16 Ocak 2023 Pazartesi

KARANLIKLAR YOK OLUŞA GEBE

Yeni Dünyanın oluşum dinamikleri, biyolojik hazlar üzerine oturmaktadır. Biyolojik hazları duygusal canlılar boyutunda alan ve aklın duyguların gerisinde kaldığı, hatta aklın yaşam üzerinde karar vermede hayatın dışına çıkarılacağı, günlerin arifesinde yaşar oldu insanlık. Bu sürecin başlaması için belli bir zaman dilimine ihtiyaç olmayabilir. Çünkü yaşamda zamanın karşılığının olmadığı günlerin kâbusu çöktü insanlık üzerine…

 Bütün bir insanlık, üç buçuk soysuz küresel cinayet şebekesinin ellerinde kıyma makinesinde kıyılırken, insan kendi yaşamı üzerinde oynanan bu oyunları ve gelecek yaşamı planlayanların amaçlarının, hala insanlık için faydalı üretim yapacağını ve gelecek daha güzel olacak diyerek, görmeyen gözlerinin karanlık gölgesinde anlamsız bir varlığa dönüşürken, bu rahatlığını anlamakta zorlanıyorum…

Felaket tellallığını ve komplo teorilerini oldum olası hiç sevmem, ancak yaşamın içinden elde ettiğim verilerle yaşamın karanlık yüzünü görme cesaretini görmek istemeyenleri de gerçek mermilerle nasıl imha ettiklerini göstermekten ve söylemekten de hep haz almışımdır. Ondan dolayıdır ki, insanlık üzerinde tasarlanmış ve pratize edilmeye başlanan bu yeni dünya cehenneminin koordinatlarının nerede başlayıp nerede bitmeyeceğini ortaya koymak bir insanlık görevi ve onuru olduğuna inanıyorum. O onurumu korumak için bunları açıkça deklare etmekten asla çekinmiyorum ve sakınmıyorum.

Küresel kriz dalgaları diye bütün bir evrenimizi karatmaya çalışanların amacı, doğal atmosferin yaşamı karşılamada yetersiz kaldığını anlatarak, kendilerinin bir kurtarıcı olduğunu söyleyerek, insanlığı yok oluşa götüren bir Tağut zümresi dünyayı kuşatmaya gitmektir. Bunda başarılı olabilirler mi bilmiyorum ama insanlığın bu hale inanmalarını sağladıkları muhakkak. Bir planı uygulamak için öncelikle, planı uygulayacağınız evrende o planın gerçek bir oluşum olduğuna insanları ikna etmeniz gerekir. Bu da fazlasıyla gerçekleşti. Tek kurtuluşun batı dünyasında devam eden bir yaşamın parçası olmak gerektiği tüm beyinlere kazıldı. Üçüncü dünya ve Ortadoğu toplumlarına bir göz attığımızda, neredeyse gençlikten olgunluğa kadar herkes kurtuluşu batıya bir adım atmakta görüyor. Kendi topraklarında ölüm kan göz yaşı ve bu kaderin değişmesinin imkansızlığına ikna olup, mücadeleden el etek çekerek, rahat bir ortamı bulmak için, deniz aşırı çıktıkları göçmen yolculuğunda can veriyorlar. Bu kabullenilmiş çaresizliğin insanlığı imha etme sürecindeki rollerini herkes rahatlıkla görebiliyor. Acaba neden genellikle doğu ve Afrika toplumları böyle bir cehennemin yanan odunları olarak kullanılıyor. Bunu kimse sorgulamayacak mı? İnsan, insan olarak varlığını sürdürebilmek için, hazlardan kurulmuş yeni dünyanın kendileri için bir kurtuluş olduğuna nasıl inanır.

Birkaç yıl önce gerçekleştirilen Dünya ekonomi zirvesinde dünyanın nasıl dizayn edileceği açıkça o toplantıya katılan yöneticilere deklare edildiğini biliyoruz. Dünyayı ciddi bir kıtlığın beklediği ve dünya nüfusunun giderek çok arttığı ve eldeki imkanlarla dünyanın bu kadar nüfusu kaldıramayacağı, onun içinde bu nüfusu çeşitli yollarla meşru zeminler oluşturarak yok etmenin planları açıklanmıştı. Bu zirveye katılan tüm yöneticiler, dünyanın yeni oluşumunu bilmelerine rağmen, kendi halklarına bu planı anlatmadılar ve sürekli toplumlarını korkutarak onları yönetme yoluna gittiler. Dünyadaki tüm yöneticileri göz önüne aldığımız zaman, bizim ülkemiz yine diğerlerine göre çok şanslıydı. Çünkü yeni oluşumla doku uyuşmazlığı yaşayan bir yöneticimiz vardı. Dünya beşten büyüktür vurgusu her ne kadar pratikte çok anlam ifade etmese de bir algı açısından kendi toplumumuzda ve bize bakarak etkilenen toplumlarda çok ciddi etkiler bıraktığı bilinmektedir. Buna rağmen toplum olarak bu korku senaryosu içinde yerimizi alabiliyorsak, dünya insanlığının ne hale geldiğini düşünmek bile istemiyorum. Bugün gençlik ciddi bir beyin travması ve akıl tutulmasının karanlık dehlizlerinde çırpınırken, hala kurtuluşa çıkacağını sanır duruma geldi. Gençlik üzerinde ciddi bir araştırma yapılsa bu söylediklerimi herkes yakından görecektir. Gençlik kendi bulundukları ülke yönetimlerinin kritiğini yaparken, temellendirilmiş bilgilerle bilinçli ve aydınlatıcı kritikler yapmadığını görmekteyiz. Çünkü Gençlik yeni dünya içinde bir yer alırken beynini ve aklını ipotek vererek, duyguların yönlendirmesiyle uyaranlara tepki gösterir duruma geldi. Belki ülke gerçekliğini ele alırken kendi yerel dinamikleri ve dünyada var olmanın temel koşullarını dikkate alarak ciddi bir entelektüel donanımdan sonra kritize etseler hem ülkemize hem de önceki kuşaklara bir kıvılcım olabilirler. Ancak durum çok farklı kulvarlara kaydı. Küresel uyaranlar sosyal paylaşım ağları ile tek tip insanlık oluşturmayı başardığı için, ülkemiz gençliği de tepkilerini tamamıyla bu uyaranlara göre oluşturmaktadır. Bu uyaranların temel özelliği ise haz ve duyguların yaşama egemen olmasını isteyen uyaranlar olmasıdır. Batı zaten bu anlamda yaşamı haz hız ve tüketim denklemine göre oluşturduğu için, evrensel insani değerlerin imha edilmesinde büyük çaba harcamaktadır. Yeryüzüne egemen olmaya çalışan Dünya Küresel Tağutları,” Yaratıcıya rağmen Yaratıcıdan bağımsız bir yaşamı ihya etme derdindeler.” Böylesi bir yaşamın kodları da düşünebilme melekelerini yaşamın dışına bırakarak, tamamıyla duygularıyla yaşayan akla ihtiyacı olmayan, kendini yönlendiren uyaranlara göre yaşamayı en mutlu yaşam olarak gören bir sürü oluşturmaktır. Bu vurgularımın doruluğunu anlamak için net üzerinden sosyal paylaşım ağlarında insanların ne tür paylaşımlarla görülmek ve kendini kanıtlamak istediği paylaşımlarına bakmanız sanıyorum yeterli olur. İnsanlık faydasına olabilecek paylaşımlar birkaç tane olurken, haz ve duygulara dayanan paylaşımlar neredeyse insanlığın genel bir yaşam tarzı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kâinattaki doğal kaynaklara, var olanlar ve henüz kullanılmayanlar olarak baktığımız zaman yaşayan tüm canlıların yaşamını devam ettirecek kadar bol olmasına rağmen, bu kaynakların tükendiğini ve yok olmayla yüz yüze olduğu anlatılarak insanlık endişe ve kaygı tedirginliğine hızla taşınıyor. Amaç ise yönetimi kolay, ne verilirse onu tüketecek, geviş getirme dışında başka bir şey düşünmeyen ve kendi melekelerini yok etmiş bir nesneye dönüşmüş yeni bir canlı inşa etmektir. Bakar mısınız şurada yaşam daha güzel ben oraya gidersem daha mutlu ve rahat yaşayacağım demek, başkalarının senin yaşamına mutluluk getireceğini söylemekten başka nedir ki! Oysa düşünen varlık insan, bulunduğu ortamı kendi aklı ve yaratılış gayesine uygun bir hale getirmesi gerekmez mi? İnsanın bu özelliği insandan alınarak, bir iskelet haline gelmiş canlı, kendisindeki kaportayla insana benziyor gibi görülse de insani donanımları imha olunca farklı bir yaratığa dönüyor. Bu yeni yaşam, hayvani bir yaşam olarak ta adlandırılamaz, çünkü hayvani yaşamda hayvanlar yaratılış kodlarına ve hedefine uygun yaşamaktadır. İnsanın, insani hedefi yok edilerek hayvansal bir yaşamın içine taşınması onun hayvanlaşması değil, işe yaramayan yeni bir varlık oluşturulma çabasıdır. İnsanı böyle bir karanlığa taşıyarak ona nasıl bir mutluluk ve huzur getirebilirsiniz, bunu kimse anlamak istemiyor.İnsanın,dünyanın yeni düzeni içinde anlamsız bir varlık oluşturulmaya doğru hızla yol aldığı dönemde, eski dünyanın insanları olarak, insan olarak yaşamımızı devam ettirmemiz, yeni dünyanın oluşturacağı ortamdan çok üstün ve değerli olduğunu anlamak zorundayız. Tüm çırpınışlarımız ne olduğunu bilmediğimiz bir karanlığa, aydınlığa koşar gibi koşarak gitmemizin bizi tüketen bir süreç olduğunu gösterebilmektir.

Şunu açık yüreklilikle söylemek gerekiyor. Dünyanın bu gidişatı içinde bizim yaptığımız yanlış, bu güçler arasında bulunarak, dünyanın gidişatına çomak sokmak. Oysa bu gidişatın içinden ona çomak sokmak onun gidişatını pek etkilemeyecektir. RTE, çeşitli ortamlarda dünyanın emperyalist güçlerine karşı tepkilerini açıkça ortaya koymasına rağmen, sistemin işleyişini çok etkilediği söylenemez. Bunun en önemli sebepleri arasında da ülkemiz sivil toplum kuruluşlarının olduğu muhakkak. Biz maddi göstergeler açısından ülke olarak çok ileri gitmiş olmamıza rağmen manevi değerler, ahlak ve eğitim yönünle aynı başarıyı elde edemedik diyordu RTE. Bu sözler iç hesaplaşma açısından bakıldığında doğru ifadeler, ancak bu değişimin doğru yapılabilmesi için imkanların sunulduğu ve her türlü koşullarının karşılandığı sivil toplum kuruluşları açısından baktığımızda koca bir fiyasko olduğunu görmekteyiz. Özellikle muhafazakâr dindar olduğu söylenen sivil toplum kuruluşları, genç nesillerin küresel şebekelerin ağlarında basit sıradan yeni bir varlık olarak anılacak nesneye dönüştürülmesinde çok büyük katkı ve çabaları olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü STK’lar sadece kendileri zenginleşti maddi kazanımlarıyla anılır oldu, bunların bu hastalıklı yapılarını gören gençler mutluluğu başka alanlarda arayarak bu kurumların söylemlerine itibar etmez oldular. Ey sorumluluk sahibi insan olduğunu dillendiren varlıklar, bu hal bizi tükenişin içine taşıdı. Bu yoldan dönülmeden, bu akıntının içinde yeni dünyanın kuşatmasıyla başa çıkamayız. Akıntının aktığı yöne doğru akmak ve o yönde bir kayıkta yolculuk yaptığımızı sanmak bizi kurtarmayacaktır. Ayakta kalmanın tek şartı akıntının tersi yönde kürek çekmektir.

Biz toplum olarak, dünyanın bulunduğu yerden dönmesine katkı sunacak potansiyele sahip bir toplumuz. Bu donanımlar bilgi bilinç ve sorumluluk olarak bizlerde fazlasıyla var. Ancak dünyalık haz duygularımız bize bu sorumlulukları unutturmuş olabilir.600 yıl dünyaya hükmeden bir ecdadın torunlarıyız övünmeleriyle kendimizi bu akıntıdan dışarı çıkaramayız. Ancak bu kadar zaman dünyaya hükmeden bir ecdadın bilinçli duyarlı ve sorumlu torunları olarak hareket edersek, ülkemizden başlayarak dünyanın götürülmek istenen yönüne fren olabiliriz. Yönetimin başında olan kişi sorumluluğun kendisinde olmasından dolayı bizim eleştiri evrenimizde fazlasıyla yer alıyor. Ancak RTE’nin dünyanın en ücra köşelerine kadar destek ve ikmal çalışmalarını gördüğümüzde bir kişinin bizi kurtaracağını sanarak, tüm günahlarımızı o insanın sırtına vurarak cennet hayali kurarsak, cehennem kapılarını bize açmış bekliyor olacak. Toplumsal uyaran ve kıvılcımları oluşturmak liderin işi, ama bu kıvılcımları geniş kitlelere taşıyarak yaşanılır bir gelenek oluşturmak sivil kuruluşların ve bu işe gönül koymuş olanların işidir. Ey destekçiler, köstek olmaktan çıkıp hakikaten, hakikate şahitlik ettiğimiz gün, dünyanın üzerindeki bu kâbusun dağılmasında bir kıvılcım olacağız. Ben ülkemizin tüm insanlarını bu sürecin içinde yer almaya çağırıyorum…

Dünya Tağutlarını telin edip onları imha etmenin karargâhı olmak için, her bireyimizi hazın pençesinden kurtulup sorumluluğun zirvesinde olması için, aklın dümenine ve kalbin hissettiği bir yaşama çağırıyorum…İşte o gün bizim diriliş günümüz ve dünyanın karanlıklarına çomak sokacağımız gün olacaktır. O gün omuz omza yürüyen cefakâr yiğitler ile birlikte buluşmak ümidiyle selam ve muhabbetlerimle kalın sağlıcakla…

Erol KEKEÇ/14.01.2023/15.27/Namazgah -Üsküdar/İST




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder