İnsanların libidosunda hareketlenme oluşturan her davranış karşıya baskı kuruyor demektir. Baskı altında olan bir libidonun nasıl ve nereye yöneleceğini kestirmek çok güçtür. Bazen uyuma modunu tercih edebilir, ancak aldığı etkinin şiddeti oranında hareketlenme de gerçekleştirebilir. Onun için toplumsal yaşamda karşı cinslerin birbirlerinin yaşam dinamiklerine etkiden mümkün mertebe kaçınması, toplumsal yaşamın sağlıklı devamını sağlar.
İnsan topluluklarının olduğu her yerde libidoya dayanan
isteklerin harekete geçmesinin koşulları oluşturulmamalıdır. Bu koşulların
oluşturulduğu ortamlarda sonuçlarının neler olacağını kestirmek çok zor olabilir.
Görsel olarak tüm isteklerini doyuran bir bireyin, tensel olarak o isteklere
kavuşma isteği de beraberinde gelir. Doğal bir yaşam haline gelmiş olan isteklerin,
neresi ve ne kadarı doğal, ne kadarı doğal değil gibi bir ayrımı dinlemiyor
insanın libidosu… Onun için yaşam alanlarında kuşatıcı haza dayanan yaşam unsurlarını,
yaşamın devamı için gerekli olan unsurlara döndürmemiz lazım. Bunu gerçekleştiremediğiniz
ortamların kontrol gücü, siz olamazsınız. Dolayısıyla karşılaşacağınız her
eylemi normal kabul eder duruma gelirsiniz.
Tüm toplumların tarihi sosyolojik ve Kültürel Antropolojik
geçmişine bakarsanız, mutlaka bir yaşam kültürüne sahip olduğunu görürsünüz. Bu
yaşam kültürü içinde giyim kuşam kültürü önemli bir yer tutar. Çünkü geçmiş
toplumların kültürlerini en iyi özetleyen onların giyim kuşam şekilleridir.
Türk toplumunun İslam öncesi ve İslam sonrası giyim kuşamı kendi oluşturduğu bir
üründür. Bu ürünü oluştururken bulunduğu coğrafyanın özellikleri ve kendi
insani kodlarının devrede olduğu muhakkaktır. Ondan dolayı da insani onurunu
fiziksel görünümüyle basite indirgemeyecek, giyim kuşam kültürü
oluşturduklarına şahit olmaktayız. Bu kültür hem erkekler hem de kadınlar için
geçerli olan bir kültürdür. İnsanların bireysel tercihleri ve özgürlükleri olsa
da, toplumsal yaşam alanında olumsuzluklara kapı aralayacak giyim kuşam
tercihlerine pek rastlanmamaktadır. Çünkü giyim şekilleri bir kültürdür ve o
toplumun medeniyet yolunda aldığı yolun bir göstergesidir. İnsan, hayvani (idsel)
istekleri ne kadar insani isteklere çevirecek üretim yaparsa, o kadar insani
bir boyut kazanır. İnsanın nesnelerin yapısını değiştirerek farklı nesneler
üretmeye başladığı anlar, insanın medeniyet yolunda attığı adımlardır. Bu
adımlar zamanla daha da artarak insanı, birçok yönüyle insani kimliğini
savunacak duruma gelmiştir. Âmâ ne yazık ki, insanın düşünsel olarak çok gelişmiş
olduğunu savunduğu çağda, biyolojik hayvani yaşamın yeniden canlandığı dönemi
ortaya çıkarmıştır. Bu yaşam eskiden olduğu gibi, medenileşememiş olmak ve
nesneleri yeniden şekillendirememekten kaynaklanan imkânsızlıklardan
kaynaklanmadığı gibi, aksine tamamıyla insanın tercihleri arasına girmiştir.
Biyolojik olarak hayvani bir yaşamın insan için tercih modunda yer alması,
insanın yeniden ilkel yaşama dönüşü anlamına gelir. Acaba yaşam ilk dönemine mi
everilmeye döndü diye düşünmemek elde mi? İster istemez insanın zihnine bunlar
takılıyor.
Çıplaklık bir kültürdü eskiden, ancak bu kültür, aklı
olgunlaşmamış insanın biyolojik yaşamına dayanan bir kültürdü. Ancak günümüzde,
kültürel çıplaklık ortaya çıktı. Bu durum çıplaklık kültürü ile aynı kulvarda
değerlendirilemez. Çünkü imkânsızlıklardan ve akli mekanizmaları tam olarak
kullanamamaktan kaynaklanan acziyetten dolayı oluşan bir yaşamın kültürü, bir
tercih değil, dayatılan yaşamdır. Oysa kültürel çıplaklıkta, dayatılan bir
yaşamın dinamiklerini bulamazsınız. İmkânlar ve üretici yetenekler alabildiğine
artarken var olan nesnelerden faydalanmayı bir tercih haline getirmek tamamıyla
seçime dayanan bir yaşam oluşturmaktır. Dolayısıyla günümüzdeki yaşam, kültürel
bir çıplaklıktır.
Geçmişten günümüze Türk milleti bir kültürel miras olarak
kendine özgü giyim kuşam tarzı oluşturup o yaşamı sonrakilere miras olarak
getirmelerine rağmen, günümüzdeki yaşamlar o kültürle hiç alakası olmayan
yaşamlar haline gelmiştir. Eskiden insani onur ve değer, biyolojik varlığımızın
ne kadar korunaklı hale geldiğiyle yakından ilişkiliydi. Her ne kadar insanın
kendi bilgi birikimi ve aileden gelen prestiji bir değer olsa da onun kendisini
muhafaza etmek için oluşturduğu giyim kuşamın onu bir insan olarak tanımlaması
da o kadar önemliydi. Onun için Türklerin meşhur atasözlerinden biri, ”İnsanı
giyim kuşamı ile ağırlarlar, kafasına göre uğurlarlar.” Bu söz bir yaşam
biçiminin aynı zamanda özeti mahiyetindedir.
Toplumların yaşam alanlarındaki imkânlarının artmasıyla ilkel
yaşama dönüşleri arasında da doğru bir ilişki göze çarpmaktadır. İnsan olarak
olması gereken aslında imkânların artmasıyla insani yaşamın, bir üst kimliğe
bürünmesi beklenir. Çünkü imkânlar arttıkça insan kullanılmamış olan insani
fonksiyonlarını kullanma becerisi kazanır ve onlardan faydalanma ortamlarını oluşturur.
Ne yazık ki beklenen bu olmasına rağmen, günümüzde insanın insani düşünüş
boyutu ihmal edilerek, sadece libidoya dayanan hayvani hazları doyurabilme ve
hayvani görüntü şemsiyesi altında yaşamak, hayatın vazgeçilmezi haline gelmiştir.
Bu süreç kadın ve erkek cinslerinden kadınlarda daha fazla göze çarpmaktadır.
Kadınlar libidoya dayanan bir hazzı, yaşamın dinamosu haline getirdiler.
Dolayısıyla bu hazzı yaşamak adına karşı cinslerinin yaşam alanlarını istilaya
başladılar, ama bu gidiş ve yönelim onlarda psikolojik bir baskın olma tavrının
ortaya çıkmasına neden oldu. Böyle bir tercih yapan her kadın, bu yaşamın ona
tanınan bir hak olduğunu, Kendisine saygı duyulmasının zorunlu olduğunu, bu
görüntüsünden dolayı görsel bir şölen haline gelmiş olmasına rağmen, bu şölenin
izleyeni olmamalı diye düşünerek hep haklı olmaya çaba harcar olmuştur. Yani
kadın sosyal yaşam alanında biyolojik yaşamıyla hep baskın bir karakter olmuştur.
Kadının bu yaşamı, karşı cinsine yaşam alanlarını daraltıp ona tacize
dönüşmesine rağmen kadın tacize uğrayan olarak görülmüştür.
Kültürel çıplaklığın bir yaşam biçimi olarak geniş kitlere
yayılmasıyla kadın egemenliğinin baskısı altında kalan erkek, suçlanan olmuş ve
kafasını kaldırdığında potansiyel tehlike olarak adlandırılmaktadır. Çıplaklık
kültüründen Kültürel çıplaklığa geçiş, insanlık yaşamının en ucube anlarından
biri olarak tarihe kaydedilmesi gerekir. Çıplaklık kültürü, insanlığın
toplumsal gelişim evrimi içindeki en basit yaşamlarının bir ürünü iken,
kültürel çıplaklık, beynini çok iyi kullandığına inanılan insanın, toplumsal
gelişim evrimi içindeki en üst yaşamının kültürüdür. Dolayısıyla imkânsızlıklardan
kaynaklanan çıplaklığın, imkânı olanların çıplaklaşmak için verdikleri çabadan
daha ehven olduğu muhakkaktır. Bu açıklamaları yaptıktan sonra kendi
toplumumuza ait bazı gözlemlerimin toplumsal yaşamı nasıl gerdiğini kısaca
anlatmak isterim…
Kadın ve erkek arasında olan bir olumsuzluğun faturası
tamamıyla bir tarafa kesilirse, faturayı ödemek zorunda kalan hep ezilmeye mahkûm
olur, faturayı ödeten de istediği gibi yaşama hakkına kavuşmuş olur. Son
yıllardaki ülkemiz yaşamını dikkate alarak bu konulara yaklaşırsak, kadın ve
erkekten biri hep baskın rollere sahip olurken, diğerinin onuru rencide
edilerek aşağılanmaktadır. Erkek tüm kötülüklerin kaynağı olarak görülmüş
olmalı ki, bir tecavüz ve taciz olayı gündeme geldiği zaman, taciz eden ya da
tecavüz eden hemen erkek olarak algılanıp suçlu bir erkek aranmaktadır. Bu
anlayış kadın dünyasında baş edilemeyen ve sınırlanması mümkün olmayan
istekleri patlamış davranışların ortaya çıkmasına neden oldu. Özellikle toplu ulaşımlarda,
karşılıklı oturan yolcular dikkate alındığı zaman, giyimleriyle her yeri açık
kadınların karşıya alenen tacizi olmasına rağmen orada istem dışı bir bakış
karşıya yöneldiğinde o erkek orada linç edilmekle yüz yüze kalabiliyor. Yani
erkek potansiyel tacizci olarak görülmektedir. Böylesi bir toplumsal yaşamda
karşı cinsleri bir arada yaşatacak denklemler tutarsız ve kadını dikkate alarak
oluşturulan denklemler olduğu için, adalet ve hakkaniyetten uzak olur ve
sürekli sorun yaratır.
Son yıllardaki kültürel çıplaklık toplumsal yaşamda ciddi ve
bulaşıcı bir hastalık haline gelmiştir. Bu hastalığın ahlaki kodlarla bertaraf
edilmesi zorunludur. Hiçbir yaşamın giyim kuşamını belli kalıplara sokma
eğiliminde değilim, ancak insani giyim kuşamın olmasının da zorunlu ve gerekli
olduğuna inanıyorum. Bir kadın göğüslerini açarak göbek şov yaparak ve kısa
mini bir şort giyerek bacak bacak üzerine atarak karşıyı tahrik ederek, karşı
cinsin libidosunu harekete geçirme hakkına sahip değildir. Bu doğrudan o
insanın yaşamına ve biyolojik varlığına bir tecavüzdür. Tecavüz kavramını
erkekleri aşağılayan bir kavram olarak görmekten uzaklaşılmalı… Erkeğin
tecavüzü ve tacizi, sapkınlık boyutunda bir kişi değilse vuku bulmuyor, ancak
kadınların tecavüz ve tacizi alenen her ortamda gerçekleşmektedir. Bunu
dillendirdiğiniz zaman sapkın olacağınızı bile bile dillendirmek zorunda
hissediyorsunuz kendinizi… Her an ekranda güzel yiyecek reklamı yapılan bir
yerde eğer bunları almaya imkânlarınız yoksa ve çok isteğiniz oluşuyorsa, ele
geçirdiğiniz ve gördüğünüz yerde onu çalıp yemeyi kendinize hak olarak
görürsünüz. Bu sapkınlıklar insanın libidosunda depreşmeye neden olunduğu zaman
da, ortaya çıkar. Son günlerde İstanbul’da alenen gerçekleştirilen bu tarz
eylemler belli bir amaç uğruna planlı yapılan çıkışlar değilse, böyle bir
sürecin sonucu olduğunu görmek lazım…
Çıplaklık kültüründen, giyim kuşam kültürüne yükselmiş olan
insanlık, son asırda, kültürel çıplaklık döngüsüne girerek ilkel yaşamın
kodlarına yeniden dönmüşe benziyor. Bu süreç kadınların başlattığı bir süreç
olmasına rağmen, değişimin genişleyerek yayılmasının etken gücü ise, erkeklerdir.
Erkeklerin libidosundaki kaynama, bakışlarla karşı cinste de bir haz duygusunun
canlanmasına neden olduğu için, kadınlar zahmetsiz bu hazzı almak adına, birçok
farklı kılıklara girerek etken bir uyarana dönüşmekteler. Bu uyaranlar arttıkça
toplumsal yaşamın her alanında büyük bir yangına dönüşecek kıvılcımlar çıngı
çıkarırken yangını kimin çıkardığı ve çıkaracağı araştırılma konusu olup, yargıç
karşısına çıkarılmak isteniyorsa, benden söylemesi bu işin faili
bulunmayacaktır. Verilen kararlar da insanları aydınlatmayacaktır. Çünkü
tacizci ile taciz zede yer değiştirmiştir. Bunlar, toplumsal yaşamın içinde
olan biri olarak, her gün gözlemlediğim insanların psikolojik tavırlarından
elde ettiğim hastalıklı vakaların toplumda doğru algılanmasına sebep olma isteğimdir.
Umuyorum ki bu yaklaşımlarımla erkek şövenisti olarak adlandırılmam. Ben
toplumsal yaşamın gözle görülen fotoğrafını çekiyorum bu fotoğrafı doğru okumak
isteyen okuyucular da benim görmediklerimi görüp paylaşırlarsa, onlardan da
faydalanmış oluruz.
İnsanlık ilkele dönüşü medeniyet olarak görürken, ilkelden
uzaklaşıp insani yaşam ortaya koyanları da bedevi ve ilkel olarak adlandırmayı
bir marifet biliyor. Bu çifte standarttan uzaklaşıp herkesi bulunduğu ortam ve
yaptıkları tercihlerine göre insanlık kronolojisi içinde yerine koymak
zorundayız. Yoksa insan olarak insanlığımızı yapmamış oluruz.
Selam ve muhabbetle yeni günlere aydınlık yarınları taşımak
ümidiyle…
1 yorum:
Teşekkür ederim aynen katılıyorum çok güzel yazı ve değerlendirme..
Bu konuda her iki cinste toplumsal sorumlulugunu bilmeli ona göre davranmalıdır.... inşaallah toplum olarak beraberce bu seviyeyi ulaşırız... Emeğinize sağlık
Yorum Gönder