Bu Blogda Ara

23 Şubat 2022 Çarşamba

AVUÇLADIM YILDIZLARI ZİHİNDEKİ KARANLIKLAR İÇİN!

Mumyalanmış meyyit gibi sokaklarda yürüyen canlıları görünce, hangi gezegende yaşıyorum diye kafamı kaldırıp etrafıma baktığımda kendi dünyamda yaşadığımı fark ettim…

Canlı olduğunu sandığım, ruhları gitmiş bedeniyle dolaşanların canlı olup olmadığını anlamaya çalışırken, az kalsın kendi ruhumu elimden kaçıracaktım… Bir ruh gibi gezdiğimi söylesem, ama biz senin bedenine de şahit oluyoruz diyenlerin olacağını biliyorum… Ancak ben onların ruhunu fark etmediğime göre, o benim ruhumu nasıl anlamış olabilir bir nesne iken, sormadan da edemiyorum… Tanımlanma zorluğu çeken, canlı olduğuna inandığım ama canlılığını ruhları gidince kaybedenler arasında dolaşırken, kendimden kuşkulanmıyor değilim… Acaba sorun bende mi yoksa ruhları olmadığı halde yaşadıklarını sananlarda mı diye kafamda deli sorular oluşuyor. Bu sorulara yenileri eklenirken, evrenin varlık sırrına vakıf olmadığım içinde kendimden utanmıyor değilim… Evrenin sırrına ereyim derken, evrenin bilgisi acaba nasıl oluştu, var mı ki oluşsun diye başka soruların zihnime çarpmasıyla zihnim kendi içinde bir savaş başlatmış gibi…

Canlılarla dolu olduğunu sandığım ama hepsi mumyalanmış meyyit gibi gezenleri görünce, bunlar neden gezer, bunları bu harekete zorlayan biri mi var, bunların iradesi gitmiş ise, bunlar yaptıklarından ne kadar sorumlu olabilirler gibi deli sorular geliyor sorgulamalarımın içine… Peki, nesne olarak yaşayanların erdemli bir eylemi olabilir mi, erdemli olduğunu söylediğimiz eylemler, özgür iradenin kontrolünde değilse, bu nasıl erdemli olabilir… Zaman zaman kendimle de konuşmuyor değilim, karşıdan gelen araç önündeki adamı çarpacakken hiç oralı olmadı ve yayaya da küfürler savurarak oradan uzaklaşıp giderken, bunu içinden rahatsız eden hiçbir uyarı sistemi yok mu, olsa bunu yapar mı, yapıyorsa karşısındakinin çektiği acılardan buna hiçbir uyaran gelmiyor mu, diye kendimle muhabbetin dibine vurmuyor değilim… Mumyalanmış meyyitler arasında gezen biri olarak, meyyitlerle konuşma şeklini henüz çözemediğim için kendim soruyorum, kendi sorularım üzerinde yine ben düşünüyorum. Olur ki, belki bu kadar düşünme bir canlı meyyiti(!) etkiler diye, soruların şeklini ve sayısını da bazen çığırından çıkararak hoyratça konuşmaktan ve sorgulamaktan zevk almaya başlıyorum…

Neden birisinin doğru dediğine, bir başkası doğru diyemiyor, acaba doğruluk bir nesne ile o nesne hakkında ortaya koyduğum yargının uyumu değil mi? Beyaz bir tavşan bahçemizde geziyorsa işte bembeyaz bir tavşan dediğim zaman herkesin ortak ifadesi harika kar gibi rengi varmış bu ne güzel bir şey böyle, dediğine şahit olursunuz ancak başka bir konuda aynı nesne ve yargı örtüşmesi gerekirken herkes yan çizmeye çalışır. Yaşadığımız evrende ortak bir kanı olarak zihinlerimize koyduğumuz bir yargı var, matematiksel doğrular her yerde aynı, asla değişmez denir ama yaşadığımız coğrafyada matematiğin doğrularını kurumsal işleyişler, ensenin kalınlığı, güce sahip olmanın verdiği rahatlık değiştirebiliyor… Hatta yeniden yazılmasına bile neden olabiliyor…

Patagonyanın istatistik kurumu, geçtiğimiz dönemde öyle bilimsel araştırmalara imza attı ki, inanın(!) küçük dilimi yutacakken, boğazımdan çıkarmak için itfaiyecilerden yardım almadım değil… Çarşı, Pazar, Sokak esnaf geziyorum; elimi bir şeye değdiremiyorum hemen yanıp kızartmaya dönüyor, çünkü cebimde taşıdığım küçük tüp yangın söndürücü onu söndürmeye muktedir olmadığı için, o kadar dikkatli yürüyorum ki, alevlerden etkilenmeden bu sokaklardan nasıl çıkarım diyorum; olmuyor alevler o kadar yüksek ki,50 metreden yüzümü yakıyor…

İlk yardım hastanesinden ateşin etkileme gücü ve ısının debi ölçümlerini istiyorum, bu kadar yakmaması lazım çünkü biz ölçtürdük bu yangından ancak olsa olsa %23 lük alev çıkmakta bu da en fazla 15 metre uzaklıktaki canlıları etkiler ama bu kadar yakmaz diyorlar… Peki, bu benim yanmama neden olan alevler nereden gelmiş olabilir diye sorduğumda, bana öyle güzel masallar anlatarak acımı unutturuyorlar ki, sanki yangını çıkaran benmişim gibi utancımdan yüzümü kapayarak ola ki bana yeni bir fatura düzenlerler diye kuyruğumu kısıp sesimi kesip hemen ilkyardım hastanesinden çıkıyorum; bir daha sokaklara uğrayacak mecalim kalmadığı için yangını bu defa içimde hissediyorum ve hepten yanıyorum… Dumanları kimse görmesin diye dışarıya salamıyorum kendi içimden kendimi imha ediyorum ama ben doğruluğumu bir türlü kanıtlayamıyorum… O zaman da durup kendi kendime soruyorum, demek ki doğru diye bir şey yokmuş,(!) doğru diye bir şey olsaydı etrafımda bu kadar mumyalanmış meyyit gezmez, en azından bir canlıya tanık olurdum diye kendimle konuşa konuşa evimin yolunu tutuyorum…

Evet, sokakta gördüğüm yangınının alevleri eğer patagonyanın istatistik kurumunun elindeki rakamlarla örtüşmüyorsa o zaman rakamlar yeniden yazılmalı; birin yerine, eksi bir yazılmış,10 un yerine eksi 20 gibi yanlış bir değerlendirme kriter ölçeği verilmiş olabilir, onun için nesne ile (gerçeklik)  yargı uyum içinde değildir bu da o zaman asla doğru değildir deme gibi bir hakkım olduğunu bildiğimi sanıyordum… Oysa ben sanadurayım etrafımdaki mumyalanmış meyyitlerden hiçbir kıpırtı gelmeyince mezarlıkta doğruluğun tanımının ne olduğunu sorduğum için kendimden utandım…

Sahiden doğruluğun insanın yaşadığı ortamda nesnel bir ölçütünün olması ve matematiksel ölçüle bilirliğinin varlığı gerekli değil mi? Ölçmeyi bıraktım bazen bir iddianın neye göre savunulduğunu anlamakta ve algılamakta da zorluk çekiyorum… Temele inmeye çalışıyorum ne temel var ne duvar tamamıyla sel gelip alıp götürmüş ortalıkta görünen sadece bir zamanlar buradan bir derviş geçerken böyle demişti diyenlerin masalları var… Buna rağmen fanatik savunucuların canhıraş savunmalarını gördüğümde kendimden utanıyorum, yahu bu mumyalanmış meyyitler içinde ne enerji varmışta ben mi ölüyüm diye kendi kendime sorgulamamın yönünü, bir anda kendi röntgenimi çekmeye yönlendiriyorum…

Hiçbir bilgi ambarın yoksa savur gitsin, demişler ya bekâra karı boşamak kolay diye… Öğrendiklerinizin vebali, sorumluluğu ve sizden beklediği ve hesabınızı değerlendirecek bir terazi olduğuna inancınız yoksa sallayın gitsin, konuştuklarınızın karşılığı boş çıkarsa neden üzüleceksin ki, zaten sonrasında ne olacağının hesabını yapmıyorsun o zaman salla gitsin… Ebem dedi, kör dedi gelene geçene vur dedi diyerek alırsın eline süpürgeyi hoşuna gitmeyenlerin suratına suratına vurursun, hiç olmazsa bir iz kalır, kuduz gibi herkes ondan uzaklaşır… İşte meyyit olmak ile meyyit olmamak arasındaki önemli çizgi, sorumlu canlılardır insan, sorumsuz insanlardır meyyitler…

Meyyitler içinden sorumlu canlılar evrenine bir yolculuk yapalım dedim bir anda kendimi patagonyanın istatistik kurumumun doğruluk kavramına getirdiği anlamı görünce tüm bildiklerimi unutup doğruluğu yeni anlamıyla benimsersem acaba ne olur diye düşünürken, inanın başıma bir ağırlık çöktü ki kafamı kaldıramaz oldum… Kerbela çölünde Hüseyin’i Yezide biate götüreceklermiş gibi kendimi onun yerinde buldum… Yani öyle bir ağırlığı varmış ki, bir anlamı yeniden tanımlamanın… Bazen anlam kayması falan(!) diye öğrenmiştik, bu ona hiç benzemiyor ne almam koyuyor ne ciğer ne yürek alıp götürüyor sonra bir kadavraya döndürüyor seni…

Bütün bu anlamsızlıkların kaymadan kaynaklandığı anlaşıldı, âmâ saman yolundan bir yıldız kaydığı zaman tam bir eser, muhteşem harmoni, demek ki her kayış bir bozulma olmuyor, bazen insanlar kendi elleriyle kendilerini zorla kaydırarak fıtrat güzelliğini sanki bozuyorlar değil mi?

Arabasıyla yayaya çarpacakken basıp giden nasıl kendisi için yaşıyor başkası onu hiç ilgilendirmiyorsa, Karacaoğlan da böyle yaşamış biz devri salikleriz, ne aldıysak onu yaparız bazen de o kadar tutucuyuzdur ki, devredenlerden daha fazla sahipleniriz…”Ben güzele güzel demem güzel benim olmadıkça diyen Karacaoğlan’ı bu sözüyle bazen arşı alaya çıkarırız ve onu kendimize rehber biliriz… Oysa ben güzele güzel derim benim olmasına hiç gerek kalmadan, çünkü o güzellik, Aristo’nun deyimiyle belli bir oranı ve uyumu içeren matematiksel bir düzen varsa o hep güzeldir. Güzel olan aynı zamanda değerlidir. Ayrıca doğru olduğunu söyleyenler de yok değil…

Muhteşem semaya ihtişamlı gözlerle bakanlar ancak ondaki güzelliği yürekten algılarlar. Algılamıyorsa insan zaten bir meyyittir, meyyitten neyi nasıl doğru güzel ve iyi olarak tanımlamasını isteyeceksin ki… Mumyalı insanların cansız bedenlerini anlamlı kılmak için çıktığımız bu yolda, eksik olan ruhu, taşımak istedik ağırlığı çok olsa da, yazdığım bu satırlarla…

Duygusal beğenileri sağlamış olsak bile, eylemlerde ortak bir ölçü olan iyiyi getirememişsek hayatımızda, doğrulara kulaklarımız kapalı olacağından kimsenin kuşkusu olmasın… Duygusal refleksleri güçlü olan bir toplum olduğumuz için, hep duygusal yargılar ve sübjektif güzellik yargısı ile temel yaşam hakkında değerlendirmelerde bulunuruz… Ondan dolayı da bir türlü istikrarlı bir zeminde doğru yargıyı ifade etme becerisini gösteremeyiz…

İnsanlık için yaşamsal değerler, insanlığı kuşatmalıdır. İnsanlığı kuşatmayacak bir ölçü herkesin uymak zorunda olduğu bağlayıcı bir ölçü olamaz. Mesela yıllarca bize İslam devleti dendiği zaman akan sular durur onun uğruna ne yapacağımızın hesabını yapar devlette alacağız görevlerin hayalleri ile düşlere dalar giderdik… Bu bahsettiğim yıllar liseli yıllarımızdı, şükür biz çok okuyan ve sorgulayan insanlar arasındaydık… Ben o yıllarda mantıki kavramlardan yola çıkarak kavramların içlem ve kaplamlarıyla ilişkilendirerek kaplamı az olan bir kavramın kaplamı daha fazla olan bir kavramı kuşatmasının mümkün olmadığına inanırdım. Ondan dolayı da bütün bir insanlık ya da farklı insanların birlikte yaşadığı ortamlarda bir dinin, etnik kökenin ya da ideolojinin ölçüt alındığı bir devlet olamaz derdim… Çünkü din kaplam olarak insandan daha aşağıda ama insan daha yukarıda o halde kurulacak devlet insanı kuşatmalı ki, sağlıklı olsun ve kendi kendisiyle çelişmesin yoksa anlamsız bir oluşumu kutsallaştırarak başkalarına dayatıp onların da günahını üstlenmenin anlamı yoktur diye düşünürdüm…35 yıl geçmiş olmasına rağmen bu düşüncelerimi bu günde savunuyorum…

Bu da nereden çıktı diyenlerin olacağını düşünerek diyorum ki, sübjektif ölçüleri bir dayatma aracı olarak evrensel değermiş gibi insanlığın hayatını felç etmek için kullanmanın kimseye bir faydasının olmayacağı muhakkaktır.

Sorgulama sürecini tamamladığını düşünen ama sorgulamanın ne olduğunu sorduğunuzda sadece karşıt düşünceye hakaret ve küfretmeyi bir erdem sananların dünyalarının, ne kadar karanlık bir dehliz olduğunu kısa hatlarıyla izah etmek için bu yazıyı kaleme aldım… Sorgulamadan korkanlar yaşam alanlarında hep tedirgin ürkek ve korkak yaşarlar… Sorgulama beynin aklı harekete geçirmesidir. Harekete geçmemiş bir aklın olup olmadığına nasıl karar verirsiniz. Aklı olduğuna inandığımız sorumlu canlılarla birlikte dünyanın çehresini ve var olanların dışında farklı bir anlayışın ve atmosferin olabileceğini sorgulayarak ancak ortaya çıkarabileceğimizi, paylaşmak istedim.

Varlık bilgi ahlak ve sanat ekseninde küçük çapta felsefi düşünsel bir sorgulama olarak katkımız olduysa Rabbime hamdu senalar olsun… Tüm değerleri veren o, bizim sorumluluğumuz doğru denklem kurarak doğru sonuca gitmektir… Gerçekleri yok edip doğru yargılar hiçbir zaman kurulmamıştır ve kurulamayacaktır… Onun için herkese naçizane önerim ve hatırlatmam, gerçeklerle yüzleşmeden hayatımızın doru rotaya oturması imkânsızdır… Bu bilimsel bir yargı değil biliyorum ama şuna inanıyorum ki, siz kendinizce size faydası olduğuna inandığınız, sevdiğiniz duygusal gönül bağı kurduğunuz, elinizden çıkmasını istemediğiniz, olmazsa olmaz dediklerinizi terk etmedikçe kesinlikle iyiliğe doğruluğa kavuşamazsınız…”En sevdiklerinizi feda edip harcamadıkça kesinlikle iyiliğe birre kavuşamazsınız… Onun için diyorum ki sorgulama hayatımızın dinamosu olsun…

Hayat, sorgulayarak başlar, tanıyarak devam eder, tanımlanarak sahip çıkılır, inanarak göğüs gerilir… Son noktaya gelmek için sorgulama cesaretine sahip olmalıyız, olamıyorsak, kendi yarattığımız tanrıları korumanın adı hayat olur…

Selam ve hayır dileklerimle bu saate kadar bunları tefekkür etmeyi bahşeden Rabbime hamdolsun… Ancak sana kulluk eder ancak senden yardım dileriz… Rabbim isteklerimizi senin katındakilerle daim eyle ki, dünya ve içindekilerle boğuşmaktan hedefimizi kaybetmeyelim… Âmin…

 

Erol KEKEÇ/23.02.2022/01.15


Hiç yorum yok:

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!