Bu Blogda Ara

14 Şubat 2022 Pazartesi

YARATILAN TANRIYA DEĞİL YARATICI ALLAH’A YOLCULUĞUMUZ

İnsanlar, kendi elleriyle yarattığı Tanrılarını korumak için olanca güçleriyle çarpışmaktan kaçınmıyorlar… Ama yaratanın Tanrı olarak kabul gördüğü yerde ise mutlu huzurlu herkesin güven içinde yaşadığı bir yaşama şahit olabilirsiniz. Yaratanı, Tanrı olarak kabul ettiğini iddia edenlerin yaşadıkları coğrafyaların tamamı kan revan gözyaşı acı ve keder dolu bir hayata şahitlik etmektedir. Peki, soruyorum böylesi bir yaşamda yaratıcı olan tanrı hayatın neresinde olabilir?

Kendi bölgemizde bile yakından örneklerini gördüğümüz çatışmalar üzerine kurulmuş bir yaşam var… Çatışmalardan kurtulamayan huzura hasret kalan bir ortamda, Yaratıcı bu hayatlara müdahale ediyor olsa, Yaratıcı kendisine inanan kulları gerçekten böyle bir yaşama mahkûm eder mi asla, Allah kendi dostlarını zillete sokmaz… Eğer zilletin alt katmanında tabanı delen bir yaşamımız varsa, orada kendi ellerimizle oluşturduğumuz Tanrıların hükmü geçerli demektir.

Kendi tapındıkları tanrıyı yaratıp, dinini oluşturup ona da ulamalar yapanlar, bu Allah’ın dinidir bu da Ulemanın görüşüdür diyerek insanlığa zulüm geleneğini dayatarak çok dindar olduklarını sanabilirler… Varsın öyle düşünsünler, hakikati anlamak istemedikten sonra… “Ulema ile ulama “kavramalarının arasındaki farkı çok irdelememe gerek yoktur, kısaca bir karşılaştırma yaparak konunun anlaşılmasını sağlamak istiyorum…

Ulema, ilim sahibi, hakikatı hakikatin kendi sınırı içinde olabildiğince tefekkürde sınır tanımadan, insanlığın yaşamına bir aydınlatma ışığı olmayı amaçlayan, fani dingin sükûnet sahibi merhametli, şefkatli kullardır. Bunlar bulundukları ortamdaki gerçeklikler ile bu gerçeklikleri doğru tanımlayan kitap arasındaki ilişkiyi iyi idrak ederler… Bir gerçekliğin kullanım kılavuzundan bağımsız, o gerçekliğe yeni bir kullanım kılavuzu oluşturma derdinde değiller. Yani yeni eklemeler yapmak değildir muratları sadece o gerçekliğin kılavuzunun, doğru okunup uygulanması yanında dururlar. Kılavuzu okuyabildikleri kadar okurlar, okuyamadıkları kısımları da okuyabildiklerini iddia ederek kendilerini mutlak kılavuz haline getirmezler… Ondan dolayı bunlar ulemadır, ışıktır, aydınlatabildikleri kadar bulundukları ortamda fayda üretirler… Ancak yer ve zamandan münezzeh olarak kendilerini bulundukları çağın dışına da kılavuz olarak aktarmazlar.100 yıl önce yaşamışlarsa o günkü problemlerin çözümünde kaynağı doğru okuyup idrak ederek gerçekliğin kulanım kılavuzuna ulaşırlar. Yıllar sonra karşılaşılacak gerçeklikler için, bu gerçekliği görmeden o günden bilmediği bir gerçekliğin kullanım kılavuzunu oluşturup buna göre bunları çalıştıracaksınız diye bir dayatma yapmazlar. Bu dayatmayı yapmadığı gibi dönemindeki insanlara bunu ima yoluyla da olsa ifadeden kaçınırlar. Yani ekleme yok, sadece o günkü yaşamın vahiy içinde duran kullanım talimatını doğru ve eksiksiz okumaya gayret ederler. Bu gayreti verenlere selam olsun; kendilerini putlaştırmadan, insanların kendi elleriyle tanrıyı yaratmalarına ortam oluşturmadıkları için…

Bu ulemalar her zaman ve şartta ortaya çıkar ve bulundukları ortamdaki gerçekliği çok iyi okumaya çalışırlar. Yani bugünkü gerçekliğin kullanım talimatını dündeki gerçekliklere göre yapmazlar… Yer zaman ve şartlar onun kullanımını da beraberinde getirir, dolayısıyla bu ulema yaşadıkları çağın sosyal fiziki ve kimyasal özelliklerini dikkate alarak kılavuzu okumaya çalışır. Örneğin şu an kullanmakta olduğumuz mobil iletişim araçlarının 100 yıl önce üretilmiş olduğunu düşünürsek, ilk çıkan takoz büyüklüğündeki cihazlar için o gününün ulemasının o araçlar için doğru okuduğu kullanım talimatını, bugünü görmemiş olmalarına rağmen bugün üretilen dünyayı avucumuzun içine sokan mobil araçların kullanımı için de onların çok iyi talimatlar olduğunu iddia edip, bu gerçekliklerde uygulamaya çalışmak nasıl ki, bunlarının kullanımını mümkün kılmayacaksa, döneme göre kullanım kılavuzunu kitaptan doğru okuyanlar bugüne o günden okumalar yapmazlar. Onun için, Ulema sadece dönemini okur, sonrakilere de okumanın usulü hakkında bir yol gösterebilir, âmâ okumanın o olduğunu mutlaklaştırarak döneminin okumalarını esastan sayıp mutlaklaştırmak bir tanrı yaratma olur ki, ulema bunu yapmaz.

Ulamalar sınıfına baktığımız zaman bunlar her bulduklarını gerçekliğin kullanım kılavuzunun eksik olduğunu düşünerek her eline geçeni kitabileştirerek sonrakilere bağlayıcı bir esas olarak aktarmanın derdinde olurlar. Çünkü onlar için kılavuzun, dönemin sorunlarını çözüyor olması çok önemli değil, önemli olan onların ortaya koyduklarının kalabalıklar tarafından çok karşılık buluyor olmasıdır. Ne kadar karşılık buluyorsa, kılavuza ekleme yapma cüretleri de o kadar artar. Yani hiç ilaç yazmadan sadece tavsiyelerle iyileşeceğini bildiği hastasına reçete yazmayan tabibe nasıl ki iyi bir tabip olarak bakılmaz ve onun hiçbir şey bilmediğine inanılıyorsa toplumda, ulama çok yapanlar, ne bulurlarsa kullanım kılavuzunun içine katanlarda iyi ulema olarak kabul görüyor. Oysa onlar sadece ulama yani ekleme yaparak kılavuzun içeriğini değiştirmekteler. O kullanım kılavuzu, kılavuz olmaktan çıktığı için bugünkü gerçekliği çalıştırmaktan ve anlamaktan da o kadar uzaklaşır.

Bu kısa örnekler, maksadımızı biraz olsun izaha yaramıştır diye düşünüyorum. Ulamalar sınıfı her dönemde Tanrıyı kendilerine göre yaratırlar, oysa ulemalar her dönemde yaratıcının bahşettiği idrak ile yaratıcının dini üzere yaşamaya çalışırlar… Ulamalar sınıfının mirası muhteşem bir medeniyet olarak geçmişten günümüze aktarılarak gelir. Çünkü siyasal iktidarlar, ulema sınıfının inandığı Tanrıdan çok korktukları için, yaratıcı tanrıyı değil, yaratılmış tanrının buyruklarını baş tacı yaparlar. Tanrıyı yaratanlarda “ulama” sınıfı olduğu için bunlar siyasal iktidarlar tarafından hep korunurlar, hatta onların ortaya koyduğu eklemeler, otorite haline gelir kurumsal bir anlayış olarak sistematik bir özellik kazanır. Sonrakilere bu sistematik kurumsal yaratılmış din, gerçek dinmiş gibi yedirilir, insanları hipnoz eder ayakta uyutur havada uçurur ama hiçbir sorunu çözemez ne suya ne sabuna dokunur. Dolayısıyla bütün bir insanlığın cünüp gezmesi için resmi yollarla her gün dikta edilir. Tarihi geçmişi ele aldığımız zaman tüm gelen elçilerin yaşadıkları dönemde mutlaka ulamalar sınıfı baskın bir sınıf olmuştur. Ama ulemalar ise, hep ulamalar sınıfının yarattığı Tanrının buyrukları doğrultusunda, ulamalar tarafından ölüm fetvalarına çarptırılmıştır. Ya zindana atılarak şehit edilmişler ya da sürgüne gönderilerek rebeze çöllerinde rabbi ile buluşacağı anı beklemiştir.

İnsanlığın yaşadığı bu kadar karanlık dönemden sonra, yaratılan Tanrıyı yine göklere çıkarıp, onun emirleri doğrultusunda insanların yaşamasını istemiyorlar mı? İşte o zaman birkaç söz söylemek üstümüze farz oluyor…

“Ulamaların” kendi elleriyle yarattıkları tanrının emirlerine göre sizi yaşatmak isteyenler, sizi gökyüzünde hipnoz edip uçurabilirler, ancak yeryüzünde ölmenizin önüne geçemezler.

Allah’ın vahyi dışında, yaşamınızı yönetecek kaynakların olduğunu bu kaynaklara sarılmadığınızda dinden bihaber yaşayacağınızı anlatırlar. Oysa ben ancak bana bildirilene uyarım, benim size açıkladıklarım rabbimin bana beyan ettikleridir. Onların isteklerine sakın uyma, onların doğruyu bulması için, nerdeyse göğe merdiven dayayıp oradan mucize indirecektin, yeri delip yerden mucize getirecektin… Sakın bilmeyenlerden olma, senin görevin onları hidayete erdirmek değildir… İnsanların doğru yolu bulması için o kadar merhametli olan bir elçi bunlara meyil edince karşılaştığı tablo bu oluyor da, bir yaşamın yeniden biçimlenmesi için kendince yeni kılavuzlar oluşturduğunda uyarı olmayacak öyle mi, buna inanan varsa kafasında ne taşıyor ciddi bir cerraha görünsün derim…

Bunu bir tarafa koyalım,”O kendi yanından size nutuk atmaz, onun söylediği her söz Allah’ın bir vahyidir. Yani sizin ona atfettikleriniz değil vahiy olan, onun size söylediği Kuranın kendisidir vahiy olan… Çünkü o kendisine bildirileni anlatmakla mükellef bir elçidir. Bir ülkenin elçisi başka bir ülkeye kendi devletinin buyruğunu götürürken ona ekleme yapma çıkarma ve onu yeniden kendi kafasına göre düzenleme hakkı var mı hayır, işte, elçiye zeval olmaz da buradan gelir. Yani o bir taşıyıcıdır taşıdığı değerin taşıtanı çok değerli olduğu için onun taşıdığı da kendisi de değerlidir. Bu özellikler yoksa kim olursa olsun tek başına sadece insani duruşu ve erdeminden dolayı değerlidir. Ancak bu görevlerin insanı olunca değeri daha bir fazlalaşıyor, ancak bu onun tek başına değerlerden bağımsız kutsallaştırılması demek değildir. Kutsalı taşıyan taşıdığından dolayı değerlidir. Yaratan onu sevdiği için biz de severiz. İnsan olarak zaten saygımız vardır. “De ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah’ta sizi sevsin…”Sizi, size hayat verecek şeye çağırdığı zaman ona uyun…”Biz hayat verecek şeye çağırdığı zaman elçiye uyarız… Hayat vermeyecek şeye o zaten çağırmaz… O zaman, bu gün bizi hayattan koparan ama Allah’ın elçisine atfedilen şeylere ben neden ve niçin uymalıyım… Allah’ın Resulüne uymaktan bahsetmiyorum, konuyu bilmem nereden ele almayalım… Allah’ın Resulü böyle söyledi, şöyle söyledi diyerek dinin bir emri olarak dayatılıp, ama Kitabın uyandırmak istediği insanı uyutan sürekli sevap dağıtan, günlere, zamana, yere göre bir şeyi okumakla cennetteki yerlerini garantileyen, pısırıklaşmış din, Kesinlikle ve kesinlikle, Allah’ın Resulünün getirdiği din olamaz.

Ulamaların yarattığı Tanrının dini İle, bizi Yaratan Allah’ın dini arasındaki ayrımı yapmadan nasıl bir hayatı yaşıyor olduğumuzu anlamakta da zorlanırız… İslam’ın Kaynakları diye bir tasnif yapmış “ulama” sınıfı, Kitap, sünnet icma, ümmet kıyas diye ne güzel seriye bağlamış orada var, orada yoksa diğerinde var gibi… Allah’ın kitabı vahiy, her dönem ve şartta sorunları çözebilecek bir manifestodur. Öncesi sonrası olmayan evvel ahir batın her yerin sahibi Allah Yarattıklarının ne zaman ne tür sorunlarla karşılaşacağını bilmiyor ve kitabı bunlara ışık olmayacak ama bazıları bu eksikliği giderecek öyle mi? Böyle bir din ve kitap, yaratan Allah’a ait olamaz, o ruhlar âleminde tüm ruhları yarattığı zaman onların doğacağı koşullara zamana ve şartlara göre onların donanımını yükledi o donanıma özgü yazılımı da yükledi. Onun için zaman yoktur, her zaman andır… Dolayısıyla bu kaynak, kılavuz başka yeni bir kaynak olmayacaksa ki olmayacak, o zaman bu insanlık ve cin âlemi imha oluncaya kadar bu kılavuz talimat geçerlidir. Bu kılavuzun içindeki talimatı okuyabilecekler de zamana ortama ve çağa göre değişecek ama kılavuzun kendisi değişmeyecektir. Hududullah her dönemde aynıdır.

Tüm bunları anlatırken hiçbir dönemden hiçbir şey alınmayacak gibi bir yaklaşım içinde değilimdir. İnsanlık tarihi boyunca erdemli insanların hayatlarından ve sözlerinden alacağımız güzellikler olabilir ancak bunlar kesinlikle bana yüklenmiş olan yazılımımı değiştirecek ve belirleyecek düşünce ve eylemler olamaz. Yani belirleyici durumda olamazlar bunlar esas değil sadece bir usul olarak hayatıma etki edebilirler… Elçilerin kendi yaşamsal örneklikleri onu görüp ondan etkilenenler daha sonradan gelenler de böyledir. Ancak bir elçinin vahye dayanan söyledikleri tamamıyla bir emirdir, çünkü yaratıcının buyruğudur orada tercih hakkı olamaz bağlayıcı hüküm ve kaynaktır. İşte, Ulemalar dine böyle yaklaştıkları için, onları imha ederek Yaratıcının dini yerine, “ulama”ların yarattığı tanrının dininin yaygınlaşmasını istediler ve günümüze kadar gelmiş, herkes tarafından da İslam diye bilinen bu dinin, İslam’ ile yakından uzaktan alakası olmadığı halde bir de insanlar bununla kurtulacaklarına inandırılmış en acı tarafı da bu olsa gerek…

Mutlak yaratıcı Allah’ın Kitabı çağlar öncesi ve çağlar sonrası tüm yaşamların kodlarını içinde barındırıyor. Ancak biz kalkar da ya burada denklemler yoktur, hani nasıl kitap diye yaklaşırsak avucumuzu yalarız, ama ”siz bildiklerinizi yaşarsanız Allah size bilmedikleriniz de öğretir” buyruğunu anlarsak iki bilinmeyenli denklemin sorunlarının nasıl çözüldüğünü idrak ederiz…

“Biz bu kitapta her şeyi tafsilatlı açıkladık…” “Bu kitap en doğru olana götürür. Sözlerin en güzeline uy, sözlerin en güzeli Allah’ın sözüdür…”Bu kitap bir membaadır anlamak isteyenlere, anlamak istemeyenler ise başka kaynaklar ihdas ederek kitabın eksikliği (haşa) tamamlanmalıdır anlayışındalar, işte bundan dolayıdır ki bunlar kendi yarattıkları Tanrının dini üzereler…

Bazıları çıkar dine reset atılmalı der, bazıları çıkar, kitabın ayetleri yetersizdir, eksikleri sünnette bulalım, onun için 6 hadis kitabı kesin kaynaktır, Buhari dese ki, gök yer, yer gök ben buna iman ederim, Buhari’nin bir hadisine inanmayanın imanı yoktur der… Der de der… Yani herkesin Kitapla vahiyle elçiyle sorunu var ama kimsenin kendisiyle bir sorunu yoktur…”Siz kendinizde olanı değiştirmedikçe Allah sizin durumunuzu değiştirmez…”

“Siz en sevdiklerinizi Allah için vermedikçe kesinlikle iyiliğe hakka doğruluğa kavuşamazsınız…”

Siz günahlardan gereği gibi korunur Allah’tan hakkı ile ittika ederseniz o ummadığınız yerden sizi rızıklandırır doğru ile yanlışın ne olduğunu ayıracak kabiliyeti Furkan’ı size verir…”

“Ey iman ettiğini iddia edenler, niçin yapmadığınız şeyi söylersiniz, Allah katında en sevilmeyen şey yapmadığınızı söylemektir…”

“Siz insanlara iyiliği anlatır durursunuz kendinizi unutur musunuz Kitabı da okuyorsunuz hala aklınızı başınıza almayacak mısınız?”

Burada mealen zikrettiğim ayetler insanlık yaşamının işleyiş kodlarını en güzel ifade ediyor, âmâ biz kalkar bunlar üzerinden yaptığımız çirkeflikleri temizleme gayreti içine girer onunla ilgili ehveni şer gibi yorumlar yaparak kendimizi ve olumsuzluklarımızı meşrulaştırarak sonrakilere iğdiş bir yaşamı armağan etmeye kalkarsak sonrakilere bunları bir kaynak olarak tabi olmaları gerektiğini ifade edersek insanlığın geleceğini karanlıklara gömer zulmün alasını yaparız…

Hak vardır delalet vardır, Tevhit vardır şirk vardır, ilkelerin hudutların arası burası orası şurası olmaz… Ya içi vardır ya dışı amelleri sorgulamak bizim işimiz değildir. Hesapları görmekte Allah’ın işidir. Biz onun adına yeryüzüne hesap dürmek için gelmedik ama doğru hayatın kodlarının ortaya çıkarılması görevimiz, bildikçe sorumluluk artar hesapta ona göre olur...

Biz her dönemin yazılan ve ortaya konulanlarına sadece şu ilkeyle bakalım… Tüm kitapların okunması ve yazılması bir kitabın anlaşılması ve yaşanmasına katkıda bulunmasıdır. Bulunmuyor bizi ondan uzaklaştırıp kendisini kutsallaştırıyorsa atalım çöpe gitsin bari insanların günahlarına katkıda bulunmayalım derim…

Her dönemde Ulemalar başımızın tacı, ulamalar hayatımızın kâbusu, bunlardan kurtulmak ve dosdoğru hakka giden yolun erleri olarak yaşamak dileğiyle, beyin ve yürek sorgulamasına kapı aralamasını rabbimden niyaz ederek, selam saygı muhabbet ve dualarımla her şey gönlünüzce olsun…

 

Bahadır Hataylı/13.02.2022/16.45

Hiç yorum yok:

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!