İradesini kurşunlayarak kendisini bir obje olamaya zorlayan varlık aradım insan denen yaratıkla karşılaştım. Neden insan kendi yaratılış kodlarını imha ederek başkalaşmak ve sadece yuvarlanan bir varlık olmayı tercih eder. Bu konuda sanıyorum sizlerde en azından benim kadar merak ediyorsunuzdur. Kendi adıma düşünürken sizin adınıza düşünerek sizleri pasif bir nesneye dönüştürmek istemediğim için, düşündüklerimi sadece paylaşmak isterim; seçim hakkına sahipseniz hala bir suje olduğunu kanıtlarsınız, yok sen düşün biz de onu alıp öyle davranırız derseniz; tescillenmiş bir nesne olduğunuzu biliniz.
Bu gidişatın neden böyle hızlanarak
yayılım gösterdiğini ciddi bir kafa ve yürek yormam sonrasında ulaştığım
bulguları ortaya koyarak, bunların dışında daha neler var onları da sizlerin
düşünsel birikimlerinden faydalanarak öğrenmek isterim.
Pozitivizmin yaşam alanlarında
kaçınılmaz bir değer haline getirilmesi, düşünsel ve hayata bakış anlayışlarını
değiştirdi. Buna bağlı yaşam beklentilerinin seyri de farklılaştı. İnsanlar çok
küçük imkânlarla mutlu ve huzurlu yaşarken, pozitivizmle birlikte mutsuzluk
arttı, imkânlar fazlalaştı ama yaşama katkısı ve olumlu anlayışların oluşması
ise o oranda azaldı. Vahşi kapitalizm, pozitivist anlayışın gayri meşru bir
çocuğu olarak her yanımızı kuşatınca, onun kapsam alanı dışında farklı algılar
oluşturmakta neredeyse imkânsız hale getirildi. İnsanım denen her varlık,
varlık sahnesinde kendisini tanımlarken çerçeveyi kapitalist yaşam olarak
belirleyip, bunun dışında farklı anlayışlar geliştirmek istese de onlara
ulaşamayacağını idrak edemez hale geldi. Bu paradoks, insanları seçim özelliği
olan bir varlık olmaktan çıkıp, doğrudan kullanılan bir nesneye dönüşmesini
beraberinde getirdi. Peki, insan kendi dışından ona dayatılan bu tüketim
köleliği anlayışına göre yaşamak zorunda bırakıldığında, sahiden tercihli bir
yaşamı oluşturabilir mi dersiniz?
Köleler köle olduklarının farkında
olsalar, anında kölelik zincirlerini kırarlar. Ancak tüm köleler bulundukları
hali kendi seçimleri sandıkları için, bunun bağlayıcılığından bir türlü
kurtulamazlar. Eskiden kölelik alınıp satılan fiziki bir varlık olarak
tanımlanırken, günümüzde köleliğin şekli ve içeriği çok değişti. Duygularınız,
istekleriniz, idealleriniz, heyecanınız, umutlarınız, beklentileriniz, hayata
bakışınız, yarınları planlama düşünceleriniz alınıp satılır oldu. Siz ise
sadece bu isteklerin üzerinde hayat bulduğu bir nesne olarak tanımlanır
oldunuz. Yani insan taşıyıcı bir nesneye doğru evrim yaşadı. Ancak tüm bu
farklılıklara rağmen, bir de insanın kendi seçimi olduğu, ona göre bir yaşam
oluşturduğu masalı her ortamdan dillendirildi. Kendini anlamaktan aciz ve ne
bulduysa ona göre şekil alan bir bukalemun gibi yaşayan insan, hala yüksek bir
değere sahip olduğuna inanmaktadır. Oysa insanın içindeki in yok olunca geriye
sadece san kaldı. San ise sanmak anlamına gelen bir ifadedir. O halde kendimizi
sanmakla biz öyle olmuş oluyor muyuz? Elbette aklı başında bir varlığın böyle
bir düşünce taşıması düşünülemez. Öyle sandıklarımız bizim insan olma
özelliklerimizin hepsini çalıp gitti, geriye madde olmanın ötesinde varlığı bir
anlam ifade etmeyen nesneler kaldı. İşte, insan böylesi bir kölelik yaşamının
başkahramanı olarak yaşarken kendisini avutarak kendi dışında köleler arar
duruma geldi.
Kapitalizm herkesi potansiyel
tüketici olarak görür ve tüm istekleri kendi oluşturur, sonrasında onu size
ihtiyaç gibi sunar. Yani dayatılan bir arzu istek listesini içselleştiren varlık (insan) sanır ki, bunlar benim tercihlerim. Oysa tercih, sorgulayan bir kişilik ve insanın bağımlı olmadığı süreçten geçer. Günümüzde insanın
bağımlılıklarının neredeyse tamamı kendi dışında oluşturulup, ona dayatılan
sihirli bir yaşama döndü.
Bütün bir dünyayı kontrol altına alan, sınırlı sayıdaki varlıklardan oluşuyorsa, bu sınırlı sayıdakilerin
dışında kalanların kendilerini bir suje olarak tanımlamaları ne kadar anlam
ifade eder. İnsan, bu kuşatılmışlıkları çözemediği, kendi konumunu ve yaratılış
hedefini yeniden anlayıp kendisine bir tanım yapmadığı sürece, etkisiz elaman
olarak kullanılmayı bir kader olarak görüp, öylece hayatına son noktayı
koyacaktır. Onun içindir ki insan, etken ve düşünen bir varlık olarak dünya
yaşamındaki sahne de yerini tekrardan alması kaçınılmazdır. Ancak sınırlı
sayıdaki vampirlerden oluşan ve her şeyi bildiğine inanan bu küresel canavarlar
insanların üstünden ellerini çekmeye niyetli değiller. Tüm bu olumsuz koşullara
rağmen en azından biz, anlayan ve sorgulayanlar olarak ömrümüz yettiği sürece
bunlarla mücadelemizi kaçınılmaz kılalım. Bizlerin yılmaz mücadelesi
sömürülmenin ve nesne olarak kalmanın bir kader olmadığını kendi türlerimizin
anlamasına vesile olacaktır.
"Kiminizi kiminize farklı
kıldık" ayetine baktığımız da bazılarının bazılarına üstün kılınması ve
farklılaşması değil, toplumsal yaşamın devam etmesi için işbölümü ve görev
dağılımının nasıl olması gereğini anlattığını görmekteyiz. Oysa İslam olduğuna
inananlar dahi bu ayeti alarak kendilerine ayrıcalıklı bir yer tayin edip
başkalarını kullanma peşine düşmüşler. Hakikat, kendisi gibi anlaşılmak
istenmezse kim kimi nasıl kullanır onu bilemez hale geliriz. Ne yazık ki,
Müslümanım diyenlerden belli yerlerde olanlar bile, kendilerini ayrıcalıklı bir
yerde görüp azami çoğunluğu güdülen olarak kabul ettikleri sürece, kendilerinin
kimler tarafından kullanılacağını bilemezler. Onun için kullanım kaçınılmaz
olur. Mark Abrahamson'unun hayvanlar arasında tabakalaşma olup olmadığını
anlamak için yaptığı bir deneyde, kümesteki tavuklar arasında da kullanılmanın
olduğunu gördüğünü anlatır. Yani kendi özünüzü tanımadığınız zaman hep birileri
sizden sonra sizi güden olarak kendisini ayrıcalıklı görür. On tane tavuk ve
bir horoz bir araya geldiğinde, horoz en arkada onun önünde dokuz tane tavuk
sıraya dizilir. En öndeki tavuk herkes tarafından ısırılır, sırayla bir öndeki
arkadaki tarafından kullanılır, ancak horoz hepsini gagalar ve böylece bir sürü
yaşamı ortaya çıkar. İnsanın bunlardan elbet bir farkı olmalıdır. O da seçim
yetisi ve özgürlük, bunları doğru kullandıran akıl, akla yön veren fikirdir,o halde bunlar kendisinde mevcut olan bu varlık insan, nasıl oluyor da bir nesne
durumuna düşebiliyor.
"Biz insanı en yüce biçimde
yarattık..."Sonra onu aşağıların aşağısına attık..."Yüce Yaratıcı
insanın nerede ve ne zaman nasıl çuvallayacağını en ince ayrıntısına kadar
anlatarak, bizlerin bir suje olarak varlık evreninde varlığımızı ortaya
koymamızı istemektedir. Bu suje olmayı kaybettiğimiz anda işte, aşağıların en
aşağısına inmek bahtımıza çıkacak ikramiye oluyor. İnsan kölelik zincirlerini
kırarak, alışılmış çaresizliklerinin boynuna takılan bir yular olduğunu
anlayarak kendisine gelmek istiyorsa, “En yüce biçimde yaratılmış" olduğu
özelliğine yeniden dönmesi gerekir. İnsan ancak böylece suje olur ve bir nesne
olmanın sınırlarını parçalar. Kendisi için oluşturulan istek ve tüketim
listesinin kendisine ait olmayan iştah açan bir zehir olduğunu anlayarak,
yeniden kendisini tanımlaması ve o tanıma göre dosdoğru bir yola girmesi
kaçınılmazdır. Yoksa köleliği, özgürlük sanarak alışılmışlıkların kurbanı bir
nesne olarak ölümü beklemeye mahkûm olur.
Yeniden dirilmenin ve kendimize
gelmenin yegâne yolu, “Yarattı ve hedefini gösterdi..."buyruğuna uygun
yaşamaya insanı ikna etmek ve onu bulunduğu karanlık dehlizden çıkarıp
aydınlığa kavuşturmak gerekir. Bunun için yaşam boyu mücadele her idrak sahibin
sorumluğudur.
Sınırları biraz zorlayan bu beyin
eylemlerimizi doğru anlayarak hakikate şahit olan sujeler olmamızı rabbimden
niyaz ediyorum...
Selam saygı muhabbet ve dualarımla...
Erol KEKEÇ/04.07.2022/15.11
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder