Kerbala Çölü... Sıcak kumların üzerinde bir avuç insan, tarihin en soylu direnişini yazmaya hazırlanıyordu. Karşılarında yüz bin kişilik bir ordu, zulmün simgesi Yezid’in emirlerini yerine getirmek için bekliyordu. Ancak bu sahne, yalnızca fiziksel bir savaş değil, hakkın ve batılın çarpışmasıydı.
Hz. Hüseyin’in cesareti, imanının derinliği ve vakarının asaleti, düşman ordusundaki en katı kalpleri bile sarsıyordu. Yezid'in gönderdiği askerler, dünyalık menfaatler uğruna bu kutlu şahsiyeti susturmayı planlıyordu. Ancak bir insan vardı ki, kendi vicdanının zincirlerini kırarak bu zulmün parçası olmayı reddetti: Hürr bin Yezid er-Riyahi.
Hürr, Yezid’in ordusunun komutanlarından biriydi. Kerbala’ya gelirken ordusunun başında büyük bir güçle yürümüş, Hz. Hüseyin’in yolunu kesmişti. Ancak Hüseyin’in sözleri, onun ruhunun derinliklerinde fırtınalar kopardı. Hüseyin, karşısındaki komutana dönüp, yumuşak ama kararlı bir sesle şöyle dedi:
"Ey Hürr! Sana iki yol sunulmuştur: Hakkın yolu ya da batılın yolu. Benimle savaşmak seni asla kurtuluşa erdirmez, yalnızca kalbine karanlık bir gölge düşürür. Ama Allah’ın yolunu seçersen, işte o zaman gerçek hürriyeti bulursun.”
Hürr’ün elleri titredi. Bu cümle, onun kalbine bir ok gibi saplanmıştı. Bir yanda Yezid’in vaat ettiği dünyalık nimetler, diğer yanda Hüseyin’in temsil ettiği hakikat... Gözleri doldu, dizlerinin üzerine çökerek, “Ey Peygamber’in torunu! Ben nefsime yenik düştüm ama şimdi sana teslim olmak istiyorum,” dedi. Hüseyin, onun bu içten dönüşünü rahmetle karşıladı. Hürr, o andan itibaren Hüseyin’in safında yer aldı ve Karbala’da onunla birlikte şehit oldu. Hürr’ün bu dönüşü, imanla hürriyet arasındaki güçlü bağı bir kez daha gösterdi.
Karbala’da Hz. Hüseyin ve beraberindeki 72 kişi, zulme karşı baş eğmeden şehit oldular. Ancak onların kanı, kumlarda kaybolmadı. Kerbala’nın rüzgarı, bu kanı dünyanın dört bir yanına taşıdı. Bu kan, her çağda zalimlerin tahtını sallayan birer ateş damlası oldu. İşte bu yüzden, Kerbala yalnızca bir olay değil; tüm insanlık için adalet, direniş ve hakkaniyetin sembolüdür.
Bugün dünyanın farklı köşelerinde yaşanan zulümler, Kerbala’nın yankısını tekrar hatırlatır. Filistin’de bombaların altında ağlayan bir çocuk, Suriye’de ailesini kaybeden bir anne, Yemen’de açlıktan kıvranan masum bir bebek… Hepsi, Kerbala’nın rüzgarıyla seslenir: “Zulümle abad olanın sonu yoktur.”
Tarih boyunca zalimler, hakikati susturacaklarını düşündüler. Ancak Firavun’un tuğyanı nasıl ki Musa’nın asası karşısında mağlup olduysa, Nemrut’un ateşi nasıl ki İbrahim için serin kılındıysa, bugün de zalimlerin sonu yakındır. Siyonist İsrail ve onun hamisi Büyük Şeytan ABD, mazlumların gözyaşlarını dikkate almazken kendi sonlarını hazırladıklarının farkında değiller. Bombalar, duvarlar ve silahlarla susturulmaya çalışılan halklar, gün gelecek bu zulmün hesabını soracaktır.
Bu ayet, Kerbala’nın hikayesini bugüne taşır. Hz. Hüseyin’in kanıyla yazdığı hakikat, zalimlerin tahtını sarsmaya devam ediyor. Ve o gün yakındır; mazlumların sesi, zalimlerin sessizliğini boğacaktır.
Ey zalimlere korku salan rüzgar, Kerbala’nın şahitleri olarak seninle haykırıyoruz: Zulümle abat olunmaz! Kerbala, her birimize adaletin safında durmayı öğreten bir okuldur. Hüseyin’in vakarını, cesaretini ve imanını rehber alarak, bugünün dünyasında hakkın yanında yer almak boynumuzun borcudur.
Erol Kekeç/13.12.2024/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder