Toplumsal yaşam, kontrolsüz bir değişim gerçekleştirirse, insanların arzu ve isteklerinin önüne geçmekte o oranda zorlaşmaktadır. İmkânların artması ile istek ve arzuların patlaması arasında doğrudan bir ilişkinin olduğu göze çarpar. Bir ortamdaki toplumsal değişim dinamikleri ile toplumsal değişimin yönünün aynı olmaması durumunda değişim toplumlarda çok ciddi tahribatlar yapar. Özellikle kapalı toplumların, çağdaş toplumlarla bütünleşmeye dönük başlatılan, değişim dinamikleri bu toplumların omurgasını yaralayabilir. Toplumlar hazırlıklı olmadığı bir yaşamın kasırgalarında kaldığı zaman, kendisini koruma taraftarı olmayıp, daha çok kasırganın savurduğu istikamette yol almayı tercih eder. Kapalı toplumlar direnç göstermeyi değil, kavuşamadıkları yaşama daha çabuk varmak için zamanı hızlandırmaya çalışırlar. Bunun en açık örneğini de bizim içinde yaşadığımız kendi toplumumuzda görebiliriz. Oysa sosyolojik teamüllere göre yerleşik ve içine kapanık toplumlarda kültürel değerler çok zor değişime uğrar kanısı egemendir. Bu kanılar son çeyrek asırda tersine dönmüştür diyebiliriz.
Teknolojik gelişimeler ve dijitalleşmenin küresel ölçekte
yaygınlık kazanmasıyla, kültürler doğrudan hedef haline geldi. Bu saldırı ve
etkileşim okları kendinden emin olan ancak kendisiyle barışık yaşamayan,
değerlerini içselleştirmemiş toplumlarda ciddi sarsılmalara neden oldu. Bunun
örneğini Ortadoğu toplumlarında ve özelde bizim ülkemizde görebiliriz.
Ülkemizin değişim rüzgârlarına kapıyı aralaması 1983’lü yıllarda oldu ancak bu
süreç 1990 ve 2000’li yıllar arasında belli bir hızla giderken,2000 sonrası
önüne geçilemeyecek bir savrulmayla kontrolsüz değişime dönüştü. Bu kontrolsüz
değişim kasırgaları önüne çıkan ne varsa hepsini savurup götürdü ve geldiğimiz
dönemde de kasırgadan geriye kalan döküntülerimizi aramaya başladık acaba
gerilerde bir şeyler bıraktık mı, şayet varsa onlara sarılalım da hiç olmazsa
onları koruyalım aşamasına geldik.
İnsanların düşüncesini ifade etmesinden dolayı ekran karartan
RTÜK, toplumsal yaşamın temeline dinamit koyan dizi ve programlardan hiç
rahatsız olduğunu göremiyorduk. Hatta öyle programlar var ki, hızlı değişim
rüzgârlarını sürekli alevlendirerek herkes tarafından kabullenilen meşru
zeminlere kaydırıldığına şahit olduk. Bir davranış bireysel olmaktan çıkarak
toplumsal bir kabule dönüştüğü zaman yaşamın ortasına bir dinamit konulduğunu
bilmek gerekir. Bizim toplumdaki değişim süreci, sanki planlı ve programlı bir
değişimin asimilasyon tarzında benimsetilmesi gibi kılcal damarlarımıza kadar
kök salarak yaygın hale geldi. Bu süreç sonrasında deli dana gibi nereye
koştuğu belli olmayan yaşamların üzerinde deney yapılan denekleri haline
geldik.
Kapalı toplumlarda toplumsal bilinçaltı patlamaya hazır
volkanlarla dolu olduğu bir gerçek… Dinci ve muhafazakâr insanların yaşamına
baktığımızda bu patlamaların açık örnekleriyle karşılaşmaktayız. Bu savrulan
hayatlar içinde gerekçeli bahaneler hemen hazır bekler, bu insanlarımız
geçmişte ülkenin imkânlarından mahrum yaşadıklarından dolayı, gelen iktidarlar
bunların önünü açtı, onlar da bu imkânları lehlerine çevirerek toplumsal
yaşamda belirli bir yer edinmeye başladılar. Bu göze çarpmak aslında onların
yaşamlarında olağanüstü bir farklılaşmadan değil de eskiden ülkenin nimetlerine
sahip olanlarla aynı ortamları paylaşmaya başladıkları için fazla göze çarpmaya
başladılar gibi savunmalarla farklı duruş sergileyenleri ikna etmeye
çalıştılar. Bu savunma reflekslerine iyi tarafından baktığımızda hüsnü zan ile
değerlendirmek istedik ancak isteklerin freni patlamış bir buldozer gibi hiçbir
dur durak tanımadan hazın ve zevkin zirvesini arzuladığını görünce bu bir
çıldırmışlık ve yıkım psikolojisi olduğunu anlamaya başladık. Hakikaten
çıldırmışlık psikolojisi çok kötü karakterler oluşturur. Arzu ve istekte sınır
tanımaz, zevkte doyumsuzluk had safhadadır, akla gelmeyecek zeki arayışlar
peşinde koşar. Yaşamı sahip olmak ve tüketmek endeksine oturtmaya çalışır.
Tüketim kölesi olduktan sonra da her eylemini tüketime bağlı olarak
değerlendirir ve israfta sınır tanımayan bir maymuna döner. Toplumsal
prestijini gittiği yerin pahalılık durumuna, oraya giden insanların sosyal
katmanına dikkat ederek değerlendirmeye başlar. Karakterleri tüketimleriyle
paralel gelişen bir yaşamın kişiliği yerlerde sürünmeye mahkûmdur.
Fazla tüketenlerin ve israfta sınır tanımayanların itibarı ve
saygınlığı sınırsız harcamalarıyla doğrudan karşılık bulduğu için, bu imkânlara
sahip olmayanların yaşamlarında da kötü başlangıçlara kapı araladılar.
İmkânları olmayanlar da borçlanarak özgürlüğünü ve kalan yaşamını rehin
bırakarak kendisini tanımlayacak ve itibarını artıracak nesnelere sahip olmaya
başladı. Çoğu zaman da arzuladıklarına kavuşamayınca veyahut ta altından
kalkamayacak yüklerin altına girdiğinden psikolojik yapısı sarsılarak bireysel
başlayan depresyonlar zamanla toplumsal depresyona kadar uzandı… Ülke nüfusunun
%60’ların üzerinde bir kesiminin antideprasanlara yönelmiş olması hiç de
tesadüfi olmasa gerek… Kapalı toplumlar ilk karşılaştıkları uyarıcılara
gösterdikleri tepkiyi daha sonradan göstermez olurlar, bu ise tamamıyla bir
adaptasyon süreciyle alakalıdır.
Dijital teknoloji, bizim gibi toplumları hallaç pamuğuna
çevirdi. Ekilesim ve duygusal yaşam hayata yük olmaya başladı. Bireysellik aldı
başını gider oldu. Gerçek yaşam sanala dönüştü, sanal yaşamlar gerçek hayatın
yerini aldı. İnsanlar gerçek yaşamda ifade etmekte zorlandıkları veyahut ta
kendisini kabullendirmekte zorluk çekeceğini görünce sanal ortamda rahat
hareket eder duruma geldi ve içindeki tüm sakladıklarını orada herkesle
paylaşacak ortamı yakaladı. Bu sürecin başlaması beraberinde farklı arzu ve
istekleri de oluşturdu. Sınırsız istek ve haz libidosunun patlamasına neden
oldu. Eskiden muhafazakâr dendiği zaman hemen akla belli bir inancı korumaya ve
yaşamaya çalışan insanlar gelirdi. Oysa şimdi sadece sahip olduğu imkânlarını
ve tattığı hazlarını muhafaza etmeye çalışan israfta sınır tanımayan kapalı
toplumların sonradan görmüş nesnenin kölesi olmuş özgürlüğünü peşin satmış,
sahip oldukları kadar değeri olan bir boş nesne akla gelir oldu… Bu tanımlama
değerleri uğruna mücadele eden ve o uğurda hiçbir durakta otobüs beklemeyen
duruş sahibi olanları kapsamamaktadır. Onların varlığı hep olsun ki doğrular da
bu dünyadan geçmişti diyenler olsun…
Net ortamında sarı sayfalarda bir arama yaptığınızda
karşınıza çıkan aramaların başında kendisini sermaye gören bayanlar ve elindeki
imkânlarla sınır tanımayan hazlara ulaşmayı referans edinmiş zibidi erkeklerle
karşılaşıyorsunuz. Bu sadece belli bir kesimin istekleri değil, özellikle
dindar olduğunu söyleyen telefon ve iletişim bilgilerini paylaşarak rahatlıkla
amaçlarına ulaşacak düzeyde ahlakın sıfırlandığı ortamların oluşmasında acaba
hangi değişim dinamikleri etkili oldu; bunları sorgulamadan geçersek değişimin
nasıl bir etki bıraktığını anlamakta zorlanabiliriz. Üniversite de okuyan kız
öğrencilerden kendisi için buluşma programları yaparak aylık en az beş kişiye
kendini sermaye olarak verip kendisine aylık bağlayanların ve bu paraların da
bir genel müdür maaşının altında olmadı ortamlar acaba nasıl oluştu. Bu
açıklamalarım genelin davranışı olarak algılanmasın ama gelenek olacak düzeyde
Toplum genetiğini ciddi yaralamaktadır. Şimdi sormak istiyorum dindar bir
toplumda camiler dolu iken ramazanda oruçlar tutulurken böyle bir ortamı kimler
oluşturmuş olabilir diyeceksiniz. Evet, işte ben de tam oradayım İmkânlarla
boğulan muhafazakârların büyük bir kısmı libidolarının boşaltımı için hiçbir
sınır tanımaz oldular bu ortamların figürleri de bunlar arasından çıkmaktadır.
Allah taş yağdırmıyorsa onun rahmetindendir. Sosyal araştırmacılar özellikle
sosyal paylaşım sitelerini incelemeliler oralarda ne tür yaşamların olduğunu
görebilirler. Buradaki yaşamlar toplumsal hayatta yaşanılıyor orada kritiği
yapılıyor. Değişimin bu kadar hızlı olmasında imkânların kontrolsüz belli
ellerde birikmesinin ciddi bir etkisinin olduğu muhakkak… Geçmiş yıllarda 70
yaşında bir müteahhidin 20’li yaşlarda sevgililer edinerek yatlarda boy boy
resimler çekerek paylaşması toplumda az mı değişim rüzgârı estirdi dersiniz. Bu
şahısların sahip olduğu imkânlar kendi beceresinden çok onlara tanınan imkânlar
doğrultusunda oluştuğu da herkes tarafından bilinen bir gerçek…
Bu örnekleri çok istediğim için vermedim sadece toplumsal
yaşamda değişim dinamiklerinin toplumsal yaşamla uyum içinde olmamasıyla bir
toplumun genetiğinin nasıl değişeceğini ortaya koymak için paylaştım. Bu
toplumda bundan sonraki rüzgâr ne yönden eserse essin bu süreçteki kasırgaların
söktüğü ağaçları bir daha yetiştirme imkânımız olmayacaktır. Bu bir umutsuzluk
hali değil, durum tespiti olarak görülmelidir.
Peki, bir toplumda böylesi bir sürecin alenen hızlanarak
devam etmesi neden yönetimleri rahatsız etmez. Diyeceksiniz ki zaten yönetim
bunları düzeltmek için çırpınmaktadır. Bozanların düzeltmek için çaba
harcadıkları ne zaman görülmüştür. Bozulan ancak yönetimlere olumsuz etki
ederse ancak o zaman yönetime dokunmayacak düzeyde sınırlama olur ama onun yönü
değiştirilmez. Bunun en açık örneği de İnsanların kısa videolarla küfürlü
konuşmalarını paylaşarak herkesi böyle davranmaya teşvik etmesi hiç mi etik
kurulunun dikkatini çekmez… Çekiyordur mutlaka ama canlı ortamlarda küfürler
etmektense sanal ortamlarda kendi kendilerine ağza alınmayacak küfürleri
yapmaları deşarj olacakları anlamına geleceği için, yönetimler bunu arzularlar
ve onun için de hiç oralı olmazlar… Deşarj olmayan insanlar gerilime neden
olacak ortamlara yönelebilirler, ancak bu küfürlerle, Nasrettin hoca gibi,
eşeğine gücü yetmeyenin kürtününü döverek rahatlaması modunda oldukları için,
bu ortamlar hep oluşturulmaya başlandı bunun da planlı ve programlı bir değişim
çabası olduğuna inanmaya başladım…
Yani diyeceğim o dur ki, değer sistemlerini ahtapotlarının
eline teslim ederek hangi değer sistemini korumaya ve kollamaya
çalışabilirsiniz ki! Toplumsal adalet mekanizması bir toplumda icra edilmiyorsa
o toplum her türlü hastalıkları görebilirsiniz ayrıca her türlü olumsuzluklara
da açıktır o kapılar… Bunun en açık örneğini de İslam Önceki Mekke toplumunda
görmek mümkündür. Herkes Mekke de insanlar kız çocuklarını diri diri toprağa
gömerlerdi diye anlatılır ancak bu geleneğin nasıl oluştuğunu anlatanlara pek
rastlamadım. Mekke’de tefecilik yaygındı ve bu tefeciler insanlara para verir
ve kat kat alırlardı veremeyenler olursa onların kızlarını ve kadınlarını
alırlardı ve bir mal gibi kullanırlardı. Tefecilerin bu vahşetini bilen fakir
insanlar kız çocuklarının bunların eline düşerek onur ve şereflerini korumak
için kız çocuklarını doğar doğmaz toprağa gömerek kendi şereflerini
kurtardıklarını sanırlardı. Bu zamanla gelenek olarak sonraki kuşaklara kadar
geldi… Günümüzdeki paylaşımdaki adaletsizlik ve belli kesim insanların maddi
imkânlardan mahrum kalması, israfta sınır tanımayan yamyamların bu imkânsız
insanların korunması gereken değerlerini ele geçirerek ve istediği gibi
kullanarak insanları zillete düşürdüğü bir gerçektir. Yönetimler bu
dengesizlikleri ortadan kaldırmadan hangi etik sistemi kurarlarsa kursunlar
toplumsal organizmayı ayağa kaldıramazlar. Toplumsal hastalıkların hepsinin
temelinde adaletsizlik vardır. Adaletin icra olduğu yerde tüm toplumsal
hastalıklar kendiliğinden ortadan kalkar çünkü onların yaşaması için organizma
uygun olmadığı için bünyeyi terk ederler. Kendi toplumumuzda böyle bir ortamı
oluşturmak istiyorsak, ”Allah adildir, adil olanları sever” buyruğunu hayatın
tam ortasına dikelim geç kaldık ama bu günden geçi yoktur; yeniden dirilmek
istiyorsak “ADALET ADALET ADALET” bu uyarıyı dikkate almayan yönetimler helak
oldular almayacak olanlarda helak olmaya mahkûmdur… Rabbim bizi İnsanlığa şahit
olanlardan eylesin ve isteklerimizi katındaki değerleri ile daim eylesin ki,
adaleti uygulamaktan tereddüt etmeyelim… Adalet, herkesin kendi menfaatlerini
korumasının adı değildir. Adalet hak edene hak ettiği karşılığı vermek israf
etmemek ve verirken de cimrilik etmemektir. Emaneti ehline vermektir.
Ehliyetten kasıt o işin erbabıdır. Benim düşünceme ve inancıma yakın olan
değildir. Bunları anlayarak yaşamımızı gözden geçirir ve yeniden başlamaya
karar verirsek Allah bize yeter… Allah adildir kimseye ayrıcalık yapmaz, ölçüye
uygun ise sonuç kendiliğinden gelir gelmiyorsa ölçü yok demektir…
Bir zihin ve yürek sorgulaması yapmak açısından çakralarımızı
biraz açmaya çalıştım, faydalı olabildiysek ne mutlu, faydalı olmayacaksa
rabbim kimseye okutturmasın… Selam saygı muhabbet ve dualarımla…
Bahadır
Hataylı/20.01.2022/01.22
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder