İnsanlar, kendi elleriyle yarattığı Tanrılarını korumak için olanca güçleriyle çarpışmaktan kaçınmıyorlar… Ama yaratanın Tanrı olarak kabul gördüğü yerde ise mutlu huzurlu herkesin güven içinde yaşadığı bir yaşama şahit olabilirsiniz. Yaratanı, Tanrı olarak kabul ettiğini iddia edenlerin yaşadıkları coğrafyaların tamamı kan revan gözyaşı acı ve keder dolu bir hayata şahitlik etmektedir. Peki, soruyorum böylesi bir yaşamda yaratıcı olan tanrı hayatın neresinde olabilir?
Kendi bölgemizde bile yakından
örneklerini gördüğümüz çatışmalar üzerine kurulmuş bir yaşam var… Çatışmalardan
kurtulamayan huzura hasret kalan bir ortamda, Yaratıcı bu hayatlara müdahale
ediyor olsa, Yaratıcı kendisine inanan kulları gerçekten böyle bir yaşama
mahkûm eder mi asla, Allah kendi dostlarını zillete sokmaz… Eğer zilletin alt
katmanında tabanı delen bir yaşamımız varsa, orada kendi ellerimizle
oluşturduğumuz Tanrıların hükmü geçerli demektir.
Kendi tapındıkları tanrıyı yaratıp,
dinini oluşturup ona da ulamalar yapanlar, bu Allah’ın dinidir bu da Ulemanın
görüşüdür diyerek insanlığa zulüm geleneğini dayatarak çok dindar olduklarını
sanabilirler… Varsın öyle düşünsünler, hakikati anlamak istemedikten sonra…
“Ulema ile ulama “kavramalarının arasındaki farkı çok irdelememe gerek yoktur,
kısaca bir karşılaştırma yaparak konunun anlaşılmasını sağlamak istiyorum…
Ulema, ilim sahibi, hakikatı
hakikatin kendi sınırı içinde olabildiğince tefekkürde sınır tanımadan,
insanlığın yaşamına bir aydınlatma ışığı olmayı amaçlayan, fani dingin sükûnet
sahibi merhametli, şefkatli kullardır. Bunlar bulundukları ortamdaki
gerçeklikler ile bu gerçeklikleri doğru tanımlayan kitap arasındaki ilişkiyi
iyi idrak ederler… Bir gerçekliğin kullanım kılavuzundan bağımsız, o gerçekliğe
yeni bir kullanım kılavuzu oluşturma derdinde değiller. Yani yeni eklemeler
yapmak değildir muratları sadece o gerçekliğin kılavuzunun, doğru okunup
uygulanması yanında dururlar. Kılavuzu okuyabildikleri kadar okurlar,
okuyamadıkları kısımları da okuyabildiklerini iddia ederek kendilerini mutlak
kılavuz haline getirmezler… Ondan dolayı bunlar ulemadır, ışıktır,
aydınlatabildikleri kadar bulundukları ortamda fayda üretirler… Ancak yer ve zamandan
münezzeh olarak kendilerini bulundukları çağın dışına da kılavuz olarak
aktarmazlar.100 yıl önce yaşamışlarsa o günkü problemlerin çözümünde kaynağı
doğru okuyup idrak ederek gerçekliğin kulanım kılavuzuna ulaşırlar. Yıllar
sonra karşılaşılacak gerçeklikler için, bu gerçekliği görmeden o günden
bilmediği bir gerçekliğin kullanım kılavuzunu oluşturup buna göre bunları
çalıştıracaksınız diye bir dayatma yapmazlar. Bu dayatmayı yapmadığı gibi
dönemindeki insanlara bunu ima yoluyla da olsa ifadeden kaçınırlar. Yani ekleme
yok, sadece o günkü yaşamın vahiy içinde duran kullanım talimatını doğru ve
eksiksiz okumaya gayret ederler. Bu gayreti verenlere selam olsun; kendilerini
putlaştırmadan, insanların kendi elleriyle tanrıyı yaratmalarına ortam
oluşturmadıkları için…
Bu ulemalar her zaman ve şartta
ortaya çıkar ve bulundukları ortamdaki gerçekliği çok iyi okumaya çalışırlar.
Yani bugünkü gerçekliğin kullanım talimatını dündeki gerçekliklere göre
yapmazlar… Yer zaman ve şartlar onun kullanımını da beraberinde getirir, dolayısıyla
bu ulema yaşadıkları çağın sosyal fiziki ve kimyasal özelliklerini dikkate
alarak kılavuzu okumaya çalışır. Örneğin şu an kullanmakta olduğumuz mobil
iletişim araçlarının 100 yıl önce üretilmiş olduğunu düşünürsek, ilk çıkan
takoz büyüklüğündeki cihazlar için o gününün ulemasının o araçlar için doğru
okuduğu kullanım talimatını, bugünü görmemiş olmalarına rağmen bugün üretilen
dünyayı avucumuzun içine sokan mobil araçların kullanımı için de onların çok
iyi talimatlar olduğunu iddia edip, bu gerçekliklerde uygulamaya çalışmak nasıl
ki, bunlarının kullanımını mümkün kılmayacaksa, döneme göre kullanım kılavuzunu
kitaptan doğru okuyanlar bugüne o günden okumalar yapmazlar. Onun için, Ulema sadece dönemini okur,
sonrakilere de okumanın usulü hakkında bir yol gösterebilir, âmâ okumanın o
olduğunu mutlaklaştırarak döneminin okumalarını esastan sayıp mutlaklaştırmak
bir tanrı yaratma olur ki, ulema bunu yapmaz.
Ulamalar sınıfına baktığımız zaman bunlar her bulduklarını gerçekliğin kullanım
kılavuzunun eksik olduğunu düşünerek her eline geçeni kitabileştirerek
sonrakilere bağlayıcı bir esas olarak aktarmanın derdinde olurlar. Çünkü onlar
için kılavuzun, dönemin sorunlarını çözüyor olması çok önemli değil, önemli
olan onların ortaya koyduklarının kalabalıklar tarafından çok karşılık buluyor
olmasıdır. Ne kadar karşılık buluyorsa, kılavuza ekleme yapma cüretleri de o
kadar artar. Yani hiç ilaç yazmadan sadece tavsiyelerle iyileşeceğini bildiği
hastasına reçete yazmayan tabibe nasıl ki iyi bir tabip olarak bakılmaz ve onun
hiçbir şey bilmediğine inanılıyorsa toplumda, ulama çok yapanlar, ne bulurlarsa
kullanım kılavuzunun içine katanlarda iyi ulema
olarak kabul görüyor. Oysa onlar sadece ulama yani ekleme yaparak kılavuzun içeriğini değiştirmekteler. O
kullanım kılavuzu, kılavuz olmaktan çıktığı için bugünkü gerçekliği
çalıştırmaktan ve anlamaktan da o kadar uzaklaşır.
Bu kısa örnekler, maksadımızı biraz
olsun izaha yaramıştır diye düşünüyorum. Ulamalar
sınıfı her dönemde Tanrıyı kendilerine göre yaratırlar, oysa ulemalar her dönemde yaratıcının
bahşettiği idrak ile yaratıcının dini üzere yaşamaya çalışırlar… Ulamalar
sınıfının mirası muhteşem bir medeniyet olarak geçmişten günümüze aktarılarak
gelir. Çünkü siyasal iktidarlar, ulema sınıfının inandığı Tanrıdan çok
korktukları için, yaratıcı tanrıyı değil, yaratılmış tanrının buyruklarını baş
tacı yaparlar. Tanrıyı yaratanlarda “ulama”
sınıfı olduğu için bunlar siyasal iktidarlar tarafından hep korunurlar, hatta
onların ortaya koyduğu eklemeler, otorite haline gelir kurumsal bir anlayış
olarak sistematik bir özellik kazanır. Sonrakilere bu sistematik kurumsal
yaratılmış din, gerçek dinmiş gibi yedirilir, insanları hipnoz eder ayakta uyutur
havada uçurur ama hiçbir sorunu çözemez ne suya ne sabuna dokunur. Dolayısıyla
bütün bir insanlığın cünüp gezmesi için resmi yollarla her gün dikta edilir.
Tarihi geçmişi ele aldığımız zaman tüm gelen elçilerin yaşadıkları dönemde
mutlaka ulamalar sınıfı baskın bir sınıf olmuştur. Ama ulemalar ise, hep ulamalar sınıfının yarattığı Tanrının buyrukları
doğrultusunda, ulamalar tarafından ölüm fetvalarına çarptırılmıştır. Ya zindana
atılarak şehit edilmişler ya da sürgüne gönderilerek rebeze çöllerinde rabbi
ile buluşacağı anı beklemiştir.
İnsanlığın yaşadığı bu kadar karanlık
dönemden sonra, yaratılan Tanrıyı yine göklere çıkarıp, onun emirleri
doğrultusunda insanların yaşamasını istemiyorlar mı? İşte o zaman birkaç söz
söylemek üstümüze farz oluyor…
“Ulamaların”
kendi elleriyle yarattıkları tanrının emirlerine göre sizi yaşatmak isteyenler,
sizi gökyüzünde hipnoz edip uçurabilirler, ancak yeryüzünde ölmenizin önüne
geçemezler.
Allah’ın vahyi dışında, yaşamınızı
yönetecek kaynakların olduğunu bu kaynaklara sarılmadığınızda dinden bihaber
yaşayacağınızı anlatırlar. Oysa ben
ancak bana bildirilene uyarım, benim size açıkladıklarım rabbimin bana beyan ettikleridir.
Onların isteklerine sakın uyma, onların doğruyu bulması için, nerdeyse göğe
merdiven dayayıp oradan mucize indirecektin, yeri delip yerden mucize
getirecektin… Sakın bilmeyenlerden olma, senin görevin onları hidayete erdirmek
değildir… İnsanların doğru yolu bulması için o kadar merhametli olan bir elçi
bunlara meyil edince karşılaştığı tablo bu oluyor da, bir yaşamın yeniden
biçimlenmesi için kendince yeni kılavuzlar oluşturduğunda uyarı olmayacak öyle
mi, buna inanan varsa kafasında ne taşıyor ciddi bir cerraha görünsün derim…
Bunu bir tarafa koyalım,”O kendi
yanından size nutuk atmaz, onun söylediği her söz Allah’ın bir vahyidir. Yani
sizin ona atfettikleriniz değil vahiy olan, onun size söylediği Kuranın
kendisidir vahiy olan… Çünkü o kendisine bildirileni anlatmakla mükellef bir
elçidir. Bir ülkenin elçisi başka bir ülkeye kendi devletinin buyruğunu
götürürken ona ekleme yapma çıkarma ve onu yeniden kendi kafasına göre düzenleme
hakkı var mı hayır, işte, elçiye zeval olmaz da buradan gelir. Yani o bir
taşıyıcıdır taşıdığı değerin taşıtanı çok değerli olduğu için onun taşıdığı da
kendisi de değerlidir. Bu özellikler yoksa kim olursa olsun tek başına sadece
insani duruşu ve erdeminden dolayı değerlidir. Ancak bu görevlerin insanı
olunca değeri daha bir fazlalaşıyor, ancak bu onun tek başına değerlerden
bağımsız kutsallaştırılması demek değildir. Kutsalı taşıyan taşıdığından dolayı
değerlidir. Yaratan onu sevdiği için biz de severiz. İnsan olarak zaten
saygımız vardır. “De ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah’ta sizi
sevsin…”Sizi, size hayat verecek şeye çağırdığı zaman ona uyun…”Biz hayat
verecek şeye çağırdığı zaman elçiye uyarız… Hayat vermeyecek şeye o zaten
çağırmaz… O zaman, bu gün bizi hayattan koparan ama Allah’ın elçisine atfedilen
şeylere ben neden ve niçin uymalıyım… Allah’ın Resulüne uymaktan bahsetmiyorum,
konuyu bilmem nereden ele almayalım… Allah’ın Resulü böyle söyledi, şöyle
söyledi diyerek dinin bir emri olarak dayatılıp, ama Kitabın uyandırmak
istediği insanı uyutan sürekli sevap dağıtan, günlere, zamana, yere göre bir
şeyi okumakla cennetteki yerlerini garantileyen, pısırıklaşmış din, Kesinlikle
ve kesinlikle, Allah’ın Resulünün getirdiği din olamaz.
Ulamaların yarattığı Tanrının dini
İle, bizi Yaratan Allah’ın dini arasındaki ayrımı yapmadan nasıl bir hayatı
yaşıyor olduğumuzu anlamakta da zorlanırız… İslam’ın Kaynakları diye bir tasnif
yapmış “ulama” sınıfı, Kitap, sünnet
icma, ümmet kıyas diye ne güzel seriye bağlamış orada var, orada yoksa
diğerinde var gibi… Allah’ın kitabı vahiy, her dönem ve şartta sorunları
çözebilecek bir manifestodur. Öncesi sonrası olmayan evvel ahir batın her yerin
sahibi Allah Yarattıklarının ne zaman ne tür sorunlarla karşılaşacağını
bilmiyor ve kitabı bunlara ışık olmayacak ama bazıları bu eksikliği giderecek
öyle mi? Böyle bir din ve kitap, yaratan Allah’a ait olamaz, o ruhlar âleminde
tüm ruhları yarattığı zaman onların doğacağı koşullara zamana ve şartlara göre
onların donanımını yükledi o donanıma özgü yazılımı da yükledi. Onun için zaman
yoktur, her zaman andır… Dolayısıyla bu kaynak, kılavuz başka yeni bir kaynak
olmayacaksa ki olmayacak, o zaman bu insanlık ve cin âlemi imha oluncaya kadar
bu kılavuz talimat geçerlidir. Bu kılavuzun içindeki talimatı okuyabilecekler
de zamana ortama ve çağa göre değişecek ama kılavuzun kendisi değişmeyecektir.
Hududullah her dönemde aynıdır.
Tüm bunları anlatırken hiçbir
dönemden hiçbir şey alınmayacak gibi bir yaklaşım içinde değilimdir. İnsanlık
tarihi boyunca erdemli insanların hayatlarından ve sözlerinden alacağımız
güzellikler olabilir ancak bunlar kesinlikle bana yüklenmiş olan yazılımımı
değiştirecek ve belirleyecek düşünce ve eylemler olamaz. Yani belirleyici
durumda olamazlar bunlar esas değil sadece bir usul olarak hayatıma etki edebilirler…
Elçilerin kendi yaşamsal örneklikleri onu görüp ondan etkilenenler daha
sonradan gelenler de böyledir. Ancak bir elçinin vahye dayanan söyledikleri
tamamıyla bir emirdir, çünkü yaratıcının buyruğudur orada tercih hakkı olamaz
bağlayıcı hüküm ve kaynaktır. İşte, Ulemalar
dine böyle yaklaştıkları için, onları imha ederek Yaratıcının dini yerine, “ulama”ların yarattığı tanrının dininin
yaygınlaşmasını istediler ve günümüze kadar gelmiş, herkes tarafından da İslam
diye bilinen bu dinin, İslam’ ile yakından uzaktan alakası olmadığı halde bir
de insanlar bununla kurtulacaklarına inandırılmış en acı tarafı da bu olsa
gerek…
Mutlak yaratıcı Allah’ın Kitabı
çağlar öncesi ve çağlar sonrası tüm yaşamların kodlarını içinde barındırıyor.
Ancak biz kalkar da ya burada denklemler yoktur, hani nasıl kitap diye
yaklaşırsak avucumuzu yalarız, ama ”siz bildiklerinizi yaşarsanız Allah size
bilmedikleriniz de öğretir” buyruğunu anlarsak iki bilinmeyenli denklemin
sorunlarının nasıl çözüldüğünü idrak ederiz…
“Biz bu kitapta her şeyi tafsilatlı
açıkladık…” “Bu kitap en doğru olana götürür. Sözlerin en güzeline uy, sözlerin
en güzeli Allah’ın sözüdür…”Bu kitap bir membaadır anlamak isteyenlere, anlamak
istemeyenler ise başka kaynaklar ihdas ederek kitabın eksikliği (haşa)
tamamlanmalıdır anlayışındalar, işte bundan dolayıdır ki bunlar kendi
yarattıkları Tanrının dini üzereler…
Bazıları çıkar dine reset atılmalı der,
bazıları çıkar, kitabın ayetleri yetersizdir, eksikleri sünnette bulalım, onun
için 6 hadis kitabı kesin kaynaktır, Buhari dese ki, gök yer, yer gök ben buna
iman ederim, Buhari’nin bir hadisine inanmayanın imanı yoktur der… Der de der…
Yani herkesin Kitapla vahiyle elçiyle sorunu var ama kimsenin kendisiyle bir
sorunu yoktur…”Siz kendinizde olanı değiştirmedikçe Allah sizin durumunuzu değiştirmez…”
“Siz en sevdiklerinizi Allah için
vermedikçe kesinlikle iyiliğe hakka doğruluğa kavuşamazsınız…”
Siz günahlardan gereği gibi korunur
Allah’tan hakkı ile ittika ederseniz o ummadığınız yerden sizi rızıklandırır
doğru ile yanlışın ne olduğunu ayıracak kabiliyeti Furkan’ı size verir…”
“Ey iman ettiğini iddia edenler,
niçin yapmadığınız şeyi söylersiniz, Allah katında en sevilmeyen şey
yapmadığınızı söylemektir…”
“Siz insanlara iyiliği anlatır
durursunuz kendinizi unutur musunuz Kitabı da okuyorsunuz hala aklınızı başınıza
almayacak mısınız?”
Burada mealen zikrettiğim ayetler
insanlık yaşamının işleyiş kodlarını en güzel ifade ediyor, âmâ biz kalkar
bunlar üzerinden yaptığımız çirkeflikleri temizleme gayreti içine girer onunla
ilgili ehveni şer gibi yorumlar yaparak kendimizi ve olumsuzluklarımızı
meşrulaştırarak sonrakilere iğdiş bir yaşamı armağan etmeye kalkarsak
sonrakilere bunları bir kaynak olarak tabi olmaları gerektiğini ifade edersek
insanlığın geleceğini karanlıklara gömer zulmün alasını yaparız…
Hak vardır delalet vardır, Tevhit
vardır şirk vardır, ilkelerin hudutların arası burası orası şurası olmaz… Ya
içi vardır ya dışı amelleri sorgulamak bizim işimiz değildir. Hesapları
görmekte Allah’ın işidir. Biz onun adına yeryüzüne hesap dürmek için gelmedik
ama doğru hayatın kodlarının ortaya çıkarılması görevimiz, bildikçe sorumluluk
artar hesapta ona göre olur...
Biz her dönemin yazılan ve ortaya
konulanlarına sadece şu ilkeyle bakalım… Tüm kitapların okunması ve yazılması
bir kitabın anlaşılması ve yaşanmasına katkıda bulunmasıdır. Bulunmuyor bizi
ondan uzaklaştırıp kendisini kutsallaştırıyorsa atalım çöpe gitsin bari
insanların günahlarına katkıda bulunmayalım derim…
Her dönemde Ulemalar başımızın tacı,
ulamalar hayatımızın kâbusu, bunlardan kurtulmak ve dosdoğru hakka giden yolun
erleri olarak yaşamak dileğiyle, beyin ve yürek sorgulamasına kapı aralamasını
rabbimden niyaz ederek, selam saygı muhabbet ve dualarımla her şey gönlünüzce
olsun…
Bahadır Hataylı/13.02.2022/16.45
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder