Toplumsal hareketlilik ve sonrasında oluşan tabakalaşma
süreci üzerinde kimse durmayı istemez. Çünkü tabakalaşma sadece belli
toplumlarda feodal algıya göre yaşayan toplumlarda yaşanan bir gerçeklikmiş gibi
algılanır. Oysa toplumsal tabakalaşma toplumsal hareketliliklerin hızına ve
yaşam alanlarında meydana getirdiği değişimlere göre çok ciddi aşılmaz
kurallarla perçinleşerek devam ettiği muhakkaktır. Endüstri devriminden
günümüze sosyal ve ekonomik yaşamlarda meydana gelen refah düzeyindeki değişimler,
tabakalaşma çeşitlerini de eski toplumlarda olduğundan daha fazla derinleştirmiştir.
Oysa Toplumsal hareketliliklere bağlı açık toplumsal tabakalaşma şekillerinin
hız kazandığı anlatılmasına rağmen, sosyal ağlar arasındaki delinmezlikleri ve
meslekler arasındaki sosyal mesafe farklarını gördüğümüzde bu algının hiç de
tutarlı olmadığını görmekteyiz. Mesleki sosyal mesafe alanları başlı başına bir
tabakalaşma sistemi oluşturmaktadır.
Toplumsal tabakalaşma, insanların belirli sınırlar içinde yaşaması
ve hayatı boyunca o sınırlar içinde tüm ilişkilerini düzenlemek zorunda kalmasıdır.
Alt tabakada bulunan insanlar genellikle doğduğu ortamda büyür gelişir ve orada
ölüme gider, oysa üst tabakada olanlar zaman zaman aynı tabakanın içinde alttan
yukarı ya da yukarıdan aşağıya iniş çıkış yapabilirler. Orta ve alt tabakada
olanlar olağan dışı bir durum gerçekleşmediği sürece, bulundukları tabakanın
içinde sadece yatay doğrultuda hareketler yaparlar. Bu da sosyal mesafeleri birbirine
yaklaştıran hareketlilik olmaktan çok coğrafi anlamda bir mekân değişikliği
şeklinde ortaya çıkar. Oysa yaratıcı insanlara böyle bir yaşamı reva
görmemesine rağmen, sınırları belirgin halde çizilmiş yaşam kodesleri içine
insanların bırakılmasının temel sebebi, her dönemde feodal anlayışlardan ve
emperyalist bir zorbalıktan kaynaklanmaktadır. Feodalizm bünyesinde lokal bir
zorbalık barındırırken, emperyalizm, global zorbalığın tüm detaylarıyla ortaya
çıktığı yönetimlerdir.
Kendi ülkemiz gerçeğini ve Orta doğu coğrafyasını dikkate
aldığımızda, bu anlayışın, tüm yöneticilerin ve yönetimlerin genetiğini
kuşattığına şahit olmaktayız. Orta doğu’da genellikle kapalı bir toplumsal yaşam
egemen iken, ülkemiz de daha çok açık toplumsal yaşamın egemen olduğu anlatılır.
Ancak kurumsal yapıların dizayn edilmesine ve hiyerarşik bürokrasiye baktığımızda
açık toplumsal tabakalaşmanın neredeyse belli ortamlarda olduğunu, imkân ve güç
sahipleri için geçerliliğini görürüz. Toplumun genelinde de daha çok kapalı bir
tabakalaşmanın olduğunu görmekteyiz. Sebebi ise, insanların hangi sosyal tabakadan
geldiği ve geçmişinde nasıl bir yaşamın olduğunu dikkate almalarıdır. Şöyle
örneklerle bu konuyu biraz daha açıklayabiliriz. Ülkenin güvenlik güçlerinde
subay olacaklar, belli gruplardan seçilirken hatta kurmay olacakların, o
görevlerde atalardan gelen o görevi yapanlar varsa, onların çocuklarının tercih
edildiğini görmekteyiz. Hariciyede ise tamamıyla bu kuralların geçerli olduğun görürüz.
Ülkenin önemli kurumlarının başına geleceklerin de liyakat esaslı olmadan çok, kabile,
aşiret, yönetim mekanizmasına yakınlıklarına göre bir görevlendirme yapılıyorsa,
bunun açık toplum olmadığını söyleyebildiğimiz gibi, kapalı toplumsal
tabakalaşma olduğuna da kanaat getirmekteyiz.
Dünyaya hükmeden küresel güçlere baktığımızda da iki ailenin
fertleri dışında ve o aileden gelen insanların atadıklarının ötesinde, dünya
ekonomik gücü elinde bulunduranların arasına girmek imkanızdır. Bu kısa
örnekler bize, toplumsal tabakalaşma da sadece tarihi bir geçmişte bunların
yaşandığını iddia edip, günümüzde böyle bir durumun olmadığını söylemek tam bir
ahmaklık olur. Oysa geçmişte aynı toplumlarda yaşayan insanları, kabileler,
boylar ve klanlar olarak ayırıp onların tabakasını belirlerken, günümüzde bu
sürecin geniş kitleler ve ülkeler bazında bir tabakalaşma içine girdiklerini
anlatmak mümkündür. Tüm bunlar gösteriyor ki yer yüzünde tabakalaşma sanki
insanların kaderi olarak görülmüştür. Bu anlayışları yıkmanın ve bunların
baskısından kurtulmanın en gerçekçi yolu, yeryüzünde insanları özgürleştirmek
ve kendi yetenekleriyle bir yaşam denklemi kurmalarına yardımcı olmaktır. Bu
denklem doğru kurulduğu zaman, her insanın yer yüzünde yaşama hakkının olduğu
ve yer yüzünün herkesin ortak mülkiyeti olduğu anlaşılacaktır.
Bu kısa açıklamalardan varmak istediğim sonuç şudur aslında,
Günümüz çağdaş devletlerini tanımlayan açık toplum tanımlaması ve açık toplumsal
tabakalaşma tanımlamaları tamamıyla bir hipnoz yöntemi olduğuna inanıyorum.
Çünkü geçmişte tabakalar arasındaki fertlerin sayısal çoğunluğu çok sınırlı
olmasına rağmen, günümüzde tüm toplumların köle haline getirilerek avutulduğu
bir yaşamda, bunları anlamak bayağı zorlaşmaktadır. Her ülkenin sınırları
cetvellerle çizilerek onlara bir bez parçasından verilen ve bağımsızlığı
anlattığına inanılan bayraklarla, aslında toplumların küresel ölçekteki,
toplumsal ve sınıfsal tabakasına da bir vurgu yapıldığı bilinmelidir. Her
toplumun kendisi için çizilen ve oluşturulan kutsallarla, tabakalar arasındaki
yerini de doğrudan tescillemektedirler.
Dünyaya hükmeden ve BM’nin belirleyici beş üyesinin dünyanın
kaderini belirlemede büyük roller üstlendiği bir çağda, hala küresel bir sosyal
tabakalaşma olmadığını söylemek mümkün müdür? İşte tüm dünyaya hükmeden bu güçlerin
varlık gerekçelerini anlamayan ülkeler hiçbir zaman bulundukları toplumsal
tabakadan yukarı çıkamayacaktır. Ülke içinde bu durumu ele aldığımız zaman da durum
hiç bundan farklı değildir. Belli kurullara ve gücü ellerinde bulunduranlara
devlet doğrudan her türlü desteği vermesine rağmen, imkânsız olanlara bu
avantajları tanımadığı halde aynı koşullardasınız, sizler de ilerleyebilirsiniz
gibi demagojilerle bir toplum aldatılmamalıdır. Eğer insanlara yeteneklerine,
imkanlarına göre başarı sağlaması için uygun zeminler sunarsanız, işte o zaman
açık toplumdan söz edebilirsiniz. Açık toplumda hiçbir tabaka, insanların
tabakalar arası geçişlerinin önünde bir engel olamaz.
“Melekler onların canlarını almaya geldiğinde, siz neden sadece
rabbinize kulluk etmiyordunuz dediğinde biz ezilmiş, yıpranmış ve imkanları
ellerinden alınmış toplumduk, o zaman hicret etseydiniz Allah’ın arzı geniş
değil miydi o halde girin cehenneme” denileceği günü hesap ederek, tüm
tabakaları ayaklarımızın altına alarak, yaratıcının vermiş olduğu yetenekleri
en güzel şekilde kullanmaya ve becerilerimizi ortaya çıkarmaya ne dersiniz….
İslam, şahitlik adalet ve sınırların olmadığı yeryüzünün
tamamını imar ederek, yaşamamızı isterken, bizler neden, bizler için oluşturulan
bu dünyadaki sanal duvarlara takılarak yeryüzündeki halifeliğimizi gereği gibi yapmıyoruz.
Halifelik makamında sadece Allah’a kul olmak isteyenleri, yeryüzü baronlarının
ve tapınakçılarının önümüze koyduğu yaşam haritasında bir yer aramaktan
kurtulup arzın her noktasına hem fikir hem de bir yaşam örnekliği koymak için, vakit
uyanma vakti! “Sabah yakın değil mi,” çabuk olalım ömür değirmeni bizi tüketmekte!
Erol KEKEÇ/30.12.2018