“Ruh ve beden arasında nasıl bir ilişki olduğunu ve ruh olmadan bedenin nasıl bir özellik taşıdığını anlamak için ruhun beden üzerindeki fonksiyonunu anlamak gerekir.”
“Ona düzgün şekil verip kendisine ruhumdan üflediğim zaman,
onun için(bana) secde edin.” Hicr:29
“Sana ruhtan soruyorlar, onun bilgisi rabbimin katındadır.” Uyarılarını dikkate alarak ruh
hakkında kesin budur şeklinde bir açıklama yapmak haddimize değildir. Ancak
ayetlerdeki ruh hakkında açıklamalara dikkat ettiğimizde, ruhun bir akım enerji
gibi, nesneleri anlamlandıran ve onlara canlılık kazandıran Özsel, gözle
görülmeyen bir akım olduğunu anlayabiliyoruz. Ecelleri gelenlerin ruhunu
aldığımızda onlar ölürler, uykudayken de zaten ruhunuzu alırız, vakti
gelenlerin ruhunu bir daha vermeyiz ama vakti gelmemişlerin ruhunu bağışlarız
onlar yaşamlarına kaldıkları yerden devam ederler. Bu anlatımlar, Ruhun bedene
anlamlandıran bir enerji olduğu ortaya çıkıyor. Zaten günlük yaşamlarımızda da
çoğu zaman hareketsiz, pasif, yerinden kalkmayan bön bön bakan ve hiç ilgi
uyandırmayanlara da ne ruhsuz birisin dendiğine şahit oluruz. Demek ki, ruh
olmadan beden anlamsız bir nesne olmanın ötesine geçemiyor. Bedene anlam
kazandıran, ondaki ruh olduğu anlaşılıyor.
Zaman ilerledikçe ruhsuz bir çağa doğru sürüklendiğimizi
artık görmek zorundayız. Yaşam alanlarında kümülatif olarak biriken ve artış
gösteren, yaşamı kolaylaştıracağını sandığımız üretimlerin neredeyse tamamı,
insanlık için ruhsuz bir ortam oluşturmaya başladı. Bir resmi, güzel kılan ve
insanlar tarafından değerli bulunması resmi yaparken kullanılan boyaların renk
tonu kullanılan fırça ve ressamın şahsından kaynaklanmıyor. O şekle bir
canlılık kazandıran ve insanların ona hayretle bakmasını sağlayan onun özüne
yüklenilen, yaşayan bir varlık kılmasa da sanal ruhtur. Yani ruhsuz bir
varlığın güzelliğini, değerliliğini iddia etmek bir anlam ifade etmiyor. Ondan
dolayıdır ki, ruhun yaşamda anlamını kavramadan, gittiğimiz her yolculuk
karanlık bir nesnesel hayata varış olacaktır.
Çağımızın kümülatif birikimlerini çok değerli bulmak ve onun
yaşamda olmazsa olmaz olduğunu iddia ederek, onların gölgesinde bir yaşamı
düşleyerek onun dışında var olmanın mümkün olmadığına inanmak, yaşadığımız
evreni ruhsuz bir varlık olarak tasavvur etmekten farksızdır. İnsanın, böylesi
ruhsuz bir yaşamın içinde, oyuncak maskota dönmesi, kendi ruhuyla olan
bağlarını koparmasıyla ancak ilişkilendirilebilir. Çünkü uykuya dalanların
ruhları bulundukları bedeni terk ediyor, hayal ve düş gibi gündüz uykuları da
ruhun bedenden uzaklaşarak, sadece alışkanlık haline gelmiş ve bir nedenselliğe
göre hareket eden varlık ortaya çıkarır. Böylesi varlıkların yaşıyor
olduklarını sanması da apayrı bir sorgulama konusudur. Hakikatle yüzleşemeyen,
hakikatle hakikat olmayan arasındaki ayrımı yapamayan, gözleri kulakları
kapalı ayrım yapabilecek vicdani duyarlılığı kaybolmuş varlıklar, ruhsuz
yaşarlar.
Ruhun bir akım enerji olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Evet bu
akım kesildiği an, etraf birden kararıyor ve karanlıklardan hangisinde akımın
olduğunu sorgulamak, bizi ruh taşıyan bir yaşama kavuşturmuyor. Yaratıcı
kâinatın tek sahibi, her zaman her yerde hazır ve nazırdır. İşte yaratan, o
canlı ruhundan üflediği an ya da kendisinden bir akım gönderdiğinde kainattaki
varlıklar canlılık kazanıyor ve bir anlam buluyor…Bu anlamlılığın devam etmesi
için, yaratıcıyla akım geçişinin devam etmesi gerekir. Yaşadığımız evrende her
gün bir akım kapanıyor ve etraf kararıyor, buna rağmen hala bizler ruhun
kaybolduğu yaşamda canlılık ve güzellik arıyoruz. Sahiden buna ulaşacağımıza ne
kadar inanıyoruz. İnsan kendi yaşamını kolaylaştırmak için yaşam alanı içinde
ürettiği, malzemelerde bir aksilik ve beklenilen görevi yerine getirmediği
zaman kılı kırk yarıp sorunu bulmaya çalışıyor. Ancak kendi varlığının
kararmasına sebep olan sorunların, hangi alandaki akımın durmasından
kaynaklandığını anlamak istemiyor. Peki soruyorum, kendini aydınlatacak enerji
akımlarının geçtiği yerler kapanmışsa, bu enerjiye ulaşmadan, insan bu ruhsuz
haliyle, nasıl ruh taşıyan, hangi hayata ulaşmayı düşünebilir…
Allah, kendinden uzaklaşanları, kabirdekilerle aynı tutuyor.
Kabirde olanlar ruhu alınmış bir ceset yığınıdır. Onların hareketi, düşünmesi,
sorgulaması, yaşama yön vermesi, kendi ihtiyaçlarını gidermesi için bir
fonksiyonlarının olması imkansızdır. Yani harekete geçiren enerji akımının
bağlantıları kopmuştur. Dolayısıyla onların yaşama katacağı hiçbir katkıları
olamaz. Konunun anlaşılması açısından, Allah’ın Örnekleri seçimi çok harika,
siz düşünesiniz diye size böyle örnekler veriyorum diyen Allah, insanın ruhuyla
var olması için ne kadar merhametlidir. Ruhsuz varlıkların evrenimizi kapladığı
ve doldurduğu bir çağda bize düşen asıl görev ruhumuzla ayağa kalkabilecek bir
duruşa sahip olmaktır. Allah ile tüm bağlantı yollarını kapamış olanların
bedensel varlıklarına bir akım ulaşmadığı için onlar ölüler gibidir. Ölüler
kendilerine faydası yokken size nasıl faydası olabilir. Ondan dolayıdır ki,
yaşadığımız evreni ve kendi varlığımızı yeniden ele alarak hangi noktada
tıkanmanın olduğunu ve enerji akımının neden gelmediğini doğru tespit ederek o
akımın geçmesini sağlamalıyız. Ondan sonra bir canlılık gelecek, sorumluluk
aşılarımız bizi diriltecek, etrafa aydınlık saçacağız; aksi durumda
karanlıklarda kalan bir nesneden farkımız olmayacak.
Ruh kavramı bazen öyle
anlamsız ifadelerle yaşam içinde kullanılır ki, bu anlamsızlığa bir tanım yapamazsınız.”
Nedir öyle ruh gibi ortalıkta dolaşıyorsun derler…” Ruhun ne olduğunu nasıl var
olduğunu bilmeyenlerin, olumsuzlukları ruhla izah etmek istemeleri de apayrı
bir muamma…Tüm kâinata canlılık ve hayat veren Ruh olmasına rağmen, bizler
ölülerden farkı olmayanları nedir öyle ruh gibi dolaşıyorsun diyerek tenkit
ederiz. Bu da şunu açıkça ortaya koyuyor, biz hakkında bilgimiz olmayan şeyleri
alçaltmakta ve onu hafife almakta çok mahir davranıyoruz. Oysa hakkında
bilgimiz olan ne kadar basit olduğunu bildiğimiz, anlamsız ve yok olacak
olanları da o kadar çok yüceltip anlam veriyoruz ki, sanırsınız bu
yücelttiklerimiz hayatın kendisi…Ondan sonra da tüm mücadelemiz onlar adına
olur ve devam eder. “İnsanlar önlerinde bulunan gözle gördüklerine o kadar
aldandılar onun peşine düştüler ki, arkalarındaki büyük günü unuttular…” Bu
ayetteki vurguya da baktığımızda geçici, gözle görülenler değerli bulunurken
hakkında bilgimiz olmayan ama mutlak gelecek olan o gün için o kadar ehemmiyet
vermiyoruz.
Ruh ile beden ayrıldığı zaman, geçici ve birkaç gün sonra
farklı varlıkların geçim kaynağı olacak maddesel yanımız olan bedene o kadar
değer veririz ki, onu nerede nasıl saklayacağımızın bile hesabını yaparız. Çünkü biz o bedeni
gözle gördük, ondan dolayı onunla haşir neşir olduğumuzdan, onun için de ona
anlam kazandıran o ruhun ne olduğunu hiç düşünmeyiz ve onunla ilgili de pek konuşmayız.
Çünkü onu bilmiyoruz, oysa o ne kadar güzel anlamlı bir yaşamın sahibi bir
ruhtu, hiçbir zaman akımda sorun yaşanmadı, hep apaydınlık bir ortamda, toprağa
verdiğimiz bu bedeni yaşattı. Ruh, ilk sözleşmedeki ahdine ne kadar sadık
kalmış ki, Böyle güzel yaşam bıraktı diyemiyoruz.
Kâinatın her yanına her an akım geçiyor, bu akımdan
faydalanmak isteyenler doğrudan Allah’tan alarak ilhamı kâinatın göbeğine koyar
insanlığı…Böyle bir düşüncesi olmayanlar da madde olarak varlığını koruduğu
zaman yaşadığına inanır ve öyle noktalar, bu kısa mesafeli koşuyu…
Ruh bunalıp kararıp ve akım geçmez olup kireçlenme olursa,
dünya yaşamımız anlamsız karanlıklara gark olur…Ondan dolayıdır ki, Ruhumuzdan
ayrı yaşadığımızı sandığımız, bedenlerimizle mukavelemizi düzgün yapalım onu
yalnızlığa ve yetimliğe terk etmeyelim…Bu bizim elimizde tek yapmamız gereken
Ruhumuza dönerek yaşamaktır. Ruh ve beden ayrı yerde olursa yaşayan bir
insanlıkla değil, ölmüş bir ortamla iç içe oluruz. Huzur ruhta, ruhumuzu
bedenimizle buluşturalım, göreceksiniz o zaman insanlık huzurun Nirvana’sına nasıl
çıktığını.
Son olarak bu konunun önemini çok iyi kavradığına inandığım
Kızılderili, kabile reisinin söylediği şu anlamlı sözü konuyu daha iyi
anlamamızı sağlayacaktır umarım. Amerika’da, doğayla iç içe yaşayan, ruhları
tertemiz kızıl deriler için, toplu konut idaresi bir karar alır ve onları belli
bir yere yerleştirerek rehabilite edeceklerini ve topluma uyumlu hale
getireceklerini düşünürler. Bunun için Kızılderililere belli bir bölgede yüksek
katlı binalar yaparlar ve Kızılderilileri oraya korlar o bölgede yaşamalarını
isterler. Belli bir zaman sonra Kızılderililerin huzuru bozulur birbirine
düşerler, hastalanırlar ve toprakla buluşacakları yerlere gitmek isterler,
çünkü ciddi bir travma yaşamaya başlamışlar. Bu durumdan rahatsız olan Kabile
Reisi, bir gün Toplu konut idaresi başkanın huzuruna çıkar ve ona der ki;
Efendim sizler bizim için güzel konutlar yaptınız, bizi bu konutlara
yerleştirdiniz, sizlere çok teşekkür ediyorum kendim ve kabilem adına; ancak
bizler buraya geldiğimiz günden beri hastalıklardan kurtulamıyoruz, üyelerimiz
saldırganlaştı, huzurumuz bozuldu, bunun için eski yerlerimize ve
topraklarımıza gitmek istiyoruz der. Bunu anlamakta zorlanan başkan düşünürken,
Reis der ki, bizim bedenimiz ruhumuzdan ayrıldı, ruhumuz dağlarımızda kaldı,
siz sadece bedenimizi buraya getirdiniz, oysa bizim bedenimiz ruhumuzdan
ayrılınca ancak çürümeye mahkûm olur. Onun için bizler Ruhumuzun yaşadığı yere
gideceğiz. Ruhumuzdan ayrılarak yaşayamayız bizi mazur görün der ve müsaade
ister…
Bize yapacağınız en büyük iyilik Ruhumuzun yaşadığı yere bizi
götürmenizdir, biz ancak o zaman özgürlüğümüze kavuşuruz ve insanlığımızı
anlayarak yaşarız. İşte, günümüzün materyalist anlayışı insanlığı Gerçek ruhtan
kopararak, ruhsuz bir dünyanın içinde diri diri mezara koyma mücadelesi
veriyor, bizler de ne kadar ileri gittiğimizi sanarak kendi imha sürecimizle
ilgili ortaya konulan yanlış algı karmaşasına onay veriyoruz.
Allah’a rağmen Allah’tan bağımsız yeryüzünde cennet kurmak
isteyen anlayışların hepsi tarihin ve insanlığın çöplüğüne gömüleceğinden hiç
kuşkunuz olmasın…Ya ruhumuza döner yeniden yaşamaya başlarız, ya da bedensel
hazların peşinde yuvarlanır ruhsuz bedenlerimizle insan olduğumuzu
sanırız…İnsan olmaya ve yeniden dirilmeyedir bu davet…
Selam ve iyilik dileklerimle kalın sağlıcakla…
Erol
KEKEÇ/01.06.2023/14.03.Namazgah: İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder