Sabah saatlerinde Adana'dan otobüse bindim 2 saat gibi kısa bir yolculuktan sonra İskenderun’daydım. İlk işim eskiden Kırıkhan İskenderun arasına çalışan taksi dolmuşlar vardı onların garajına gitmek oldu. En önde eski uzun kanatlı impala bir taksi vardı sahibi başında Kırıkhan, Kırıkhan diye bağırıyordu, taksisinin başından ayrılıp insanlardan uzaklaştığı zaman yanına gidip durumumu anlatmak istedim. Arkaya dizilen arabalara baktığımda tüm Hacı Muratlar bir kervanın önüne dizilmiş küçük boylu Anadolu merkeplerini andırıyordu, arada bazı Renault 12 TS ve TSV araçlarda vardı. Birisi olmazsa birisi mutlaka beni arabasına alır diye düşünerek o yaşlı adama yaklaşarak amca, benim sadece 1 liram var, beni Kırıkhan'a kadar götürebilir misin orada sana paranı geri veririm dedim, âmâ o yaşlı adamın bir sinir ve haşmetle git ulan buradan e...oğlu eş..k diyerek, beni oradan kovalamak için peşime verdi, ben de ne söyledim ki diyerek utancımdan yere girseydim de bu durumla karşılaşmasaydım diyerek oradan uzaklaşmaya başladım. İskenderun’un ortasından geçen çevre yolunda Hatay'a giderken PAC garajına varmadan sanıyorum 500 metre önce, yolun sağında bir duraktı burası. Durağa 100 metre mesafede oturdum ve hangi arabaya sıra gelirse kaptanının durumuna bakarak durumumu anlayacak birisine anlatmak için biraz daha yaklaşıyordum, ama bakıyordum ki, hepsi birbirine benziyordu söylemeden oradan tekrar uzaklaşıyordum. Bu şekilde geçen zaman neredeyse 4-5 saati bulmuştu. Öğlen ikindiye doğru sarkmış ve Güneş yavaş yavaş batı tarafına doğru yol almaya başladığında midem bulanmaya başladı. Orada el arabasında simit satan bir tezgâha gittim bir ayran ve bir simit aldım onu güzelce bir yedim, baktım gözlerim biraz açıldı. Tam bir gün önce öğle yemeğini okulda yemiştim o saate kadar hiçbir şey yememiştim elimdeki son paramı da ona verdim ve böylece hiçbir imkânım kalmadı ne yapacağım diye derin derin düşünürken yeni bir fikir gelişti ve kendimi bir anda PAC garajında buldum. Garajın önünde kapıda 2.5 Ford Minibüs duruyordu sahibini bulup durumumu anlatmam gerekiyordu çünkü akşam yaklaşıyordu zamandan hafızamda kaldığı kadarıyla hafif sakallı 30 yaşın altında olduğunu tahmin ettiğim bir adam sağ dirseğini arabasının ön çamurluğuna dayamış Kırıkhan kalkmak üzere, son yolcu, son yolcu diye bağırıyordu. Ben ise utana sıkıla onun yanına yaklaştım, abi bu tarafa biraz gelebilir misin dedim, hiç kırmadı ve hemen geldi. Abi benim hiç param kalmadı Kayseri'den geliyorum orada okuyorum, beni Belen'i geçince Gediğe kadar alabilir misin dedim, ne demek abiciğim gel sen şoför mealine benim yanıma otur, nerede ineceksen söylersin, ama Kırıkhan'a gideceksen seni oraya da götürüm sakın utanma dedi. Ben, hayır abi beni oraya kadar götürürsen yeterli, orada yanımda okuyan bir arkadaşımın ailesi var onlara uğramam lazım dedim. Bu olay sanki dünyanın tüm ağırlığını üzerimden almış beni bir kuş gibi göğün en üst makamına çıkarmıştı. Gözlerindeki o merhameti ve sevecenliği bugün gibi anımsıyorum. Aslında benim Gedikte inmemin sebebi kimseye yük olmadan arkadaşımın ailesinden biraz para alarak köyüme gitmekti, çünkü arkadaşımın kız kardeşi de aynı zamanda sınıf arkadaşımdı. Ona durumu rahatlıkla söyleyebilirdim beş yıl aynı okulda aynı sınıfta uyku saatleri dışında neredeyse hep birlikte geçmişti zamanımız. İsmini yazmada belki bir sıkıntı olabilir şu an öğretmenlik yapıyor o kız arkadaşım, arkadaşlarımdan aldığım bilgilere göre...Ama benim yolum o acılı günlerimden sonra bir daha denk gelmedi. Bana Erol, akşam oldu ne olur burada kal, sizin köy uzak, şimdi gidersin köy arabası da bulamazsın demesine rağmen benim inadım inat der gibi köye ulaştıracak bir yol parası alarak asfalta indim ve gelen bir arabaya bindim Kırıkhan'a vardığımda neredeyse Güneş batmak üzereydi, köy garajında o yana bu yana koştum hiç araba kalmamış ancak bize uzak olan kısımdan bir araba vardı oda kalkmak üzere ancak benim köyüme en az 6-7 km uzaklıkta beni bırakacaktı. Olsun dedim ve ona binmeye karar verdim, araba diyorsam bugün sizin bildiğiniz gibi bir araba değil, altı yere yakın Skodalar vardı, tekerlerin üzerine tahtadan uzatılan bir oturak olurdu çift taraflı üstü çadırlı insanlar doldurulurdu içine o şekilde giderdiniz. İlk olarak iki takımın maçını izlemek için bir stada gitmiştim orada tezahürat yapanlar, eğer kendi takımları aleyhine hakemlerden bir karar görürlerse hemen bir küfür basarlardı. Orada ilk olarak karşılaştım yan hakemin bacakları içe doğru eğriydi, hemen bayrağı kaldırdı ve ofsayt kararı verdi. Bunu gören oyuncu taraftarlar ulan hakem hakem Skoda bacak diye hakaretler savurmaya başlamışlardı. İşte benim bindiğim aracında tekerleri içe doğru eğikti yattı yatacak giderdik.
Derken bizim araba kalktı her gaz verilişinde egzozdan çıkan o gazlar bizi sanki boğardı. Şoför arabada kim var kim yok bilmez sadece bir an evvel gideceği yere varma sevdasında gaza basardı köy bu köy derken yolları hızlı bir şekilde geçiyoruz ben ise oturacak bir yer bulamamışım üstteki çadırın altındaki koruması olan demirlere yapıştım kendimi korumaya çalışıyorum ama her an bir frenle ya öne ya arkaya savrulma ihtimali de var. Yavaş yavaş etraf kararmaya başladı, akşam ezanı okundu okunacak gibi, araba baktım tam virajı dönüyor Kürt nasır ile Çamsarı yol ayrımında, ben orada ineceğim diye bağırdım, arabadakilerde arabaya vurdular ben daha inmeden bir ayağım yerde henüz inmeden şoför hemen gaza bastı ben ise bir anda asfalta savruldum yüzüm gözüm toz toprak çeneme alnıma taşlar batmış kan akıyor o anda olayın etkisiyle sersemleyerek bir baygınlık yaşıyorum alnımda bir ağrı çünkü yüzükoyun düştüm. Araba kenara durmuş herkes çocuk öldü diye bağırıyor bu çocuk hangi köyden tanıyan var mı diye birbirlerine soruyorlar, ben bunları duyuyorum ama karşılık veremiyorum anda bir teyze beni dizine yatırmış vah yavrum vah yavrum bu da mı gelecekti senin başına diye, yüzümdeki kanları siliyor alnımdan öpüyor ve şefkatle eşarbı ile yüzümdeki tozu toprağı temizliyordu. Gözlerimi tam olarak açtığımda baktım ki Yusuflu Köyünden sıra arkadaşım Fatih'in annesi olduğunu fark ettim. Okula birkaç defa oğlunu görmek için gelmişti ben oradan hatırlıyordum ama o beni sanıyorum tanımadı tanısaydı beni asla bırakmazdı çünkü. Derken bir Jhondere traktör geldi bizim istikamete giden, onu durdurdular ve ona dediler ki Körpınara gidecek bunu gideceğin yere kadar götürebilir misin, o da ne demek tabi ki götürürüm dedi ve beni traktörüne bindirdi. Hemen sordu Sen Körpınarlı mısın evet deyince, Kimin oğlusun dedi, Ben Kilisli Cuma'nın oğluyum dedim, sen Cuma dayının o uzakta okuyan oğlu musun dedi, evet dedim.O zaman biraz duralım şurada dedi ve Kürtnasır köyünün kenarında duran derenin kıyısında durdu benim yüzümü gözü tertemiz yıkadı, üstümü başımı sildi, cuma dayı seni bu halde görürse tedirgin olur ve geri gelir o şoförü akşam akşam vurabilir, sakın ola ki ona böyle olduğunu söyleme yolda karanlıktı taşlara takıldım düştüm dersin diye beni de iyice öğütledi ve Traktöre tekrar bindik. Ben seni köyüne kadar götürüp Cuma dayıma teslim ederim, hem bir elini öper dönerim ondan helallik isterim, ben seni asla burada bırakamam onun bizde hatırı var, olur mu diye beni köye götüreceğini söyledi. Macerayla başlayan yolculuk başlangıcımız köyümün yollarına kadar maceramız eksik olmadan geldik, köy yolunda mezarlığa doğru döndük şimdi babamın yattığı asıl mekan orası, Mezarlık sonrasını görüşmek üzere inşallah...
Erol Kekeç/28.04.2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder