Türkiye'nin dış politikası, Filistin meselesine dair duygu yüklü söylemler ile İsrail'le sürdürülen pragmatik ilişkiler arasında sıkışmış görünmektedir. Meydanlarda atılan coşkulu sloganlar, okunan şiirler ve yapılan açıklamalarla Filistin halkına destek beyan edilirken; ticaret, diplomasi ve askeri alanlarda İsrail'le kurulan güçlü bağların kesintisiz devam etmesi, içeride ve dışarıda tutarlılık sorularını gündeme taşımaktadır. "Mazlumun yanında olma" ideali ile yürütülen söylemlerin uygulamada karşılık bulmadığı her durumda ise halkın güveni zedelenmekte, devletin ahlaki duruşuna dair kuşkular artmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin Filistin’e olan desteğiyle İsrail’le sürdürdüğü ilişkilerin yarattığı çelişki, yalnızca bir politika sorunu değil, aynı zamanda tarih önünde sorgulanacak bir tutum olarak şekillenmektedir. Bu incelememizde, Filistin’e yönelik desteğin arkasındaki motivasyonlar, söylem ve gerçeklik arasındaki uçurum, ekonomik çıkarların belirleyiciliği ve halkın bu tablo karşısında yaşadığı hayal kırıklıkları üzerinden konuyu çok yönlü olarak ele alacağız.
Tarihi ve Diplomatik Arka Plan
Türkiye’nin Filistin ile dayanışmasının, 20. yüzyılın ortalarından itibaren Arap-İsrail çatışmalarına yönelik bir dayanışma geleneği üzerinden geliştiği görülmektedir. 1948 yılında İsrail'in kuruluşunun ardından, Türkiye 1949'da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olarak kendisini Orta Doğu'da farklı bir konuma yerleştirdi. Bu dönemde Türkiye, Batı'ya yakın dururken Arap dünyasıyla olan bağlarını da sürdürmek zorundaydı. Bu zorlu denge politikası, günümüzde de Filistin konusundaki tutumda belirleyici olmaktadır.
Türkiye’nin Filistin'e yönelik desteği de, bu tarihsel bağlar ve diplomatik hassasiyetlerle birlikte ele alınması gereken bir boyut kazanmaktadır. İsrail ile ikili ilişkilerde gerilimlerin yükseldiği dönemlerde Filistin konusu ön plana çıkarken, ilişkilerin normalleştiği dönemlerde Filistin meselesi ikincil plana itilebiliyor.
Kamuoyuna Sunulan Söylem ve Gerçeklik Arasındaki Uçurum
Türkiye’de halk arasında Filistin’e karşı yoğun bir sempati ve destek vardır. Ülke içindeki siyasi aktörler, halkın bu duygularını dikkate alarak Filistin davasına yönelik destek açıklamaları yaparken, pratikte İsrail ile süregelen ticaretin devam etmesi bir paradoks yaratmaktadır. Meydanlarda yapılan coşkulu açıklamalar, duygusal şiirler ve "kardeşlik" söylemleri halkın duygusal bağlılıklarını pekiştiriyor, ancak bu söylemlerin somut politik eylemlere dönüşmemesi durumunda bir güven kaybı yaşanabilir.
Filistin’e destek gösterilerinin iç siyasette bir manevra olarak kullanılıp kullanılmadığı sorgulanmaktadır. Filistin konusu, ulusal kimliğin bir unsuru ve "mazlumun yanında olma" söylemiyle iç politika bağlamında bir araç olarak kullanılabiliyor. Ancak bu söylemler dış politikadaki ekonomik ve stratejik çıkarlarla tam olarak örtüşmediğinde bir güven ve tutarlılık sorunu doğabiliyor.
Ekonomik Çıkarlar ve Pragmatizm
Türkiye’nin İsrail ile ticaret hacmi, 2023 yılı itibarıyla yaklaşık 8 milyar doları aşan bir düzeye ulaşmıştır. Türkiye’nin özellikle savunma sanayi ve enerji alanında İsrail ile yaptığı anlaşmalar, ekonomik ilişkilerin gücünü gösteriyor. İsrail, teknolojik yenilikleri, tarım, su ve enerji yönetimi konusundaki bilgi birikimiyle Türkiye için cazip bir ticari ortak olmayı sürdürüyor.
Ancak bu pragmatik ilişkiler, Türkiye’nin Filistin’e olan desteği ile çelişir görünebiliyor. Bu bağlamda, bazıları Türkiye'nin, pragmatik kaygılarla Filistin meselesini bir ikincil öncelik haline getirdiğini ve Filistin konusundaki söylemleri iç kamuoyunu yatıştırma amacı taşıyan bir "göstermelik" destek olarak kullanabileceğini öne sürüyor.
İdeolojik ve Ahlaki Çelişkiler
Türkiye, Müslüman çoğunluklu bir ülke olarak, Filistin davasına olan ilgisini ahlaki ve dini bir görev olarak da gerekçelendiriyor. Türkiye'nin, mazlumun yanında yer alma ve adalet vurgusunu merkeze alan İslami bir söylem geliştirdiği gözlemlenebilir. Fakat İsrail’le olan ticari ilişkilerin artması, bu ahlaki söylemle ters düşen bir tablo oluşturabiliyor.
Bu durumda "İsrail'e yönelik yaptırımlar neden uygulanmıyor?" sorusu sıkça gündeme gelmektedir. Türkiye, Filistin'e olan desteğini somut adımlarla, örneğin İsrail’e yaptırım uygulayarak veya Filistin'e ekonomik destek sağlayarak artırmadıkça, bu çelişkinin göze çarpması kaçınılmaz hale geliyor.
Toplumsal Etkiler ve İç Politika
Filistin meselesi, Türkiye’de toplumsal bir duyarlılığın ifadesi olarak görülüyor ve halk arasında "ümmet" bilincinin bir parçası olarak kabul ediliyor. Halkın önemli bir kısmı, Filistin davasına manevi bir bağ hissetmekte ve bu konuda devletten somut bir destek beklemektedir.
Ancak Filistin konusunda yapılan duygusal konuşmalar ve şiirlerin, pratikte karşılık bulmaması toplumsal hayal kırıklığına yol açabilir. Bu durumun devam etmesi halinde, devletin dış politikadaki söylemi ile gerçekler arasındaki uçurum, halkın devlete olan güvenini sarsabilir.
Çağdaş Firavunluk ve Karunluk İddiaları
Filistin meselesinde Türkiye’nin sergilediği bazı ikircikli tavırları, geçmişteki Firavun-Karun sistemleriyle kıyaslayanlar da vardır. Firavunlar, kendilerine yakın olan varlıklı kesimlere geniş imkanlar sağlarken, toplumun geri kalanını baskı altında tutmuşlardı. Bu bakış açısına göre, Türkiye’nin bir yandan Filistin için destek açıklamaları yaparken diğer yandan İsrail ile ekonomik ilişkileri geliştirmesi, tarihsel açıdan Firavun-Karun ilişkilerini çağrıştırabilir.
İsrail ile yapılan ticari ilişkilerin, büyük sermaye gruplarının çıkarları doğrultusunda olduğu ve Filistin'e yönelik desteğin ise daha ziyade ideolojik bir sembol olarak kaldığı ileri sürülebilir. Bu durum, “çağdaş Firavunluk” benzetmesiyle birlikte değerlendirilebilir.
Türkiye’nin Dış Politika Öncelikleri ve Batı İttifakları
Türkiye’nin Batı ile olan ittifakları ve İsrail ile kurduğu ilişkiler, jeopolitik stratejilerin ekonomik çıkarlarla kesiştiği bir tablo oluşturur. NATO üyesi bir ülke olarak Türkiye, Batı’nın bölgedeki en yakın müttefiklerinden biri olan İsrail ile işbirliğini belirli bir seviyede tutmak zorundadır. Bu durum, Türkiye’nin Batı ittifakına yönelik stratejik angajmanlarının Filistin konusundaki hassasiyeti gölgelemesiyle sonuçlanabilir.
Bu stratejik öncelikler, Türkiye’nin Ortadoğu'daki diğer Müslüman ülkelerle olan ilişkilerine de yansır. Batı ittifakı ile olan ilişkilerden taviz vermemek adına, Türkiye'nin İsrail ile olan ekonomik ve diplomatik bağlarını sürdürmesi, Filistin’e yönelik desteğinin zayıf kalmasına yol açabilir.
Tutarlılık Sorunu ve Tarihe Yansıması
Türkiye'nin İsrail ile olan ticari ilişkilerini sürdürürken Filistin’e yönelik güçlü bir destek söylemi geliştirmesi, politik tutarlılık açısından büyük bir soru işareti yaratmaktadır. Halkın beklentileri ile dış politikanın gereklilikleri arasındaki bu çelişki, uzun vadede güven sorununa yol açabilir.
Bu çelişki tarihe nasıl yansır? Bir yandan halkın gönlünde yer edinen “mazlumun yanında olma” ülküsü, diğer yandan reel politikanın zorunlulukları, Türkiye'nin dış politikada ikircikli bir görünüm sergilemesine neden olabilir. Filistin meselesi, Türkiye'nin tarih önünde nasıl bir duruş sergilediğine dair kritik bir ölçüt olarak kalacaktır.
Bu çelişkilerin odağında, Türkiye’nin Filistin ve İsrail politikası iki zıt kutup arasında gidip gelmektedir. Halkın duygusal bağlılıkları ve devletin ekonomik çıkarları arasında sıkışmış bir dış politika anlayışı, uzun vadede güvenilirlik sorunlarına yol açabilir. Eylemler ve söylemler arasındaki uçurumun kapatılmadığı durumda, Filistin meselesinin iç politika malzemesi olmaktan öteye gitmesi zor görünüyor.
Bahadır Hataylı/02.11.2024/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder