7 Nisan 2022 Perşembe

TARİHİN YARATTIKLARI DEĞİL, TARİHİ YAZANLAR OLALIM

Müslümanlar tarihlerinden ders alıp onların olumsuzluklarını bertaraf etmek ve olumlu yanlarından faydalanmak için tarihe yaklaşmazlarsa, kendi yaşamları da gelecek nesiller için içi yanlışlarla dolu bir tarih olarak bilinecektir. Tarihi yanlışlarından ders alınsa bir daha tekrarlanmaz, ancak tekrarlanıyorsa, tarih insanlara hiç ders vermemiş demektir.

Emevilerle başlayan ve sonraki dönemlerde de devam etmesi istenen algılardan birisi, dönemin âlimlerinin siyasal otoritenin lehine fetvalar vermesi ve onların olumsuzluklarının bilinmeyen hikmetlerinin olduğunu anlatmalarıdır. Bu anlayış Müslümanları yöneten zalim yöneticilerin zalimliklerine ses çıkarmamanın sevap olduğunu söyleyecek uydurma hadislerin oluşturulmasına kadar gitmiştir. Sizi yöneten ve sizden birisi ise, onun cehaletine ve zalimliğine rağmen ona itaat edin…”gibi. Oysa Kur’an’ının yaklaşımı bir zalime sözüyle, eliyle, gücüyle destek olmak veya ona meyil etmek zalim olmak için yeterlidir. Hatta zalimlere meyil etmenin bedeli cehennem ateşiyle karşılığını almaktır. Allah’ın beyanı böyle olmasına rağmen sizden olan zalim de olsa emir sahiplerine uyun sözleri tamamıyla, dönemin zalim yöneticilerinin istekleri doğrultusunda oluşturulan hipnotize masallarıdır.

Allah’a asiliğin olduğu bir yerde hiçbir yöneticiye itaat yoktur. Allah’a asilik, Allah’ın kullarını gözetmemek, kullar arasında tefrika oluşturmak, birleştirilmesi ve kaynaştırılması gereken kardeşlik ilişkilerini ayırmak ve düşmanlıklar oluşturmak bir asiliktir. Allah’ın sevdiği dost bildiği kullar yeryüzünde ekini ve nesli korur hakka şahitlik yapar adaleti gözetir. İnançlarına bakılmaksızın insanları liyakatlerine göre kurumsal mevkilere getirir ve herkese aynı oranda yakın ve uzak durur. Bunu kendisine göre uygulayan yöneticiler zalim, yönetimlerde zulüm yönetimleri olur. Allah, Müslümanım diyenlerin yaşamlarında böylesi olumsuzlukların olmasını asla istemez ve onlara yardım da etmez, merhametini onlardan alır gazabıyla o yeri baş başa bırakır.

Siyasal yönetimlerden beslenen ilim adamları, halkla yönetim arasında bir rehabilite aparatı olarak görev yaparlar. Halkın keskin ve gözü kara çıkışlarını yönetime ulaşmadan bertaraf ederek onları yönetimden uzaklaştırmak, hep bu ilim adamlarının görevi olmuştur. Halkı bilgilendirmek ve yönetimin yaptığı yanlışlardan dolayı yönetimi savunmaya geçmek, halka karşı durup ders vermek, siyasal otoriteden beslenen ilim adamlarının işi değildir. İlim ve bilimin herhangi bir merkezi otoriteden beslendiği ortamlarda doğruya ulaşmak hayli zor olur. Bu durumda, Bilim insanları, gücün meşruluğunu onaylayan ve onun ortaya koyduğu zulmün devamı için, bir emniyet aracı olur.

Bu olumsuzluklar, İslam toplumlarında insanların basiretini ortadan kaldırmıştır. Yanlışlara ses çıkarmayan ve yanlışların içinde hikmet arayan bulamadıklarında da kendilerinin bu hikmeti anlayacak nitelikte insanlar olmadığına inanırlar. Bu anlayış bir toplumun imha sürecidir. İslam toplumu Emevilerden günümüze bu imha sürecini yaşayarak, farklı düşünceleri barındıran uyanış çıkışları yaşamış ise, tamamıyla bu yönetimlerin kapsam alanından uzakta olmuştur. Çünkü onların kapsamına giren onların antenlerinden hep yayın yapmıştır. Onların dışında olanların başında ise Hem Emevilere hem de Abbasilere karşı mücadele edip hakkın yanında olan, onların zulümlerine asla meşruluk kazandırmadığı için zindanda şehit olan İmam Ebu Hanif’edir. İmam Ebu Hanife, Emevi Zulmünün yıkılması için Abbasilere destek olmuş, ancak onlar da zulmü devam ettirince onlara karşı da mücadele etmiş ancak netice onun öldürülmesiyle sonuçlanmıştır.

Dönemin siyasal iktidarlarından beslenmeyen ilim adamları İmam Ebu Hanife gibi hep susturulmuş ve katledilmişlerdir. Dolayısıyla Zalim sistemlerin zalimliklerini örterek bize kadar ulaştırılmaya çalışılan din, Kur’an’ın dışında, hak din olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü Kur’an’ın zalimlerin yaptıklarını onaylamayan ayetleri hatırlatıldığı zaman, hemen Kur’an dışında bir kaynak aramışlar, iktidarların beslemesi olan ilim adamları. Halkları inandırmaları için de Kur’an dışı kaynak, Kur’an’ın referans olması gibi etkili bir kaynak olmalı ki, Kur’an dışı bir yaşam oluşturulsun. Bunun için âlimleri kullanarak Allah’ın elçisini referans gösteriyor gibi, Allah’ın elçisinin sözü gibi oluşturdukları müsveddelerle, zulümlerine meşru dayanaklar oluşturmuşlar, bunları da günümüze kadar din diye bize aktarmışlardır.

Sonrasında Dinin dayanakları diye bir hiyerarşik makam belirleyerek kaynaklar oluşturmuşlar. Bu sistematik ve hiyerarşik kaynak sınıflaması, tamamıyla Allah’ın dinine karşı oluşturulan karşı dindir. Ancak Yaşadığımız ortamda bunları sorgulamak sizi din dışı bırakır. Çünkü onlar hiçbir şey bilmiyor muydu gibi size yönelen oklarla karşılaşırsınız. Önceden söylenmiş olan beşer mahsulü sözlere uymayı İlahi bir emir gibi telakki eden toplumların dini, öncekilerin masalları dışında bir yaşam olamaz. Oysa her dönemin dini ve yaşam kaynağı vahye dayanan Kur’an’dır. Resul de Kur’an dışı bir dinin temsilcisi değildir. Dolayısıyla Resulullah’ın sözü gibi anlatılan ama zalimlere içinde övgü barındıran ayrıca dinin kaynağı Kitap ile örtüşmeyen onu sulandırıp sınırları ortadan kaldıran sözler, Allah’ın Resulünün sözü olamaz. Çünkü onun konuştuğu Kur’an’dır. O Kur’an dışı bir söz söylemez. Ancak toplumsal yaşamda öyle bir algı var ki, Resulullah’ın söylediği vahiydir, yani ona atfedilen sözler de vahiy gibidir. Kur’an’a uymak ile ona uymak aynıdır demek, dinin ruhu ile uyuşmaz ve dine katkı yapmak ulamalar yapmak olur ki, bunun adı şirktir. Ben bir şey yapabilecek olsaydım önce kendimi cehennem azabından muhafaza ederdim… Diyen bir elçi, Allah’ın kitabı dışında farklı bir şey asla söylemez. O insan olarak yaşayan ve normal günlük insani ilişkileri olan bir beşerdir. Bunun dışında bizden farklı olarak bize getirdiği mesajı aktaran elçidir. Elçinin o görevi bizleri bağlar ve onun söylediklerine harfiyen uymak zorundayız. Beşeri münasebetlerindeki ilişkileri Kur’an gibi değildir, uyulabilir de uyulmayabilir de bundan dolayı kişi Allah’ın elçisini küçümsemiş olmaz, aksine ona atılacak iftiralardan elçiyi uzak tutar. De ki, Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah’ta sizi sevsin…”diyen ayetin ne anlatmak istediğini anladığımız gün Resulullah’ın zalimlerle hiçbir ilişkisinin olmayacağını da anlamış oluruz. Dolayısıyla Resule ait sözlermiş gibi uydurma masallarla bizleri zulümlerine ortak etmek isteyen zalimlerin bu manevralarına da inanmamış oluruz.

“Ben Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan Müslümanların ilki olmakla emrolundum…”Ayeti dikkate alındığı zaman, her şey karmakarışık olsa, ortalıkta anlatılan masallar Kur’an ile taban tabana zıt olsa da, kişi Kur’an’ı kaynak alarak aldığı zaman, karşılaşacağı olumsuzlukların hepsinin üstesinden gelebilecek basirette olur.

Ne yazık ki insan, hayatını etkileyen, zihni ve kalbi olgunluğa eriştirecek olan kitabın buyruklarını dikkate almaz da, kendisine sunulan masalları tüketerek boş kaldığında geviş getirerek hazımsızlığı gidermeye çalışan bir canlı gibi yaşamaktan zevk alır. İnsanın bu vurdumduymazlığı ve aymazlığı onu hakkın rotasında yer almaktan hep alıkoyar. İnsan bu rotayı doğru tespit edemediği zaman, yaşadığı ortamlardaki zalim yöneticileri alkışlayarak bunu da bir ibadet aşkıyla yerine getirir. Yanlış kurgulanmış ama gelenek olarak devam eden bu karmaşık çözümsüz denklemlerin içinde yaşamı zorlaşan ve gittikçe zihinsel bir paradoksa sürüklenen denek olmaktan çıkmak isteniyorsa, İnsan doğru kaynaktan, doğru beslenmesi gerekir. Doğru kaynağa gidersiniz, ancak o kaynaktan aldıklarınızı, o kaynağın sahibinin dediği gibi yapmazsanız yine sonuç hüsran olur.

Geçmişle günümüz ve yarınlar arasında, yaşadığımız dönemde ben Müslümanların ilki olmakla emrolundum ve ben Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmam diyecek dirayette bir hayat ortaya koyamayacaksak, her dönemin siyasal iktidarlarından beslenen âlim sıfatlı koruma görevlilerinin verdiklerini tüketerek tüm vücut metabolizmamız zihnimizden yüreğimize kadar virüs kaparak sürüngen bir hayata mahkûm olacaktır.

İslam bir hayat nizamı olarak yaşamda karşılık bulursa, ortaya çıkacak geleneksel yaşamlarımız, Kur’an dışı bir kaynaktan beslenmemiş olacaktır. Kur’an’dan beslenen geleneksel ve devam eden yaşamlar, yarınlar için doğru bir bakış açısı oluşturmanın en azından kapısını aralamış olurlar. Bugün o kapıları aralayamazsak, yarınlar sanıyorum bu günlerden daha karmaşık olacaktır. Çünkü gelecek nesillerin hayatları rasyonel ve reel yaşamdan alınacak pozitif argümanlar üzerine olacaktır. Dolayısıyla inanma temelli bilgilerin onların yaşamında çok fazla karşılığı olmayacaktır. Ama reel yaşamdan yola çıkarak o bilgileri temellendirerek bir inanca dönüştürülecek sonuçlara ulaşacakları muhakkaktır. Dolayısıyla geleceğin rasyonel ve reel yaşamı içinde bizim oluşturacağımız bağımsız ve otoritelerden uzak sistematik düzenli, akılla kavranılacak türden bilgi kaynaklarına ulaşılacak yolları ortaya koymamız bizim bir sorumluluğumuzdur. Bunları ortaya koymaktan kaçınan korkan, âmâ yaşama dokunmayan ve kimsenin olumsuzluğunu ötelemeyen bilgileri aktararak gelecek nesillere bir ışık olduğumuzu sanmayalım. Işık olmak, tarihi aktaran değil, tarihi yorumlamaktan korkmayan ve aklı yaşamın dümenine oturtan, ama ilahlaştırmadan onun sorumluluk alanlarını çizerek, o alanda işini çok iyi yapmasına katkı sunmaktır.

Allah’ın Resulünden hemen sonra, Müslümanlar bir karmaşa ortamına girdilerse bu tesadüf değil, gönüllerde yatan bir hayatın dışa vurumudur. O görüntüler sonrasında bir din olarak inanmayı gerekli kıldı ve günümüzde iman esasları arasındaki muhteşem(!) yerini aldı. Yani diyeceğim o ki, Müslümanlar yaşadıkları dönemde, güce sahip olan otoriteyi günahsızlaştırarak, kendilerine Allah dışında yeni ilahlar oluşturmaktan kurtulmadıkları müddetçe, adı İslam diye bildikleri dinin gerçek hayattaki Karşılığı Şirk dini olur. Şirk dini üzere yaşayıp, onun uğruna mücadele edip, İslam olduklarını söyleyerek kendilerini avutarak yaşama son noktayı koyarlar.

Güce sahip olan siyasal otoritenin yanlışlarını yumuşatarak aktaran, siyasal yapının etrafına çöreklenmiş bilim adamlarının hepsi, insanlara sadece gücün belirlediği bir çizgi sunarlar. Onun dışına çıkmaktan korkarlar ve o konuları hiç gündeme getirmezler, çünkü kendi yaşamlarının maddi kaynağı onlar olduğundan o kaynaklarını kaybetmeyi göze almazlar.

Geçmişte siyasal yönetimler, dini değerleri kendi kontrollerine alarak, yaşamlarını tehlikeye sokacak dini fetvaları bastırmak için icat ettikleri dini müsveddeler, çağımıza kadar dinin emir ve yasakları olarak geldiği için, bunları kabul etmeyenleri dinden çıktı diyerek ötekileştireceğimize, kendimizin sahip olduğu dinin ne kadar Allah’ın dini olduğuna baksak daha iyi olmaz mı?

Müslümanlar, kritik ve sorgulamaya dayanan bir yaşamı, sorgulanmadan olduğu gibi aktarılan geçmişin uygulama ve düşünsel birikimlerini, bir yaşam manifestosu gibi alıp ona göre yaşadıkları müddetçe hep sömürülen toplumlar olarak kalacaklardır. Hayatta sorgulanmayacak hiçbir şey yok yoktur” Bilmediğiniz bir şeyin ardına düşmeyin, zira göz kulak ve kalp ondan sorumludur…”Buyruğu, bizlerin inanacağı esasları bile, anlayarak bilerek kabullenmemizi istemektedir. Hakikate ulaşmak için sorgulama, anlamak için kritik şarttır. Bunları hayattan uzaklaştırdığınız zaman, hayat, anlamsız müsveddeleri taşıyan bir yük vagonuna döner. “Canlılar içinde en altta yer alanlar, hiç şüphesiz aklını kullanmayanlardır. Akıl en büyük nimettir, bu nimetin işlevini yok etmek ve duygusal bağlılıklarla inanma temelinde bir gelecek oluşturmak, tüm nesillerin hayatını ipotek almak olur ki, bu ortamlarda gelişimden söz edemezsiniz. Kölelik bir yazgı değildir. O halde Müslüman topluluklar, köle bir hayatı değil, bilinçli tercih edilen bir hayatı verimli kılmak zorundalar. Bu verimlilik küçük çapta olsa da, geleceğe mührünü basacak bir yaşam olacaktır. Müslümanların, gelecek nesillerinin yeniden doğuş ve şahlanış hamlesi gerçekleştirmesi için, hikâyelerden uzak, Kur’an’ın özü ile tanışmaları gerekir. Merhum Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi, ”Lafzı muhkem, yalnız anlaşılan Kuran’ın, hiçbirimiz kaydında değil mananın, ya açar bakarız nazmı celilin yaprağına yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına, inmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin, ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için…”Bu yürekle hayat kaynağımıza yöneldiğimiz zaman, ne zalimlerin zulmü, ne nede zalimlere alkış tutacak zalimlerin sırtından yaşamını sürdürdüğü böcekler kalır. Böcek olmayı kabullenenler ezildiklerinde şikâyet etme hakkına sahip değiller. Dolayısıyla böceksiz ve onuruyla var olan, geleceğe mührünü basacak nesillerin oluşması için, öncelikle biz ayağa kalkıp hakikate şahitlik eden bir dinin, neferleri olduğumuzu ortaya koyacağız. Yoksa yarınların kararmasındaki her karanlık zerresinde bizlerin bir payı olacağını unutmayalım. “Kim bir çığır açarsa, o yoldan gidenlerin sorumluluğundan bir pay da onadır. Bunu bilerek ve aydınlık yarınlara meşale olmak olsun hayatımız…

Selam muhabbet ve dualarımla aydınlık yarınlara hep birlikte koşalım, karanlıkları korkusuzca kendi inine gömerek yola çıkalım…

Erol Kekeç/06.04.2022/02.23

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder