhangi bir icraatının olmadığını kavrayacağız. Bu karanlıkların aydınlanması için kaybedeceğimiz menfaatlerin gitmesinden korkmadan, herkesi aydınlatacak ve geleceğe taşıyacak bir sistemin devamlılığı için ödenecek bedellere hazırlıklı olacağız ve ondan sonra evrensel bir sistemin bizim toplum için gerekliliğinin önemini kavrayarak herkesi kucaklayacak bir devlet anlayışının gelişmesi için, çıkar iskelesine demirlemiş olan gemilerin hepsini yakarak, yeni gemilerle denize açılacağız. İşte o zaman göreceksiniz ki, hiç ummadığınız ortamlardan küçük çıngılar, koyu karanlık bir yaşamı aydınlatmak için meşale olarak yanacaklar…

Biz böyleydik, böyleyiz gibi kendimizi dev aynasında görüp kendimizle yüzleşmeyi hiç düşünmediğimiz yaşamımızla barışacağız. Yarınlar için umut dağıtmaktan uzaklaşıp bu gün insanlığa dokunduracağımız bir faydayı ele alacağız. Bu günü imha edenlerin yarınları kurtarmayı bırakın, yarınlarda olmayacakları bir yaşamı nasıl kurtaracaklarını anlamalarına katkı sağlayacağız.600 yıllık imparatorluktuk yine oralara doğru gidiyoruz gibi kendi kendimizle ironi yaparak yaşamanın kimseye bir faydasının olmadığını kavramak zorundayız. Köse torun dedesinin sakalıyla övünürmüş, ”benim dedemin bir sakalı varmış ki, mübarek ta… Dizine kadar uzanıyormuş, nurlu bir insanmış gibi masalları insanlara anlatarak, insanların en kıymetli değeri olan sermayelerini çalarak onları iflasa mahkûm etmeyeceğiz… Toplumun iflas ettiği bir yerde yönetenlerin ve yönetimin karı söz konusu olamaz. Anneden göbek bağı ile beslenen bir çocuğun yaşaması için nasıl ki göbek bağı ile anne arasında bağ olmalı ki çocukta yaşasın… Yönetimlerin yaşaması da toplum ile arasındaki göbek bağına bağlıdır. Bu bağı koparan yönetimlerin hiçbirisi yaşamamıştır ve de yaşayamayacaktır. Manipülasyonlarla insanların gerçek bilgi akışını değiştirip, onları bir yere kadar belki yönlendirebilirsiniz, âmâ akıl duvarına tosladığı ve o bilgilerin gerçek kimliği anlaşıldığı zaman o duvarı aşmanız imkânsızdır. Ne yazık ki, bazı yönetimler halkı ile bu göbek bağını kopardığı, yöneticilerin etrafındaki soytarıların şaklabanlıkları ve sirk maymunu gibi daldan dala atlayarak insanları hipnoza çalışmaları, yönetenleri var etmeyecektir. Soytarıların geçim kaynağı sirklerde ne kadar bulunup, onları seyretmek için gelen seyircilerden alacağı alkışa bağlı olduğu için, onlar ha bire yöneticilerini bu oyunlarla avutarak karanlıkları aydınlık gibi sunmaya devam ederler. Ancak göbek bağı kesildiği için nasıl ki çocuk ölü doğacaksa, bu yönetimlerin sonuçta karşılaşacağı son, ölü doğan çocuklardan farklı olmayacaktır.

Biz, bu olumsuzlukların kendi toplumumuzda oluşmaması için, düşünsel yoğunluklarımızı bir ideal olmanın ötesinde, reel yaşamda karşılığı olacak önermelerle güncellemeliyiz ki, kutsanmış devleti değil, kutsanan sistemin oluşması için bir adım atmış olalım… Yoksa gelecek günlerin vaat edilen aydınlıkları, bulunduğumuz dönemin üzerimizdeki bulutlarını ve karanlıkları götürmeye yetmeyecektir. Geçmişin Güneşiyle de bu günün bulutlarının giderilemeyeceğini bilerek, kendi dönemimizin güneşiyle buluşup onunla aydınlanıp ısınalım, yoksa parçalarımızın hangi devin kazanında kaynayacağını hesap edecek zamana hasret kalabiliriz…

Son olarak, daha fazla ayrıntıya girmeden diyorum ki, duygusal hırslarımızın karanlıklarını, aydınlık ufukların kaptanlığına aklı getirerek kendimize gelelim ki, yarınlara söyleyecek bir sözümüz olsun… Yarınlar, ana sütü gibi arı duru halis ve katıksız insanlık huzurunu taşıyan, erdemliler limanında bekleyen, adalet gemisiyle okyanuslara açılacak, inançlara sığınmayan ama inançları özgürce yaşayacağı ortama taşıyarak, geleceğe giden bu gemide yerimizi acilen alalım…

Mevla’m ne eylerse güzel eyler, güzel günlere kavuşmak ümidiyle selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/24.03.2022/02.16

                                                                                                    

                                                                


Hiç yorum yok:

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!