10 Ocak 2023 Salı

“ALLAH’IN YASASINDA BİR DEĞİŞİKLİK BULAMAZSINIZ”

“Yemin olsun, daha önce Yusuf da size açık seçik mesajlar getirmişti de onun size getirdikleri hakkında hep kuşku duymuştunuz. Daha sonra o ölünce de şöyle demiştiniz: "Allah ondan sonra bir daha asla resul göndermez." Allah, sınır tanımaz kuşkucuları işte böyle saptırır.” Mü’min:34

Rabbimiz insan psikolojisini o kadar net açıklıyor ki, bunun dışında bu kadar net açıklayıcı bir bilgiye ulaşamazsınız. İnsan öyle bir varlıktır ki, kendisi ve yaşamıyla uyumlu hale getirmediği bir doğruyu, doğru olarak asla görmek istemiyor. Apaçık mesajlarla gelen Yusuf (as) için hep kuşku içinde olanlar, bu aşırılıklarını Yusuf(as) öldükten sonra da devam ettirmişlerdir. Ancak bu aşırılıklarını da Yusuf’u çok seviyormuş ve ona bağlılarmış gibi yapmaları da ayrı bir konu…

İnsan tartışmaya ve azgınlaşmaya meyilli bir varlıktır. Bu azgınlığını azgınlık olarak ortaya koymaz, kendince akli gerekçeler ve mantıki kabul ettiği ama mantık içerisinde yer almayacak ifadelerle savunma refleksi geliştirir. Bu savunma refleksleri, kabul etmek istemediği bir düşünce ve eylemi onun doğru olup olmadığına bakmaksızın kendi çıkar ve menfaatlerine ne kadar uyumlu ona göre değerlendirip, karşısında yerini alır. İnsanın bu haddi aşan ve çıkarcı içten pazarlıkçı yapısı, onu o kadar kuşatır ki, zamanla çok horladığı ve asla onun yanında yer almayacağını söylediği kişi düşünce ve inançları savunur duruma geçerek, aşırılıklarını zirveye taşır. Ancak bu aşırılıklarının onu doğru bir rotaya götürmediğini idrak edemez ya da etmek istemez.

Yusuf (as) dönemindeki bu aşırılığın aynısı, Allah’ın Resulü Muhammed(as) yaşarken de olmuş ve ebedi hayata gittikten sonrada aşırı düzeyde zirve yapmıştır. Ebu Süfyan ve ailesini herkes çok iyi tanır. Ebu Süfyan, Mekke’nin Fethine kadar Allah’ın elçisi ile savaş halinde, ancak Mekke’nin fethinden sonra kaçacak delik kalmayınca, ben de Müslüman oldum diyerek kendisini ölümden kurtarmak için yaptığı bu oyun, Allah’ın elçisinin vefatından sonra da devam etmiş, hatta oğlu Muaviye ile taşlar yerine tam oturmuş; Yezit döneminde zirve yapmıştır. Ebu Bekir’in (ra) halife olmasıyla ortalığı karıştırmak için gecenin bir yarısında Ali (ra)nin kapısını çalarak, Ey Ali halifelik senin hakkın, bu senden gasp edildi, eğer istersen bu görevi geri almak için, yüzlerce atlı ve yaya adamlarımla senin yanında Ebubekir’e karşı savaşırız der.O güne kadar Ebubekir’e biat etmeyen Ali, ey müşrik sen Allah Resulü döneminde savaşarak baş edemediğin Müslümanlar arasına, fitne sokarak bu savaşı kazanmayı mı düşünüyorsun, gidin söyleyin ben Ebubekir’e biat ettim o halifedir der. Bunu duyan Ebu Süfyan kuyruğunu kıstırarak evine döner ancak oyunların büyüğü daha sonra oğlu ve torunlarıyla başarılır.

Daha sonraki dönemlerde, Allah’ın Resulünün getirdiği dini kabul etmeyen ve içlerinde büyüyen o kini farklı boyuta taşırlar. Emeviler Allah’ın Resulünü yüceltme bahanesiyle, Kuran dinini imha etmek için, Resule ait olmayan olsa bile Kur’an ile ortak bir kaynak oluşturulmak istenen bu oyun, sonraki dönemlerde İslam’ı kabul edeceklerin beyin hücrelerini işgal ederek, Allah’ın dini karmaşıklaştırılarak, farklı yollarla dine karşı ciddi bir savaş vermişlerdir.Reslün getirdiği vahyi ortadan kaldırmak veya ona erişimi zorlaştırmak için Allah’ın elçisine iftiralar atılarak, Resule ait gibi(haşa) bir din oluşturulmuş ve adına da İslam denmiş…Emevilerin İslam için yaptığı en büyük ihanet, Allah’ın Resulü hayattayken ona inanmamış olanların, Resulden sonra ona ait olduğu iddia edilen sözler yazdırılarak onun erişilmez ve asla ona söz söylenmesi haram diyerek bir din oluşturmalarıdır. Kur’an ile alay eden bir ecdadın çocukları ve torunları, kendi makamlarını sarsmış bir dinle, ancak bu kadar uğraşabilirler. Emevilerle başlayan bu hadis yazımı Abbasiler döneminde kurumsallaşmış ve dinin vazgeçilmez kaynağı haline getirilmiştir.

Bu zihniyetlerin Hz. Yusuf için iddiada bulunan kavimden ne farkı var. Her iki kavimde hakikati bozmak için ellerinden geleni arkalarına koymamışlar. Dinin aslının, kendisine verilmiş emaneti yerine ulaştırmak ve ona ek bir ekleme yapma gücü olmadan, olduğu gibi beyan eden bir elçiye karşı yapılmış olması en büyük ihanettir. Allah’ın Resulünü gönderiliş ve seçilmiş bir kul olmanın dışında ilahi vasıflarla onu yüceltiyor sanmak aşırılığın ve sapmanın belirgin örnekleridir. Ona saygı demek Onun getirdiği dini hayatın dışına atıp, Emevilerin ve sonrasının dinden insanları koparmak için oluşturdukları sözleri, din olarak yaşamak değildir. “Resul size ne getirdi ise onu alın ve sizi neden sakındırdı ise ondan kaçının…” Resul, bize bir dönemin tarihsel kültür karmaşasını akla ve mantığa uymayan masal ve hikayelerini getirmedi. Harem kurma, ne kadar huri verileceğini, nasıl sakal bırakılacağını hangi cübbe ve takkenin giyileceğini ne kadar boncuk dizerse kaç günahının af olacağını bize getirmedi, bunu getirdi diyenler Allah’ın dini ile, oluşturdukları oyuncakları birbirine karıştırmasınlar.

“Yemin olsun, daha önce Yusuf da size açık seçik mesajlar getirmişti de onun size getirdikleri hakkında hep kuşku duymuştunuz. Daha sonra o ölünce de şöyle demiştiniz: "Allah ondan sonra bir daha asla resul göndermez." Allah, sınır tanımaz kuşkucuları işte böyle saptırır.” Mü’min:34

Apaçık mesajlarla gelen ve hakikati, hakikatin sahibinin istediği gibi arı duru ve has olarak anlatan elçiye baş kaldıracaksınız, ancak onun ölümünden sonra onun getirdiği dini değil, âmâ onun adına oluşturduğunuz yeni dini onun adını yüceltiyoruz diyerek piyasaya süreceksiniz. Böyle bir din olur mu diyenleri de dinden çıktı kafir ve peygamberi kabul etmiyor dışlıyor, peygamberi hafife alıyor gibi yaftalarla karalayıp, aforoz edeceksiniz. Hayır Allah’a yemin olsun ki, bu algı ile Yusuf (as) dönemindeki toplumun algısı aynı algı ve gelenek devam ediyor şirkte…

Emevi ve sonraki Abbasilerin, kendi oluşturdukları dini kabul etmeyenleri, nasıl zindanlara atıp onları şehit ettiklerini bilmeyen toplumlar, onların Allah’a rağmen Allah’ın elçisini yücelttiklerini söyleyerek, Allah’a ortak koşarak oluşturdukları dini, vahiyden bağımsız ilahi bir din olarak yaşarlar…” Deki halis din ancak Allah’ın dinidir…” “Deki ben dini sadece ona has kılmakla emrolundum…”Allah’u Teala,Zümer suresinde bu durumu apaçık beyan ederken, bizler iki dirhem saksılarımızı havalandırmayı düşünmeyiz, ancak kullandığımız toprak hiçbir bitki yetiştirmese de onun kutsallığını anlatır ona taparız….Veyl olsun böyle bir dine ve ona inananlara…

Allah’a has kılacağımız din Allah’ın elçisi aracılığıyla gönderdiği din değil de, Yusuf(as) dönemindekilerin, Yusuf’tan sonra oluşturdukları din veya benzeri ise Allah böylesi sapıkları ve haddi aşanları doğru yola eriştirmez. Sapkınların, bugün oluşturdukları dine uymayanları zındıklık müşriklik ve kafirlik gibi kavramlarla anlatmaları kendileri açısından doğrudur. Çünkü Mümin böylesi dinlerin kafiridir. Mümin sadece Allah’ın dinini ancak Allah’a has kılar. Sadece Allah’a has kılmak istediğimiz din, Allah’ın dini değil karmakarışık Emevi kitabelerinden oluşan özlü sözler ontolojisi ise vay başımıza gelenlere…

Sahip olduğumuz bilgilerin kaynağının gerçeklikle uyuşmaması ve vahiyden ayrı bir çalışmanın dayatılmasının arkasında ise, bilerek insanların inançlarının karmaşıklaştırılması hedeflenmiştir. Emevi döneminde yazdırılmasının başlandığı Allah’ın elçisine ait olduğu söylenilen sözlerin, Resul yüceltiliyormuş gibi onu yaşamdan ve vahiyden koparmak için yapılan kurnazlıklar olduğu bilinmelidir. Allah’ın elçisini Allah’ın kitabının dışında ondan bağımsız, başlı başına bir din inşa eden olarak görmek ve o sözlere öyle bakmak haddi aşmak ve İseviler gibi baba oğul oluşturmaktan farklı değildir. Allah’ın elçisi bizim yaşamımızın tam ortasına mührünü vurmuştur o mühür vahiyle bize aktardıklarıdır. Vahiy dışında vahye denk bir söz ikrarında bulunmak veya vahyin söylemediği bir şeyi, vahiy dışı kaynaklara atfederek onların sorunları çözmede dini kaynak olduğunu söylemek yaratıcıya ve onun gönderdiği elçiye iftira atmaktır.

Bu sözleri yaşamak veya kabul etmek o kadar mı kötü, diyenlerin olacağını biliyorum. Bu sözler güzel, insanlığı eğitici sözler olarak faydalı olduğu sürece insanların alıp ondan faydalanması sakıncalı değildir. Ancak bir dönemde oluşturulmuş sözlerin insanlarca kabulünü kolaylaştırmak için, Allah’ın elçisine dayandırılması kadar doğal bir şey olabilir mi? Bir inancın aslına karışım yapmak istediğiniz zaman o inancın düşmanı olan birinin o inanca benzer ne kadar güzel sözlerinin olduğunu ve o insanın bu sözlerinden dolayı bu inancı ne kadar çok sevdiğini söylerseniz söyleyiniz, kimseyi ikna edemezsiniz. İşte bundan dolayı referans olarak Allah’ın Resulünün seçilmesi hiç mi hiç tesadüf değildir. Şunu bilmekte ve beyin hücrelerimizi biraz geliştirmede fayda olacağını ümit ediyorum…Tarihte sapanların örnekleri ne kadarda birbirine benziyor, bunlar üzerinde biraz düşünsek ve idrak etsek sanıyorum katıksız arı duru kaynaktan besleneceğiz,o zaman da mis gibi kokan fidanlar göverecek, insanlığın sorunlarına deva olan…Ama böyle giderse bu kaynaklardan içilen suların tamamı bizim metabolizmamızı harap edecek…Manipülasyonda, yollara iyi şeyler koyarsınız, iyi sözlerle insanlığı kötü bir sona taşırsınız. Emevilerle başlayan bu manipülasyon sonraki nesiller üzerinde çok etkili olmuştur.

Allah’ın elçisi, vahyin insanlara ulaştırılmasında ve örnek olmasında dinin olmazsa olmazıdır. Ancak din oluşturmada dinin olmazsa olmazı değildir. Resul kendisine gelen vahye bir söz katma yetkisine sahip değildir. Yaşam alanındaki işlevi, (teşbihte hata olmasın) bir makine üreticisinin ürettiği makineyi en iyi tanıttığı görevlisini, makinenin kullanım kılavuzuna göre kullanılması için, o makineyi tanıtmak gayesiyle makineye ihtiyacı olan her yere gönderip onları bilgilendirmesine benzer. Tanımlayıcı verilen bilgileri kendi dili ile o insanlara tanıtır. Farklı dillerde insanlar varsa o zaman tercümana ihtiyaç doğar. Buradaki görevli o makinenin çalışması için nasıl ki yeni ve farklı formüller ve kendince kafasına yatmayan konuları iptal etme gibi bir yetkisi yoksa elçilik de böyledir. Ancak elçi hepimizden daha çok bilgiye sahip, çünkü onu yapıp gönderen ile irtibatlı olan odur. Allah’ın elçisi de getirdikleri ile hayatımıza mührünü vurmalı, ona ait olmayan bir dini ona aitmiş gibi gösterip, onun adına oluşturulan karmaşık denklemlerle sorunları çözülmez hale getirip, Allah’ın elçisini yaşamın dışına atmaksa hedef, bu tam anlamıyla yaşamlarda karşılık bulmuş durumda…

Biz, Resulullah’ın getirdiği vahye ve onun vahiyle canlandırdığı hayata hasretiz…Dünyevileşmiş bir yaşamın din olarak oluşturduğu masalları okuyarak ve yaşayarak vahiyden ve Resulden ne kadar uzaklara gittiğimizi anlayarak ayağa kalmaya ihtiyacımız var…” 

De ki: "Benim yolum budur: Ben yalnızca Allah`a çağırıyorum. Ben de bana uyan kimseler de (ne yaptığımızın) çok iyi farkındayız; ki Allah`ın şanı pek yücedir ve ben O`na ait vasıfları başkasına yakıştıranlardan değilim.” Yusuf:108 

Diyen elçiler gibi bir yaşama susadık o sudan doya doya içenlere selam olsun…

Erol KEKEÇ/10.01.2023/01.40/Sancaktepe/İST



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder