5 Nisan 2022 Salı

ADLİ İLAHİDE HESAP DEVLETTEN SORULUR!

Devlet, devlet olursa halk ona güven ve minnet duyar. Âmâ devlet, devlet olmaktan çıkar devleşirse, güven yerine korku, minnet yerine nefret olur. Yönetimde aciz kalan yöneticiler, devleti ortadan kaldırır, devlet yerine, devleşen bir sistemin dişleriyle insanları sindirmeye başlar.

Devletin en belirgin özelliği, halkını doğru bilgilendirmek ve bilginin alenen yayılmasını sağlamaktır. Bilgilenmeyen halka uygulamak için oluşturacağınız kurallar işlevsiz kalır. Kuralların toplumda karşılık bulması için en uzak noktadaki insanlar bile devletin ortaya koyduğu oluşum ve yapılanmalardan haberdar olmak ve doğru bilgilenmek zorundadır. Devlet adına yayın yapan medya kuruluşlarının söyledikleri, insanlara ulaşmadan yalan ve asılsız oldukları ortaya çıkıyor ve devlet bunları denetlemiyor ya da kendisini övdükleri için bunlara ayrıcalıklar tanıyorsa, sadece kendisinin güvenirliğinin kaybolmasına neden olmaz, aynı zamanda halkın devlete karşı duygularını da yaralar.

Devlet, günü kurtarmaya çalışan bir çingene çadır yönetimi değildir. Dolayısıyla devletin işleyişini sağlayan dinamikler, belli bir süzgeçten geçtikten sonra beyin takımı kanaat sahibi aydınların görüşlerinin alınmasıyla tüm cenahların ortak katılımıyla oluşan ilkeler doğrultusunda işleyen ve sürekliliği olan toplumsal yönetim organizasyonudur.

Devletin bu köklü şekillenme süreci dikkate alınmadan, sadece günlük yaşamı dizayn eden ve yarın ne söyleyeceği belli olmayan şekilsel bir organizasyon olarak düşünürseniz, o zaman devlet, sürekliliği olmayan belli bir zaman diliminde belli bir yerde oluşmuş geçici gruplar sınıfına girer. Devlet, uzun süreli kalıcı gruplara örnek verilecek en önemli toplumsal gruptur. Oysa geri kalmış ve sadece kanunlarla varlığını koruyan, gelen yöneticilerin ideolojik anlayışlarına göre şekillenen devletlerin hiçbirisi, modern devlet sınıflaması içinde yer almaz. Çünkü bu oluşumların yarınları hep karanlık olur, nedeni ise her yönetim değişimiyle birlikte, bir kararma dönemi ardından ya devam eden karanlık ya da fulü bir ortamda insanlar yaşamaya mahkûm olur.

Devlet, halkını doğru bilgilendirmediği ve halkı bilgilendiren kuruluşların halka aktardığı bilginin doğruluğunun sağlamasını yapmadığı zaman, halkın doğal paranoyak yaşam ortaya çıkarmasına, kendisi ortam oluşturmuş olur. Ondan dolayıdır ki, günümüzde enformasyon olağanüstü bir öneme sahiptir. İnsanların tamamının dünyadaki küresel iletişim ve sosyal ağlarla entegre yaşadığı bir dönemde, bunlar benim için önemli değil diyen devletlerin hepsi yok olmayla karşı karşıya kalacaklar. Çünkü etkileşim sonrası doğruya ulaşmak zor olmuyor, dolayısıyla devletlerin, eski dönemde aylar hatta yıllar sonrasında bir şeyin doğru olup olmadığını anlayamayan halkları yönetmediklerini bilmeleri gerekir. Saniyeler içinde bir yöneticinin tüm sicilinin ortaya döküldüğü ve dökülebileceği hızlı bir iletişim ortamında yaşıyoruz. Bunların hepsi, hem devletin kendisini düzenlemesi ve doğrunun dışında yapacağı bir seçeneğinin olmamasına neden olduğu gibi, aynı zamanda halkın da daha fazla güven duyacağı bilgilere ulaşmasını sağlayacaktır.

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, modern devlet anlayışı dışındaki yönetimlerin tümü hem söylemlerinde hem de icraatlarında çuvallamış durumdalar. Çünkü tüm mücadeleleri, yönetimde olanların yönetimdeki sürekliliklerini sağlamak için topluma aktardıkları mesajlarının anlık değişken ve birbirini desteklemekten uzak olmasıdır. Bu devletler ancak halklarını sindirmek için, halka karşı güç gösterisi yaparlar. Hem doğruluktan uzak bilgilerle halkı bilgilendirirler, hem de bu bilgilerden memnun olmayan ve bunlara inanmayan ve değişik mesajlar isteyen halka karşı aşağılayıcı ve onları potansiyel düşman ilan ederek, halkın içinden belli bir kesimi kendilerine kalkan edinerek halkı karşı karşıya getirerek, varlıklarını devam ettirmek isterler. Bu çabalar, Teokratik totaliter ya da feodal anlayışta olan ama demokrasi olduğunu savunan yönetimlerde fazlasıyla göze çarpar. Demokrasinin kendi kriterlerine göre, kanunlar objektiflik esasına göre oluşur. Ancak buradaki kanunlar, devleti yönetmek için gelen yöneticilerin varlığını ve yönetimdeki sürekliliklerini devamlı kılmak için sürekli değişkendir. Yöneticilerin talep ve beklentilerini karşılamak üzere kanunlar yapılır. Dolayısıyla bu devletlerin kanunlarının olması onların bir hukuk devleti olduğu anlamına gelmez. Kanunu olmayan hiçbir yönetim bulamazsınız, bu kanunlar ama sözlü ama yazılı mutlaka vardır.

Kanun devletleri her zaman gizli karanlık yönlerini saklarlar. Bu yönlerinin açığa çıkmasını istemezler, çünkü bu yönleriyle halkın karşısına çıktıkları zaman ciddi bir prestij kaybına uğrayacaklarını bilirler, bundan dolayı da yanlış bilgilerle halkın bilgilenmesini kendileri isterler bundan da herhangi bir rahatsızlık duymadıkları halde, sanki kendi dışlarında bir oluşum varmış gibi, iş olsun tarzında zaman zaman çıkışlar yaptıkları da olur. Halk arasında kullanılan bir söz vardır, gizli buluşmaların aşikâr bebeleri olur… Devlet, karanlıklarda yapılan hesapların aydınlık ortamda herkesin görüp anlayabileceği türden faaliyetler olduğunu idrak etse, karanlıklarda hesap yapar mı dersiniz?

Yukarıda örneklemeye çalıştığım devlet yapılanmaları ile bizim devletin bir benzerliği olabilir mi acaba diye kendi kendime sorduğum zaman birçok konuda örtüştüklerini gördüm. Mesela Aralık ayı sonrasında ocak başlarında TÜİK’in açıklamış olduğu enflasyon rakamları, gerçeklikten çok uzak olmasına rağmen onu bilimsel bir ölçüm gibi sundu ve devlet bunu onayladı. Ne zaman ki enflasyonun daha yüksek olduğunu hatta %70’lerde enflasyon olduğunu söyleyenler olmuştu. Bu açıklamalardan sonra TÜİK bu kurumları mahkemeye verdi, mahkeme devam ediyordu, sonuçta mahkeme rakamları isteyecek ve bir karar verecek, önüne gelen rakamlar TÜİK’in ortaya koyduğu rakamlarla hiç desteklenmemiş olacaktı. Böylece devlet halkına yanlış bilgi aktararak sabit gelirlilerin maaşlarını arttırmamak için böyle bir uygulamaya başvurduğu herkesçe kabul görmüş olacaktı. Bu süreç devam ederken, TÜİK başkanı görevden alındı. Ancak onun gitmesi onun ortaya koyduğu yanlış ve aslı olmayan bilgilerin düzeltilmesini sağlamadı aynı uygulama devam ederken yeni bir açıklamayla ülkemizde enflasyonun %61 olduğu açıklandı. Bu açıklama ülkenin fanatik yönetim taraftarı olanlar dışında kimsede bir karşılık bulmadı. Çünkü yaşamın bu kadar zora girdiği ve benim bildiğim son 45 yıl içinde böyle bir yaşam darlığı çekilmemiş olmasına rağmen, hala hayatın iyi olduğunu ve ekonominin gayet yerinde olduğunu söyleyen bir Maliye bakanının açıklamaları ortaya çıktı. Bu söylemleri yan yana üst üste nasıl koyarsanız koyunuz, devletin halkı doğru bilgilendirmediği kanısı herkeste ortak kanı olarak oluştu. Peki, Devletin asıl görevi halkı aydınlatmak ve doğru bilgilendirmek iken, devlet böyle yaparsa halkı ile arasında açılan uçurumları hangi yollarla kapamayı düşünüyor olabilir.

Devlet içerde oluşan kırgınlıkları, karanlıkları fakirleşmeyi ve hayat pahalılığını çözüme kavuşturamadığı için dış işlere yoğunluk vererek oradan bir puan toplamaya çalışıyor olabilir. Ancak şunu bilmek gerekir ki, içerde sorun varsa dışardan esen rüzgâr içerdeki pis kokuyu gidermez. Öncelikle içerdeki hastalık doğru tespit edilip doğru tedavi edilmesi gerekir. Ancak kurumların başındakilerin açıklamalarına kulak verdiğimizde, halkın gerçekliğinden ne kadar uzak yaşadıklarına şahit olmaktayız. Damdan düşmeyenler bu halkın çektiği acıyı anlayamaz ve onlara yönelik bir çaba içinde de olamaz. Bakanlıkların uygulamalarından doğan olumsuzların da ciddi travmalar oluşturduğuna şahit olmaktayız. Geçmişte Adalet Bakanı ile İçişleri bakanı arasında ortaya çıkan farklılıklar devletin kendi içinde bir eşgüdümden yoksun olduğunu ortaya koyuyordu. Biz yapalım Hukuk arkamızdan gelsin sözü çok ciddi bir patolojik vakadır.

Devletten özleştirme ile halkın temel tüketim ihtiyaçlarını gideren özel kurumlara karşı, devlet, halkının yanında duramadı ancak enflasyon karşısında halkımızı koruduk diye nutuklar atıldı. Oysa acı çeken halktı. Dolayısıyla devlet adına yöneticilerin açıklamaları halkı tatmin etmediği için, insanların öfke ve kızgınlığı doğrudan devlete yöneldi. Çünkü yönetici ile devleti özdeşleştirmeye başladı insanlar. Enerji kuruluşları ile yapılan görüşmeler göstermelikte olsa halkın lehineymiş gibi yansıtıldı. Ancak insanların faturaları bir kira bedeline denk gelmeye başlamıştı. Bunun adına iyileştirme deseniz de halkın inancı kalmamıştı. Yani doğru bilgilendirilmeyen insanların öfkeleri her geçen gün artarak yükselirken, hala sorunların ciddi çözümüne dönük çabalar pratikte halka yansımamaktadır. KDV düşerken malların fiyatı artıyorsa bunun inandırıcılığı neresinde olur. O zaman insanların aklına gelen acaba bu KDV indirimleri satıcılar için mi yapılıyor, çünkü bize yansımıyor ama aldığımız fiyatlar aynı gün zamlanıyor bu işte bir iş var diyerek ciddi bir güvensizliğe yol açıyor.

Geçmişte özelleştirmeler yapılırken Devlet tacir değil ticaret yapmaz dendi, ancak özelleştirmeler sonrası özel firmalar güç olup bunu kartelleşmeye götürdükleri zaman, devlet patates çadırları kurdu sebze meyve satmak için… Oysa devlet özelleştirmeler sonrası çok ciddi bir denetim mekanizması kurması gerekiyordu, bu mekanizmalardaki bürokratlar babaları dahi olsa hukuk ne ise onu yapacaklardı ve denetim sonrası yaptırımlar caydırıcı olacaktı, o zaman görecektiniz devlet patates çadırları kurar mıydı? Âmâ devlet bu konuda ciddi bir boşluk oluşturdu, bu boşlukları kullanarak ahlak sorunu olanlar, halkın aleyhine devleti zora sokacak şekilde bu açıkları kullandılar. Bugün devlet kalkıp biz bunları yapıyoruz denetliyoruz dese ne çıkar, her şey karman çorban olmuş… Kimilerinin bir eli balda bir eli yağda, kimileri sürünerek suya ulaşmaya çalışıyor. Böyle bir ortamda çatışmalar kaçınılmaz olur. Sosyolojik olarak baktığımız zaman insanların eksikliklerini sürekli kaşıyarak gererek onlar üzerinden birileri haz alıyorsa o haz onlara haram olur. Toplum genetiği bunu zorunlu kılar.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, devletin böyle bir olumsuz süreci en azından toplumsal kargaşaya yol açmadan denetlenebilir bir sürece getirebilmesinin yolları olmalıdır. Ayrıcalıklı zümreler, göz önünden kaybolmalı, lüks tüketim ve lüks araçlar insanların gerilimlerini daha fazla azdırmamalı, kamu harcamaları en üst noktadan başlayarak kesinlikle sınırlandırılmalı, temel ihtiyaçlar dışındaki yatırımlar geçici olarak bile olsa durdurulmalı ya da rölantiye alınmalıdır. Alt gelir grubundaki emekli ve çalışanların ücretlerinde iyileştirmeler yapılmalı bunlar da yasayabilecek düzeyde olmalı. Kamu kurumlarında lakaytlık ve sürekli ötelemeler acilen yok edilmeli, kalıcı ve inandırıcı uygulanabilir iyileştirme paketleri oluşturulmalı ve bunlar, teminatı olanlara değil, imkânı olmayan üretici insanlara da sağlanmalı ve KGF kefaletinde olmalı. Bu açılımların denetimi yapılmalı ve yerinde incelemelere tabi tutulmalıdır. Bu ve buna benzer açılımlar acilen yapılmalı ki devlete olan güvensizlik yerini en azından güvene dönüştürsün. Daha birçok yapılması gerekenler var ihtiyaç duyulursa proje olarak ortaya koymaya çaba harcarız.

Evet, dostlar hakikaten bizim devletimize karşı ciddi bir güven problemi oluştu halkta. Bunu aşamadığımız zaman gelecek olan tüm yöneticilere karşı aynı güvensizlik devam edecek ve devlet belli bir zaman sonra sıradan bir yapılanmaya dönüşecektir. Ondan dolayı, devlet kurumlarındaki yöneticiler öncelikle kendi kişisel özelliklerini devletin kurumlarının üzerine çıkarmaktan uzaklaşmalı ve onların o değerleri ancak devletin o kurumunda bir işlev yaptığı için olduğunu bilmelidir. Modern devletlerin güvenirliliği sürekli olan bir yönetim organizasyonu olmasındandır. Bizim gibi toplumlardaki devletin güvensizliği de, yöneticilerin başarısızlığı veya ileriyi göremiyor olmalarından dolayı ortaya çıkacak olumsuzlukların devlete mal edilmiş olmasındadır. Bu güvensizlik her geçen gün sürekli yükselen bir grafik eğrisi gibi devam ediyor bunun bir kırılma noktası olmalıdır. Bu nokta sadece ve sadece halkın doğru bilgilenmesi ve olumsuzluklara ortak olması istenen halkla birlikte yöneticilerinde aynı gemide yer almasına bağlıdır. Bir tarafta İsviçrelilerin yaşadığı bir hayat, bir tarafta Afrika’daki Tanzanyalıların yaşadığı gibi halk acılarla kıvranıyorsa, yöneticiler de sorun yoktur diyerek etraftaki duvarlardan bu sorunları göremiyorsa, orada sorunlar büyüyerek artar ve sonuç olarak, toplumsal çatışmaların ve anomik ortamların oluşması kaçınılmaz olur. Kurallar burada işlevsiz kalır. Kuralların anlam ifade etmesi için yaşayan ve idrak sahibi varlıkların kurallarla sorumlu olması gerekir. Son olarak şunu ifade ederek bu makalemi daha fazla uzatmak istemiyorum…”Devenin yardan yuvarlanmasına sebep olan bir tutam ottur, Ölmüş koyuna dersini yüzmek elem vermez…”Bunlar bir tahlildir dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum …

Selam muhabbet ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/05.04.2022/00.47

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder