Hayatımızı, hep kendi daşlarımızı yiyerek serüvenimizi
tamamlayarak geldik. Kendimden başlamak istiyorum hayata, ilkokuldaydım nenemin
bahçesinde çok güzel bir dut ağacı vardı, âmâ dut tek beden üzerine yükseliyordu,
dalları ve tırmanma imkânı olmadığı için bir şeylerle vurup dutunu dökmeniz gerekirdi.
Ben de etrafıma baktım bir sırık ya da değnek bulamadım, orada bulunan bir daşı
kaptığım gibi duta attım ve dut beklerken kafama öyle bir darbe yedim ki anlatamam.
Kendimden geçtim yarım saat orada oğundum ve kendime geldiğimde ağlayarak ve
bağırarak etrafa saldırmaya başladım…Kim attı ulan bu daşı çıksın ortaya yoksa
yakarım vs. diyerek küfürler savurmaya başladım ancak kimseyi bulamadım, sadece
kendi sesimi dinledim. Oysa amacım oradan dut yemekti o iştahla oraya o daşı
fırlattım kendi daşımın bana dönüp kafamı yaracağını ve beni ummadığım şekilde
sinirli ve saldırgan yapacağını hiç düşünmemiştim.
Aradan yıllar geçti ve o dutun altına gittiğimde bu olay
aklıma geldi ve anladım ki, o daş benim daşımdı ama ben faili hep dışarıda aradım,
o gündür bu gündür de o acının kaynağını sorguladım, ne zaman ki kendi daşımı
yediğime inandım işte o zaman rahatladım ve kendime geldim.
Şöyle bir bakıyorum da sanki ülkemizin kaderi de benim
kaderim gibi hep kendi attığı daşlardan kafası yarılıyor ayağa kalkamaz hale
geliyor ama kim bu daşları attı diye hep başkalarını arıyoruz. Yıllardan beri
herkes dut yemek(!) için öyle daşlar attılar ki, dutları döktü taşlar, ama dut
kalmayınca daş atmaktan da bıkmayınca, atılan daşlar dut dökmeyince, döndü
kafalara çarptı o acılarla sinirli ve gaddar bir halde kim bu daşları atıyor,
biz görmüyoruz ama birileri bu daşları atıyor diye bağırmaya başladık…Oysa yediğimiz
birinci daşın acısı geçince kendimize gelsek anlayacağız hep kendi daşlarımızı
yediğimizi ama nafile…
Ben anladığımda gençliğimin sonu, düşünmeye başladığımda güz
mevsiminin sararmış ve yavaş yavaş dökülmeye başlayan yaprakları gibi yerimde
durmakta zorlandığım zaman oldu. Neden kendi daşımı yediğimi hiç düşünmek
istemedim diye hep hayıflandım, oysa kendi daşımın bana zarar vereceğini o gün
anlasaydım belki daşın nasıl ve nereye atılacağının yolunu öğrenmiş olacaktım,
ya da o işlerin daşla olmayacağını çözecektim. Ne bileyim hayat, insan
anlamaktan bitap düştüğü zaman sanıyorum pişiriyor da, herhalde gideceği yere
yaklaştığında kendi iç alemi ile hasbihalini yaparak vicdanen rahatlamasına
sebep olabiliyor olabilir.
Neyse fazla uzatmak istemiyorum aslında, âmâ biz toplum
olarak hep kendi attığımız daşlar, istediğimiz yemleri bize dökmeye gücü
yetmediği zaman neden acaba neden, başımıza düşen taşların başkalarının attığı
daşlar diye kendimizi avutuyoruz. Benden bir hatırlatma olsun istiyorum
yaşadığım hayattan elde ettiğim tecrübemi paylaşıyorum, bilirsiniz tecrübe
hayatta yenilmiş ve yaşanmış kazıkların bileşkesidir.
Yönetim mekanizması kendi menfaatleri için attığı daşları
kafasına yedi, bu daşlar acaba nereden geliyor diye bağırıyor, toplumun attığı
daşlar dut dökmüyor kendi kafasına geri dönüyor, bunlar da o dutun arkasında
mutlaka sürekli bize daş atan biri var diye kendini avutuyor…Be arkadaşlar hala
anlamayacak mıyız kendi daşımızla vuruluyoruz, bu kafayla bu daş bizim beynimizi hep ezecek,
bir kendimize gelelim; atmadığımız daş bize olumsuz dönmeyecek en azından
kimden ne kadar daş atıldığını göreceğiz.
Ben kendi daşımla vuruldum o kendi daşıyla vuruldu, sen kendi
daşınla vuruldun, biz kendi daşımızla vuruluyoruz, siz kendi daşınızla vuruluyorsunuz,
onlar kendi daşlarıyla vuruluyorlar, Neden bu kadar daş yemeye alıştık…
Attığımız daşlar ürküttüğümüz kurbağayı değmeyecek ama
kendimizi yok edecek neden bu kadar daşlamaya ve daş yemeye alışkanlık yaptık
acaba bir görüşü olan var mı dersiniz…?
Erol KEKEÇ/06.11.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder