Müslümanların yaşam alanında yaptıkları en büyük yanlışlardan biri, kapitalist sistem içinde yaşayarak, kendileri olarak kalacaklarını sanmasıdır. Günlük yaşamınızı belirleyen kurallar ne ise düşünce sistematiğiniz de ona göre biçimlenir. Dolayısıyla Marks’ın alt yapı üst yapıyı belirler yaklaşımı da tam bunu açıklar. İslam’ın ilk dönemlerine baktığımızda Allah’ın Resulü Medine de sosyal yaşamın oluşması için, öncelikle bir Pazar piyasası oluşturdu. İlk Pazar tezgâhları Yahudiler tarafından yakılınca, kendilerine özgü bir Pazar oluşturdular. Bu pazarın koşullarını da yine kendi değer sistemleri doğrultusunda belirlediler.
Toplumsal yaşamın devam etmesi için
herkesin, organizeli hiyerarşik kamu otoritesinin bir memuru olarak
çalışmasının imkânı olmayacağına göre, sivil ortamda çalışarak yaşamını devam
ettirmesi gerekir. Bunun için Medine pazarı Müslümanların yaşamında belirleyici
bir ışık olmalıdır. O Pazar Piyasasının oluşum dinamiklerini dikkate almayan,
Müslümanım diyenlerin hepsi, kapitalist yaşamın sağmal inekleri haline
gelmelerine rağmen, kendilerini Müslüman bir piyasada yaşıyor sanabilirler.
Müslüman olmak, bir sorumluluk sahibi olmayı ve dünya yaşamına dair bir ihtiyaç
hiyerarşisi oluşturmayı gerekli kılar. İhtiyaç hiyerarşisi olmadan, sadece
kazanım üzerine oluşan bir anlayış kapitalizmin çok istediği bir tavırdır.
Kapitalizmin mimarı, İlahi buyruğu çiğneyen İblistir. Çünkü İblis, cennette
sürekli kalabilmeleri için, Âdem ve Havva’yı cennetten uzaklaştırdı. Onlarda bu
hissi uyandıran iblis olsa da onlar Rahman’ın uyarısına dikkat etmediklerinden
sınırsız arzu ve isteklerinin kurbanı oldular. İblisin bu yaptığının onun ilk
ve son işi olmayacağını bilen rabbimiz der ki,” Ey Beni âdem İblis sizin
atanızı saptırdığı gibi sakın sizin de başınıza bir bela getirmesin, ona
yönelmeyin sadece bana kulluk edin işte dosdoğru yol budur.”
Bu uyarı aslında bir toplumun inşa
edilme temellerini de belirliyor. Toplumsal yaşamın devamlılığı için, sınırlı
sorumlu ilkeleri olan, herkesin huzur bulduğu, insanlık değerlerinin korunduğu
ve insanın kutsallığına bir gölgenin düşmediği yaşam olmalıdır. Bunun oluşması
için iktisatın çok iyi düzenlenmesi ve kimseye haksızlığın olmaması şarttır.
Ekonomik ifsadın olduğu bir yerde başka değerleri koruma ve onların varlığını
devam ettirme imkânınız olamaz. Ekonomik yaşamdaki bozulmanın, tüm yaşamı
karartacağı bilinmek zorundadır. Bunun için Allah’ın Resulünün ilk icraatı,
Medine pazarını kurmak ve pazarın çalışma kurallarını belirlemek olmuştur. O
Pazar, bu günkü anlamıyla Pazar olarak anılsa da yaşamın devamı için gerekli
tüm ihtiyaçların alınıp satıldığı piyasanın adıdır. O piyasanın koşullarını
kendi çıkar ve menfaatlerini arttırmak için bozmaya çalışanlar pazardan
atıldığı gibi, ticari ortamdan da uzaklaştırılarak cezalandırılmıştır.
Yahudilerin yaptığı oyunlar bunlara en güzel örnektir, o zaman ki pazarda…
Başka yerlerden gelen ticaret
kervanları pazar dışında, önemli kişilerle görüşerek, mallarını bir kişiye
satarak, piyasayı o şahsın belirlemesine ortam oluşturamazlardı. Böyle davranan
tacirler o piyasaya bir daha girme şansını kaybeder, böyle kurnazlık yapmaya
çalışan bir satıcı da cezalandırılırdı. Her şey açık bir ortamda olur ve
insanlar bu piyasadan mallarını alıp ihtiyaçlarını karşılarlardı. Allah’ın
elçisi (sa.) şöyle söylüyor:” Hiçbiriniz gelen bir kervanı şehir dışında
karşılamasın. Şehirli köylü namına satış yapmasın” (komisyonculuk). Kervanın
karşılanması demek; tüccarın şehir dışına çıkarak mal sahiplerini karşılaması
ve şehre girmeden mallarını satın alması ve tekrar şehre dönerek insanlara
satmasıdır. Bu kadar açık seçik bir hayatın günümüze yansıyan şekli,
kapitalizmin kölesi olmuş kültür armağan etmek mi olacak…
Medine pazarında yetişmiş doğruluğun
eminliğin ne olduğunu çok iyi anlayan tüccarlar eliyle İslam, dünyanın dört bir
yanına taşındı ve bu tüccarların güvenirliliğinden etkilenen başka toplumlar da
İslam’la tanıştı. Ancak bize gelen şekliyle baktığımızda İslam’ı kabul ettirmek
için cihat yapıldığı ve savaşların da genellikle İslam’ı kabul etmeyenlere
karşı olduğu söylenir. Bu tamamıyla bir oyun ve İslam’ın gölgede bırakılmak istenmesinden
başka bir şey değildir. İslam’da savaş zalim yönetimlere karşı olmuştur.
İslam’ı kabul etmek isteyen toplumlara baskı kuran ve halkın İslam’la olan
diyaloğunu yok etmek için halk ile İslam’ın mesajı arasına duvarlar ören
yönetimlerin bu duvarları yıkması istenmiş, duvarları yıkmamakta kararlı
olduğunu ve zulmünü devam ettireceğini ortaya koyunca onlarla savaş kaçınılmaz
olmuştur. Ancak tarihi süreç baştan uzaklaştıkça bunlar ganimet savaşına kadar
gitmiştir. İslam, savaşlarla başka toplumlara ulaştırılmamış, tacirlerin
ticaret kervanlarıyla gitmiştir. Bu mantık ve yaşamın kodları doğru okunduğu
zaman Müslümanların içinde bulunduğu bu sisli havalar yerini aydınlığa
bırakacaktır. Aksi taktirde bu karanlık sisli havalar bu coğrafyayı hiç terk
etmemekte kararlı olacaktır.
Allah, malın mülkün bir elde
toplanarak onun eliyle insanlara aktarılmasını asla istemiyor. Malın paranın
insanlar arasında dolaşmasını istiyor. Öyle olduğu zaman herkes o malın
dolaşımından yaşamını devam ettirecek imkanlar elde edecektir. Ama belli
ellerde toplandığı zaman, herkesin o mallara ulaşma imkânı olmayacaktır. Bu da
insanlar arasında sorunların oluşmasına ve huzurun bozulmasına sebep olur.
Karun’un sarayının köşkünün örnek verilmiş olması, bir toplum oluşumunda
toplumun terbiyesinin nasıl olması gerektiğini anlatmaktan başka bir şey
olabilir mi? Karun gibi belli kişiler oluşturmak toplumda ifsadın oluşumunu
sağlar. Onun için Yüce Yaratıcı insanın bu zaafını bildiğinden, mal yığarak,
kendini malıyla tanımlayan insanların topluma örnek olmasının önüne geçmek için,
bizlere o örnekleri en ince ayrıntısına kadar anlatmaktadır.
Müslüman bir toplumda tüketim malı
durdukça değer kazanmaz, yıpranır aşınır ve değer kaybeder, onun için insanlar
mülkiyet edinerek ondan kazanç sağlama yoluna gitmezler. İnsanların kazançları,
emeklerinin karşılığı olan ve hareketli piyasada dolaşımı sağlanan mallardan
elde ettikleridir. Piyasada, insanlar arasında dolaşımı olmayan malların, belli
ellerde toplanarak o malların kiralanması ve piyasayı belirleyenlerin de bu
mallara sahip olanların olduğu yerde toplumsal yaşam kararır. İnsanların doğal
ihtiyaçları olan evleri ve aile bireylerinin oturması gereken konutları
dışında, ayrıca tacir olanların kendi ticarethaneleri dışında mülkiyet alıp onu
biriktirmesi önlenmelidir. Yatan mallardan yani arazi arsa ev dükkân fabrika
gibi yerlerin kazanç sağlamak için yapılmaması gerekir. Bir inşaatçının yaptığı
binalardan para kazanması bir ticarettir. Ama bir mülk zengininin birçok iş
yerlerini alarak onları kiraya verip piyasayı da kendisinin belirlediği bir
yerde onlardan para kazanması bir ticaret değil tefeciliktir. İnsanların alım
gücü yükselmeden, tekelleşmiş mülkiyet zenginlerinin kendi istekleri
doğrultusunda Piyasanın koşullarının belirlenmesi kiraların arttırılması,
ekonomik yaşamın altını üstüne getirdi. Ticaret yapmadan ellerindeki mülkleri
insanlara kiraya vererek oturduğu yerden para kazanma ortamı oluşturanlar,
kapitalist yaşamın bir belirleyeni olarak yaşamdan uzaklaştırılmalıdır.
Bir toplumda ev dükkân vs.
mülkiyetlerin yapılması ve dolaşımı ihtiyaçlar belirlenerek, ihtiyaçların biraz
fazlası olarak her yıl piyasaya sunulmalıdır. Bu sunumlar el değiştirmeli ve
alanlar satmak için almalı ve karını koyarak satışı sağlanmalı, birilerinin
oturduğu yerden para kazanması için, paranın dolaşımdan alınıp, mülkiyete
aktarılması, piyasanın daralmasına ve toplumsal dengenin bozulmasına yol açar.
Bu dengesizliğin oluşumunda, ortamı insanlara sunan yönetimler etkili olur.
Yönetimler bu uygulamalarıyla, işsizliğin artmasına işyerlerinin kapanmasına,
insanların düşük alım gücü ile çok pahalı malları almak zorunda kalmasına neden
olurlar. Birileri sürekli kazançlarına kazanç katarken, üretimden yana olanlar
ezilirler, insan çalıştırmayı değil, farklı yollarla kazançlarını artıracak
yollar aramaya başlarlar. Sonrasında piyasada emek açısından çok ciddi bir arz
oluşur ama bunları karşılayacak talep oluşturulamadığı için toplumsal
dengesizlik ve kaos ortamları oluşmaya başlar. Çünkü piyasanın dengesizliği,
birbiriyle ilişkisi yokmuş gibi görülen problemlerin birlikte kaynamasına yol
açar. Üretici firmaların girdileri ve üretimi sağlayıcı enerji ihtiyaçlarına
gelen sürekli artışlar, düşük karla mal üretmeyi ya da çalıştırdığı insanların
ücretlerini kısmayı beraberinde getirir. Çalışacak emekçi insanlar, sürekli
değişen piyasa koşullarındaki farklılaşmayla alım gücü azaldığından
ihtiyaçlarını karşılayamayacağı için, birçok iş tekliflerine sıcak bakmayacak
duruma gelir. Üretim için ihtiyacı olan, çalıştıracak elaman bulmakta
zorlanırken, çalışacak kişi ihtiyacını karşılayacak alım gücünü karşılayacak iş
arayarak işsiz kalır. Dolayısıyla hem eldeki üretim araçları istihdam edilmez
hem de emek gücü üretim dışında kalır. Toplumsal yaşam mekanizması yavaşlar,
hayat farklı kulvarlara kayar. Aileler sarsılır, ahlaki çöküntü oluşur, illegal
örgütlenmeler ortaya çıkar, emeksiz kazanım yolları meşru zeminler yaratmaya
çalışır. Ferdi ve toplumsal psikoloji etkilenir, toplumsal travmalar çoğalır.
Değerlerin bağlayıcılık gücü etkisini kaybeder ve tam da kapitalizmin
oluşturmak istediği ortamın zamanı yakalanmış olur. Biz toplum olarak
kendimizle ilgili problemlerimizi doğru okuyarak, nedenleri gerçekçi saptayıp
ona uygun çözüm denklemleri oluşturmadığımız sürece, gelecek beklentilerimizin
bir hayalden ibaret olduğunu bilmemiz iyi olur.
Son bir yıl içinde sonuç olarak
karşılaştığımız problemli tablo, yıllardır uygulanan yanlış ve inatçılık
üzerine oturan arzu ve isteklerin ekonomik olarak bizi getirdiği sonuçtur.
Zenginlerin sayısındaki artış ve mülkiyeti ellerine alanların kazançlarını
toplumun genelinin bir kazanımı gibi topluma pompalayan algı, bu karanlık
süreçte neden tökezlediğini idrak etmediği zaman bu karanlık yaşamın
sürekliliğine katkı sunmuş olacaktır. Benim söylemek istediğim çok şey var
ancak bu makalenin içinde hepsine yer vermeyeceğim, Medine pazarının oluşum ve
işleyiş kurallarını doğru idrak edenler, çok ekonomi bilgisine sahip olmadan bu
ülke ekonomisini düze çıkarır. Aksi taktirde halkın sırtındaki ağırlığı daha
bir arttırarak, halkı yaşamından bıktırır duruma getirir. Şunu iyi anlamamız
gerekir ki, üsten gelen basınç ne kadar artarsa toplumsal yaşamdaki karşılığı
çok tazyikli akmak olur.
Günü kurtarmak için yapılacak politik
açıklamaların, gerçekle yakından uzaktan ilgisinin olmaması, yönetim
birimlerini çok kuvvetli bir selle suyun dışında karaya bırakır. Karada kalan
bir yaprak gibi kopuşun, yaşama yeniden kavuşması mümkün olmayacağı için,
yaşamın içindeki canlılığın korunması gerekir. Tekrar söylüyorum, dolaşımdan
kalkan malın mülkün paranın belli ellerde toplanarak onların gelirlerini
hesaplayarak, Milletin gelir düzeyi arttı gibi bir manipülasyonla toplumu
hipnotize etmekten vazgeçmeyenler, gelecek için kendilerine hipnotize seansında
randevu alırlar…
Medine pazarında bir tezgahtar
olmayı, Karun’un malını sayan bir müşavirliğe tercih eden biri olarak, acıyan
yanlarımı törpüleyerek bu makaleyi yazdım anlaşılmasının faydalı olmasını ümit
ediyorum; selam ve muhabbetlerimle kalın sağlıcakla…
Bahadır
Hataylı/25.01.2023/17.45/Namazagah/İST
1 yorum:
Akan her şey canlandırır,
Tıpkı kan dolaşımının canlandırıcılığı gibi.
Yorum Gönder