10 Ocak 2025 Cuma

BOB Projesi Ve AKP

 Değerli dostlar, bugün sizlerle AKP iktidarının özellikle "Büyük Ortadoğu Projesi" (BOB) "Büyük Osmanlı Projesi" adı altında toplumumuza neler yaptığını, bunu kılıfıyla nasıl perdelediğini ve bu yolla toplumu nasıl bir hipnoz altında tuttuğunu anlatacağım. Sözlerim sadece bir şahısa, partiye ya da gruba değil; toplumsal uyanışımızı sağlamak için bir çağrı niteliğindedir.

BOB ve Büyük Osmanlı Projesi- Bir Maskenin Ötesi

Bir düşünün: AKP iktidarı, "Büyük Osmanlı Projesi" gibi göz alıcı bir isimle ortaya çıkıyor. Tarihi mirasımıza olan sevgimizi, Osmanlı'ya duyduğumuz hürmeti manipüle ederek bize bir hayal satıyor. Oysa bu "Büyük Osmanlı Projesi" denilen planın, aslında ABD'nin "Büyük Ortadoğu Projesi"nin bir parçası olduğunu göremedik. Amaç Osmanlı'yı diriltmek değil; Ortadoğu'da sınırları yeniden çizmek, kaynakları sömürmek ve bölgede yeni bir dizayn oluşturmaktı. Peki, AKP bunu bize nasıl kabul ettirdi?

Değerlerimizi Kalkan Yaptılar

Bir toplumu uyutmak istiyorsanız, önce onun en kutsal değerlerini kullanırsınız. AKP de tam olarak bunu yaptı. Vatan, bayrak, din, cami, Kuran, türban gibi toplumun çok hassas olduğu değerleri öne sürerek, her hamlesini bu değerlerle meşrulaştırdı. Örneğin:

  • Vatan ve Bayrak: Her eleştiriyi "vatan hainliği" ile yaftaladılar. Bu yolla muhalifleri susturdular, sorgulamaya cesaret edenleri toplumsal linçe maruz bıraktılar.

  • Din ve Kuran: Dinî değerlerimizi siyasi emellerine alet ettiler. Camilerde propaganda yaptılar, şehvetle "Allah'ın bir lütfu" dedikleri olaylarla toplumu korkutma ve sindirme yoluna gittiler.

  • Türban: Türbanı siyasetin odağına yerleştirerek hem muhafazakar kesimi manipüle ettiler hem de toplumun diğer kesimlerini kutuplaştırdılar.

Medya Manipülasyonun Merkezi

Bir rejimi ayakta tutan şey, kitlelerin gerçekleri fark etmesini engellemekten geçer. AKP, bunu "kartel medya" diye adlandırılan kendi medya organlarıyla başarıyla başardı. Bu medya organları, yalanı gerçek gibi gösterdi, toplumu sürekli olarak "büyük tehditlerle" korkuttu ve AKP'yi bu tehditlere karşı "tek kurtuluş yolu" olarak sundu.

  • Ekonomik Zorluklar Bir "Lütuf" Gibi Sunuldu: İnsanlar çalışıyor, didiniyor ama kazançları faturalarına yetmiyor. Yine de bu tabloyu "sabır" ve "fedakarlık" olarak paketleyip bize sundular. Kendileri saraylarda yaşar, lüks içinde hayat sürerken halka "krizi aşkla dönüştürdük" diyerek manipüle ettiler.

  • Hedef Göstermek: Her zorlukta bir düşman yaratıldı: Bazen "faiz lobisi", bazen "dış güçler", bazen "içimizdeki hainler" suçlandı. Halk, gerçek problemin kim olduğunu sorgulayacak durumda bile bırakılmadı.

Toplumu Hipnotize Etmek

AKP’nin uygulamaları, toplumu çok iyi analiz eden bir stratejiye dayanıyordu. Toplumun zaaflarından faydalanarak, insanlara kendi gerçeklerini sorgulatmayacak bir hipnoz hali yarattılar. Bu hipnozun temel unsurları şunlardı:

  1. Korku Ortamı: Özgür basın susturuldu, muhalefet tehdit edildi. Halk, "konuşursam başıma bir şey gelir" korkusuyla susturuldu.

  2. Duygusal Sömürü: Her siyasi hamle "milli dava" olarak sunuldu. Örneğin, "Ayasofya’nın açılışı" gibi sembolik adımlarla toplumun duyguları manipüle edildi.

  3. Kutuplaştırma: Toplum ikiye bölünüyordu: AKP'ye oy verenler "vatansever", diğerleri "hain" ilan edildi. Bu kutuplaşma, insanların birbiriyle tartışmasını ve gözlerinin gerçeklere kapanmasını sağladı.

Manipülasyonun Sonuçları

Bugün geldiğimiz noktada şunları görüyoruz:

  • Toplumsal değerlerimiz yozlaştı.

  • Ekonomik kriz derinleşti.

  • Adalet sistemi zedelendi, insanlar hukuka olan inancını kaybetti.

  • Eğitim sistemi ideolojik bir yapıya dönüştü, bilim ve eleştirel düşünce dışlandı.

  • Genç nesiller, geleceklerini yurt dışında aramaya başladı.

Çıkış Yolu Uyanış ve Bilinçlenme

Değerli dostlar, bu hipnozdan kurtulmanın tek yolu, toplumsal bilinçlenmedir. Gerçekleri görmek, sorgulamak ve kendi kaderimize sahip çıkmaktır. Vatan, bayrak, din, cami, Kuran gibi kutsal değerlerimiz, bir siyasi aracın gölgesinde kalmamalıdır. Bu değerler, bizi ayrıştırmak için değil, birleştirmek için vardır.

Halk olarak, ekonomik zorlukları "kader" olarak değil, sistemin bir sonucu olarak görmeliyiz. Adaletin, hukukun ve eğitimin yeniden bağımsız bir zemine oturtulması için mücadele etmeliyiz. Medyanın tek sesliliğinden kurtulup özgür bir basını desteklemeliyiz. Ancak bu şekilde, manipülasyonların ve algı oyunlarının esaretinden kurtulabiliriz.

Unutmayalım ki, bu mücadele sadece bir siyasi partiye karşı değil; toplumsal değerlerimizin ve haklarımızın savunulması mücadelesidir. Geleceğimizi, çocuklarımızın geleceğini korumak için uyanmak zorundayız. Artık gözlerimizi açma ve harekete geçme zamanı geldi.

Erol Kekeç/10.01.2025/Namazgah/İST

Manipülasyonun Tarihi ve Firavun’ un Söylemleri Üzerine

Firavun ’un söylemleri ve uygulamaları, tarihin en eski manipülasyon tekniklerinden biri olarak karşımıza çıkar. Firavun, halkını kendine bağımlı tutmak, otoritesini sorgulanamaz hale getirmek ve yaptığı zulmü meşrulaştırmak için ustaca bir algı yönetimi gerçekleştirmiştir. Kur’an’da geçen şu ayet, onun manipülasyon yöntemlerini çarpıcı şekilde ortaya koyar:

“Ben size sadece kendimce doğru bildiğim yolu gösteriyorum ve sizi ancak doğru yola götürüyorum.” (Mü’min Suresi/29)

Bu ifadede Firavun, kendisini halkın yegâne rehberi ve kurtarıcısı ilan eder. Burada iki kritik manipülasyon tekniği devreye girer:

1. Otoriteye Dayalı İkna: Firavun, kendi otoritesini sorgusuz kabul ettirmek için halkın bilgisizliğini ve korkularını kullanır. “Doğruyu en iyi bilen benim” diyerek alternatif düşünceleri baştan reddeder.

2. Tehlike Algısı Yaratma: Halkına sürekli olarak dış bir tehlike fikrini aşılar. Musa’nın dinini değiştirme ihtimalinden “endişe duyduğunu” dile getirdiğinde, aslında halkı Musa’ya karşı kışkırtır:

“Musa’nın sizin dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmasından korkuyorum.” (Araf Suresi/26)

Bu söylemler, günümüz algı yönetiminde kullanılan “korku stratejisi” ile birebir örtüşür. İnsanları korkutmak, onları kolayca yönlendirebilmenin en etkili yollarından biridir. Firavun, Musa’nın mesajını bir tehdit olarak tanımlar; halbuki asıl tehdit kendi baskıcı rejimidir. Ama bu gerçeği ters yüz eder ve kendini “tehlikeyi önleyen lider” pozisyonuna taşır.

Günümüz Manipülasyonlarıyla Bağlantısı

Bugün de birçok lider, Firavun ’un kullandığı bu yöntemlere başvuruyor. Şu benzerlikleri görebiliriz:

1. Kendi Otoritesini Mutlak Hakikat Olarak Sunma:

Modern manipülatörler, Firavun gibi, “Ben doğruyu biliyorum” diyerek halkı alternatif düşüncelere kapatır. Medya, eğitim ve propagandayla bu algıyı pekiştirirler. Örneğin, farklı görüşleri bastırmak veya susturmak için “aykırı sesler” bir tehdit gibi gösterilir.

2. Tehlike ve Düşman Üretme:

Firavun ’un Musa’yı “dininizi bozacak” şeklinde yaftalaması, bugün de sıkça karşımıza çıkar. Sistem, bir “öcü” yaratır ve toplumu bu tehdide karşı birleştirir. Örneğin, muhalifler ya da farklı fikirler, “ülkenin huzurunu bozmakla” suçlanır ve halk bu yolla yönlendirilir.

3. Zulme Meşruiyet Sağlama:

Firavun ’un zulmünü, “kamu yararına” yapılan bir müdahale gibi göstermesi, günümüzde de otoriter yönetimlerin sıkça kullandığı bir yöntemdir. “Güvenlik” adı altında özgürlüklerin kısıtlanması, “toplum düzeni” gerekçesiyle baskıcı politikaların uygulanması bu anlayışın modern izdüşümüdür.

Sorgulama ve Gerçekler

Firavun ’un manipülasyonları ile modern algı yönetimlerini sorgularken şu soruları sormalıyız:

Kimin doğrusu doğru? Bir liderin “Ben doğruyu biliyorum” demesi, o liderin gerçek rehber olduğu anlamına gelir mi? Yoksa bu, sorgulamayan bireyleri kontrol altında tutmanın bir yolu mu?

Korkularımız kime hizmet ediyor? Tehdit algısı, gerçekten bir tehlikeye mi dayanıyor, yoksa bir manipülasyon aracı olarak mı kullanılıyor?

Adaletin kılıfı zulüm mü? Zulmün “düzeni koruma” gerekçesiyle meşrulaştırılması ne kadar doğru?

Firavun, Musa’nın getirdiği hakikati kabul etmek yerine, onun mesajını bozgunculuk olarak nitelendirdi. Günümüzde de hakikati dile getirenler “tehlike” ilan ediliyor. Bu durumda yapılması gereken, korkuların esiri olmadan hakikati araştırmak ve otoriteye boyun eğmek yerine vicdani bir sorgulama gerçekleştirmektir.

Firavun ’un sözleri ve yöntemleri, yalnızca tarihsel bir olay değil, aynı zamanda günümüze ışık tutan bir ibrettir. İnsanlık, manipülasyon tekniklerini tanıyıp sorgulamadıkça, Firavun ’un izinden giden otoritelerin etkisi altında kalmaya devam edecektir. Ancak Musa’nın cesareti ve hakikate bağlılığı, her dönemde karanlığı aydınlatan bir rehber olarak varlığını sürdürecektir. Firavunların çağları geçer; ama hakikat ve adalet arayışı daimdir.

Erol Kekeç/06.01.2025/Sancaktepe/İST

Manipülasyon ve Algı yönetimi

Manipülasyon ve algı yönetimi, bireylerin ve toplumların karar alma süreçlerini etkileyen çok yönlü bir iletişim stratejisidir. Bu sunumda, manipülasyonun ve algı yönetiminin farklı boyutlarına ve örneklerine odaklanarak bu kavramların toplumsal, siyasal, kültürel, psikolojik, sosyolojik ve bilimsel açıdan nasıl kullanıldığını ele alacağız...

Manipülasyon ve Algı Yönetiminin Tanımı

  1. Manipülasyon:

    • Bilgi, duygu ve davranışların farkında olmadan değiştirilmesi veya kontrol edilmesi.

    • Çoğu zaman gizli bir niyetle yapılır.

  2. Algı Yönetimi:

    • Bir birey ya da topluluğun bir olayı ya da durumu belirli bir şekilde algılaması için yönlendirilmesi.

    • İmaj, mesaj veya anlatım üzerinden kontrol sağlanır.

Toplumsal Manipülasyon Örnekleri

  1. Medya Manipülasyonu:

    • Haberlerin çarpıtılması veya sansürlenmesi.

    • Örnek: Bir protesto eyleminin, medyada "asayiş bozan kargaşa" olarak gösterilmesi.

  2. Tüketim Manipülasyonu:

    • Reklamlarla tüketim davranışlarını etkilemek.

    • Örnek: "Limitli sayıda stok" algısı yaratarak ürün satışını hızlandırmak.

  3. Sosyal Medya Trendleri:

    • Hashtag veya bot hesaplarla yapay gündem yaratmak.

    • Örnek: Bir ürünün "tüm dünyada tükendiği" yanılgısı yaratılması.

Siyasal Manipülasyon Örnekleri

  1. Seçim Kampanyaları:

    • Rakip adayların karalanması.

    • Örnek: Seçmenleri korkutmak için rakip partinin "güvenlik tehdidi" olarak sunulması.

  2. Propaganda Araçları:

    • Yanlı veya eksik bilgi yayılması.

    • Örnek: Ekonomik büyümeyi abartırken işsizlik oranlarını gizlemek.

  3. Bayrak ve Vatan Manipülasyonu:

    • Milliyetçilik duygularını manipüle ederek destek toplamak.

    • Örnek: Eleştirileri "vatan hainliği" olarak nitelendirmek.

Kültürel Manipülasyon Örnekleri

  1. Tarihsel Çarpıtmalar:

    • Tarihi olayları kendi ideolojisine uygun şekilde yorumlama.

    • Örnek: Bazı liderlerin tarih boyunca "kahraman" olarak sunulması.

  2. Popüler Kültür Manipülasyonu:

    • Sinema ve dizilerle farkında olmadan toplumsal normların değiştirilmesi.

    • Örnek: Tüketim odaklı yaşam tarzlarının "cool" olarak yansıtılması.

  3. Kültürel Kimliklerin Araçsallaştırılması:

    • Etnik veya dini kimliklerin ayrıştırıcı bir şekilde sunulması.

    • Örnek: Belli bir topluluğun "tehdit" olarak sunulması.

Psikolojik Manipülasyon Örnekleri

  1. Gaslighting:

    • Bir bireyin algısını sorgulamasına neden olmak.

    • Örnek: "Sen yanlış hatırlıyorsun" diyerek gerçeğin inkâr edilmesi.

  2. Korku ve Tehdit Manipülasyonu:

    • Korku duygusunu kullanarak kararları etkilemek.

    • Örnek: "Bu ürünü kullanmazsanız hasta olabilirsiniz."

  3. Duygusal Yükleme:

    • Olumlu veya olumsuz duyguları yoğun şekilde yükleyerek algıyı değiştirme.

    • Örnek: Bir liderin "sevgi dolu baba" olarak tanıtılması.

Sosyolojik Manipülasyon Örnekleri

  1. Toplumsal Norm Yönetimi:

    • Toplumun kabul gördüğü değerleri değiştirme.

    • Örnek: Tüketim toplumunu meşrulaştırmak için reklamlar.

  2. Sosyal Baskı:

    • Toplumda "çoğunluk" algısı oluşturarak bireyleri manipüle etmek.

    • Örnek: "Herkes bunu yapıyor, sen neden yapmıyorsun?"

  3. Sosyal Grupların Dışlanması:

    • Bazı grupları tehdit unsuru olarak tanıtıp ayrıştırıcı politikalar.

    • Örnek: Mültecilere yönelik nefret söylemleri.

Bilimsel Manipülasyon Örnekleri

  1. Sahte Verilerle Manipülasyon:

    • Yanlış bilimsel verilerin yayılması.

    • Örnek: Bir ilacın etkisinin abartılması.

  2. Bilimsel Otorite Kullanımı:

    • Bilim insanlarının otoritesini manipüle etmek.

    • Örnek: "Bilim insanları bu düşünceyi destekliyor" iddiasıyla propaganda yapmak.

  3. Bilginin Gizlenmesi:

    • Kamu yararını ilgilendiren bilimsel bilgilerin gizlenmesi.

    • Örnek: Çevre zararlarını gizleyen raporlar.

Manipülasyon ve algı yönetimi, toplumsal karar alma mekanizmalarını ve bireysel tercihleri etkileyen güçlü araçlardır. Bilinçli bireyler ve şeffaf iletişim kanalları, bu manipülasyonların etkisini azaltabilir. 

Erol Kekeç/06.01.2025/Sancaktepe/İST

Güneş Çıkınca Ay Kaybolur

 

Tarihi Bir Yolculuk-Muaviye ve Algı Yönetiminin Temelleri

Muaviye dönemi, İslam tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü bu dönemde, dinin otoriteyi meşrulaştırma aracı olarak kullanılması ve toplumun algılarının yönlendirilmesi noktasında ciddi adımlar atılmıştır. Hatırlayalım, Hz. Peygamber (sav) "Ben size sadece Kur'an'ı bırakıyorum" derken, dinin temel kaynağının Kur'an olduğunu açıkça belirtmiştir. Ancak Muaviye'nin siyaseti, bu netliği bulandırmış ve dinin üzerine yeni katmanlar ekleyerek halkın algısını şekillendirme çabasına girişmiştir.

Muaviye, kendi otoritesini meşrulaştırmak için halkın sevdiği ve güvendiği Hz. Peygamber'in adını kullanarak, ona ait olmayan sözler üretmiştir. Bu sözler, zamanla hadis literatürüne girmiş ve İslam'ın temel öğretilerini gölgede bırakan bir anlayış oluşturmuştur. Özellikle, "Kur'an, sünnet, kıyas ve icma" olarak hiyerarşik bir din anlayışını benimseyen bu yaklaşım, halkı dinin asli kaynağından uzaklaştırmıştır. Düşünsenize, bir yandan "aklı olmayanın dini yoktur" diyorsunuz, diğer yandan aklı sadece kıyasta bir mantık yürütme aracı olarak sınırlıyorsunuz. Bu, tam anlamıyla bir çelişki değil midir?

Din, Siyaset ve Toplum-Algı Yönetimi Nasıl İşler?

Algı yönetimi dediğimiz şey, insanların gerçekliği algılama biçimini değiştirmek için yapılan sistematik bir çabadır. Muaviye'nin döneminde bu, halkın Hz. Ali gibi hakiki bir liderden uzaklaştırılarak, kendisinin "Allah'ın yeryüzündeki gölgesi" olarak algılanmasını sağlama çabasıyla başlamıştır. İnsanların değer verdiği din ve Peygamber, bu süreçte manipülasyon aracı haline getirilmiştir. Özellikle, "Allah Resulü şöyle buyurdu" diyerek dinin özüne aykırı söylemler ortaya atanlar, halkı Kur'an'dan uzaklaştırmışlardır.

Bu manipülasyonun amacı, halkı itaate zorlamak ve zulmü meşru göstermekti. "İmamınıza itaat edin, çünkü o Allah'ın takdiridir" gibi söylemlerle, zulüm karşısında halkın sessiz kalması sağlandı. Ancak bu durum, sadece bir dönemle sınırlı kalmadı; sonraki yüzyıllarda da bu algı yönetimi devam etti. Her dönemde, yöneticiler kendi otoritelerini meşrulaştırmak için dini araç olarak kullandılar.

Dinin Kaynağı ve Hiyerarşik Yapı-Sorun Nerede Başladı?

Dini kaynakları Kur'an, sünnet, kıyas ve icma olarak sıralayan anlayış, aslında dinin özüne aykırı bir hiyerarşi oluşturmuştur. Bu hiyerarşik yaklaşım, halkı Kur'an'ın anlaşılabilir ve evrensel mesajından uzaklaştırmıştır. Örneğin, Kur'an'da herkesin aklını kullanması, düşünmesi ve tefekkür etmesi gerektiği açıkça belirtilirken, bu hiyerarşi aklı sadece bir araç olarak sınırlamıştır. Tefekkür, yani düşünme ve sorgulama, adeta din dışı bir eylem olarak gösterilmiştir.

Bu anlayış, sadece geçmişte değil, günümüzde de etkisini sürdürmektedir. Bugün birçok insan, dini anlayışını sadece belli bir otoritenin sözlerine dayandırmakta ve Kur'an'ı kendi aklıyla, kendi diliyle anlamaya cesaret edememektedir. Bunun sonucu olarak, dinin özünden uzaklaşan bir toplum yapısı ortaya çıkmıştır.

Günümüzde Din ve Manipülasyon

Günümüzde din, hâlâ manipülasyon aracı olarak kullanılmaktadır. Bazı gruplar, Kur'an'ın mesajını kendi çıkarları doğrultusunda çarpıtmakta ve insanları bu çarpık anlayışa inandırmaktadır. Örneğin, "Allah böyle emrediyor" diyerek kadınları, gençleri veya farklı düşünceleri susturmaya çalışanlar, aslında dinin evrensel mesajını örtmektedir. Bu kişiler, Kur'an'ı değil, kendi çıkarlarını referans almaktadır.

Bugün "din" adı altında yapılan birçok şey, aslında dinin özüne tamamen aykırıdır. Örneğin, dinin temelinde adalet varken, adaletsizliklerin din adına meşrulaştırıldığını görüyoruz. Bu durum, dinin yanlış anlaşılmasının ve manipüle edilmesinin bir sonucudur.

Manipülasyonun Önlenmesi-Çözüm Ne Olabilir?

Bu manipülasyonu önlemenin yolu, insanların Kur'an'ı anlamasını ve ona doğrudan ulaşmasını sağlamaktan geçer. Kur'an, herkesin okuyabileceği ve anlayabileceği bir kitaptır. Ancak bu açık gerçeği gizlemek için oluşturulan hiyerarşik yapı, insanların Kur'an'dan uzaklaşmasına neden olmuştur.

Bunun yanı sıra, eğitim ve bilinçlendirme çok önemlidir. İnsanlar, dini sadece belli bir grubun tekelinde değil, kendi akıllarıyla ve vicdanlarıyla değerlendirmelidir. Tefekkür, yani düşünme ve sorgulama, yeniden dinin merkezine alınmalıdır. Dinin, bireyin hayatında bir rehber olabilmesi için, onun özgürce düşünmesini teşvik etmesi gerekir.

Hakikat ve Manipülasyonun Çatışması

Tarihten günümüze, dinin manipülasyon aracı olarak kullanılması, toplumları yozlaştırmış ve bireyleri dinin özünden uzaklaştırmıştır. Ancak bu durum, değiştirilebilir. Kur'an'ın evrensel mesajını anlamak ve onu hayatımıza rehber etmek, bu değişimin anahtarıdır. Geçmişte yapılan hataları tekrar etmemek için, bugün daha bilinçli ve sorgulayıcı bir yaklaşım benimsemeliyiz.

Unutmayalım, hakikat her zaman manipülasyondan daha güçlüdür. Ancak hakikatin gücü, ona ulaşmaya çalışan bireylerin çabasına bağlıdır. Bugün, bu çabayı göstermek ve dinin özüne dönmek bizim sorumluluğumuzdur. Çünkü ancak bu şekilde, dini manipülasyondan kurtarabilir ve onu hakiki bir rehber olarak yeniden inşa edebiliriz.

Erol Kekeç/06.01.2025/Sancaktepe/İST

Ahlak ve Bilinç

 Dostlar,

Hepimizin farkında olduğu bir gerçek var: İnsanlık, tarih boyunca hem yarattıklarıyla hem de kendi elleriyle getirdiği felaketlerle şekillendi. Bu süreçte, bazı temel hatalar var ki bunları tekrar etmek, yalnızca bireyleri değil, bütün toplumları etkiliyor. Bugün konuşmak istediğim konu, bizi yok edecek unsurlar ve bunlardan nasıl kaçınabileceğimiz üzerine. Bu, yalnızca bir eleştiri yazısı değil; aynı zamanda bir sorgulama, bir yüzleşme.

İlkesiz siyaset-Prensiplerden yoksun gücün tehlikesi

Düşünelim; siyasetin temeli, toplumun sorunlarına çözüm bulmak, adaleti sağlamak ve daha iyi bir yaşam standardı oluşturmak olmalıdır. Ancak, ilkesiz bir siyaset, bunların tam tersine hizmet eder. İlkesiz siyaset, güç elde etmek ve bu gücü korumak için yalanın, manipülasyonun ve çıkarların merkezde olduğu bir düzen yaratır. Kısa vadede kazananları olabilir, ama uzun vadede hepimiz kaybederiz.

"Peki, ne yapmalıyız?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim. İlkesiz siyasetin panzehiri şeffaflık ve hesap verebilirliktir. Her birimiz, seçtiğimiz liderlerin yalnızca sözlerine değil, icraatlarına da dikkatle bakmalıyız. Onları sorgulamalı, yanlışları karşısında sesimizi yükseltmeliyiz. Bireylerin uyanık olması, yozlaşmanın panzehiridir.

Vicdanı sollayan eğlence-Düşünmeyi terk etmek

Eğlence kötü bir şey mi? Elbette hayır. İnsan olmak demek, yalnızca çalışmak değil, aynı zamanda hayatın tadını çıkarmaktır. Ancak, eğlence, düşünmenin, vicdanın ve sorumlulukların önüne geçtiğinde tehlikeli hale gelir. Bugün, sosyal medyadan televizyon programlarına kadar pek çok yerde, dikkatimiz bilinçli bir şekilde dağıtılıyor. Kendimizi tüketirken, dünyanın dertlerine karşı körleşiyoruz.

Unutmayalım; insan, yalnızca keyif almak için değil, daha derin bir anlam bulmak için de yaşar. Vicdan sahibi olmak demek, eğlenirken bile başka bir insanın haklarını, doğayı ve toplumu unutmamaktır. Eğlenceyi bir uyuşturucu değil, bir dinlenme aracı olarak görmeliyiz.

Çalışmadan zenginlik-Kolaycılığın cazibesi

Hepimiz rahat bir yaşamı hayal ederiz. Ancak, çalışmadan kazanılan servet, genellikle kısa sürede insana ve çevresine zarar verir. Tarih boyunca gördük ki, emeksiz kazanç çoğu zaman adaletsizlik doğurur. Servetin bir değer yaratma aracı olmaktan çıkıp bir güç sembolüne dönüştüğü toplumlarda, yozlaşma kaçınılmazdır.

Çalışarak zenginleşmek, yalnızca bireysel bir başarı değil, toplumsal bir modeldir. Herkes, emeklerinin karşılığını adil bir şekilde aldığını hissettiğinde, daha eşitlikçi ve huzurlu bir toplum yaratabiliriz. Gençlere, kısa yoldan köşeyi dönmenin değil, uzun vadeli hedeflere ulaşmanın güzelliğini öğretmek zorundayız.

Bilgili ama karaktersiz insanlar-Ahlak ve bilginin ayrılmazlığı

Bilgi güçtür, evet. Ancak bilgi, karakterden yoksunsa, bu güç yıkıcı hale gelir. Günümüzde, teknoloji ve bilimin gelişimi sayesinde bilgiye ulaşmak hiç olmadığı kadar kolay. Ancak bu bilgiler, karaktersiz insanların elinde, insanlığa büyük zarar verebilir. Silah teknolojileri, çevresel yıkımlar ya da manipülatif medya içerikleri buna örnektir.

Karakter, bilginin rehberidir. Bu yüzden, yalnızca bilgiyi öğretmekle yetinmemeli; aynı zamanda ahlak ve değerler de aşılanmalıdır. Okullarda, akademik başarının yanında, toplumsal değerlerin önemini de gençlere öğretmek şarttır. "Bilgili olmak yeterli değildir, bilginin nasıl kullanılacağını bilmek gerekir."

Ahlâktan yoksun bir iş dünyası-Sınırsız kazancın bedeli

Bugün, şirketlerin büyük bir kısmı kâr odaklı çalışıyor. Doğal kaynakların talan edilmesi, çalışanların sömürülmesi, çevrenin hiçe sayılması... Bunlar, ahlaktan yoksun bir iş dünyasının karanlık yüzü. Kapitalizmin bu kör noktası, yalnızca ekonomiyi değil, aynı zamanda insanlığın geleceğini de tehdit ediyor.

Peki, ne yapılabilir? Ahlak, iş dünyasına entegre edilmelidir. Sürdürülebilirlik, etik değerler, çalışan haklarına saygı, uzun vadeli planlamalar gibi kavramlar, birer seçenek değil zorunluluk olmalıdır. Tüketici olarak bizlere de büyük iş düşüyor. Bilinçli tüketim yapmak, sadece fiyatı değil, ürünlerin arkasındaki hikayeyi de sorgulamak bu sürecin bir parçasıdır.

İnsan sevgisini alt plana itmiş bilim

Bilim, insanoğlunun en büyük armağanlarından biridir. Ancak insan sevgisinden yoksun bir bilim, varoluşumuzu tehdit eden bir güç haline gelir. Silahlanma yarışları, doğanın yok oluşunu hızlandıran teknolojiler, insanları ayıran değil, birleştiren teknolojilerin eksikliği... Bunlar, bilimin insanlıktan uzaklaştığı anlarda karşılaştığımız sonuçlardır.

Bilimin merkezinde her zaman insan olmalıdır. Bilim insanlarının, teknolojik ilerlemelerin arkasındaki etik sorumlulukları sorgulaması, hem bireyler hem de toplumlar için bir zorunluluktur. İnsanlık sevgisi olmayan bir ilerleme, ilerleme değildir.

Özveriden yoksun bir din anlayışı-Maneviyatın yanlış anlaşılması

Din, birçok insan için yol gösterici bir ışıktır. Ancak, özveriden yoksun bir din anlayışı, yalnızca bireysel kurtuluş peşinde koşan, başkalarını umursamayan bir topluluk yaratır. Din, paylaşmanın, sevginin ve yardımlaşmanın merkezindeyken; yanlış yönlendirilmiş bir din anlayışı, bölünmelere, ötekileştirmelere yol açabilir.

Özveri, inancın temel taşlarından biri olmalıdır. İnsanın, yalnızca kendisi için değil, başkaları için de yaşaması gerektiği, her dini anlayışın özünde yer alır. Dinî liderlerin ve inananların, sevgi ve fedakarlığı yeniden hatırlaması şarttır.

Dostlar,

Bu saydıklarım yalnızca sorunlarımızın bir özeti. Ancak çözüm, hepimizin içinde. Daha bilinçli, daha vicdanlı, daha sorumluluk sahibi bireyler ve toplumlar olursak, bu sorunların her biriyle başa çıkabiliriz. Unutmayalım; bizi yok edecek unsurlardan kaçınmak, yalnızca kendimizi kurtarmak değil, gelecek nesillere daha iyi bir dünya bırakmak demektir. Gelin, bu mücadeleyi hep birlikte verelim.

Erol Kekeç/08.01.2025/Sancaktepe/İST

Adaletsiz Rejimi Adaletle Yıkınız-Alkışlar Önüne Kansız Ellerle Çıkınız

 


Adaletsizlik, toplumların en eski ve en tehlikeli hastalıklarından biridir. Tarih boyunca birçok medeniyet, adaletsizliğin yayılmasıyla çöküşe sürüklenmiştir; örneğin, antik Roma'da yozlaşma ve sosyal eşitsizlikler imparatorluğun dağılmasında büyük rol oynamıştır. Modern çağda da adaletsiz uygulamalar, toplumları kutuplaştırarak sosyal huzursuzluklara yol açmıştır. Güçlünün hukuku yazdırdığı, zayıfın ezildiği, hakkın, emekçinin ve mazlumun sesi duyulmadığı bir sistemin ömrü uzun değildir. Ancak bu ömür, insanların suskunluğu, korkusu ve tepkisizliğiyle uzar. Bugün burada, tarihten aldığımız derslerle, adaletsiz rejimlere karşı nasıl adaletle savaşabileceğimizi konuşacağız.

Adaletsizliğin Karakteri Nasıl İşler?

Adaletsizlik, ilk başta bir damla zehir gibi sinsice yayılır. Bir yasa, bir karar, bir taviz... Örneğin, özgürlükleri kısıtlayan bir yasa çıkarıldığında, insanlar "geçici bir önlem" diyerek bunu küçümseyebilir. Ya da bir lider, adil olmayan bir karara imza attığında, "şartların gereği" diye düşünülerek tepki gösterilmeyebilir. Ancak bu küçük gibi görünen adımlar, bir adaletsizlik zincirinin ilk halkalarını oluşturur. "Bu kadarından bir şey olmaz," diyerek göz ardı edilen her adaletsizlik, sonraki büyük felaketlerin zeminini hazırlar.

Bir adaletsiz rejim, kendi varlığını sürdürebilmek için öncelikle korkuyu besler. Korkunun temel kaynağı, cezasızlık ve göstermelik cezalandırmadır. Adaletsizlikle yoğrulan bir rejim, "herkesin eşit olduğunu" iddia eder; ancak eşitliğin gerçek anlamda uygulanmadığı her yerde adaletsizlik kaçınılmazdır.

Tarih boyunca gördük ki, adaletsiz rejimlerin çöküşü hep aynı yöntemle olmuştur: İnsanların bilinçlenmesi ve kitlesel harekete geçmesi. Bu harekette kan dökülmeden, kalem ve kelam ile savaşılmışsa, uzun vadede toplum daha sükunetli bir yeniden inşa süreci yaşamıştır. Bugün amacımız da budur: Adaletsiz rejimi, adaletin şafağıyla yok etmek.

Adaletle Yıkılan Duvarlar

Adaletsiz rejimler birer beton duvar gibidir. Sadece sert darbelerle kırılmaz; şöhretlerinin altındaki çürük temel, adaletsizlikle atılmış yasalar, baskıyla susturulmuş halk sesleri ve yozlaşmış liderlerin kendi çıkarları için attıkları yanlış adımlarla ortaya çıkarıldığında, kendileri de yıkılır. Bu yıkılışı hızlı ve etkili hale getirmek için aşağıdaki yollar izlenmelidir:

  1. Hakikati Savunun: Adaletsiz rejimler hakikatten kaçar. Yanlış bilgiler yayarak halkın gerçeklere ulaşmasını engeller. Bu nedenle, birinci önceliğiniz hakikati savunmak olmalıdır. Hakikat, en güçlü silahınızdır.

  2. Eğitim ve Bilinçlendirme: Adaletsiz rejimlerin en korktuğu şey bilinçli bireylerdir. Eğitim, cehaletin karanlığını aydınlığa dönüştürecek bir meşaledir. Toplumu, hakları ve adalet anlayışı konusunda bilinçlendirin.

  3. Pasif Direniş: Adaletsizliğe tepki göstermek, mutlaka sert ve yıkıcı olmasını gerektirmez. Gandhi’nin pasif direniş ilkesi, bu konuda en iyi örnektir. Örneğin, İngilizlerin tuz tekeli kanunlarına karşı başlattığı 'Tuz Yürüyüşü,' basit bir eylem gibi görünse de, milyonların katılımıyla bir direniş hareketine dönüşmüş ve İngiltere’nin sömürgeci politikalarını ciddi şekilde sarsmıştır. Sessiz oturma eylemleri, boykotlar ve sembolik gösterilerle rejimi zayıflatabilirsiniz.

  4. Medya ve Sosyal Medyanın Gücü: Bilgi, bugünün en değerli varlığıdır. Adaletsizliğin belgelerini, masumiyetin görüntülerini ve hakikatleri yayın. Toplumun her kesimine ulaşmak için medya ve sosyal medya çok önemlidir.

  5. Toplumsal Dayanışma: Ayrılıkları bir kenara bırakın. Adaletsiz rejimler, toplumu bölerek gücünü korur. Birlik olun, dayanışma ruhuyla hareket edin. Komşularınıza, iş arkadaşlarınıza, akrabalarınıza seslenin ve onların da yanınızda olmasını sağlayın.

  6. Hukukun Önünde Durun: Adalet, hukuk sürecinde ortaya çıkar. Hakkınızı mahkemelerde aramaktan korkmayın. Haksızlıkları belgeleyin, kayıt altına alın ve adaletin çarklarını döndürmek için mücadele edin.

Alkışlar Önüne Kansız Ellerle Çıkınız

Tarihte büyük liderlerin en etkileyici zaferleri, kan dökmeden kazandıkları olmuştur. Martin Luther King Jr., özgürlük ve eşitlik için savaşırken "rüyasıyla" hareket etti. "Benim bir rüyam var," dediği konuşmasında, insanların ten rengine göre değil, karakterine göre değerlendirildiği bir dünya özlemini dile getirdi. Bu hayali, milyonlarca insanı harekete geçiren barışçıl bir direnişin sembolü haline geldi. Mandela, güney Afrika'nın karanlık günlerini geride bırakması için sabırla mücadele etti. Onların izinden gitmeliyiz. Bu yol zor olabilir; ancak insanlığın onuru, hakkın ve adaletin zaferi bu yolla gelir.

Unutmayın, alkışlar en güzel silahınızdır. Kanla kirlenmiş ellerin karşısına, temiz ve barış dolu yüreğinizle çıkın. Adaletsiz rejimlere verilecek en iyi cevap, şeffaf bir vicdan, korkusuz bir duruş ve sevgi dolu bir mücadeledir. Adaletle yıkın, sevgiyle inşa edin. Kaleminizle savaşın, kelimelerinizle kazandırın.

Adalet her zaman galip gelir; sadece zamana ihtiyacı vardır. Bu zamana ışık tutmak, bizim sorumluluğumuzdur.

Bugünün çağrısı budur: Adaletsiz rejimleri, adaletin özüne sımsıkı sarılarak devirelim. Gelecek nesillere bırakabileceğimiz en değerli miras, adaletle taçlanmış bir toplumdur.

Erol Kekeç/09.01.2025/Sancaktepe/İST

Hayat Ve Ölüm

 

Para ile satın alınan sadakat, daha fazla para ile de satılır. Bu, insanlık tarihinin acı bir gerçeği ve insan doğasının çıplak gerçekliğidir. Sadakat, adından da anlaşılacağı gibi çoğu zaman bir bağlılık duygusu olarak kabul edilir. Ama bu bağlılığın temelinde ne vardır? Bir çıkar mı, yoksa sırf bir değer mi? Eğer bu bağlılık kısa vadeli çıkarların bir ürünü ise, daha büyük çıkarlar ortaya çıktığında ne olur? İşte tam da bu nedenle, insanın sadakati para ile müzakere edilebiliyorsa, bu sadakatin her zaman satılabilir olduğunu bilmek gerekir.

Başlayan her şey biter. Bu sade bir söz gibi görünse de, aslında yaşamın derin bir hakikatidir. Doğa, insanlar, gökyüzü, evren… Hepsi bir döngü içerisindedir ve döngü, bir sonla nihayete erer. Ama bu bitim, her zaman bir trajedi midir? Yoksa yeni bir başlangıcının habercisi mi? İnsanlar genelde sonların kederine kapılır; ama o sonun ardında yeni bir kapının açılıp açılmayacağını düşünmez. Başlayan her şey biter, evet, ama biten her şeyin ardından yeni bir şey başlar.

Büyük bir servet, büyük bir köleliktir. Bu, çoğu insanın fark edemediği bir paradokstur. Servet sahibi olmak özgürlük gibi algılanır; ama aslında öyle midir? Servet, sahip olan kişiyi koruma, arttırma ve yitirme korkularıyla zincire vurur. O kadar büyük bir sorumluluk yükler ki, insan kendi özgürlüğünü feda eder. Servetin gerçek anlamını sorgulamak gerekir. İnsanı mutlu eden servet mi, yoksa anlamlı bir yaşam mı?

Ölüm, bazen ceza, bazen bir armağan, çoğu zaman da bir lütuftur. Bu cümle, insan yaşamına dair çok çelişkili ama bir o kadar da gerçek bir durumu dile getiriyor. Bir insanın yaşamı son bulduğunda, gerçek anlamda ne sona erer? Bir trajedi mi, yoksa insanın çektiklerinden kurtuluşu mu? Tarih boyunca, ölüm hem bir son, hem de bir başlangıç olarak algılanmıştır. Ancak onun bu çoklu anlamı, bizim ona yüklediğimiz anlamlarla ilgilidir. Yaşamın anlamı, ölümle tamamlanır mı, yoksa ölümle birlikte yeniden tanımlanır mı?

Yeryüzünde gün ışığına layık olmayan nice insanlar vardır ama güneş her gün yeniden doğar. Bu ne kadar adil? Gün ışığına layık olmayan insanlardan kastımız, belki de kötülük yayan, başkalarının mutluluğunu çalan kişiler olabilir. Ama hayat, kendi adaletini doğadan alır. Güneş, kimin hak edip etmediğini sorgulamaz; ışığını herkese sunar. Bu bir adaletsizlik gibi görünse de, aslında evrenin tarafsız bir dengesi vardır.

Hayatı komedi sananlar, son espriyi iyi düşünsünler! Hayatı hafife almak, belki de kötümserliğe bir panzehir olarak görülür. Ama son espriyi düşünmeyen bir zihin, yaşamın sonunda hayal kırıklığına uğrar. Hayat, bir komedi sahnesi gibi algılandığında, trajedinin sert tokadı daha da çok hissedilir. Espri, derin bir farkındalıkla yapılmadığında, insan kendi zaafının kurbanı olur.

Yaşıyorsak, hâlâ umut var demektir. Bu, yaşama dair en sade ama en derin gerçeklerden biridir. Umut, insan ruhunun vazgeçilmez bir parçasıdır. Ama umudun kaynağı nedir? Sadece yaşıyor olmak mı, yoksa yaşamanın anlamına dair bir şeyler bulabilmek mi?

Aza sahip olan değil, çok isteyen fakirdir. Bu, insanın gerçek mutluluğu nerede bulacağına dair bir ışık tutar. Sahip olduklarımıza değil, sahip olmak istediklerimize odaklandığımızda, gerçek bir fakirliğe mahkûm oluruz.

Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey, yaşamın anlamını kaybetmektir. İnsan, sahip olduklarını kaybetse bile, eğer bir anlam bulmuşsa yeniden başlayabilir. Ama anlamını kaybettiğinde, elindekiler ne kadar değerli olursa olsun, hiçbir şey ona yetmez. Yaşamın anlamı üzerine düşünmek, belki de insanın en temel ihtiyacıdır.

Unutmazsan senin, affetmezsen onun canı acıyacaktır. Unutma, affetmek ve unutmak sadece iyi insanların intikamıdır. Affetmek, bir zayıflık değil, bir güç göstergesidir. İnsanın kendi iç huzuru için gereklidir. Ancak affetmenin önemi, unutmakla birlikte gelir. Çünkü unutulmadıkça affetmek, tam anlamıyla gerçekleşmez. Bu yüzden affetmek ve unutmak, insanın kendi ruhunu özgürleştirmesidir.

Ey hayat, senin bu kadar önemli tutulman ölüm sayesindedir. Ölüm, hayatın değerini artıran, ona anlam katan bir gerçektir. Ölüm olmasaydı, yaşamın bir sonu, bir amacı olmazdı. İnsanlar, ölümün varlığını bilerek yaşarlar ve bu bilgi, onları hem korkutur hem de harekete geçirir. Hayatı anlamlı kılan, onun bir sonunun olmasıdır.

Unutma ki, birlikte olduğun insanın geçmişini kurcalamak, onunla kurmayı düşündüğün geleceği yok etmekten başka bir şeye yaramaz. İnsanlar, geçmişlerinden ders alırlar ama bu geçmişin sürekli gündeme getirilmesi, onların yeniden başlamasını engeller. Geçmişi kurcalamak yerine, geleceği inşa etmeye odaklanmak gerekir.

İnsanları tanımak için onları sınamaktan korkmayın; çünkü kaybedilmesi gerekenler, en önce kaybedilmelidir. Hayat, bazen insanların gerçek yüzlerini görmemiz için bize fırsatlar sunar. Bu fırsatları değerlendirmek, uzun vadede daha sağlıklı ilişkiler kurmamıza yardımcı olur. Kaybetmekten korktuğumuz şeyler, aslında bize zarar veren şeyler olabilir.

Gençliğinde bilgi ağacını dikmeyen, yaşlılığında rahatlayacağı bir gölge bulamaz. Gençlik, öğrenmenin, biriktirmenin ve geleceğe yatırım yapmanın zamanıdır. Bu zamanı boşa harcayan bir insan, yaşlandığında bunun bedelini öder. Bilgi ve tecrübe, insanın en değerli sermayesidir ve bu sermaye, gençlikte biriktirilir.

Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir. İnsan, derin acılarını dile getiremediği için, onları içinde taşır. Bu acılar, çoğu zaman insanı olgunlaştırır ama aynı zamanda onu sessizleştirir. Derin acıların dili, suskunluktur. Bu, bir zayıflık değil, bir güçtür. Çünkü derin acılar, insanın en derinlerdeki gücünü ortaya çıkarır.

Ölüm her şeyi eşit kılar. İnsanların sosyal statüleri, servetleri, başarıları… Hepsi, ölüm karşısında anlamsız hale gelir. Ölüm, insanları aynı düzleme getirir ve bu, hayatın en büyük eşitleyicisidir. Ancak ölümün bu eşitleyici gücü, yaşamın anlamını sorgulamamıza da neden olur. Hayatta önemli olan, ölümden önce nasıl yaşadığımızdır. Geride bıraktığımız izler, bizim gerçek mirasımızdır. Ölüm, bu mirası değerlendirmek için bir fırsattır ve insan, bu fırsatı yaşamı boyunca inşa eder.

Bahadır Hataylı/09.01.2025/Namazgah/İST