Bu Blogda Ara

28 Şubat 2021 Pazar

28 ŞUBAT ANISINA!BU GÜNÜN SAVRULAN YAPRAKLARI

Kızgınlıklarını başkalarının mizaç ve karakterleri belirleyen toplumlar yok olmaya mahkumdur.28 Şubat tarihte ne bir ilkti ne de son oldu…Nice 28 şubatları yaşamamıza rağmen, o günün 28 Şubatını yapanlar sadece belli bir ideolojiyi ve dayatmayı tercih ettiklerinden sadece onların ismi bugünlerde hatırlanır oldu…Oysa şöyle bir hafızanızı yoklarsanız, Refahyol iktidarında Merhum Şevket Kazan’ın Adalet Bakanlığı yaptığı zaman nice Müslümanların en katı şekilde cezalandırıldığını çok iyi hatırlıyorum da o gün var olan anlayışa uygun olmadığından sindiriliyordu. Dönemin Adalet Bakanı kendisine gelip durumu anlatanlara o konuda hiçbir kapı aralamıyordu.
Meşhur 28 Şubat’ı bunlardan ayıran ve gerçekten lanetlenmesi gereken o kadar çok özelliği var ki neresinden tutsan elinde kalıyor. BÇG’nin çalışmaları, tüm inandığını söyleyen kesimleri tedirgin ve ürkek yaşatmaktaydı ama sorarsanız bugünden daha huzurlu muyduk kesinlikle evet…O dönem, Merhum Necmettin Erbakan Hocanın şahsında bir değer sistemini imha ederek tarihe gömme operasyonuydu. Bir sistemin kendi koyduğu kuralları istediği gibi kullanarak meşruiyetini yok ettiği zamanlardı. Bunların tamamı, Demokrasi Cumhuriyet, Laiklik ve Çağdaşlık adına yapılıyordu. Yani anlayacağınız Laiklik kendi tanımını yapamamış bu dönemdeki bazı omzu kalabalıklar onun tanımını yeniden yaparak, kendi kuralları içinde seçilmiş olan bir Başbakanı, zorla bulunduğu makamından indirmeye çalışıyorlardı. Sebebi ise Sistemin kurallarının işlemesini engelleyerek sistemi korumaya çalışanların kural tanımaz çıldırmışlıklarını,bir değer sistemini gözleri dönmüşçesine parçalamaktır.O yıllarda Öğretmenlik yapıyordum ve bir üniversite de Araştırma görevlisi olarak başlamak için çabalıyordum, çünkü Hocam bana Erol bu iş senin işindir sakın ola ki bunu yapmamazlık etme, yoksa yeni nesiller böyle bir değerden mahrum kalırlar diye sürekli beni o ortamlara çekmeye çalışırdı Rabbim ondan razı olsun hayatımda en çok sevdiğim hocalarımdan biriydi çok çatışırdık tartışırdık birbirimize kızardık beni odasından kovardı sonra gelir tekrar boynuma sarılırdı. Azizim gel bana sürekli nasihat et diyecek kadar gönlü alçak ve mütevazi biriydi. En son YÖK yönetim kurulundaydı 4 yıldır haberleşemiyorum sanıyorum emekli oldu ancak adam gibi adamdı. İşte o yıllarda ben Üniversitede çalışmak için sınavlara müracaat ettiğimde, beni tanıyan hocam bana şu ifadeyi kullanmıştı, sen müracaat etme seni kesinlikle almayız onun için hiç müracaat etme. Hocam ben bu ülkenin bir vatandaşıyım benim babam vergi veriyor abim askerliğini yaptı sıra bana gelecek diye karşılık verdiğimde, evladım sen laf anlamıyor musun, Böyle radikal dincileri üniversitemize alamayız demişti ve beni odasından kovmuştu. Dönemin Milliyetçi Hareket Partisi il Başkanı devreye girerek bu kardeşimiz vatansever demelerine rağmen başımıza bela alamayız demişlerdi…O günden sonra onlar beni isteseler de ben artık böyle basit sıradan komedi bilim kiliselerinde çalışamazdım ve de öyle oldu…
Bunları neden anlattım dersiniz, işte o 28 Şubat diyorsunuz ya onlar bu arpalıkları kaybetmemek için öyle bir savaşı başlattılar ve acısı o günün şartlarında çok ağır oldu ama bizleri sadece daha tutarlı entelektüel ve kuşatıcı anlayışlara sevk etti…Bizleri bilelendirdi ve örnek bir yaşam nasıl olur, bizi imha etmek isteyenlerinde güven duyacağı bir yaşama kendimizi hazırlamalıydık ve öyle yola çıktık…Hiçbir ayrım yapmadan herkesi layık oldukları yaşamda görmekti arzumuz ve kimseyi ötekileştirmeden herkese insan olduğu için evrensel bir değer sistemine dayanan yaşamı sunacaktık…Hiçbir çıkar menfaat için şöyle şöyle iş yerlerimiz olmalı herkese hava atarak kendimizi anlatacağız diye bir sevdamız asla olmadı ve hala da öyle devam ediyor…
Fazilet partisi genel başkanlık seçimlerinde RTE o zaman aday değil, yeni kuşaktan Abdullah Gül aday yapılmıştı, Önceki kuşaktan da benim çok değer verdiğim insan olarak saygı duydum Recai Amca adaydı. (Rabbim sağlık sıhhat versin ona) O seçimde otobüslerle öğrencilerim gitmişlerdi orada Abdullah Gül ve Bülent Arınçlara karşı çok nahoş hareketler olmuştu hatta onlar davayı parçalayan bölen kişiler olarak görülüyordu. O yıllarda benim o gençlere tavsiyem farklılıkları kuşatacak kadar kendilerini yenilemeyen ve mutlak doğrular sadece kendisiymiş gibi başkalarını dinlemeye tahammülü olmayanlar yok olmaya mahkumdur demiştim ve o gençleri sükunetle bu yolda mücadele eden o abilerine karşı saygılı ve edepli olmaya davet etmiştim. Ne yazık ki o gün ki statükocu kafalar tarafından hep yanlış yolda olduğum ve bölücülere çanak tuttuğum gençleri ayarttığım söylenmişti. Olsun dedim ve ben inandığım ve temellendirdiğim bilgi doğrultusunda kendi yaşam felsefemi kurgulamıştım.
Fazilet Partisi kapatılınca Millet vekilleri mecliste bağımsız olarak kaldıklarında dedim ki, bu anlayış böyle giderse RTE bir parti kurarsa gece gündüz demeden çalışmazsam insan değilim dedim, Hatta Rahmetli Mesai arkadaşım aynı zamanda Hocam Necmi Polat (Rabbim rahmet eylesin) bak bu sözünü unutma o gün bunu sorarım sana demişti…İnşallah göreceğiz dedim.
2001 yılı Ağustos ayı gibi resmi kuruluş süreci başladığı dönemde hiç ismi duyulmadan en ağır şekilde koşturan hatta onun için şehir değiştirip yeni iş kurarak gelecek günlere hazırlık yapmak için mücadele etmeye çalıştım. İş yerinden çok sosyal çalışmalara ağırlık verdiğimden neden işimin başında değilim, hep geziyorsun sen ne yapıyorsun kimseler bilmiyor diyerek çatışmalar yaşadığım Kurum genel müdür ile aramız bozulmuştu.2002 Seçim döneminde O vilayeti bırakarak İstanbul’a taşındım ve tüm telefonlarımı kapattım. Böylece üzerimdeki külfet hayli hayli artmıştı. Biz ise hep geleceğin çok iyi olacağını yeni bir dünya kurulacağını insanlara söyleyerek, Ak Partinin çok güzel bir sayfa açacağını ve o sayfanın üzerinde geçmişten kalan hiçbir iz olmayacağını, herkesin o sayfada kendine bir yer bulacağını ve kendi yerini belirleyeceğini anlatıyorduk…2002 3 Kasımında büyük bir farkla Ak Parti seçim kazanmış ve tek başına iktidar olmuştu bizlerin sevinci anlatılamazdı çünkü emeklerimiz pratik sahnede yerini almıştı…Hatta eşime eğer Ak partiye oy vermeyeceksen seni sandığa vallahi götürmem diyordum, çünkü onun fanatik bir Erbakan Hoca hayranlığı vardı ve Bulunduğumuz ilde bayan gençlik kolları başkanlığını yapmıştı…Yani söz aldıktan sonra sandığa gidiyorduk ve böyle Ak partiye oylar topladık…Bu süreç tam üç dönem sorgusuz sualsiz devam etti yanlışları bildiğimiz halde bu inşallah değişecek umutlarıyla hep yaşadık…2011 Yılında Hatay’dan Milletvekili Aday adaylığı için başvurdum ve çok büyük çalışmalar da yaptık hatta o bölgenin aşiret lideri iki yıl önce rahmetli olan İnayet Açıkgöz amca, aynı zamanda Ak partinin Hatay kurucu yöneticilerindendi.S.Ergine doğrudan şunu söyledi, biz hocamın ilk üç sıra içine konulmasını istiyoruz bizim aşiretimiz Şanverdi de aday çıkarmayacağız bizim adayımız hocamız olacak bunu yapmazsan bu şehre ihanet edersiniz dediğine ben şahidim ancak S.Ergin ihanet etmeyi tercih etti biz nal toplayarak İstanbul’a geri döndük…O süreçlere birlikte RTE’ye Parti içinde dönen dolapları çıkar gruplarının menfaat ortaklıklarını alenen mektup olarakta yazdım e devlet üzerinden de bir çok defa beyan ettim…Akimi arayarak Yerel yönetimlerden sorumlu Başkan YRD. Teşkilattan sorumlu Başkan YRD.’larıyla defalarca telefonla da görüştüm bana dilekçeler vermemi istediler onları da yazdım ancak gördüm ki siz bir şeyleri doğru anlattığınız zaman kurulmuş şebekelerin işine gelmiyor ve siz damgayı yiyorsunuz…
2011 Sonrası süreçte iki tane internet haber sitesi kurdum, Bu site tamamıyla objektif haber ve insanları doğru bilgilendirip yönetimin yol güzergahına dökülen taşları önceden haber vererek onlara dikkat çekmekti…www.akfikir.com,www.v-haber.com,burada en az 50 tane köşe yazarı arkadaşımız yazılar yazdı sabahlara kadar haberler yaptık ve uykusuz kaldık kimseden bir dirhem destek almadık tüm bunları imkansızlıklar içinde kendi emeklerimizle yaptık…O dönemde CIAMEAT ile iktidar çatlaklıklarına o kadar yer verdik ve bunların geleceği süreci anlattık ki anlatamam,hatta,Hüseyin Gülerce’nin o günlerde kaleme aldığı “Günah Bizden Gitti ”yazısını yerden yere vurarak aba altından değil doğrudan iktidarı tehdit eden yazısına sadece ben cevap vererek yazılar yazmıştım…Peki neden neden bunları yapmıştım hakkın ortaya çıkması ve adil bir yönetime toplumun kavuşması için…17 Aralık öncesi 17 aralık süreci üzerine yazdığım tüm yazılarımın toplandığı bir kitabı inşallah imkanım olursa bastıracağım. Hazır bekliyor 180 sayfa…Çıkar ve menfaat gruplarının mı yoksa hakikaten idealist ülkesini ve milletini seven insanlar mı bu ülkeyi yönetiyor onları daha yakından görelim diye bunları anlattım…Gülerce’nin şimdi ne yaptığını benim anlatmama gerek yoktur siz zaten bilmezsiniz o günleri hiç hatırlamazsınız yat kalk yat kalk bugün değil mi…(!)
Tüm bu olumsuzluklara rağmen dedik ki, bakalım inşallah değişecek bu durumlar belki belki…gibi kendimizi avutan duygularla hep sabrederek bu günlere geldik, he şunu da bu arada hatırlatayım aslında bu ifadeyle karşı karşıya kaldığım gün kafamda bitmişlerdi ama yine de sabır dedim…Bir gün Kuzguncukta oturuyoruz, ben de o yıl yeni bir operasyon olmuşum kalpten işe de ara vermişim ama sosyal faaliyetlere devam,İBB’de üst düzey yönetici olan ve aynı zamanda başkan danışmanı olan ……Hocam sen neden Belediyeye girmiyorsun bak orada özellikle Külttür AŞ.de senin gibi biri ne yapmaz ki dedi…Seni oraya hemen alalım, peki bana ihtiyacınız var mı dedim tabi ki ne demek biz insan arıyoruz. Ne yapmamız lazım bunun için dediğimde ben size söyleyeceğim, Teşkilata üyemesin bu arada hangi teşkilata dedim yahu partiye üyemesin yok öyle bir ihtiyaç duymadım dedim olur mu hocam bu işler öyle olmaz önce git hemen Üsküdar’a üye ol ondan sonra iş tamam dedi…Ben öyle olduğunu zaten biliyordum da etkili ve yetkili birinin ağzından bunları duymam beni şaşırtmadı doğrusu, burası umuma ait bir konuşma ortamı değil siz anlarsınız onu….Bunun üzerine ben sert bir şekilde ben oraya üye olduğum için beni alacaksanız benim işim olmaz ama ben o işe layık olduğum için ve benim liyakatime inanıyorsanız beni oraya almanızı beklerdim…Ben ne üye olurum ne de o işe girerim dedim ve o sinirle beş dakika sonra ayrıldım çayım bile yarım kaldı…Bunların tümüne bu fani şahit olmuş biri olarak bugün 28 şubatla ilgili bir şeyler söylerken,28 Şubatın bunalttığı insanların hayatımızı ne kadar bunalttığını da anlatmasam bu bana yakışmaz…
28 Şubat’ı hiçbir gerekçe ve şart olmadan lanetleyen ve o dönemin pisliklerini alenen yaşayan Üniversite sınavına kız kardeşimi götürdüğümde polis kapıda alamayız diye diretince bana bak memur bey senin görevin buradaki insanlara herhangi bir zararın gelmemesi için onları korumaktır. Sana kılık kıyafetinden dolayı şunları şunları sınava almayacaksın diye bir görev vermediler ve ben vergileri verirken de benim kardeşimi sınava almayasın diye sana maaş vermeleri için vermedim, çekilir misin kardeşim, bu sınava bu insan girecek ve telefonumda bu, çıkınca beni ararsınız ben gelir alırım herhangi bir olumsuzlukta olduğunda bilgilendirirsiniz, dediğim günleri hiç unutmuyorum…Peki ne oldu dersiniz o sınava o kardeşimi ben soktum kararlı duruş farklı bunu da bilmekte fayda var…
Evet dostlar 28 Şubat böyle bir hatıra bıraktı yaşamlarımıza ve o travmanın bu gün bile etkileri yok değil, âmâ kimler üzerinde derseniz değerlerine sadık olan insanlarda…Bugün Partiler kapatılmak isteniyor peki soruyorum bunu hangi adalet denklemi içinde ele almak lazım terörist bunlar diyeceğinizi biliyorum ben öyle değildir öyledir gibi bir yorum yapmıyorum sadece sorguluyorum…Terörist bir öğüt olduğuna inandığınız bir örgüt liderinin bir seçim öncesi mektubunun TRT ekranlarından okunarak haber konusu yapıldığını dikkate aldığımız zaman, örgüt liderinin kendisi meşru ama devletin resmi kuralları çerçevesinde kurulmuş olan bir partinin seçilmiş Milletvekilleri gayrimeşru öylemi benim bunu aklım almaz bunlar bana birkaç numara küçük geliyor…Çözüm süreci adı altında yürütülen bir çalışmanın başarıya ulaşması için iktidarla danışıklı ve bilgisi dahilinde terör örgütüyle görüşmek için bu partinin bazı vekillerini dağa ve örgüt merkezlerine gönderilecek o dönemde çekilen fotoğraflar bu gün parça parça manşet yapılarak piyasaya sürülecek ve bir partinin gayrimeşru ve terör örgütü olduğuna dair gerekçeler oluşturulacak…O zaman adama sormazlar mı 28 Şubatta gazete köşelerinin yazıları ve fotoğraflarıyla Vural Savaşın yaptığı icraatlarla bunlar arasında ne fark var diye…İşte bundan dolayı diyorum ki,28 şubatlar bu ülkenin makus talihi olmaya hep devam edecek…
Hukukta suç, ferdidir. Bir ferdin yaptığı eylemlerden dolayı bir başkası cezalandırılamaz. Bu feto olayları öncesi ve sonrası bu örgüte en şedit karşı duranlardan olduğum halde Hukuki olarak yapılan ve KHK ile insanların yaşam haklarının ellerinden alınarak açlığa mahkûm edilmelerini bir insan olarak asla ve kata onaylamıyorum…Çünkü Ben Müslümanım. Müslüman adil olmak zorundadır düşmanımın da adil yargılanmasını isterim hangi hukuk sisteminde insanların malları ve mülkleri talan edilir ben bunları anlayamıyorum anlayan olursa izah ederse sevinirim…Bazen duymuyor değilim en yakın arkadaşlarımdan hocam sen bunlara bakma sen hep insani düşünüyorsun bunların çocuklarına bile bir damla su vermeyeceksin bunlar hep hain diyen arkadaşlarım var…Ben soruyorum, İslam’ı geçelim yeryüzünde hangi hukuk sisteminde böyle bir uygulama örneği varsa, anlatan olursa sevinirim…
Değerli dostlar gelelim 28 Şubat’a işte o süreç bazen mart bazen 12Eylül bazen başka bir şey olarak karşınıza çıkabilir onu anlatmak istiyorum sadece bu Şubatların uygulayan zatları değişir zulüm kimden olursa olsun adı zulümdür….
Ülke olarak bizim böylesi zillet ve acınası yaşamlardan kurtularak herkesin birbirine saygı duyduğu ve hukuk çerçevesinde yaşamlarını devam ettirmelerinin yolu, İnsani bir hukuk ve onun da bağlayıcılığından geçer. Bu anlayışa kavuşamadığımız ve herkesin kendi yandaşına sunduğu hayatı kutsal diğerlerini sömürmesini meşru olarak görüp onu meddahlarıyla göklere çıkardığı yaşamlarda 28 Şubatlar hep devam edecektir. Kafalarında 28 Şubata karşı olmayanlar gerçek yaşamlarını hep 28 Şubat mantalitesine farklı bir ideoloji ve inanç yükleyerek devam ederler…Bu da birileri için 28 Şubatlar devam ederken birilerine ise 21 Mart olur yani çatışma üzerine kurgulanan bir topuma da hiçbir zaman mutluluk ve huzur gelmez; huzur ve mutluluk kapılarından içeriye girmek istiyorsanız, ”Kendiniz için istediğinizi bir başkası için de istemedikçe “Müslüman olamazsınız anlayışını hayata oturtmak gerekir yoksa tüm çabalar habitat ameluhum olur…
Erol KEKEÇ/28.02.2021/14.30
Bir bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava görseli olabilir

SUÇLU OLUŞTURMAK MI SUÇLUYU BULMAK MI ADALETTİR!

1977 ‘li yıllarda ben ilkokul 2. Sınıfta olduğum yıldı sanıyorum. Hüzünlü bir olay yaşanır bizi ilgilendiren. Babam Rahmetlinin büyüğü rahmetli Ahmet amcam hayvancılık yapardı. Mera hayvancılığı vardı o dönemlerde bizim orada, ahır hayvancılığı yapmak ya görgüsüzlük ya da çok zengin olmanın görüntüsüydü…Amcamların sığır sürüsünden iki tane inek kaybolur otlanırken, amcaoğullarından ikisi o inekleri aramaya çıkarlar ve köy köy gezerler…

O dönemde bugünlerde olduğu gibi araba falan yoktur ya bir atla gider ararsınız ya da yaya tabana kuvvet…Ben o günlerde okulda öğrenciyim yılda iki defa tatilimiz var, yarıyıl tatili ve yaz tatili diğer zamanlarda ise hafta sonuna doğru denk gelirse bayramlar ve yılbaşı o da bazen tatil olur…Bunun dışında etrafı dikenli tellerle çevrili çocukluğumuzun tüm hüzün ve özlemlerini o dikenli teller içinde kendi kendimize halletmek zorunda kalırız, bu hayata da 7 yaşında başladık…Yani kuş uçmaz kervan geçmez okuldu. İlçemizin Pazar günü o dönemde sadece Çarşamba günü olurdu Pazar nedeniyle ilçeye gelen birisi olursa, çocukları da okulda varsa, tüm haberleri ondan alırdık…Herkes toplanır başına köyden biri gelmiş diye, en azından içimizdeki hasretimizi onunla giderir birkaç dakikalığına da olsa içimizdeki hasrete su serperdik…Mekanı cennet olsun Bizim kirve Vardı Cemil amca en çok okula gelenlerden biri oydu, Bir de Mamo dayı vardı…Onlar en çok ziyarete gelen demirbaşlarımızdı, çünkü onların okulda bayağı çocukları vardı. Cemil amca 2 yıl önce hakkın rahmetine kavuştu, vefatından 2 ay önceydi sanıyorum eşim, annem, amcam ve ben ziyaretine gittik helallik aldım çok duygulanmıştı, biraz göz yaşı döktü geçmişi hatırladı ve bize dua etti, sanki dünyayı kendisine vermişiz gibi bir mutluluk vardı yüzünde…Mamo dayı sanıyorum hayatta ona da sağlık ve sıhhat diliyorum.
Bizim ilkokul hayatının hayatımıza kattığı o hüzünlü güzellikleri yaşamımızdan çıkarmamız imkânsız, çünkü hayata bakış kimliğimiz orada o yaşlarda şekillendi…650 öğrencisi vardı sanıyorum 1.sınıftan 8. Sınıfa kadar, kız erkek karma bir okuldu. Yatakhanelerimiz hariç hep birlikte bir kardeş gibi iç içe büyüdük orada, birimizin başı ağrıdığında o sınıftaki tüm arkadaşlarımız hastaymış gibi acı çeker hep senin yanında olurdu. Bu günlerin üzerinden tamı tamına 40 yıl geçmiş ve ben ilkokulu bitirip oradan ayrılalı, o yılardan sonra her gittiğimde orayı görmek için gider bazen çevresinden geçerim çocukluğumun geçtiği o yıllar gözümün önüne gelir, çocukluğumu anlamlı olarak dikenli tellerin içine bıraktığımı düşünür çok rahatlarım…
Biz böyle bir yaşamı kendi içimizde yaşarken köyde olağanüstü bir durum meydana gelir ve ilçe jandarma komutanı köye babamın yanına gelir ve doğrudan der ki, çocukların nerede diye sorunca babam da okuldalar yatılı okulda okuyorlar, yoksa başlarına bir şey mi geldi der. Ancak onlar hala gizemli halleriyle seni götüreceğiz derler, babam da tamam gideyim de çocuklarıma bir şey mi oldu diye diretince, karakolda öğrenirsin derler sadece…Geride kim varsa köyde nenem annem amcam yengelerim hepsi meraktan patlarlar. Jipe geldiklerinde çocuklarımın adı ney der babam, Na…n ve B…n derler. Bunlar senin çocukların değil mi dediklerinde babam evet benim çocuklarım der. Tamam işte bunlar bir hırsızlık yapmışlar onun için şu an karakoldalar gel durumlarını gör derler. Rahmetli babam çok zeki ve hikmetli bir insandı, olayı hemen anlamış ve gitmeden jipi durdurmuş amcamlara bir şey yoktur merak etmeyin ben gidip geleceğim diyerek onlarla ilçenin yolunu tutmuş…
Bu arada olayın gelişim şekline de değinelim, amcaoğulları köy köy gezerek kaybettikleri ineklerini ararken, yorgun ve bitap düşerek dağ eteğindeki bir köyün çıkışında, köye doğru dönüyorlarmış ki, hemen jandarmalar durun diye bağırmışlar ve bunları arabaya bindirip karakola götürmüşler, ne olduğunu anlamayan bu garibanlara utanmadınız mı ……gibi hakaretlerle bunları sindirerek konuşmalarını istiyor, ama bizim zavallıların ne olup bittiğini anladıkları bile yok…O arada isimlerini soruyorlar isimlerini söyleyince bir de kimlik istiyorlar, ne yazık ki bizimkiler de ne kimlik ne baba üzerine kayıtları, ne anne ve babanın resmi evlilik cüzdanları var…Bu durum onların başına bir bela getirir korkusuyla kimin oğlusunuz diye sorulan soruya Kilisli Cumanın oğluyuz diye cevap veriyorlar. Oysa Onlar Amcamın çocukları ama orada bir uyanıklık yaparak babamın ismini veriyorlar, çünkü bu durumda babamın işlerin daha rahat üstesinden geleceğini sanıyorum onlarda seziyor…Amcam, ne karakol, ne resmi daire garibim hiçbir şeyi bilmez, oraya gitse eli ayağı birbirine girer, hiçbir şeyden haberi olmasa da tüm suçların sorumlusu olarak çıkabilir, öyle bir yapısı vardı hemen kıpkırmızı olur ve birden titremeye başlardı…Bundan dolayı Babamın çocukları olduklarını söylemişler, bu arada babam ilçeye gelmiş amcamın çocuklarını görmüş ve onlara sormuş, oğlum durum nedir, neden sizi burada tutuyorlar demiş…Onlar da amca bizim hiçbir şeyden haberimiz yok inekleri ararken içinden bir gün önce geçtiğimiz köyün birinden, bir adamın koca bir sürü koyunu çalınmış, ortaklardan biri, bir gün önce iki yabancı bu köyden geçtiler mutlaka onlar bu koyunları çalmışlar ve onlar yaya geziyorlardı, mutlaka bu köylerden birindedir diyerek bizi aramışlar ve ka…kaşı çıkışında bizi yakaladılar ve karakola getirdiler demişler. Rahmetli babam tamam oğlum oturun birazdan inşallah hallolur demiş…
Komutan gelmiş amca görüyor musun senin çocukların ne yaptığını diye hakaret eder şekilde çıkışmış. O zaman Babam, sayın komutanım gel buraya oturalım size bir mesele anlatayım ondan sonra alın götürün atın içeriye, savcılığa çıkarın kaç yıl verirse yatsınlar diye konuşmuş…Komutan anlat bakalım amca deyince Babacığım der ki, bir yaz günü Nasrettin hoca sahile kimsenin olmadığı bir kumsala gitmiş ve kumlara uzanmış…Güneşlenmiş uyumuş sonra denize girmiş tekrar kumlara gelip uzanınca demiş ki, nasıl olsa kimse yoktur vücudumun her yanı güneşlensin diyerek üryan halde uzanmış ve uyumuş bir uyandığında bakmış ki,canı acıyor ve kavağa bir arı konmuş, hoca demiş ki be mübarek hayvan demek sende bal alacak çiçeği biliyorsun demiş…Kahkahalar kopmuş ve babam arkasından yapıştırmış vallahi sizde buldunuz tam bal alacak çiçeği hiç bırakmayın bal yapıncaya kadar demiş…Bunun üzerine komutan kalkar ve babamın eline sarılır amca çok özür diliyoruz biz sadece bunları şikayetten dolayı aldık ama bu sizin örneğinizde gösteriyor ki biz yanlış yapmışız al çocuklarını ve gidebilirsin der…Rahmetli babam çaylarını içer, ondan sonra bizim suçlularla (!) oradan ayrılır ve köye gelirler…Hakikaten bu bir hikaye gibi gelir size ama geçmişte yaşanan bir hayatın anlatımı olduğunu bilelim…Peki soruyorum aynı örnek bu gün böyle bir ortamda anlatılmış olsaydı hakaretten ve devlet kurumlarını suç altında bırakmaktan kaç kişi kaç yıllık dava açardı dersiniz…İşte bir Hukuk davasının böyle bir bilge ve latif fıkra ile son bulacak yaşamı bizlere de göstermesini rabbimden temenni ederim Vatandaşına güvenen ve onu anlayan bir devlet olmalı derim…Şimdi soracaksınız hırsız kimmiş diye, iki ortaktan biri koyun sürüsünü gece götürüyor başka yerde satıyor ve bunları suçlu olarak yakalatma işini de kendisi yapıyor, ancak belli bir zaman sonra olay ortaya çıkıyor ve gerekli cezayı alıyor…
Bugün sizlerle böyle bir anımızı paylaşmak istedim selam sevgi muhabbet ve hürmetlerimle….
Erol KEKEÇ/27.02.2021/22.17

27 Şubat 2021 Cumartesi

BABAMIN BİR NASİHATİNİ BU GECENİN SIRTINA YÜKLEDİM!


Dünya mı sıkmaya başladı beni, yoksa bedenim büyüdü de dünyaya mı sığmaz hale geldi…Hala kafam ellerim arasına sığmakta, gözlerim iki adet ayakkabı numaralarım değişmemiş, gittiğim geldiğim dükkanlar hep aynı, yollar kaldırımlar beni taşımakta yorulmuyor, asfaltta da bir değişim yok hatta bastığım yerler bir daha basmamı istercesine önümde selama durur gibi uzuyor da uzuyor…Dünyaya bakıyorum onunda çevresinde ve çapında bir değişim yok, küçülme de gözle görülemeyecek kadar fark edilmiyor; peki soruyorum benim bu naçiz bedenimi bunaltan nedir acaba? Anlamakta ve algılamakta da çabalarım yetersiz kalmakta…(!)
Kendime destanlar okuyorum, beni ancak ben çözebilirim diye arada bir de masalları da okumuyor değilim ama ne hikmetse, o ben hep takılıp kalıyor canlı yaşamlardan kendisine post dikmeye…Sanıyorum o postu sırtına alıp onun haleti ruhiyesine bürünüpte ruh hali de bu postun sıcaklığıyla ısınmaya başlayınca, işte o zaman bu dünya dar geliyor bedenime, nasıl bir bedense bu ruhumu da taşıyamaz hale geliyor, bir anda o ruhum farklı gezegenlerde hemen yeni bir beden arayışına giriyor…Sahiden anlayan var mı acaba, neden bu ruhum ve bedenim dünyanın kıskacında bitkin ve bitap düşerek onun daralttığı hayatın içinde nefes nefese kalır…(!)
“Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader, unutma bu dünya böyle gelmiş böyle gider…” Dese de Merhum NFK, ben o kader denen ve bana dayatılan benim gibi yaratıkların dayatmalarını kader olarak göremediğimden, sanıyorum bu dünya beni sıktıkça sıkmaya başlar…Bu sırrı çözemesem de bazı ipuçlarını arada bir yakalamıyor değilim, âmâ ne yapayım bunlar, bu bedenin ruhu, bu dünyanın da bedeni neden bu kadar daralttığını anlamakta tam olarak işime yaramıyor…
Duyarlılık hücrelerini yok etmek için, sanıyorum dünya yeni bir oluşuma giderken bu arada tüm dünyanın duyarlı hücrelerini imha ederek bu dünyayı yaşanmaz hale getirseler de yaşanmaz yer haline gelen bu dünya, herkesin ruhunu ve bedenini benim gibi kıskacına almaz. Çünkü ölü hücrelerin bir bedende bir araya gelmiş olması onlara yapılacak baskının dozunun onlarda bir değişim meydana getirmesinin mümkün olmadığından olsa gerek. Daraltan bu dünya da sanki benim bahtıma çıkmış gibi beni daraltmakta…
Ben böyle duygular sağanağı altında kendimden geçerek yavaş yavaş o sağanak altında dalıp gitsemde bazen babamın nasihatleri ve uyarıları aklıma gelince onların etkisinde kalıp o duygulara yeni bir parantez açmak zorunda kalıyorum. Evladım öyle zamanlar olur ki, bu hayat insana yük sanırsın, sırtında tüm dünyanın ağırlığını taşırsın, âmâ şunu bil ki, dünyanın sırtında taşınanların sırtında, aslında taşınanlar var ama onlar bunu göremezler, onların göremediklerini sen gördüğünde herkesin duyması gereken acı ve ıstırabı sen sırtlanmış olursun bu da seni çok yorar… Evladım yorulanlar değil kaybedenler, zihnen ve ruhen hiç yorulmayıp ne yapalım bu dünya böyle gelmiş böyle gider bir elimde cımbız bir elimde ayna umurumda mı dünya gelen ağam giden paşam diyerek yaşadıklarını sananlardır. Onlar aslında hiç olmadılar ki yaşasınlar, onlar tek hücreli keneler sınıfına girerler ancak ezildiklerinde bağırtıları etrafı kaplar boş davul gibi ses çıkarırlar ama her davulcunun değneğiyle yeni ve farklı ses çıkarmayı da ihmal etmezler…Aman ha evladım ne boş bir davul ol, ne de amaçsız yaşayan bir odun ol…Hedefli adam gibi yaşamak çok zordur evladım, adamların tükendiği günde adam gibi yaşayacaksın…Daralsa da çemberin hepsini göğüsleyerek geçeceksin yoksa nerede kalır yaşamak dediğin…Sen yaşayacaksın çünkü yaşamak için geldin…
Evladım, her zaman haktan yana olacaksın ve adaletin şahidi olacaksın çünkü bu Allah’ın emridir. Bu emirlere uyarak yaşamak Müslüman olmaktır.Müslümanlık’ta bu Dünya’da bir kor ateş haline geldi onu eline aldığında onunla aydınlanırsın ama yanmayı göze alacaksın, onu bıraktığında kimse o meşaleyi elinde taşımak istemez herkes meşalenin ortalığı iyi aydınlattığını anlatır ama o aydınlıktan asla faydalanamaz çünkü eline aldığında bu dünyanın insanlarınca dışlanacağını bilir ve onun da elinde durduğu sürece kendisini yakacağını düşünerek korkak ve ürkek davranırlar…Böylece kölelik antlaşmasını imzalayarak bir böcek gibi yaşamaya mahkum olurlar…Evladım Allah’a kulluk bedel ister, o bedeli göze alamazsan işte o zaman bu dünya sana açıldıkça açılır ama bedel ödemek istersen dünya seni sıktıkça sıkar…Bunlara katlanmayı göze alırsan yeryüzüne gönderilen halifelik makamının ne olduğunu idrak eder öyle yaşarsın bu da senin sorumluluklarını artırır. İşte sen bunlara hazırlıklı olarak yaşa çünkü gittiğin yolun gelecekte sana armağanı bunlar olacak gibi görünüyor…Gençsiniz şimdi, bunları savunuyorsunuz inşallah gelecekte savunduğun bu değerler senden bedel istediği zaman değerlerini satıp kendi dünya rahatını düşünerek yaşayan biri olarak çıkmazsın …Öyle olursa evladım işte hayatı kökten kaybedersin…
Evladım bu sana baba nasihati olsun, Gücünün üzerinde bir sorumlulukla sorumlu olarak kendini görme o bir müstağniliktir kendini harap edersin…Ancak ne yapalım zaman benim dediğime uymuyorsa ben zamana uyayım, çünkü yaşam böyle devam ediyor ne suya ne sabuna dokunacaksın diye düşünürsen hayatın boyu cünüp yaşarsın, çünkü suya sabuna dokunmadan temiz kalacağını düşünen ancak ahmaklardır. Sen, sen ol, adam gibi adam ol…Evladım maslahat böyledir diyenlerin neyin maslahatını düşündüklerine iyi bak, yalanın ve haramın iyi tarafı asla olamaz…Yalan söyleyenleri Allah hidayete erdirmez, Allah’ın haramlarını helal gibi tüketenler de Allah’ın hududunun içine giremez, Allah’ın hududunu hudut bilmeyenlere değer verirsen senin değerin olmaz, değerin yoksa beş para etmezsin o zaman da seni cehennem kapısında zebaniler karşılar…Sen bunların ne olduğunu bilirsen nasıl yaşaman gerektiğine sen iyi karar verirsin evladım…Böyle yaşadığınız sürece, bir baba olarak tüm haklarımı helal ettim…
Bak evladım bu geçen zamanlarımız heba olan yıllarımız olarak geçmesin diyorsan önce hedefini bileceksin, sonra o hedefin uğruna tüm acıları çekmeyi göze alacaksın, o zaman ne olur bilir misin, tüm mücadelen kutsallaşır; çünkü böyle bir hayat, otururken yatarken yürürken yerin ve Göklerin rabbini düşünerek onu anarak yaşamadan farksızdır…Yani çekeceğin acılar sana bir cennet güzelliğini sunar, âmâ hedefin yoksa çekeceğin ve çektiğin tüm acılar sana ıstırap olarak döner…
Ey benim Rahmeti Rahman’a gideli neredeyse 27. Yılı tamamlamaya giden babam seninle konuştuğumda ve senin bana nasihatlerin aklıma gelince çok huzur bulduğumdan seninle dertleşmek için sanki masanın başına geçtim…Oysa yazmaya başladığımda sen yoktun ama nasıl olduysa yine sen geldin yanıma, sana rahmet diliyorum ve dünyanın tüm ağırlığını tepeleyerek geçiyorum ki yürümemi engelleyen bağlayıcıların bağından kurtulayım…
Şimdi biraz daha anlamaya yakınım sanki, dünya değilmiş beni sıkan ben dünyayı bir tespih yapıp elimde çekerek yolculuk yaparken, yolun hakkını vereyim diye herkese candan bir selam vererek sizden şu an ayrılıyorum, Allah’ın selamı rahmeti bereketi ve inayeti tüm yeryüzünde bulunanların üzerine olsun….
EROL Kekeç/26.02.2021/23.21
Fotoğraf açıklaması yok.

SARP YOKUŞUN NE OLDUĞUNU BİLİR MİSİN?

 SARP YOKUŞUN NE OLDUĞUNU BİLİR MİSİN?

” İnsanoğlu, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?”
Ey insan! sen kendini ne sanırsın, bir yaratılan olduğunu unutur her an ilmiğinden tutulup burnunun yere sürüleceğini bilmezsin…Yeryüzünün sahibi senmişsin gibi davranır gurur ve kibirden burnun hep havalarda gezinir ve kendi cinslerine karşı zalimce bir tutum içine sokarsın…Senden önce de nice imkanlar verilenlerin yerlerinde ancak bir rüzgar eser ve onlardan geçmişi andıran bir kalıntıdan başka bir şey bulamazsın…Gidip geldiniz yollar üzerinde onların yaşamlarından mutlaka bir belirti görürsünüz, o halde hiç mi akıllanmayacaksınız…Onlar kendi inatlarına ve sahip olduklarına güç yetirebilselerdi onlardan sonra size ikamet dönemi gelir miydi, bir gün sizlerde gideceksiniz ve sizden sonrakilere ikamet dönemi gelecektir. Bu yaşamın vazgeçilmez kanunudur. Çünkü her yaratılan mutlaka ölümü tadacaktır. Siz de onlardan biri olduğunuzu aklınızdan çıkarmadan yaşarsanız, belki akıllanırsınız, aksi durumda sadece yeryüzünde kötü iz koyacak bir firavun olarak hayatınızı noktalarsınız…
"Yığınla mal harcadım" diyor.”
Yığınla mal harcadım diyorsun ha, o malları sana verenin kim olduğunu bilmez ve kendini sınırsız tasarruf ve harcama sahibi olarak görürsen şunu bil ki, sana onları veren her an her yerden seni gözetlemektedir. Yığınla mal harcadın ha! Kimin mülkünde kimin mülkünü harcadığını söyleyerek kendi firavunluğunu açıklarsın…Rabbinin sana verdiği gibi sen de Rahmanın kullarını gözeterek onların haklarını vermelisin; bunu anlamadığın zaman kendini sınırsız yetki ve etki sahibi olduğuna inandırır böylece kendi harcamalarınla övünmeye başlarsın. İtibar ve izzetini de harcamalarınla ölçer ona göre bak bu kadar harcama yaptım bu kadar harcamayı yapabilmek için şöyle şöyle özelliklere sahip olmak gerekir diyerek, sürekli fitnenin kök salmasına öncülük ederken, kendini kurtuluş havarisi mi sanırsın yoksa?
Ey ahmak varlık sen nesin be! Kimin mülkünde kimin malını harcıyorsun da bu kadar gurur ve kibirle ortalığa çıkıp insanlara debdebenle hava atmaktasın? İnsan harcadığı zaman eli titremeli değil mi, acaba bana bunu verenin istek ve arzusuna uygun davranıyor muyum yoksa israf ederek yeryüzünde ifsatın kaynağı mı oluyorum diye…” Onlar verdikleri zaman cimrilik etmezler, kendileri harcadıkları zaman da israf etmezler” Uyarısının sanıyorum sana hitap ettiğini hiç anlamamış olmalısın ki, tüketiminde ve harcamalarında sınır tanımamaktasın. Bu sınırsız yaşama arzu ve isteği senin sonunu çok kötü hazırladığını bilmediğin sürece, dünyanın tümünü yesen doymayacaksın hepsini harcasan da asla itibarın ve izzetin artmayacaktır. “İzzet itibar şan şeref ve haysiyet ancak yaratanın buyruğuna uygun yaşayanların hayatlarına yuva yapar, diğerleri ise sadece itibar sandıklarının içinde itibara hasret kalarak gidecekleri asıl mekanlarına iradeleri dışında gidecekleri günü beklemek zorunda kalırlar.
“ Kendisini kimsenin görmediğini mi sanıyor?
Be hey yeryüzünün mütekebbirlikte sınır tanımayan Firavunun zürriyetinin taşıyanları, Nemrudun mancılıklarının tek sahibi olduklarına inanan tüm zavallı zalimler şunu biliniz ki, sizin kendinizi korumak ve kollamak için kurduğunuz rasathanelerin tümünün üzerinde gerçek rasathane sahibi her adımı her yerden gözetlemektedir. Onun gözlemciliğinde bir an yoktur ki yazılmamış olsun, oysa sizin kameralarınız istediklerinizin hayatını kaydediyor, istemediklerinizi de kapsam dışı bırakıyor. Oysa Benim Rabbimin kameralarında hayatı kaydedilmeyen hiçbir mahluk yoktur, orada hepimizin yaptıklarının önümüze döküleceği günlerin çok yakın olduğunu bilerek yaşa ve hayatın sonunda gideceğin yerde hesabın daha kolay geçsin… Yoksa yoksa ne olur onu ancak tüm rasathanelerin sahibi mutlak güç ve kuvvet sahibi hesabında hiç yanılmayan mutlak din gününün sahibi ancak bilir…Şunların şunların orada bulunduğu zamanın kameralardan çıkarılmasını ama bir zavallının hayatının en ince ayrıntılarına kadar böceklerle takibini isteyen yeryüzünün Firavunlarının köstebekleri şunu biliniz ki, bu köstebeklik mesleğiniz size buralarda bazı imkanlar sunuyormuş gibi görülebilir ancak şunu bilmeniz gerekir ki, Mutlak mahkemenin sahibi sizin burada doğruyu yanlış, yanlışı doğru olarak sunduğunuz tüm böceklerinize sizi kemirtecektir. Çünkü o böceklerin ne yaptığı Ana makinede toplanmaktadır bunu sizin o küçük, gördüklerinden başka yaşamın olmayacağına inanan, beyniniz ne zaman anlayacak… Seni her yerden gözetleyen ve görevlerinde asla bir uyku ve unutma olmayan Yerin ve Göklerin sahibinin nöbetçileri her şeyi kaydederken sen hangi koruyucuya sığınırsın bak zaman yaklaşıyor, dur kaptan inecek var diyen Azrail bir anda dünya trenini durdurmadan önce, varacağın istasyona varmadan istersen sen bu çağrıyı yap ve kendine gel…
“Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?”
İki gözü sana veren Yaratanı anlamadığın sürece, o bir dil iki gözün göremediklerini de hiçbir sınır tanımadan anlatacak…İşte o zaman sen hayatının hüsranla sonuçlanacağı hüsran kitabının manifestosuna tüm nefesinle imza attığını kanıtlarsın…Hüsran kitabının manifestosuna dört elle sarılan her bir mütekebbir şunu bilmeli ki, yaşamını devam ettiren iki göz bir dil ve iki dudak işlevsiz kalmıştır…İki göz şahitlik yapar iki dudak bunları alır harmanlar ve dile anlatması için sunar dil de bunu ancak anlatmakla bir görev üstlenir. Mesaj aktaran dili, sen gözden dudaktan bağımsız kendi başına bırakır, istediği gibi at koşturmasını istersen şunu bilmelisin ki, bu atın dizgini yoksa ilk savurup parça parça edip gittiği her yerde her parçasını bir yere bırakacağı sen olacaksın…Onun için neden iki göz bir dil ve iki dudak bunu anlayarak kendi idrak melekelerini bunlara uygun harekete geçirmelisin yoksa ne olur, son durakta her şey karşımıza çıkar…
Ey Firavunlukta yarışan yeryüzünün zalimleri, hiç bahane uyduracak bir zaman olmayacaktır. İki göz bir dil ve iki dudağın sana bahşedilmesi yeryüzünde avazın çıktığı kadar bağırarak zulmünü devam ettirmek için değil, hakikatin ne olduğunu anlayarak apaçık yola gelmen içindir. Fakat sen inatlaşarak hala kendini savunma derdindesin, bu bahanelerinin, senin hayatının iflas düdüğünü çaldığını ne zaman anlayacaksın…
“Fakat o, sarp yokuşa atılmadı.”
Sen sarp yokuşu çıkamadın o yol öyle kolay değil herkesin o yolu göğüslemesi mümkün değil…Dört çeker 4*4 araçlar o yolda sizleri geçirmez…Hani ya diyoruz ya dört çarpı dört mü diye, orayı çıkacak araçlar yüreklerinde merhamet ve sadece hakkın şahitliğini yapmak için atış yapan kalpler olacaktır.
“ Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin?”
Nedir o sarp yokuş, bunu nereden bileceksin, hayatları yollar inşa etmekle geçenler tüm yolların sarp kayalıkların altından bir tünel açarak yolların kolay geçilmesini sağlayabilirler ama yüreklerin hangi yollardan geçeceğini bilmiyorlarsa o sarp yokuşu çıkamazlar.
Sarp yokuş, zavallı gariban fakirlerin mahallesinden kasabasından köyünden karyesinden geçmektedir. Sarp yokuşlardan gelen iniltileri ağıtları duymamak için düz ovada ya da koca dağların tepelerinde korunaklı surlardan kendilerine şato yaparak, oraya kendilerini hapsedenler sarp yokuşa yolları hiç uğramayanlardır. Sarp yokuşun ne olduğunu bilmeyenler nasıl o yolun çıkılacağını nereden bilsinler…Sarp yokuş, semt pazarları dağıldıktan sonra akşamın alaca karanlığında oraya dökülen malzemeleri toplayarak çocuklarına bir katık yapabilmek için göz yaşlarını siyah çarşafları ile örterek tanınmak istemeyen o insanların tanınan bilenen her tarafı acı ve çile içinde olan yürek haritalarından geçmektedir. O yüreklere dokunmayanlar sarp yokuşu nereden bilecekler…
İlmi ile faydalı olmak isteyip ama yeryüzünün yaşam prangalarına hapsedilmiş yüreği geniş ve ufku yüce olan insanların özgürlüğüne kavuşturulmasıdır sarp yokuş…
Bu köleliklerden bu insanları özgürlüğüne kavuşturup onların hayırda daha fazla mücadele edebilmeleri için, onları bağlayan bu kölelik surlarından onları kurtarmayı göze alamayanlar sarp yokuşun neresinden geçebilirler ki!
Yaratıcının doyurulması için verdiği fıtratın isteklerini doyuramayanların o isteklerin kölesi ve kulu olduğu o ortamlardan bu zavallıları kurtarmak için onlardan habersiz yaşayanlar sarp yokuşu nereden bilecekler…Küçücük yavruların açlıktan kırıldığı günde 25 bin insanın açlıktan öldüğü topraklardan habersiz yaşayanların sarp yokuşu tırmanmasını nasıl beklersiniz…
Sahip olduklarının hesabını ve sayısını yaparken, yeryüzünde acı çekenlerin acısına kulaklarını ve kalplerini tıkayarak her şeyin sorumlusu biz miyiz diye düşünenler hangi sarp yokuşu tırmanmayı düşünebilir ki,
Yeryüzünde barınacak bir evi olmayanların o acılarından kendisine haz duyacak bir yaşam oluşturmaya çalışarak gittiği her ortamda sahip olduklarını anlatarak yeryüzünde fitne ve fesadın kaynağı olanlar hangi sarp yokuştan geçebilirler ki,
Kendi cinslerinin kendisine değer vermesi için tüm çabaları heba olanlar bu değerlendirme ölçeğine göre kendilerine bir anlam vermeyi düşünürken acaba hangi sarp yokuştan gitmeyi düşünebilirler…
“O tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek)tir.”
Sarp yokuş, bugün dünyayı kendi egemenliği altına almış herkesin onun dışında bir şey düşünemediği dijital yaşamın köleliğinden insanlığı kurtarmaktan başka ne olabilir ki,
Megafonu eline alanların herkesi tek bir ağızdan bilgilendirerek tüm insanlığı köle haline getirdiği bu zilletten kurtarmaktan başka ne ki, sarp yokuş…
Tüm insanları hipnoz ederek yeryüzü Firavunlarının aktardığı bilgi aktarımının dışına tüm reseptörlerini kapayarak köleliklerini daha bir perçinleştiren insanlığı özgürlüğüne kavuşturmaktan başka bir şey midir ki sarp yokuş…
İnsanlığı ifsat eden tüm çağdaş ve muasır kölelik belgelerini imha ederek, insanların özgürce seçim yapabilecekleri ortamlara, onu götürmekten başka bir şey midir, sarp yokuş…
Çağdaş firavunluk yaşam algısını anlamadan, hangi köleliklerden insanları kurtarabilirsiniz ki, Bu gün kölelik yoktur diye laf söylemek için laf söylemeyi bir marifet bilenler köleliğin ne olduğunu idrak etmeden hangi kölelikten kurtulabilirler ki, kölelikten kurtarılacaklar da köle olduklarını anlamadıkları sürece sarp yokuşun yolu hep sarp olarak kalır…
Tüketim kültürü ve tüketim köleliğinin adının itibar ve şeref olarak görüldüğü bir çağda, marka patronlarının tüm insanlığın ruhunu köle haline getirdiği bir zamanda, bu ruhları kölelikten kurtarmak için yapılacak çabaların tamamı sarp yokuşu çıkmanın azmidir.
İnsanlığı dünya ve içindekilere ait olarak yaşamaktan kurtarıp onları sahip olma seviyesine getirebilmek sarp yokuşu aşmaktır. Çünkü sahiplik sizi özgür kılar, istediğiniz gibi onu size verenin istekleri doğrultusunda tasarruf edersiniz ama ait olduğunuzda, o varsa siz varsınız o yoksa siz de yok olacağınızı düşüneceğiniz için kendi köleliğinizi pekiştirirsiniz…
Bireysel kölelerin köleliklerini onlara kabullendirmek ne kadar kolaysa, kitlelerin köleliklerini de onlara anlatabilmek o kadar zor, çünkü alışılmış yaşamlar köle olmaktan öte bir yaşam değildir. Köleliğe alışmış olanların o köleliklerinden onları özgürlüğüne kavuşturarak sadece La ilahe İllallah diyebilecek duruma getirebilmek özgürlüğün zirvesidir. Bu zirve yarışında mücadele edenler sarp yokuşu çıkmanın verdiği hazzı aldıkları zaman hiçbir haz onları bu hazdan alıkoyamaz…
“ Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır. Beled Suresi:5-16
Yoksulu görebiliyorsanız yetimi elinden tutup kaldırabiliyorsanız, sarp yokuşu tırmanıyorsunuz demektir. Bu tırmanışın en önemli özelliği sizin kendinizin ön plana çıkmamasıdır. Yaratılanlara destek yaratandan dolayı onun isteği ve rızası olduğu için yapılır…Billboardlara şunlar şunlar yapıldı demek ve seçim dönemlerinde insanların gözüne sokmak için her tarafı görüntü kirliliği haline getirmemektir.
Ben Allah rızası için bunları yaptım dememektir sarp yokuşu çıkabilmek…Allah rızası için yapılan bir iş ve eylem neden anlatılır veya karşıdan bu eylemlere bir karşılık vermesi beklenir…her insan böyle bir beklenti içindeki duyguyu barındırsa da bu istekleri rehabilite ederek yol almak sarp yokuşu zorlansakta çıkabilmek bu olsa gerek…
İnsanlara yapılacak iyilikler onları ölüme mahkûm etmemek için olmamalı, sarp yokuşu çıkacaklar diğer insanların da insan gibi yasabilecek bir duruma gelerek insani seçim yapabilecek duruma gelmesi için ona kol kanat gerebilecek bir düzeye çıkarabilmek, Sarp yokuşu çıkabilmektir…
İçinde yaşadığımız bu salgın dönemi dikkate alındığı zaman hayatın tüm kademelerinde sınıfta kaldığımız ve sarp yokuşu çıkamadığımız tüm detaylarıyla ortada durmaktadır. Doksan dokuz kişiye bir pul, bir kişiye doksan dokuz pul veriliyorsa, orada tüm araçlar sarp yokuşta parçalanmış demektir…
Bu ayetleri, rabbimin bahşettiği akıl ve idrak noktasında anlamaya çalıştım ve anladıklarımı da sesli ve yazılı düşünerek sizlerle paylaşmak istedim…Anlatılacak çok şey var ancak onları herkesin kendi idrak mekanizmasına göre anlamasının daha verimli ve faydalı olacağını düşünerek sadece soru işaretleri oluşturarak o soru işaretlerinin cevaplarını aramada insanlara faydalı olabilirsem ne mutlu bana ….Rabbime sonsuz hamd ederek bu gün de bana bu ayetleri idrak etme rahmetini bağışladığı için selam saygı sevgi ve muhabbetlerimle…
Erol KEKEÇ/26.02.2021/15.05



26 Şubat 2021 Cuma

MARİFETİ KENDİNDEN BİLEN, EY İNSAN!

Marifeti kendinden bilenler yok olmaya mahkumdur. İnsanoğlu insan şunu bilmeli ki, kendisi sadece kendisi için belirlenmiş rolleri oynamak için o oyunun gereklerini en güzel şekilde yerine getirmek zorundadır. Zorunlu roller hakkı ile oynandığı zaman o rollerin sonucunun ne olacağını belirleme ve benimsetme gücü kendisinde olmadığını bilerek yaşaması gerekir. Böyle bir idrak ve düşünsel birikimle mutmain olarak yola çıkanlar, olağandışı bir durum olmadığı sürece sonucun bu çerçevede meydana geleceğini çok iyi bilmesi gerekir. Ne yazık ki insan çoğu zaman kendisini mutlak var eden olarak görüp, marifetin kendinden olduğuna inanmaktadır. Bu durum aslında insanın kendisini imha etme sürecidir. İnsanın kendi eliyle kendisini cehennem odunu haline getirmemesi için bu açıklamayı yapmanın elzemliğine inanmaktayım. Çünkü çoğu zaman yaratıcının gönderdiği uyarılar, uyarmak istediği amaç dışına taşınarak farklı anlamlarda da kullanılabilmektedir. “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın…” Uyarısının anlamını yörüngesinden çıkararak amaç dışında kullanıldığına çoğu zaman şahit olmaktayız. İnsan kendisini bile bile gözle görülen bir tehlikenin sarmalına sarmak istemez ancak akli bir dengesizlik ve bunalım durumunda karar verebilme melekelerini kaybettiğinde ve idrak mekanizması çöküntüye uğradığında böyle bir süreci yaşaması mümkün olabilmektedir. Ama tehlike olduğunu bilip bilmediği ve kendisi için daha iyisini isterken kendisini tehlikeye atabilir, işte bunları anlamak çok zor olmaktadır. Rabbimiz ondan dolayı insanları uyarmaktadır.
Marifeti kendinden bilenlerin istisnasız hepsi müstağnilik dehlizinden içeriye girince, bu dehlizin zirvesi olan yerlerde sürünmeye mahkûm olur ve kendi eliyle kendisini tehlikeye atar. Ancak o, hala kendisinin erişilmesi güç bir makamı işgal ettiğini sanır. Karun’a yapılan tüm uyarılar ve hatırlatmalar onun gurur ve kibrini az da olsa rehabilite etmeyi başaramadığı gibi aksine sadece onun tağutlaşmasını ve yeryüzünün ıslah edeninin kendisi olduğu vehmini onda uyandırdı. Bu Bilinçaltı depreşmesi nefis taşıyan tüm varlıkların genlerinde olmasına rağmen, bazen bu genler orada palazlanıp uygun zemin bulduğunda yaşadığını kanıtlamak için varlık evreninde galeyana gelebiliyor, bazılarında da bunlar orada derin bir uykuya dalarak o uykunun vermiş olduğu sersemlikten kendisine gelemediği için, varlık evreninde kendisine bir yer edinme derdinde olmayabilir. Ancak bunları bilsekte mutlaka tedirgin ve hassas yaşamak insanoğlu insanın en hassas noktası olmalıdır.
Ey marifeti kendinden bilerek yeryüzünün ilahlığına soyunan Karun’un torunları ve yeni CEO’ları şunu biliniz ki, ol dediğinde anında olduran mutlak güç ve tasarruf sahibinin mülkünde yaşamaktayız. Mülkündeki tasarrufu ne zaman kime niçin yapacağını, O çok iyi bilir, onun için hiç kimse yeryüzünde yaşayan canlı olarak mutlak sonucun kendi tekelinde olduğunu düşünerek yaşamaktan vazgeçmeli, yoksa tüm Tağutlar birer birer Mutlak nur sahibinin aydınlığı karşısında yok olacaktır. Nur sahibinin nurunu tamamlama döneminin arifesinde yaşadığımızı bilerek kalan ömrümüzü tamamlamaya çalışalım.
“Allah, İman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan alır ve aydınlığa çıkarır, küfredenler (hakikati örterek herkes tarafından hakikat olarak anlaşılmasının önüne geçerek onların anlaşılmasına engel olanlar)’e gelince onların dostu ise tağuttur, o da onları aydınlıktan alır karanlıklara götürür, onlar ancak ateşin arkadaşlarıdır ve orada ebediyen kalacaklardır.”
İman üzerine rabbimin bize bahşettiği idrakle biraz konuşmak isterim, İman gönülden katıksız şek şüphe endişe acaba, ne olur gibi tereddütler barındırmadan tüm gıdaları yaratıcıdan alacak şekilde kabullenmektir. İman, Kâğıt sayfalarında yazılı olan Allah lafzını kabullenmek değil, her an her yerden şah damarımdan bana yakın olan her an benim için tayin ettiği yaşamı nerede ne zaman noktalayacağını bilmediğim bir hayatı, her an sondaymış gibi yaşayarak kâinatın sahibinin önünde kendi küçüklüğünü ve bir damla su olduğunu bilerek canlı canlı bunları yaşayabilmektir iman!
İşte, Rahman olan Rabbimiz bu kulların dostudur, onları tüm karanlıklardan alır ve aydınlığa çıkarır. Tüm karanlıklar bunlar için Nurun nuru ile aydınlanır, doğru ile yanlışı birbirinden ayıracak tüm kabiliyetleri bunlara bağışlar…” Allah yerin ve göklerin nurudur, Allah’ın Nur vermediği kimsenin nuru mu olur.” Marifeti kendinden bilenlerin hepsi dünyanın neresinde olursa olsun, isterse insanları duygusal olarak hipnoz etmek için bu değerleri kullansa da onlara inanmamak gerekir. Onlara inananların tümü kendi eliyle kendisini tehlikeye atar. Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın, Allah’ın adını kullanarak sizi hakikatten uzaklaştıranların tümü, hakikatin üzerini örtmeye çalışan ve hakkın üzerine oturarak sizi aldatan İblisin ordusunun insan tayfasıdır.
Neden İnsan yeryüzünde kendi bulunduğu ortamda insanlığını kaybedecek durumda olup, sadece biyolojik olarak varlığını sürdürenleri göre göre nasıl fildişi kulelerde yaşayabilir ki, Böyle bir yaşamın olduğu yerden Allah nurunu alır. İnsanların kendi yarattıkları ve dünyayı aydınlatacak sanılan ve bir üfürmeyle patlayacak sanal ışıklar, aslında sizi mutlak karanlığa gömmek için yapılan icatlardan başkası değildir bunu bilelim. Yani burada anlatmak istediğim temel yargı, marifeti kendinden bilenlerin büyüklenme kulelerinde giydikleri sihirli elbiselerle sizi büyüleyerek, Kızıl denizden geçeceğini sanan Firavun ve avenesinin durumunu insanlara reva görmek istemeleridir.
Her dediğimizi Allah bize verdi şükürler olsun diyerek kendimizi avutmaktan uyanmak zorundayız. “İnsan hayra dua eder gibi şerre de dua eder…”İblisin, ”İnsanların yeniden dirileceği güne kadar bana mühlet ver” diyerek yaptığı duaya icabet eden Yerin ve Göklerin rabbi istenilen dualara karşılık veriyorsa, bu insanlığın hayrına verilen bir sonuç gibi algılanmasın…Verilenlerin Tümü tüm haklarımızı burada bize vererek ahirette herhangi bir payımızın kalmadığını göstermek için de olabilir…Ey sevgili ve değerli okurlarım bu yazımla ne grup ne kişi ne de herhangi bir anlayışı hedef alarak bunları anlatmıyorum sadece ve sadece hakikat ile hakikat olmayanlar arasındaki ayrımı doğru yaparak, ”kendi elimizle kendimizi tehlikeye atmamak içindir.”
Yaratandan bağı kopanların, yaratıcıyı reddedenlerle, onların dünyalarında onlara galip geleceklerini hesaplaması sadece bir akıl tutulması ve zihinsel körlüktür. Bir akıl tutulması yaşayan ve Allah’a İman ettiğini iddia edenler, bu körlükleri ancak ve ancak Allah’ın nuru ile aşabilirler. Daha fazla uzatmak istemiyorum, aslında içimde söylemek istediğim o kadar çok içimi yakan kıvılcımlar var ki, o kıvılcımları siz ateşe dönüştürerek yeryüzünün her yanına “Hak geldi batıl zail oldu” meşalesini taşımanız için satırlarıma son vereceğim…
Allah’tan başka her şey yok olmaya mahkumdur. Fanilerin tüm güzellikleri kendinden bir marifet olarak bildiği tüm hakikat dışı yaşamları, Hakikatin aydınlığı ile aydınlatalım ki, Rabbimiz “bizi karanlıklardan alsın aydınlığa götürsün…” Bir kişinin dostu Allah olunca Tüm Alem size düşman olsa ne yazar…” Allah’tan başka veli dost edinenlerin durumu yarın kenarına ev yapıp ’ta bir rüzgârın esmesiyle savrulup giden örümceğin durumu gibidir. Şunu iyi biliniz ki evlerin en zayıfı örümcek evidir.”
Erol KEKEÇ/25.02.2021/22.32
Bir kuş ve doğa görseli olabilir

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!