Dindarlık, gizleme, örtme, sahip olduklarını koruma reflekslerinin adı olamaz diye düşünüyorum… Dindarlık, her dinin kendi benimseyenlerinin dinginleşmiş bir hayat yaşıyor olmasıdır. Ancak günümüzdeki yansımalarına baktığımızda, böyle bir görüntü hiç olmadığı gibi, tamamıyla kendisiyle çatışma ve savaş halindeki insanların gerilimli saldırgan ruh hallerinin görüntüsü olarak karşımıza çıkmaktadır.
İslam’ı seçen dindarların iç
dinginliklerinin yaşam ekranındaki karşılığı, tabi olduğu değer sistemiyle hiç
uyumlu olmayan, aksine değer sisteminin içeriğini belirleyecek olan dindarın
şekilsel ortaya koyduğu mitlermiş gibi, bir gurur ve kibir abidesi yaşamlara
hep şahit oluyoruz. Onlar, tefekkür, zikir, mütmainlik, tevekkül ve takva gibi
içsel huzuru oluşturacak dinginleyici değerlerle ruhi sükûnete ermeleri
gerekirken, yaşam atmosferleri çok ciddi bir çatışma ve frenlenmeyen ruh haline
sahne olmaktadır.
İslam’ın dindarı, hakikatin şahidi,
adaletin canlı kalkanı, merhametin kaynağı, mazlumun kanadı, zalimin mitralyözü
olması gerekir. Size ne oluyor ki, Rabbimiz, halkı zalim olan bu şehirden bizi
kurtar- çıkar -diyen, ezilen kadınlar, çocuklar ve yaşlılar uğruna kalkıp
mücadele etmiyorsunuz, İman edenler Allah için kalkar bu uğurda mücadele eder,
inanmayanlar da Tağut yolunda mücadele eder…”Bu da gösteriyor ki İslam’ın
dindarı her ortamda hakikatin tarafıdır, hakikate uymayan yaşamını, hakikat
kılmak için dinden destekler oluşturarak, dinin içeriğiyle çatışan bir tavrı
dinmiş gibi kendi dışındakilere dayatmaz.
Din ile güç işbirliği yaptığı zaman
daima din kaybeden taraf olmuştur. Din kendi kendine güçle işbirliği yapmaz,
ancak kendilerini dine aitmiş gibi gösterenler, din adına güç ve otoritelerle
yakın temas ve dayanışma içinde olurlar. Bunların her dönemde çok örneklerine
rastlarız. Mısırda bunun en açık örneği, mısırda güç ve hükümranlık elinde olan
Firavun, her zaman dindarlarla diyalog içinde olmuş ve din adına vahye dayanan
bir uyaranla karşılaştıklarında bu softa dindarların desteğine ihtiyaç
duymuştur. Musa (as)’ın karşısına çıkan sihirbazların durumu tamda buna
örnektir. Çünkü o günün dindarları Sihirbazlardı ve daima firavunla dayanışma
içindeydiler, onun için de gücün yanında onun firavunluğunu meşrulaştırarak
insanlara nötr olarak dağılmasına öncülük ediyorlardı. Bu durum zulümlerin daha
fazla yaşamasına neden oluyordu. Emevilerde, Abbasilerde, Osmanlılarda, hatta
İslam olmayan farklı toplumlardaki dinlerde de bunlara rastlıyoruz.
Hindistan’ın İngilizler tarafından sömürüldüğü yıllarda dönemin İngiliz kralı,
Hindistan’ı ziyaretinde Hintlilerin mabedini ziyarete gittiği zaman, mabede
500m mesafe kala ayakkabılarını çıkarmış yerde sürüne sürüne mabedi ziyaret
ederek oradan ayrılmıştır. Bu duruma şahit olan Hintliler, olayı ülkenin
çeşitli yerlerinde anlatarak yaymışlar ve bunu duyan herkes dönemin İngiliz
kralının çok iyi ve dine saygısının olduğundan onun isteklerine boyun eğmişler…
İngiliz kralının bu tavrı, Hindistan’ın 15 yıl fazladan sömürülmesine neden
olmuştur. Yani dindarlar, dinin gerçek anlamından ve amacından uzak
kendilerince oluşturdukları folklorik yaşamı dindarlık olarak benimseyip
bununla avundukları her dönemde kendi sömürülmelerinin dışında çok geniş
kitlelerin de sömürülmesini sağlamışlardır.
Emevilerin yönetimindeki ortama
baktığımızda, aynı durumu orada da görmekteyiz. Yani yönetim yönettiği
insanların inançlarını dikkate alarak onları pasifize etmek için onların
değerlerini savunan, o günün ilim adamlarıyla doğrudan ilişki içinde olduğu
muhakkaktır. Yani güç kendi varlığının devamı hususunda tehlike hissediyorsa,
mutlaka o toplumun dini önderlerinden oluşan kanaat insanlarıyla dayanışma
içine girdiğini görmekteyiz. Bu durum onların dinlerine çok saygılı olmasından
ve insanların dinlerini doğru anlaması için resmi yönetim eliyle toplumun dini
konularda bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesini istemeleri olarak
düşünülmemelidir. Aksine bu çabaların neredeyse tümü, Otoritenin kendi varlığını
güvence altına almak, toplumdaki gerilimi ve patlamayı azaltarak ortadan
kaldırmak için girişilen sinsi duruş ve oyunlar olduğu bilinmelidir.
Osmanlıdaki Şeyhülislamlıkta bu gibi
Bizans oyunlarının gazını almak için kullanıldığını çok iyi biliyoruz.
“Siyaseten katl” diye bir gelenek oluşturulmuştur. Yani siyaset gereği insanlar
öldürülür ama bunun meşruiyeti dini otoriteler tarafından verilen fetva ile
oluşturuluyor. Din ile dayanışma halinde olan yönetimler çok daha uzun süreli
varlıklarını devam ettirmişler ve zulümleri de yönetilen dindarlar tarafından
içselleştirilerek savunulur kılmışlardır. Ortaçağ Avrupa’sında da durum hiç
bundan farklı değildir. O günkü devlet, kendi varlığını tehlikeye sokacak bir
kıpırdanma hissettiği zaman, o uyanışı hemen Katolik dindarlarla ortadan
kaldırarak bertaraf etmiştir. Avrupa da birçok bilim adamının darağaçlarında
idam edilmesinin arkasındaki gerçekleri doğru okuyabilirsek, hep dindarların
bunlara karşı durarak kilise tarafından yok edildiği anlatılır. Oysa Kilise bir
paravandır. Asıl güç iktidar sahibi olan mal mülk ve para sahipleridir. Çünkü
para kimdeyse güç de ondadır. Güç kimdeyse yönetim ve planlamada onundur.
Dolayısıyla Kilise sadece bu yönetimlerin işini kolaylaştırmış, onların
hissettiği tehlikelerin ortadan kalması için, tehlike arz edenlerin yok
olmasının meşru temellere oturmasının fetvasını oluşturmuşlardır. Burjuvanın
batıda tüm üretim araçlarına sahip olmasına rağmen, ezilen kölelerin isyanının
önüne, ancak fetvalarla geçilmiştir. Katolik papazların yani kilisenin
dindarlara yönelik verdiği fetvalar olmamış olsaydı, insanlar fıtratlarına
yüklenilen yazılımları kullanabilselerdi, o zulümlere asla rıza göstermezler ve
o karanlıklar da o kadar uzun sürmezdi.
Son yüz yıl içinde bunları ele
aldığımız zaman kendi topraklarımızda ve komşumuz İran’da bunun çok açık
örneklerine şahit olmaktayız.1925 ten sonra resmen şekillenen Diyanet ile
birlikte, Osmanlıdaki fetva ve meşrulaştırma makamının devamı alenen ortaya
çıkmıştır. Diyanet topluma doğru dini bilgi aktarmak ve din adına uydurulmuş
anlayışları yok etmek, açık seçik saf bir dini inancı ortaya koymak için ortaya
çıktı denirse, bu bizim aklımızla resmen dalga geçmek olur. Günkü o günkü şartlarda
tekkeler zaviyeler medreseler çok yaygın olduğu doğrudur, ancak buralarda
insanlara şirk, din diye, tevhidi bozan mitolojiler din adına anlatılıyordu
bunun önüne geçmek ve dini doğrudan daha güçlü bir kurum haline getirmek için
böyle bir teşkilat kuruldu demek bu oluşumların ruhu ile bunlar asla bağdaşmaz.
Eğer planlama güç eliyle yapılıyorsa
ve bu güç üstelik doğru olanı insanlara sunmak için böyle bir mücadele
veriyorsa, nasıl olur da, akla hitap eden bir din algısı, bu kadar karmaşık
pasif ve zulme hiç ses çıkarmayan atıl bir özelliğe kavuşmuş olabilir. Böyle
yapılmak için belli bir amaç ve planlama olmasaydı, bu duruma gelmesi
düşünülemezdi. Demek ki o dönemin yönetimi güç sahibi olanlar, toplumda hala
bir kalıntı olacağı düşüncesiyle o kalıntı doğru tevhidi inanışın mücadele
ruhunu iğdiş etmek için, dini kurumsal bir yapıya sokarak, din adamları ile
doğrudan alenen bir dayanışma içine girmiştir. Kurumsal dinin mali finansmanı
doğrudan devlet tarafından sağlanmış çünkü bu kurum, yönetenlerin
yönetimlerinin doğru yanlış olup olmadığına bakmaksızın, yanında olmak ve onun
meşruluğuna dinden fetva oluşturmak için vardır.
Dini otoriteler, gücü korumak ve onun
daha geniş kitlelere rahat ulaşmasını sağlamak, onlar üzerindeki hegemonyasını
sürekli kılmak ve ayrıca o sürekliliğini de insanların içselleştirerek
kabullenmesini sağlamak için, din gibi bir inanıştan meşruiyet almadan
yapabilmesi mümkün müdür dersiniz?
Düşünen ve sorgulayan bir beyin
olarak diyorum ki, o kontrolü sağlayabilirsiniz belki, ancak bunu
içselleştirerek savunur duruma geçmeniz mümkün değildir, inanç ekseninde sizi
bağlayacak bir durum yoksa… Bizim toplumda, devlet, vatan, bayrak gibi
değerlere sahip çıkılması ve onların korunmasına inanmak, durup dururken
öylesine oluşmadı. Onun din ile irtibatlandırılan bir yanı olmasaydı bu kadar
hassasiyetin olmasını bekleyemezdik ve olması da mümkün değildi. Tüm siyasal
otoriteler, toplumların inandığı dine hizmet eden din uluları ile ama doğrudan
ama örtülü bir işbirliği ve dayanışma sözleşmesi yaparak toplumu yönettikleri
bir gerçektir.12 Eylül 1980 darbesi sonrası Doğu ve Güneydoğudan birçok gencin
bulunduğu bölgeden alınarak bazı Cemaatlerin içine getirilmesi ve kurslarda din
öğretilmesi acaba nesli çok düşündüklerinden mi böyle bir hizmet yaptı dönemin
Cumhurbaşkanı Evren…1980 Öncesi Komünizm geliyor, sizi dinsizleştirecek, kardeş
kardeşe, birbirini öldürtecek, herkesin karısı kızı ortak olacak aile olmayacak
vatan bölünecek gibi korku pompalamanın arkasında, aslında o günün uyanan
gençlerinin yarınlarda karşılığının olacağı bilindiği için, bunu boğmanın
yoluna gittiler, boğmak için de din havuzunu kullanarak bu boğma işlerini
yaptılar. Yani suya sabuna dokunmayan, insanları pasifize eden, zalimlerin
zulmü ile hiç alakası olmayan, hatta zalimlerin zulmünü meşrulaştırmak için
fetvalar oluşturan, kendi yaşamak istedikleri ortamı yaratıp sonrasında bu
ortamın meşruiyet zemini için dinin referanslarını kıstas aldıklarını söyleyen
din dışı oluşumlar din adına var oldular… Bu var oluş dinin hayatın dışına
sürgüne gönderilmesiydi… Kadavraya dönmüş, albenisi yok olmuş, ruhu imha
edilmiş, posası din bezirgânlarının elinde yöneticilerin istekleri
doğrultusunda tütün hoşafı gibi, güç sahiplerinin sofrasından topluma ikram
edilmeye başlandı… Bu hoşaf hem uyardı nikotin gibi, hem ağız tadı verdi manevi
iklimde gökyüzünde bulutların üzerinde sizi gezdirdi. Yani her taraftan sizi
kuşatan bir iklim yaratıldı bu iklimde ne arasanız hepsi yetişiyordu
süründürmek için, âmâ asla sizi diriltip ayağa kaldıracak bir ürün yoktu… Çünkü
yönetenler ile sizin güvendikleriniz sizin uyumanız ve sezinizin çıkarılmaması
adına bir mukavele yapmışlardı. O mukavelenin maddeleri size din diye
pazarlanacak siz ondan manevi haz alacaksınız ama sömürüldüğünüzü asla
anlamayacaksınız, sizin sömürülmenizi sağlayan güvendiğiniz dini kanaat önderleriniz
de güç ve iktidarlara, sizi çok iyi sömürecek kıvama getirdiklerinin bedelini
fazlasıyla alacaklardı… Yani cümbür cemaat herkes yaşayacak ve halinden memnun olacaktı
ve de öyle oldu. Bu süreç geçmişte nasıl başladıysa aynı hızla hiç aksama
olmadan yoluna devam etti…
Olayların oluşum ve gelişim süreçleri
böyle başlamasına rağmen, bu oluşumları oluşturan anlayışlar aynı zamanda
bunlara karşı ve onlarla sürekli savaş halindeymiş gibi naralar atınca,
dindarlar tarafından kabullenilmesi ve savunulması da o kadar kolay oldu… Dini
yeniden şekillendiren ve ona kurumsal bir kimlik veren anlayış kendisi din
düşmanı oldu, o kurumların oluşumuyla inancının yakından uzaktan alakası
olmayan dine sadakatinde samimi olanlar da bu oyunu kolay yediler ve kendileri
o kurumların koruyan ve kollayanları oldu, o kurumları oluşturanlar da onlara
düşman ilan edildi. Yani istenilen hedefe varılmıştı. Bundan sonrası
kendiliğinden devam edecekti çok çabaya gerek kalmamıştı.
1980 sonrası yönetim olarak dine
sahip çıktığını söyleyenlerin hepsi, din ile doğrudan alay etti ve dini yaşamak
isteyenleri zindanlara hapsetti… Güç erki, dini kurumlarla olan dayanışmayı o
kadar genişletti ki, tekke zaviye ve tarikatlara karşı savaşan tutumunu yok
saydı, Feto gibi bir ehlisünnet fedaisi CIA bozuntusu ve MOSSAD sathında
çalışan birini milletin başına bela etti. Oysa bu şahıs 1980 öncesinde
aranıyordu ama 1980 sonrası hızlı bir büyüme ve legalleşme sürecine girdi.
Neden bunlar oldu, kimse merak ediyor mu bilmiyorum ama benim merakımı mazur görün,
İnsanları aldatmak için resmi kurumsal dini söylemler etkisini azalttığı için,
sistem dışı dini oluşumların beslenmesini gerekli kılmıştı, gerçek müminlerin
önünü kesmek ve oluşan yeni uyanışları planlanan karanlıklarda imha etmek için…
Evet, planlar bazen planları doğurabiliyor,
işte o dönemden kalan bu miras, son 20 yılda sistem dışı kalan dindar
insanların çok ilgisini çekmiş olmalı ki, tamamıyla bu anlayışları, oluşumları
ve geçmişi karanlık kuruluşları savunur oldular, hatta kahramanca siper oldular.
Sebebine gelince onları da birkaç madde ile
özetlemek konunun önemi açısından önem arz etmektedir.
Dini gitmiş darı kalmış bir anlayışı,
bize din olarak sunmak isteyenler, hakikaten dinden çıkardıklarını, dindar
olarak dar kalıplara sıkıştırıp cendereye aldılar ondan sonra bu cenderedekiler
bağırdıkça bağırdı, çünkü kendisini cendereye alanlar ancak onu oradan
çıkarabilirdi, Bu zor duruma düşmüş dinidar olanlarımız din adına bu cendere
sahiplerini ve anlayışını savunarak kendini kurtarmak için önüne gelene saldırı
ve küfrü marifet bildi… Çünkü oradan kurtuluşu bu saldırılarına bağlıydı.
Geçmişte kendisiyle alakalı olmayan
bir sistemi sahiplenerek kendi inancını da benimsemediği sistemin emniyet spobu
haline getirerek yeni bir dünya kurduğunu sanmak kadar komik bir anlayış olur
mu dersiniz…
Sizi imha eden bir yapıyı korumak
için savunma refleksleri oluşturmak ve otomatik ayarlama sistemiyle her gölgeye
tepki oluşturmak hakikaten çok acı değil mi?
İlk oluşum aşamasında güç dini
kullanırken, gelinen nokta itibarıyla din güçle birleşmiş ve bir izdivaç yapmış
görünüyor ama bu izdivaç tamamıyla çıkar amaçlı yalancı izdivaç; asla gerçeğe
dönüşmeyecek bir izdivaç olacaktır.
Bu izdivaç oluşurken de belli
çıkarımlar gerçekleştikten sonra eyleme geçilmiştir. İki dul insan evlilik
yaparken karşılıklı talepler arasında öncelikle önceki eşlerden çocuk var mı
varsa bunlar nerede kalacak, bizim yanımızda olurlarsa bu iş olmaz çünkü ben
çocuk istemiyorum diyen bayan ise erkek de aynı şartları ileri sürebiliyor yani
karşılıklı birbirini, ne kadar sahip olduklarından uzaklaştırırlarsa anlaşma
durumları da o kadar kolay oluyor. İşte, bugünkü sistemin durumu da buna benzemektedir.
Dün sistem dışı kalan dindarlar, resmi kurumsal dini anlayışa çok sıcak
bakmadığı halde, bugün o anlayışların misyoneri oldu, gücü de ele geçirince
sorun olarak gördüklerini sorun olmaktan çıkarıp, birbirini tamamlayan bir
bütünlük olduğuna inandı.
Yönetici gücün yanlışları eskisi gibi
kurumsal dini otoriteler tarafından meşrulaştırılmaya çalışılmaz oldu. Çünkü
sistem dışı kalan dindarlar, güç sahibi ise din ile yönetim, bir olmuştur. Yani
din yönetimde, yönetici de dindardır anlayışıyla yönetimin yaptığı her eylem
doğru yanlış olduğu sorgulanmaksızın kabul edilmesi gereken bir nas olarak görülmüştür;
dünün sistem dışı, bugünün sistem savunucusu dindarları tarafından…
Bir yönetimin, dindar olduğu sanılan
toplumda, dinin yönetim olarak görülmesi kadar kötü bir durum olamaz. Çünkü
yönetimin yaptıklarına dini bir hüviyet giydirilirse, sizin böyle bir yönetim
hakkında konuşacağınız her cümle ölüm fermanızın imzalanmasına neden olur.
Yönetimin, dinin koruyanı ve savunanı
olduğuna, dindar bir toplumun inanması demek, o yönetimin attığı ve atacağı her
adımın peşinen kayıtsız şartsız kabulü ve karşı olanların da ölüm fetvasının
meşruluğu anlamına gelir… Bunu doğrulayan çok fazla örneklere şahit
olabilirsiniz, Sen gidersen ümmet yetim kalır, Ümmetin umudu, yapılan hiçbir
şey yanlış değil, bizim bilmediklerimiz vardır. Haşa, Allah’ın tüm vasıflarına
sahip, sanki Allah’la konuşuyoruz gibi, peygamberden sonra bir elçi gelseydi
vallahi başkası olmazdı vs. bunlar, lokal düzeyde görülen bir sapık algı olarak
algılansa da, aslında büyük bir topluluğun zihninde bu cümlelerin ve ifadelerin
karşılığının olduğunu düşünüyorum… Fanatik tutuculuk bu yanlış ortamın apaçık
göstergesidir.
Bir yönetimin kendisi din elbisesi
giymeden, yönetene giydirilen bu elbise tüm yanlışları meşrulaştırabiliyorsa,
yönetim din elbisesi giyerse buna itiraz edenin yaşam hakkı kalmayacağını
düşünüyorum…
Ondan dolayıdır ki, dindarlık,
sükûnet, dinginlik, merhamet, eminlik ve hakka şahitlik değilse reel yaşamdaki
karşılığı, orada din hakikaten daraltılmış demektir. Dini din olmaktan çıkaran
ve sistemin koruyucu kalkanı haline getiren anlayışlar, bugün gelinen noktada
dindarların bu mirası devralmasıyla, meşru olmayan tüm içerikler meşrulaşarak
hayatın olmazsa olmazı haline gelmiştir. İşte o zaman çok ciddi bir zihin
körlüğü, daraltılmış dinle yaşamdan çalınan hikmetin yerini, anlayışsız,
feveran eden, saldırgan, ince ruhtan uzak, anlayış kıtlığı çeken, tartışmaya
meyyal, cehaletin zirve yaptığı bir yaşam alır. Böylesi ortamlarda kimsenin
birbirine güveni kalmaz, tehlikenin nereden ne zaman geleceği belli olmaz,
sürekli gerilim, yükselen seslerin anlaşılma yüzdesi az ama beklentilerin
yüksek olduğu yaşamlar doğar… Attığınız her adım dini açıdan değerlendirilir,
tüm olumsuzluklar da din adına bir meşru gerekçeye dayandırılır… Yusuf (as)
kavmi, Yusuf aleyhi selamdan sonra Allah asla başka birini göndermeyecektir;
diyerek nasıl sapıklığın zirvesine adım attılarsa, günümüzde de insanların aynı
sapıklığı yaşadıklarına şahit olmaktayız. Böyle olursa kesinlikle böyle olur,
olmazsa olmaz gibi cehalet içerikli açıklamaların tümü, ahmaklığın cehaletten
aldığı gazla, hakikate karşı yarışa giriştiği ortamlardır.
Rabbim bizleri, kutsallar oluşturarak
bu kutsalları da dinden bir bütünmüş gibi gösterip dinden uzaklaşanlardan
eylemesin…
Din ile dinden uzaklaşmak kadar
korkunç bir durum olamaz. Hiç kimse dinden uzaklaşmak için doğrudan dini yok
sayıp inkâr etmiyor… Dinden kopuşlar genellikle vahye dayanan dinin içine ya da
onun yerine hoşumuza giden içerikler katarak zamanla vahye dayanan dini
hayatımızdan çıkarmakla başlıyor. Dinden koparak din ihdas edenler, ihdas
ettikleri dini zorla dayatıyorlar… Oysa Allah’ın dininde zorlama yoktur…”Dinde
zorlama yoktur, doğruluk sapıklıktan ayrılmıştır, kim tağutu yalanlar Allah’a
yönelirse o kopması imkânsız bir bağla Allah’a bağlanmıştır…”İşte böylesi bir
dine inanan ve doğrudan aracılar olmadan, katıksız Allah’a kulluk edenler,
hakikate şahitlik ederler… Diğerleri kendi yarattıkları tanrıya iman ederler ve
yaşamlarını desteklemek için de yaratıcının gönderdiği vahiyden delil
oluşturarak çirkef yaşamları Allah’ın en güzel sözü ile doğrulamak isterler…
İşte böylesi yaşamlar necistir, onlardan uzaklaşırsanız rahmana yaklaşırsınız,
rabbim bizleri aklını gereği gibi kullanan, Allah’ın halis dinini sadece
kendisine has kılan ve doğrulukta yarış içinde olan, emanetlerine riayet eden,
Allah’ın adını kullanarak insanları aldatmayan, biz sadece rabbimize güzel
sözle çağırırız, ona hiçbir şeyi şirk koşmadan Müslümanların ilki olmakla
emrolundum diyen yaşamların içinde olmayı nasıp ve müyesser eylesin… Amin
Selam saygı sevgi muhabbet ve
dualarımla…
Bahadır Hataylı/10.01.2022/03.25
1 yorum:
Merit Casino | ShopyToo
Welcome to 메리트 카지노 주소 the Shopy Too Shopy Online Casinos directory. Discover a complete list of licensed casino games available and why you should 코인카지노 먹튀 consider 온라인 카지노 주소 signing up 더킹 카지노 경찰 for them. 온 카지노 가입 쿠폰
Yorum Gönder